Ana Sayfa / Yazarlar / İnsanlar hür oldular, lakin yine Abdullahtırlar / Vehbi KARA

İnsanlar hür oldular, lakin yine Abdullahtırlar / Vehbi KARA

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

İnsanlar hür oldular, lakin yine Abdullahtırlar

Bediüzzaman der ki; İnsanlar hür oldular, ama yine Abdullahtırlar. (Divan-ı Harbi Örfi). Yani Allah’ın kulu ve kölesidirler.

İnsanlığın vahşet ve bedeviyet, kölelik, esirlik ve ücretlilik devirlerinden sonra geçirmesi beklenen malikiyet ve serbestiyet devrini malikiyet kavramı üzerinden tahlil etmeye çalışacağım. Aksi takdirde bu durum anlaşılmaz ise Allah korusun dehşetli bir kibir ve enâniyet hastalığı doğması mümkündür.

İnsan, Malikiyet kavramını da aynı “ene” kavramı gibi manayı ismi ile ele alıp gerçek yönü olan manayı harfi ile bakış açısından uzaklaşırsa felakete düşmesi muhakkaktır. İnsanlığın bir tekâmül yaşayacağı bazı Kuran ayetlerinden ve hadis-i şeriflerden anlaşılmaktadır. Bununla birlikte insan eğer mülkiyet kavramını bir vahidi kıyasi olmaktan çıkarıp kendine mal ederse dehşetli bir kibir ve enâniyet hastalığına tutulur.

İnsanlığın son döneminde dehşetli bir dinsizlik ve inançsızlık hastalığına kapılacağı ve kıyametin kopmasına sebep olacağı hadisi şeriflerden anlaşılmaktadır. İşte bu dehşetli inançsızlık hastalığından kurtulmak için malikiyet kavramı üzerinde bir parça durmaya çalışalım;

“Benlik, esas ibadetin kaynağıdır. Yâni ene, kendini abd bilir. Başkasına hizmet eder, anlar. Mahiyyeti harfiyyedir. Yâni; başkasının mânasını taşıyor, fehmeder. Vücudu, tebeîdir, ikinci derecededir. Yâni; başka birisinin vücudu ile kaim ve îcadıyla sabittir, îtikad eder. 

Mâlikiyyeti, vehmiyyedir, yani hayal ürünüdür. Ancak kendi mâlikinin izni ile; görünüşte, muvakkat bir mâlikiyyeti vardır, bilir. Hakikatı, zılliyedir, gölgedir.

Malikiyetin vazifesi ise, kendi Hâlıkının sıfât ve şuûnâtına mikyas ve ölçü olarak, şuurkârane bir hizmettir. İşte enbiya ve enbiya silsilesindeki asfiya ve evliya ene’ye şu vecihle bakmışlar, böyle görmüşler, hakikatı anlamışlar. Bütün mülkü Mâlik-ül Mülk’e teslim etmişler ve hükmetmişler ki: O Mâlik-i Zülcelâl’in ne mülkünde, ne Rubûbiyyetinde, ne Ulûhiyyetinde şerik ve nazîri yoktur; mûin ve vezire muhtaç değil; herşeyin anahtarı Onun elindedir; herşeye Kadir-i Mutlaktır. 

Sebepler, bir perdedir; tabiat, bir şeriat-ı fıtriyyesidir ve kanunlarının bir mecmuasıdır ve kudretinin bir cetvelidir, mistarıdır. İşte şu parlak nuranî güzel yüz, hayatdar ve mânidar bir çekirdek hükmüne geçmiş ki; Hâlık-ı Zülcelâl bir şecere-i tûba-i ubûdiyyeti ondan halketmiştir ki, onun mübârek dalları, âlem-i beşeriyyetin her tarafını nuranî meyvelerle tezyin etmiştir”. 

İşte benlik ve malikiyet kavramlarına Bediüzzaman bu şekilde yaklaşmış ve izah etmiştir. Buna mukabil her şeyi akılı ile çözmeye çalışan felsefeciler ise bataklığa gömülmüştür. “Felsefe ise, ene’ye mâna-yı ismiyle bakar. Yâni, kendi kendine delâlet eder, der. Mânâsı kendindedir, kendi hesabına çalışır, hükmeder. Vücudu; aslî, zâtî olduğunu telakki eder. Yâni zâtında bizzât bir vücudu vardır, der. Bir hakk-ı hayatı var, daire-i tasarrufunda hakikî mâliktir, zu’meder. 

Onu bir hakikat-ı sabite zanneder. Vazifesini, hubb-u zâtından neş’et eden bir tekemmül-ü zâtî olduğunu bilir ve hakeza.. çok esâsât-ı fâsideye mesleklerini bina etmişler. O esâsât, ne kadar esâssız ve çürük olduğunu sâir risalelerimde ve bilhassa Sözlerde hususan Onikinci ve Yirmibeşinci Sözlerde kat’î isbat etmişiz. 

Hattâ silsile-i felsefenin en mükemmel ferdleri ve o silsilenin dâhîleri olan Eflatun ve Aristo, İbn-i Sina ve Farabî gibi adamlar; «İnsaniyyetin gayet-ül gayâtı, (teşebbüh-ü bil-vâcib)dir.. yâni Vâcib-ül Vücud’a benzemektir» deyip firavunane bir hüküm vermişler ve enaniyeti kamçılayıp şirk derelerinde serbest koşturarak; esbabperest, sanemperest, tabiatperest, nücumperest gibi çok enva’-ı şirk taifelerine meydan açmışlar. İnsaniyyetin esâsında münderiç olan acz ve za’f, fakr ve ihtiyaç, naks ve kusur kapılarını kapayıp, ubâdiyyetin yolunu seddetmişler. Tabiata saplanıp, şirkten tamamen çıkamayıp, şükrün geniş kapısını bulamamışlar…” “Nübüvvet ise: Gaye-i insâniyyet ve vazife-i beşeriyyet, ahlâk-ı İlâhiyye ile ve secaya-yı hasene ile tahallûk etmekle beraber, aczini bilip kudret-i İlâhiyyeye iltica, za’fını görüp kuvvet-i İlâhiyyeye istinad, fakrını görüp Rahmet-i İlâhiyyeye îtimad, ihtiyacını görüp gınâ-yı İlâhiyyeden istimdad, kusurunu görüp afv-ı İlâhîye istiğfar, naksını görüp kemâl-i İlâhîye tesbihhan olmaktır diye, ubûdiyyetkârane hükmetmişler. İşte diyanete itâat etmeyen felsefenin böyle yolu şaşırdığı içindir ki; ene kendi dizginini eline almış.. dalâletin herbir nev’ine koşmuş. İşte şu vecihteki ene’nin başı üstünde bir şecere-i zakkum neşvünema bulup, âlem-i insâniyyetin yarısından fazlasını kaplamış”. Öyle ise malikiyeti anlamak için şu hususlara dikkat etmeliyiz: 

“Lehül Mülk, yani: Mülk umumen onundur. Sen, hem onun mülküsün, hem memluküsün, hem mülkünde çalışıyorsun.

Şu kelime, şöyle şifalı bir müjde veriyor ve diyor: Ey insan! Sen kendini, kendine malik sayma. Çünki sen kendini idare edemezsin, o yük ağırdır. Kendi başına muhafaza edemezsin, belalardan sakınıp, levazımatını yerine getiremezsin. Öyle ise beyhude ızdıraba düşüp azab çekme, mülk başkasınındır. O Malik, hem Kadir’dir, hem Rahim’dir; kudretine istinad et, rahmetini ittiham etme. Kederi bırak, keyfini çek. Zahmeti at, safayı bul.

Hem der ki: Manen sevdiğin ve alakadar olduğun ve perişaniyetinden müteessir olduğun ve ıslah edemediğin şu kainat, bir Kadir-i Rahim’in mülküdür. Mülkü sahibine teslim et, ona bırak.. cefasını değil, safasını çek. O hem Hakim’dir, hem Rahim’dir. Mülkünde istediği gibi tasarruf eder, çevirir. Dehşet aldığın zaman, İbrahim Hakkı gibi “Mevla görelim neyler, neylerse güzel eyler” de, pencerelerden seyret, içlerine girme”. (Risale-i Nur Külliyatı’ndan – Mektubat)

 

Yazar : Vehbi KARA

Dr. Vehbi KARA, 1965 Yılında İstanbul’da doğdu. İlk ve orta eğitimini yine İstanbul’da tamamladıktan sonra 1982 yılında Deniz Harp Okuluna girerek askeri öğrenci olarak eğitimine devam etti. 1986 Yılında Kontrol Sistemleri bölümünden Elektrik-Elektronik Mühendisi olarak mezun olduktan sonra Teğmen rütbesi ile Deniz Kuvvetleri Komutanlığı’na bağlı savaş gemilerinde ve karargâh birimlerinde deniz subayı olarak görev yaptı. Savaş gemilerinde güdümlü mermi ve top atışlarında birincilik kazanmıştır. 1997’de Yüzbaşı rütbesinde iken askerlik mesleğinden ayrıldı ve ticaret gemilerinde çalışmaya başladı. Gemi Kaptanı olarak çeşitli ülkelere ait 30’dan fazla ticari gemide görev yapmış çalıştığı firmalardan ödüller almıştır. 2011 Yılında Araştırmacı kadrosu ile İstanbul Üniversitesinde göreve başladı ve halen de bu üniversitenin Su Ürünleri Fakültesinde ve Mühendislik Fakültesinde denizcilikle ilgili meslek dersleri öğretmenliği görevini yürütmektedir. 1997 Yılında İstanbul Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Uluslararası İlişkiler Bölümünde “Petrole Dayalı Stratejiler ve Uluslararası İlişkilerde Petrolün Rolü” isimli çalışması ile yüksek lisans eğitimini tamamlamıştır. 2015 Yılında İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Çalışma Ekonomisi ve Endüstri ilişkileri Bölümünde “Çalışma İlişkileri Açısından Kapitalizm Sonrası Dönem: Malikiyet ve Serbestiyet Devri” başlıklı çalışması ile doktora eğitimini tamamlamıştır. Uzakyol Kaptanı yeterliliğinde gemi kaptanlığı, Denizci Eğitimci Belgesi ve Elektrik-Elektronik Mühendisliği sertifikaları mevcuttur. Denizcilik, askerlik, tarih ve iktisat konularında çeşitli dergi, gazete ve internet sitelerinde makaleler yazan Vehbi KARA’nın “Bahriyede 15 Yıl” ve “Altı Ayda Altı Kıta” isimli iki kitabı bulunmaktadır. Evli ve iki çocuk babasıdır.

Tüm Yazıları Göster
Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

İlginizi Çekebilir

‘Salâvatın Mânâsı Rahmettir!..’ 

‘SALAVÂTIN MA‘NÂSI RAHMETTİR!..’  “(Ey resûlüm!)  (biz) seni ancak âlemlere bir rahmet olarak gönderdik!..” (Enbiya,107) “İşte seni …

Önceki yazıyı okuyun:
O Ağacı Keseni Düğmelerine Kadar Tarif Edebilirim Fakat / Ömer ÖZCAN

BEDİÜZZAMAN’IN AĞACINI KESENİ BİLİYORUM FAKAT... Kimin kestiğini ben düğmelerine kadar tarif edebilirim Bediüzzaman Said Nursi …

Kapat