Ana Sayfa / İLİM - KÜLTÜR – SANAT – FİKRİYAT / Makaleler / İngiliz – Yahudi Terkibinin Anlamı

İngiliz – Yahudi Terkibinin Anlamı

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

Prof. Dr. Ş. Teoman DURALI 

1- Tarihte ilk defa yeryüzünün dörtbir yanında hayatı etkileyip belirleyen bir medeniyet olayıyla karşı karşıyayız; hattâ iç içeyiz, demek daha yerinde olur.

Bu medeniyeti öz tabiatına uygun tarzda adlandırmamışlığımız, genelde, dünya çapında, öncelikle de Türkiyede ona ilişkin açık bir fikrimizin oluşmamasına yol açmaktadır. Kâh Batı, kâh Avrupa… zaman zaman da çağdaş diyoruz. Bunlardan ‘Batı’, yön belirtir; ‘Avrupa’, coğrafyaya; ‘çağdaş’ ise tarihe ilişkin sözlerdir. Hâlbuki bizim burada gereksediğimiz, medeniyete alem olacak deyimdir.

2- Tarihin önde gelen medeniyetlerin yer almış olduğu vâsiî mekân Avrasya anakarasıdır. Afrika ile Amerika’nın tersine, Asya ile Avrupa, coğrafî bakımdan birbirinden ayrı iki kıta değildir. Birbirlerinden, sâdece sînelerinde teşekkül etmiş ve tarihe damgasını basmış medeniyetlerden türemiş beşerî ilişkiler yumağı ile zihniyetlerin derin farklılıklarından ötürü ayrılmışlardır.

Asya’nın en doğusu ile güney doğusunda Beşinci bine doğru yer almağa başlayan pirinç tarımı dolayındaki yerleşim, ‘Doğu medeniyetleri câmiası’nın beşiği olmuştur. Asyanın güney batısında yine Beşinci bin dolaylarında buğday ile arpa ekiminin vukûu bulduğu havalilerdeyse, bu defa, ‘Batı medeniyetleri câmiası’nın öncüsü Sümer kültürünün biçimlendiğini görüyoruz. Şu son andığımız mahalden peyderpey Mesopotamya, Mısır, Doğu Akdeniz ―Fenike, Filistin ile Israil― Hırıstıyan ile İslâm ve nihâyet Yeniçağ dindışı Batı Avrupa medeniyetleri çıkıp serpilmişlerdir.

1400’lerin sonlarından itibâren Hırıstıyan medeniyetinden türeyen, 1600’lerin ikinci yarısından sonra ona yeğinlikle karşı çıkarak biçimlenmeğe koyulan ‘Yeniçağ dindışı Batı Avrupa medeniyeti’, kendi devâmı sayılabilecek birini de bilkuvve bağrında taşımaktaydı.

Avrasyanın doğu yakasındaki Doğu medeniyetleri pek uzun soluklu olmuşlardır.
Batıdakilere gelince; bunlar, Doğululara oranla daha kısa ömürlüdürler. İlkçağ Mesopotamya, Mısır ile Doğu Akdeniz medeniyetlerinden itibâren, çeşitlilik öylesine artmıştır ki, birbirleri ardısıra oluşan medeniyetlerin benzerliklerinden ziyâde, zıtlıklar ortaya çıkmıştır.

‘Tektanrılı Vahiy Dini’ ile ‘Felsefe-bilim sistemi’nin neşvünemâ bulduğu zemîn olması itibârıyla ‘Batı medeniyetleri câmiası’, tarihte eşsiz benzersiz bir mevki işgâl etmektedir. Bunlardan birincisini Sâmî kavimlere, ikincisiniyse, Arîlere borçluyuz. Tektanrılı Vahiy dinlerinin ilki Yahudîliktir; ana örneğiniyse, İslâm teşkîl eder. İslâmın temsîl ettiği ve vücut verdiği ölçüde Tektanrılı Vahiy dini ile Eskiçağ Ege medeniyetinde biçimlenmiş ‘Felsefe-bilim sistem’ geleneği, müteâkip medeniyetler üzerinde çeşitli etkiler icrâ etmişlerdir.

Yapısal özellikleri yüzünden ‘Katolikliğ’e yaslanmış ‘Hırıstıyan Ortaçağ Avrupa medeniyeti’ kendi toplumsal ile siyasal bünyesinde benzersiz çalkantılar ile çatışmalara, tam manâsıyla, bir cedel sürecine sahne olmuştur. Mücâdelenin en şiddetlisi, Ruhbân (OrtL clerus) ile Ruhbân–olmayan (OrtL laicus) zümreler arasında cereyân etmiştir. Bunun yanısıra, dindışı -dünyevî zümrenin kendisi de, Ortaçağın erken devirlerinden, yaklaşık Onuncu yüzyıldan itibâren kendi içerisinde yeğin çıkar çatışmalarına tanık olmuştur: Hükümdar-asilzâdeler – derebeği-toprak zâdegânı. Bu durum ise, Ortaçağın sonları ile Yeniçağın başlarında, demekki 1400’lerle birlikte, kendisini belirgince gösterecek olan sınıf farklılaşmasının kaynağını oluşturmuştur.

Yeniçağ dindışı Batı Avrupa medeniyeti, Hırıstıyan Ortaçağ medeniyetinin tabîî uzvî uzantısı, devâmı yahut türevi değil, öncelik ve özellikle Ruhbân ile Ruhbânolmayan zümreler arasındaki yeğin çekişmenin sonucunda, ona tepki şeklinde vucut bulmuştur. Elbette anılan medeniyetlerin ikincisinden birincisine değerler intikâl etmiştir. Ne var ki, Ortaçağdan Yeniçağa etki, daha ziyâde, olumsuz anlamda olmuştur. Fransa hâriç, Germen dillerini konuşan Yeniçağın Batı ile Orta Avrupası, Latin dillerini kullanan Ortaçağın Roman Güney Avrupasının din esaslı değerler manzûmesini alaşağı ederek, devirerek ilkece, ‘Tanrı’ çıkışlı dini gündemdışı kılıp onun yerine, ‘insan dimâğı’nın ürünü ‘felsefî’ temeller üstünde kendisini inşâa etmiştir.

İngiliz-Yahudî medeniyeti’ne gelince; o, ‘Yeniçağ dindışı Batı Avrupa medeniyeti’nin tabîî uzvî devâmı olarak da görülebilinir. ‘Yeniçağ’da başgöstermiş olan Islâhât, İnsancılık ile Aydınlanma Devrimcilikleri (Révolutionisme), İngiliz-Yahudî medeniyeti çerçevesinde temellenerek kurumlaşmışlardır. Başta dinî–siyâsî–toplumsal hareketler olarak temâyüz etmişken, İngiliz-Yahudî medeniyetinde iktisâdî–siyâsî kurumlaşmaların ―felsefeden türetilmiş― ideolojik temelleri hâline gelmişlerdir. İşte, gerek Yeniçağ dindışı Batı Avrupa gerekse ondan türemiş ve çok daha keskince, belirgince biçimlenmiş olan Çağdaş İngiliz-Yahudî medeniyetleri, insanın biçimselci düşünme–bilme yetisini esas almışlardır. Bütün öteki kültürler ile medeniyetlerin benimsemiş bulundukları Tanrıcı ve doğayıaşkın dayanak yerine, İnsancı–dünyacı pâyândâyı gündeme sokmuşlardır. Yeniçağ dindışı Batı Avrupanın kurumlaşmış felsefesi, René Descartes’ın (1596 – 1650) çığır açıcı res extensa kavrayışını (Fr&İng conception) esâs almak, ve bu kavrayışın gereği olarak da, bilimin ―aklî klasik mekaniğin― işleyişini örneksemek sûretiyle hayatın ve dünyanın tüm köşe bucağını izâh etmeğe kalkmıştır. Buradan da Maddeci–Mekanistik dünyatasavvurunu üretmiş ve nihâyet adı geçen dünyatasavvurunun üstünde belirlenimi gevşek kalmış, demekki sıkı sıkıya tarîf olunmamış bir ideoloji olan İnsancılık–dünyacılığı inşâa etmiştir. İnsancılık– dünyacılığı, Sécularisme–Positivismein diger bir deyimlendirilişi şeklinde kullanıyoruz. İngiliz-Yahudî medeniyetindeyse, İnsancılık–dünyacılık, ideoloji olma vasfını kaybedip dünyagörüşü hâline gelmiştir. Adı anılan dünyagörüşünün içerisiyse, insanın maddî ilişkiler ağıyla doldurulmuştur. Başka bir anlatımla, yalnızca dünyaya yönelmiş hâlde yaşayan insanın, yalnızca–dünyaya–yönelik–yaşayışını oluşturan doku, maddî ilişkiler ağından ibârettir. Bu derekede mütâlea ettiğimizde de, insanı, İslâmî bir deyişle, beşere indirgemiş oluyoruz.

İngiliz-Yahudî medeniyetinin kurumlaşmış felsefesi , İnsancı–dünyacı dünyagörüşünün içerisini maddî ilişkiler ağıyla doldurmakla kalmayıp onu da açmış, açıklığa kavuşturmuştur. İngiliz-Yahudî medeniyetinin indinde maddî ilişkiler ağı, üretim – tüketim dengeleriyle dokunmuştur. Üretim – tüketim dengelerini ele alıp işleyen zanaat, iktisâttır. Şu hâlde söz konusu medeniyetin maddî ilişkiler ağı, haddizâtında iktisâdîdir. Ancak, bu, alışılagelinmiş iktisât değildir. Geliştirilmiş olan, alışılagelinmemiş bir iktisât modelidir; devrimcidir. Alışılagelinmiş iktisâtta, varolan temel ihtiyâçlara göre üretilir. Buradaysa ilkin, ihtiyâçlar üretilir; başka bir deyişle, tüketim kamçılanır. Kamçılandıkca, tüketim artar. Çeşitte ve miktarda tüketim büyüdükce, üretilenlerin de türleri, nitelikleri ile nicelikleri habire artacaktır. Demekki üretim, tüketimin talepleri doğrultusunda hareketlenmektedir. Böylelikle gördüğümüz, hızı habire artan üretim – tüketim ile tüketim – üretimin dialektik helezonlu gidişidir. Bu gidişin biricik hedefiyse, durmadan dinlenmeden yükselen kâr hadleridir. Üretim – tüketim bağıntılarını dalgalanmalardan, sallantılardan kurtarmak maksadıyla da, onları sağlam ‘kazığ’a bağlamak zorunluluğu doğmaktadır. Bu sağlam kazık da, bir kurmaca değer olan paradır. Üretim için zorunlu olan para miktarınaysa, sermâye diyoruz. Üretim için elzem olan parayı üretip elinde tutan Ben isem, tüketilecekler de ancak Bende aranılacaktır. Başka bir ifâdeyle, üretimin kaynağı ile tekeli Benim artık. Madem üretimin kaynağı ile tekeli Benim, o hâlde, dünya da elimde sayılır. İşte, ‘üretim’in anahtarı demek olan ‘para miktarı’nı toplayıp elde tutmak ve ‘kâr’ haddini dahî durmadan artırmak esâsına dayalı ‘ideoloji’nin adıysa, ‘Sermâyecilik’tir (Fr Capitalisme).

Kâr hadlerini durmadan artırmanın, tüketimi alabildiğine kamçılamaktan, dolayısıyla da üretimi süreklice hızlandırıp yükseltmekten geçtiğini bildirmiştik. Bunun içinse, olabildiğince geniş çevreleri ‘Benim tayîn ettiğim ‘tüketim’ türlerine alıştırmam gerek’ : Eğitim-öğretim tekeli. ‘Eğitip öğretmek yoluyla olabilldiğince geniş çevreleri ürettiklerime alıştırmak yetmez’. Bir de, ‘ürettiklerimi satınlabilecekleri seviyelere onları yükseltmem lâzım.’ İşte, Marshall türünden mâlî yardımların nedeni. Ne var ki, sözünü ettiğimiz seviye, ‘Benim ürettiklerimin satınalınması gücüyle sınırlı kalmalıdır.’ Aksi tadîrde, ‘kâr paylarım sınırlanır.’ İşte, 1997de Japonya ile Güney doğu Asyada yaratılan mâlî bunalımın nedeni. ‘Kâr paylarımı durmadan artıran üretim etkinliğini tek başıma gerçekleştiremem.’ Bunun için de ‘Benim dışımda biri/leri/ne ihtiyâç duyarım.’ Bu birisi yahut birileri de, ‘antlaşmalı ortaklarımdan, yânî İngiliz-Yahudî çevresinden yahut Benim kurduğum bir cihânşumûl teşkilâtta ―Farmasonluk― Bana sadâkat ve muhabbetle merbût kişiler olmalı ki, onları süreklice denetimim altında tutabileyim.’ ‘Cihânşumûl kâr paylarıma Benimkilerin dışında kalanları ortak edemem.’ İşte, Birinci, özellikle de İkinci Dünya Savaşlarının nedeni.

‘Kâr paylarımı sınırsızca yükseltmem, ürettiklerimi habire daha da bahâlı kılmak sûretiyle gerçekleştiremem.’ Zirâ o durumda, ‘Benim ve menfaat şebekemin, başka deyişle, ortaklarımın dışında kalan müşterilerimin mâlî gücü gün gelir Benimkisini aşması tehlikesiyle karşılaşabilirim.’ Bundan dolayı, üretilenin hammaddesi, olabildiğince ucuza elde edilebilinmelidir. Bu da, ancak ‘Kendimden fersah fersah aşağı addettiğim kimselerin ve onların yaşadığı ülkelerin nâmıhesâbıma kullanılmasıyla olabilir’: ‘Sömürü’ (Fr exploitation) ile ‘Sömürgecilik’ (Colonialisme). ‘Kendilerinden ucuza, öyleki bedâvaya elde ettiğim hammaddeden ürettiğim mamûlu sonunda onlara satarım.’ ‘Bunu temîn maksadıyla ilkin ülkelerini, ardından da yeraltı ile üstü kaynakları ile servetlerini doğrudan, yânî maddeten, kuvvet kullanarak yahut dolaylı yollardan, demekki kültürlerini yıpratıp yıkarak ele geçiririm.’ Kültürü harâb olmuş bir toplumun, maddî direnci de kırılır. İşte, bir tarafta maneviyâtı silinip maddî direnme gücü sıfırlanmış, dolayısıyla da sömürgeleştirilmiş bir dünya, öbür yandaysa, yeryüzünün tekmil nimetini devşiren bir anavatan (Fr métropole): ‘İmperyalism’.

Sömürülenler, Sömürgecilerin işbirlikcileri dışında kalan sömürge ahâlîsinden ibâret değildir. Anavatan toplumunun bir bölümü de böyledir. Gördüğü işin semeresine, böylelikle de mülkiyetine yabancı kalan, küçük memur, rençber, amele ile işci neviinden, bu insanlara ‘Emekci’ (Fr prolétaire) diyoruz.

Toparlarsak: 1300’lerin sonu ile 1400’lerin başları İtalyasında belirip ardından Fransa başta olmak üzre, Batı Avrupaya kayan ‘Yenidendiriliş’ (Fr Renaissance) hareketiyle başlatılan Yeniçağ Batı Avrupa medeniyeti, insanı ve doğayı aşkın esâslara dayanmağı terkederek, Tanrısallıktan koparılmış akıl temeli üstünde yükselmeğe gayret göstermiştir. Bilâhare, barındırdığı en önemli ve canlı kültürlerden, kendi başına buyrukluğu ve girişimciliğiyle temâyüz eden ve tarihî şartların berâberinde getirdiği Yahudî sermâyesini dahî yedeğine alan İngilizlik, 1700’lerin ortalarından itibâren medeniyet boyutlarını kazanmağa yüz tutmuştur. Başlıbaşına medeniyet olma vasıflarını arzeden bu muazzam kültür sürecini, ana özelliklerinden ötürü, İngiliz-Yahudî şeklinde adlandırıyoruz. İnsancılık ile Islâhatcılık neviinden Devrimci akımlardan da derinlemesine etkilenen bu medeniyetin kendisine has şartları çerçevesinde, ideolojilerin ilki olup günümüzde insanlığın tümünü biçimlendiren Hür Sermâyecilik, iktisâd esaslı bir felsefe sisteminin verisi olarak vucut bulmuştur. Hür Sermâyecilikten ise, Toplumculuk (Fr Socialisme) ile Ortakmülkcülük (Fr Communisme) doğacak. Ona ve dayandığı Maddecilik–Mekanisism dünyatasavvuruna karşı tepki olarak da, kökleri Romantism denilen dünyagörüşüne dek geri giden Faşism ile Millî toplumculuk ortaya çıkmışlardır.

Yine bu medeniyetin siyâsî, iktisâdî, kültürel, toplumsal ve eğitsel sistemli birliği ile bütünlüğünü sağlayan ve yeryüzünün tüm köşe bucağına yayılmış ve kuruluşu 1700’lerin başlarına değin gerisin geriye giden bir de merkez teşkilâtı vardır; o da ‘Farmasonluk’tur.
İngiliz-Yahudî medeniyeti ile onun temel ideolojisi olan Hür Sermâyeciliğin, iki yüz elli yıllık tarihî serüveni içerisinde, fikren de ―benimsenen nisbî eleştime–tartışma serbestliği sâyesinde― maddeten de ―meydana getirilen sanayi devrimiyle― ortaya çıkan yeni şartlara olağanüstü raddede ayak uydurma istidâtına kavuşmuş olduğunu görüyoruz. Bu medeniyet, kendisini biçimlendirmiş bulunan felsefî sistem insicâmını askerlik sanatından tutunuz da eğitim ile öğretime dek varan geniş bir yelpâzede gösterir. Bu cümleden olmak üzre, biçimselleştirilmiş mantık çerçevesinde düşünme tavrını onun erişebileceği en üst aşamaya ulaştırmıştır. Nitekim, bu bağlamda, karşılaşılan ve karşılaşılabilecek olan tüm maddî, öyleki nefsî (Fr psychique) ve toplumsal sorunlara dahî, ilahiyâtla bağları kesilip tamamıyla sekülerleştirilmiş ‘felsefe sistem düşünüşü’ kılavuzluğu ile güdümündeki ‘bilim’den, onun yöntemleriyle iş gören ‘fen’den, nihâyet ‘fen’in de, ‘Sermâyeci iktisâdî’ hedefler doğrultusundaki uygulanışı anlamındaki ‘sanayi’den çözüm getirmeleri beklenmektedir. Çözümler, genelde, insanlığın hayrı doğrultusunda tasarlanmazlar. Filvâkî, bu çeşit bir tasarlama, Maddeci– Mekanisist–dindışı–Positivci Hür Sermâyeciliğin esâslarına zâten aykırıdır. Tabîatıyla, rakîp menfaat öbeklerinden her biri, kendi çıkarlarına uygun çözümün bulunmasını bekler. Rakîp menfaat öbekleri, birbirlerinin hasmıdırlar. Rakîplik ile hasımlık, çekişme ile sürtüşme, haddizâtında, İngiliz-Yahudî medeniyetini oluşturan o iki ana cephe, yânî İngilizlik ile Yahudîlik arasında başgöstermiştir. Elân dahî devâm etmektedir. Ama ‘kol kırılır, yen içerisinde kalır’ misâli, yeğin didişmeler dahî, genellikle, ‘rekâbet gereğidir’ paravanası arkasında gizlenir, geniş çevrelere de ifşâ olunmazlar. Fakat ufukta ne vakit tehlike beliriverirse, başta İngilizlik ile Yahudîlik olmak üzre, o âna değin birbirlerinin kuyusunu kazmakla meşğûl bütün bu rakîpler, kurt sürüsü zihniyetiyle, zorluğu yeninceye değin güc birliğine giderler. Sıraladığımız bellibaşlı bütün bu etkenler, İngiliz-Yahudî medeniyetinin günümüze değin sürmüş yenilmezliğinin de nedeni olmuşlardır.

3- Geçmişte olduğu gibi, şimdilerde de İngiliz-Yahudî medeniyetinin tek bilkuvve (Fr potentiellement) rakîbi ile hasmı İslâm medeniyetidir. Klasik bilfiil (Fr actuellement) hâliyle inkırâz bulmuş olduğundan, İslâm medeniyetinin, yeni baştan inşâası gerekmektedir. Bu iş ise, hâlihazırda tek merî medeniyet İngiliz-Yahudî olduğundan, onun şablonuna uygun şekilde ve inkırâz bulmuş Klasikten esinlenerek becerilebilinir.

4- Pek önemli bir husus, çalışmanın başlığında geçen ve ana sorunsallığını oluşturan İngiliz ile Yahudî terimleriyle ilgilidir. Bunlar, doğrudan doğruya belli kavimlere veya din topluluklarına işâret etmemektedirler. Burada yapılan, o kavimlerden çıkıp gelişmiş kültür yapıları ve bunların çağdaş hayat ile dünyaya etkilerinin incelenmesidir. Bundan dolayı çalışmamızda, Irkcılık, Kavmîyetcilik ve bunlarla aynı düzlemde mütâlea edilebilecek Yahudî-düşmanlığı (Fr Antisémitisme) türünden sapık görüşler ile aranışların izini sürmeğe kalkmak boşunadır.

5- Yeniçağ dindışı Batı Avrupa ile Çağımızın Küreselleştirilen İngiliz-Yahudî medeniyetleri incelenirken, Klasik İslâm medeniyeti ve onun Kendisinden kaynaklandığı Tektanrılı Vahiy dininin çıkış noktası olarak alınması, burada karşılaştırmalı özelliği ağır basan bir çalışmanın belirmesine yol açmıştır.

6- Felsefe sistemi çerçevesinde teşkilâtlanabilmiş, demekki felsefîleşmiş medeniyete mensup toplumun en belirgin niteliği, anlamları sınırlanmış, belirginleştirilmiş, seçik bir kavramlar örgüsüyle donanmış dile mâlik olmaktır. Bu meselenin baş ilgilisi, sorumlusu ve öncelikli ödevi ‘kavram kuyumculuğu’ olup mesleği icâbı geçmiş felsefe sistemlerini öğretmekle yükümlü felsefeci ile varolan sistemleri analiz eden yahut, gücü yetiyorsa, sistem kuran filosoftur. Bunun tersi, felsefeden yoksun kültüre yahut medeniyete bağlı toplumların dilleri için söz konusudur. O çeşit diller, daha ziyâde tasavvur yüklüdürler. Sonuçta kavram dağarları yönünden yoksul olup barındırdıkları kavramlar dahî, belirlenimce pek cılız kalırlar. Aynı şekilde, felsefîleşmiş kültür yahut medeniyette yer almakla birlikte, olağanüstü değişim sancılarıyla bunalan yahut bililtizâm bunaltılan toplumun kavram dili de karışıktır, kargaşaya boğulmuştur. Böyle bir durumda kavramlar arasındaki sınırlar silikleşir, anlamlar karışır. Bu da, insanların yeme, içme, savunma, üreme çeşidinden dirimsel (İng biotic) olanın yanında, temel kültür ihtiyâcını temsil eden bildirişmeyi zaafa ve ârızaya uğratır. Bildirişmenin zaafa ve ârızaya uğradığı zamanlarda ve mekânlarda, toplum felcolur.

7- Tarihî zaman, iki kesitten müteşekkil mütâlea olunabilir: ‘Kadîm zamanlar’ ile ‘Yeni zamanlar’. Ana örneği İslâm olan ‘Tektanrılı–Vahiy dini’ ile ‘felsefe-bilim’ geleneklerinin Doğu Akdeniz ile Ege havzalarında belirmeleriyle ‘Yeni zamanlar’ başlamıştır. Bahsi geçen havzalar, ‘Batı medeniyetleri câmiası’nın belirip geliştiği sahalar olduğundan, ‘Yeni zamanlar’ın, sözünü ettiğimiz câmianın sînesinden çıktığı ortadadır.

‘Yeni zamanlar’ın başlangıcı, ‘Eskiçağ’ (Fr Antique) Ege medeniyetinden Atina kültürünün, tarih sahnesine çıkışı M.Ö. Altıncı yüzyıla rastlayan, Klasik dönemine değin uzanır.

Yeni zamanlar dahî, farklı zaman dilimlerine taksîm olunabilir. ‘Kadîm zamanlar’ın son evresini teşkil eden ‘İlkçağ’ın arkasından ‘Yeni zamanlar’ın ilk merhâlesi ‘Eskiçağ’ gelir. Din, felsefe-bilim ile fen geleneklerinin yan yana, öyleki iç içe gelişmeğe koyuldukları ‘İslâm medeniyeti’, ‘Yeniçağ’ın sathımâilidir. ‘Yeniçağ’ ile ‘Eskiçağ’ arasında ve tarihte ilk defa insanlığa şâmil bir ‘Vahiy dini’ olmak iddiasındaki ‘Hırıstıyanlık’tan esinini ve gücünü derlemiş ‘Ortaçağ Avrupa medeniyeti’nin yer almış bulunduğu devreye de ‘Ortaçağ’ denilir.

Onyedinci yüzyıldan itibâren Batı Avrupada dinin ―imânın― ‘ayrac’ içerisine alınması, yânî kamu hayatının dışına çıkarılması ve yalnızca felsefe-bilimden hareketle, geçmişte benzerine rastlayamayacağımız bir ‘dünyatasavvuru’nun tezâhürü, Yeniçağ dindışı Batı Avrupa medeniyetine vucut vermiştir. Bahsolunan dünyatasavvurunu esâs ihdâs edip ‘iktisâd’a ve ‘sanayi’ etkinliğine dayalı bir ‘dünyagörüşü’ çerçevesinde ‘ideoloji’yi ―‘Sermâyeciliği’― devreye sokan İngiliz kültürü, böylelikle Onsekizinci yüzyılın son çeyreğinden itibâren ‘Çağdaşlığ’ı başlatmıştır. Daha önce de belirtildiği, bundan böyle de ayrıntılı tarzda irdeleneceği üzre, Yeniçağ dindışı Batı Avrupa medeniyetinin sînesinden çıkıp serpilen İngiliz kültürü, Ondokuzuncu yüzyılın ikinci yarısıyla birlikte başlıbaşına dünya çapında medeniyet hâline gelmiştir. Bir ölçüde Yahudî asıllı mâlî kaynaklara dayanarak ideolojisini ―Sermâyecilik― sömürgelerinden ―Sömürgecilik― başlayıp yeryüzünün dörtbir bucağına yayan ―Yayılmacılık veya İmperyalism― İngiliz girişimciliğinden doğan çağdaş medeniyete ‘Küreselleştirilmiş İngiliz-Yahudî medeniyeti’ diyoruz. İşte, bugün dahî içerisinde yaşadığımız bu adı anılan medeniyettir.

Tarih felsefesinin konusundan olan çağdaş medeniyet ve onun dünyagörüşü ile anlayışı nedir, nereden kaynaklanır, ne bildirmek iddiasındadırlar; neyi temsil ederler soruları, bu çalışmada tahlîlci tarzda incelenmektedirler.

Şu var ki, çalışmamızın asıl konusu olan çağımızın küreselleşmiş yahut daha doğrusu küreselleştirilen medeniyetinin kaynaklarının, boyutları ile sorunlarının incelenmesine geçmeden önce araştırmamızın temel sorunlu kavramlarından ‘kültür’ ile ‘medeniyet’in, belirlenmesine girişmekteyiz.

Teoman Duralı, Çağdaş Küresel Medeniyet

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

İlginizi Çekebilir

Leyle-i Berat Hakkında (Âyet, Hadis, Risale-i Nur)

BERAT: Nişan, rütbe ve imtiyaz için verilen resmî belge, kurtuluş. Sitemizde Berat Gecesi ile İlgili yazılar …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Önceki yazıyı okuyun:
İhlâs Sûresi Meal Tefsiri

112 / İHLÂS SÛRESİ Dört âyettir, Mekkî veya Medenî olması ihtilaflıdır. Adını, konusundan alır. Çünkü …

Kapat