Ana Sayfa / Yazarlar / İnsan Hissini Neye Bağlarsa; Ma’bûdu Odur

İnsan Hissini Neye Bağlarsa; Ma’bûdu Odur

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

VE İNSAN HİSSİNİ NEYE BAĞLARSA;
MA’BUDU=İBADET ETTİĞİ,
TAPTIĞI VARLIK O’DUR.

BİR RÜYAYI SÂDIKADA NURLAR’DAN İBRETLİ BİR DERS

Kulun misali şu temsile benzer ki,
Kişi odur ki, maişet sebebiyle çalıştığı dükkânına bir gün devletin vergi tahsildarı gelir.
Devletin alacağı dükkân sahibinin borcu olan parayı ister.
Dükkân sahibi cimriliğinden onu başından savmak için der ki,
“Devletimiz gani-i zengindir, binbir akardan geliri gelir. Benim dükkanınım ise masrafı çok, kazancı azdır, çoluk çocuğumun nafakasına yetmez. Benim işim mal alıp mal vermektir,
Senin de bu mallar içinde beğendiğin varsa hevana göre al evine götür”.

İşte o hevadar serseri hevasına kulak verir, vazifesini iptal ederse ne kadar tehlikede kalır,
Bilirsin.
Şu küçük temsili hikayede sana denilen hakikatleri fehmettin ise, hakikat-i dini ve dünyayı ona tatbik edebilirsin.
Mühimlerini burada, inceliklerini kendinde aç,
Ve dinle;

İşte ey hep bu keşmekeşte kalan şaşkın nefis,
O dükkân kulluk vazifesinin icra edildiği şu meydan-ı imtihan olan dünyadır.
O tahsildar ise sensin.
O vergi ise,
şu kâinat içinde bulunan bütün mevcudat ve mahlukat senden razı, sende de Rabbinden razı olarak tahsil etmekle vazifelendirildiğin, en büyük kulluk vazifesinin en yüksek makamı olan rıza-i İlâhî’dir.

Eğer sen,”Rabbim Ganî-i Kerîm-i Mutlak’tır, hiçbir şeye ihtiyacı yoktur, bense çok muhtacım.” Der, hevanın tahsilatına bakarsan, bil ki ,
Rabbinin Sermedi Rahmet ve İnayet Kapısını kendine kapatmış olursun.

İşte Ey nefis, bu sebeptendir ki, sana açılmamış kapıları açmanın derdine düşme…
Rabbinin sana Gani-i keremi ile açılmış olan kapıları yüzüne kapattırmamanın çaresine bak…

“Hasbü’n Allah ve nime’l vekil ” de…
O’nun kifayetinde kafi ol!.. O’nun keremiyle kerim o!!.. O’nun bakiyetiyle baki ol!..
Hüveallah…
İyyake na’büdü’ = Yalnız Sana ibadet ederiz
İbadet, taat, kurbiyet kavramları:
Na’budu:Ubudiyet ve ibadet manalarını içerir. Şeriat dilinde ibadet niyete bağlı olarak yapılmasında sevap olan ve Cenab-ı Allah’a kurbet=yakınlık ifade eden özel taattır.
Her ibadet Allah’a ait bir kurbet yani bir yakınlık ve bir taattır . Fakat her taat yakınlık olmaz ,
her yakınlık ibadet sayılmaz.
Mesela; Allah’ ı tanımak için kafa yormak, düşünmek bir taattır.
Ancak yaklaşılmak istenen Cenab-ı Allah’a tefekkür anında, henüz tanınmış olmadığından bu tefekkür yakınlık değildir, niyete bağlı olmadığından ibadette değildir.
Kur’an okumak, muhtaçlara yardım etmek, sadaka vermek niyete bağlı değilse, Kur’an hizmeti bile olsa yakınlık ve taattir. Ama ibadet değildir.
Ama namaz, oruç, hac, cihad gibi niyet şartına bağlanmış fiiller hem yakınlık, hem ibadet, hem taattir
Ve insan hissini neye bağlarsa ma’budu=ibadet ettiği, taptığı varlık odur. Şurası muhakkak ve kesindir ki,bütün varlığını fanilere bağlayan her gönül hüsran ve tehlikeye adaydır.
Çünkü o cazibe-i faniye birgün gelecek kendisini terk edecektir. Hangi fani var ki, sana senden önce yıkılıp gitmeyeceğini ve senin bütün umutlarını bahşedebileceğini söz verip sağlayabilsin…
Ayağının altındaki yer ve başının üstündeki güneş bile sana bu güvenceyi veremez. Ancak yerin göğün Eman’ı, Selam’ı olan Hayy’ıl-Kayyum’dan başka biri bu güvenceyi veremez!
Dolayısıyla ibadet O’nun hakkıdır. Ve ancak O’na ibadet edenler korkularından emin, umutlarında payidar olurlar. Şaşmaz ve şaşırmaz, kaybetmez ve kaybettirmezler. Efendimiz(ﷺ)şöyle buyurmuştur:
“Mü’min taze ekin gibidir, rüzgar estikçe yatar, fakat yine doğrulur kalkar. Kâfir ise çam ağacına benzer, rüzgar estikçe gürler ama bir defa yıkılırsa bir daha kalkamaz.”
Allah’ın hoşnut olduğu şeyi yapmak ubudiyette Allah’ın insan için takdir ettiği şeye razı olmak diye tefsir edilmiştir
Kısacası beşer ruhunda ibadet, ruhu kumanda altında olan en yüksek sevgisiyle,en yüksek korkunun birleşmesi çarpışmasından korku ve umut şimşeği içinde,sevgi neşesiyle yarışır,gider.
İbadet ederken alemden ve bütün benliğinden sıyrılarak, ma’buduna öyle tam bir edeple, boyun büküşle öyle kusursuz bir ta’zimle taat sunar ve bağlılık gösterir ki en ufak bir saygısızlıktan bile kaçınır.
Bu kimse için kibir ve riya onda birleşemez . İçi ve dışı başka olmayı kabullenmez.
Acizliğini hissetmeyen kibirliler, hiçbir korku yokmuş gibi görünen gaflet içindeki iyimserler, hiçbir umut beslemeyen umutsuz kötümserler,
ibadet edenlerin eriştiği yüksek ve faziletli o nurdan yoksundurlar.
Bu gerçekleri özetlemek için tefsir alimlerinin büyükleri ‘İyyake na’büdü’yorumunu şöyle dile getirirler
“Ya Rabbi! Biz başkasına değil, yalnız Sen’in Rablığını ikrar ve itiraf ederek, ancak sana boyun eğeriz ve yalnızca sana aczimizi ve zayıflığımızı gösterir ve ancak sana itaatte huzur, sakinlik ve gönül rahatlığı buluruz.”
“Çünkü bütün korku ve umudumuzun ilk ve son mercii yalnızca Sen’sin.. Sen korku vermezsen korku yok…
Sen umut vermezsen umut yok… tad vermedin mi herşey acı, acı vermedin mi her şey tatlıdır…
Ruhda beden de, bütün varlık da Sen’in mülkündür!..”

“Bize bahşettiğin duyular, hisler ,idrakler hayaller, istekler, kararlar ve kararlılıklar ancak Sen’in lütfun Sen’in merhametindir…
Bu nimetlerin daimiyetini ve kayyumiyetini ancak ve ancak hamd, şükür, taat, ibadet ve kurbiyette bulunduğunu,
benim aklım ve bütün akıllar ve bütün kainatın dünü, bugünü ve yarını bütün varlığıyla buna şahittir!…”

Bütün idrakimle anladım ki..
gönlüm ve vicdanım kendini o makama layık görmese de,
Hak Teâla’ya ibadetteki tezellül ve yücelme
bazı akılsızların haşa, “Kulluk alçaklıktır” sözlerindeki hezeyanlar gibi değil,
bilakis beşer vicdanı için mümkün olan
her türlü yücelmenin üstünde bir yücelik
sağlayan
manevi ve nurani bir bağdır ki
ancak ve ancak ibadet ve kulluk bağıyla daim ve kaim bir şekilde muhafaza edebilir.

“Bütün âlem şahid olsun ki!..
ben Hak’tan geldiğime iman ettim!..
Hakka gideceğime itikad ettim…
Şu alemde ben Allah’tan başkasına özgürlüğümü veremem..
Ve ancak O’na O’nun emrine bağlanırı…
Taati sever, isyandan nefret ederim. Hayra koşar, şerden kaçarım..
Hayrın lütfunu Hak’tan bilirim. Hak’ka uymayana uymam…
Hak hesabına uymayan hiçbir şeye uymam. Hak hesabına olmayana boyun eğmem”.

“Çünkü ben yoktum. O beni varetti ve terbiye edip bana hürriyet verdi!..
Bu can, bu vicdan, bu özgürlük, ben de O’nun bir emanetiyim!..
Bu lütfu bir kere ihsan eden sonsuz kereler ihsan edebilir!..”

“Bunun için, yolunda her şeyi feda ederim!..
O’nun istediği zaman yıkıp, istediği zaman yapabileceği dünyaları da feda edebiliri!..
.Bu uğurda her acılara katlanır,hayır ile her haksızlığa göğüs gerebilirim!..
Katlanmaz göğüs geremezsem ölürüm!..
O’nun emri zaten öleceğim. Böyle bir iman, böyle bir sadakatle ölürüm!..”

“Başlangıcım Hak, sonum Hak olur. Hak’tan gelir, Hak’ka giderim.
İşte ben Hak’kın böyle bir kuluyum.
Kendime kalırsam hiç.
O’na olan bağlarım ve bağlantılarımla ben her şeyim.
Onun kudretiyle varım, daimim. kaimim., bakiyim”.(Elmalılı-Derleme)
“Kâinat mescidinde namaz kılan ve ibadet eden insanlar ve cinler Allah’a şahit olduğu gibi, âlem mescidinde ibadet ve tesbih eden melâike ve ruhaniyat de Allah’a delildir.
Ben, o zaman İstanbul’da Bayezid Camiinde namaz kılarken,
“İyyake na’budu ve iyyake nestain” dedim.
Baktım o camideki cemaat, benim gibi diyerek bu dâvâma ve ‘ihdina’ daki duama tamamen iştirak edip tasdik ettikleri zamanda, bir perde açıldı.
Gördüm ki, İstanbul’un bütün mescidleri büyük bir Bayezid hükmüne geçtiler.
Aynen benim gibi “İyyake na’budu ve iyyake nestain deyip benim dâvâlarıma ve dualarıma imza basıyorlar, âmin diyorlar. Ve bana bir nevi şefaatçi suretini almaları içinde, hayalime bir perde daha açıldı.
Gördüm ki, âlem-i İslâm, büyük bir mescid suretini aldı. Mekke, Kâbe mihrab hükmüne geçti. Bütün namaz kılan Müslümanların safları, dairevî bir tarzda o kudsî mihraba yönelerek, benim gibi “İyyake na’budu ve iyyake nestain”,
“ihdina”deyip, herbiri umum namına hem dua, hem dâvâ, hem tasdik eder, hem onları kendine şefaatçi yapar.
Hem, “bu kadar azîm bir cemaatin yolu, dâvâsı yanlış olamaz ve duası reddedilmez; şeytanî vesveseleri tard eder” diye düşünürken ve, bir perde daha açıldı.
Gördüm ki, kâinat bir cami-i ekber ve bütün mahlûkat tâifeleri bir salât-ı kübrâda, cemaatle, herbiri kendine mahsus bir ibadetle ve hal diliyle bir nevi namaz kılıyorlar gibi,
Mâbud-u Zülcelâlin her şeyi kuşatan geniş rububiyetine karşı çok geniş bir ubudiyetle mukabele için herbiri umumun şehadetlerini ve tevhidlerini tasdik eder ki,
aynı neticeyi ispat tarzında vaziyet alıyorlar diye müşahede ederken, birden bir perde daha açıldı.
Gördüm ki, nasıl bir insan-ı ekber olan kâinat, hal lisanı ile ve her bir alemi kendi yaratılış kabiliyetiyle ve fıtratındaki ihtiyaç lisanıyla ve şuur sahibi varlıklarıları, niyazı ile “İyyake na’budu ve iyyake nestain diyorlar,
Ve hem namazdaki cemaatin kudsî sırrını, hem nun’un güzel mucizesini hayretle müşahede edip, nun, kapısıyla girdiğim gibi çıktım, “Elhamdü lillâh” dedim.
“İyyake na’budu ve iyyake nestain cümlesini, o üç cemaatin ve o büyük ve küçücük arkadaşlarım hesabına da söylemeye alıştım.” (Şualar)

“Tesbih eden yaprakları ve hamd eden çiçekleri ve tekbir eden meyveleriyle ağaçlar Allah’a şahit; tekbir edici hayvanat, tesbih edici hücreler,
hamd edici kuşlar, cevv-i semâda kanat çırpan tehlil edici kuşçuklar
Allah’ın Mabud’u-Bakî oluşunun delillerindendir. (Lem’alar)

“Üzerlerinde kanat çırpan o kuşları görmediler mi?
Onları (havada) tutan Rahmandan başkası değildir.
Şüphasiz ki o her şeyi hakkıyla görendir. (Mülk suresi)

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

İlginizi Çekebilir

‘Salâvatın Mânâsı Rahmettir!..’ 

‘SALAVÂTIN MA‘NÂSI RAHMETTİR!..’  “(Ey resûlüm!)  (biz) seni ancak âlemlere bir rahmet olarak gönderdik!..” (Enbiya,107) “İşte seni …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Önceki yazıyı okuyun:
Kongre ve Seminerlerle Dolu Bir Ay

Ekim ve Kasım ayı benim için çok yoğun geçti. 6 Kongre ve seminere katıldım. Hayatımın …

Kapat