Ana Sayfa / Yazarlar / İnsanların sevgisi ve O’nun sevgisi

İnsanların sevgisi ve O’nun sevgisi

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

İkinci Remiz, eserlerin en cazibeli metinlerinden biridir. Allah’ın sevme nedenlerini anlatır Bediüzzaman. Burada insanın sevmesini tahlil eder, Allah’ın sevmesini sevdiklerini örneklerle anlatır.

Bu bahsin başında Bediüzzaman Seyyid Şerif Cürcani’nin bir muhterem sözünü nakleder. Bu vesileyle Şerhül Mevakıf isimli Cürcani hazretlerinin yazdığı kitabı okumuş olan Bediüzzaman’ın bu sözü nakletmesine hürmeten bu zat hakkında bilgi verelim dedik

 Hz. Peygamber’in soyundan gelen dâî Muhammed b. Zeyd’in (ö. 287/900) on üçüncü göbekten torunu olduğu için Seyyid Şerîf unvanıyla tanınır (Şevkânî, I, 488). İlk öğrenimini memleketinde yaptı. Kutbüddin er-Râzî et-Tahtânî’nin mantığa dair Şerḥu’ş-Şemsiyye ve Şerḥu’l-Meṭâliʿ adlı eserlerini bizzat kendisinden okumak için muhtemelen 1362 yılından önce Herat’a gitti. Bir müddet sonra yaşlılığı sebebiyle öğretim faaliyetini sürdüremeyen hocası kendisine, Mısır’da ikamet etmekte olan tanınmış mantık âlimi ve talebesi Mübârek Şah’ın yanına gidip ondan okumasını tavsiye etti. Mısır yolculuğu sırasında Anadolu’da şöhretini duyduğu Cemâleddin Aksarâyî’nin talebesi olmak arzusuyla onun memleketine giderken yolda Aksarâyî’nin Şerḥu’l-Îżâḥ’ını inceleme fırsatı buldu. Eseri başarısız görerek Aksarâyî’den istifade edemeyeceği kanaatine vardıysa da görüştüğü bazı kimselerden, onun öğretimde teliften daha başarılı olduğunu öğrenince yoluna devam etti. Ancak Aksaray’a vardığında hocanın vefat ettiğini öğrendi. Bu sırada tanıştığı Aksarâyî’nin talebesi Molla Fenârî ile birlikte Mısır’a gitti. Yaklaşık on yıl kaldığı Mısır’da Şeyh Bedreddin Simâvî, şair Ahmedî, hekim Hacı Paşa gibi arkadaşlarıyla birlikte aklî ilimleri Mübârek Şah’tan, naklî ilimleri de Ekmeleddin el-Bâbertî’den okudu. Bu arada Kutbüddin er-Râzî’nin Şerḥu’l-Meṭâliʿi’l-envâr’ına bir hâşiye yazdı. Tahsilini tamamladıktan sonra Bursa’ya uğrayarak ülkesine döndü. Şîraz’da Sa‘deddin et-Teftâzânî onu ülkenin hükümdarı Şah Şücâ‘a takdim etti ve oradaki Dârüşşifâ Medresesi müderrisliğine tayin edildi. On yıl kaldığı bu medresede öğretim faaliyetleri yanında telif çalışmalarını da sürdürerek İran’da özellikle aklî ilimlerde büyük bir şöhret kazandı. Timur’un Şîraz’ı zaptetmesi üzerine kendisi istemediği halde Semerkant’a götürüldü (789/1387). Burada on sekiz yıl müddetle başmüderrislik yaptı ve bu süre içinde pek çok eser telif etti; ayrıca Mâverâünnehir âlimleriyle, özellikle Teftâzânî ile ilmî münazaralarda bulundu. Bu münazaralarda gösterdiği başarı hem Timur hem de meslektaşları nezdinde itibarını arttırdı. Semerkant’ta tanıştığı Hâce Alâeddin Attâr vasıtasıyla tasavvufa karşı ilgi duyarak Nakşibendiyye tarikatına girdi. Mevlânâ Nizâmeddin Hâmûş ile de dostluk kurarak onun tasavvufî sohbetlerine katıldı. Timur’un ölümünden (807/1405) sonra fitne ve kargaşanın hâkim olduğu Semerkant’tan ayrılarak Şîraz’a döndü ve ömrünün geri kalan kısmını burada ilmî faaliyetlerle geçirdi. 6 Rebîülâhir 816 (6 Temmuz 1413) Çarşamba günü Şîraz’da vefat etti ve Atîk Camii civarındaki Vakıb Mezarlığı’na defnedildi.

Cürcânî, yaşadığı döneme kendi damgasını vuran ve sonraki yüzyıllarda bir otorite olarak etkisini devam ettiren çok yönlü birkaç âlimden biridir. Başlıca ilgi alanı kelâm, Arap dili ve edebiyatı olmakla beraber felsefe, mantık, astronomi, matematik, mezhepler tarihi, fıkıh, hadis, tefsir, tasavvuf gibi dinî ve aklî ilimlerin hemen hepsine dair telif, şerh ve hâşiye türünde eserler vermiş, bundan dolayı “allâme” unvanını almaya hak kazanmıştır. Kaynaklar onun zeki, müdekkik, muhakkik, derin anlayışlı, fesahat ve belâgat sahibi, münazarada mahir bir âlim olduğunda ittifak eder. Cürcânî’nin bilhassa Arap dili, ferâiz ve kelâmla ilgili eserleri medreselerde nesilden nesile intikal ederek el kitabı haline gelmiş, kendisi ulemâ arasında büyük bir itimat kazanarak otorite sayılmış görüşleri medreselerin ilmî ve fikrî hayatında asırlarca süren tesirler meydana getirmiştir. Anadolu, İran, Türkistan ve Hindistan’da yetişen âlimlerden bir kısmının icâzetnâmesinin ilmî silsile itibariyle Cürcânî’ye, bir kısmının Teftâzânî’ye bağlı olması bu hususu teyit eder mahiyettedir. Ayrıca Cürcânî’den itibaren İslâm âlimlerinin uzun süre “Cürcânî ekolü” veya “Teftâzânî ekolü”ne bağlı gösterilmek suretiyle iki gruba ayrılmış bulunması, Cürcânî ile Teftâzânî arasındaki görüş ayrılıklarında taraflardan birini savunmak için eṭ-Ṭavdü’l-münîf fi’l-intiṣâr li’s-Saʿd ʿale’ş-Şerîf (Şevkânî), Mesâlikü’l-ḫalâṣ fî tehâlüki’l-ḫavâṣ (Taşköprizâde Ahmed Efendi), İḫtilâfü’s-Seyyid ve’s-Saʿd (Mescizâde Abdullah Efendi) vb. eserlerin telif edilmiş olması, Cürcânî’nin XV. yüzyıldan itibaren İslâm düşüncesi tarihinde önemli bir yer işgal ettiğini gösterir. Eserlerinin çoğu şerh ve hâşiye niteliğinde olmasına rağmen ulemâ bu eserleri diğer şerh ve hâşiyeler gibi teferruat saymak yerine asıl metinler kadar, hatta çoğunlukla onlardan daha önemli görmüştür. Yetiştirdiği talebeler arasında ünlü matematikçi Kadızâde-i Rûmî, Fethullah eş-Şirvânî, Fahreddîn-i Acemî gibi isimler yer alır.

Felsefî kelâm hareketinin yaygın olduğu bir dönemde yetişen Cürcânî selefleri Fahreddin er-Râzî, Seyfeddin el-Âmidî ve Kādî Beyzâvî gibi felsefenin tesiri altında kalmış, kelâm sisteminde seleflerine nisbetle felsefeye daha fazla ağırlık vermiştir. Nitekim kelâma dair en hacimli eseri olan Şerḥu’l-Mevâḳıf’ta felsefî konuların akaid konularından çok fazla yer tutması (kitabın üçte ikisi kadar) bunu açıkça göstermektedir. Bazı araştırmacılar, Cürcânî’yi İbn Sînâ felsefesine bağlı bir düşünür olarak gösterirlerse de (Ülken, s. 114, 118) böyle bir hükme varmak oldukça güçtür. Zira o hem kendisinden önceki kelâmcıların, hem de İslâm filozoflarının görüşlerini tartıştıktan sonra genellikle Eş‘arî kelâmcılarının, özellikle de Âmidî’nin görüşlerini benimser görünmektedir. Cürcânî fıkıhta Hanefî mezhebine bağlıdır; itikadî konularda ise çoğunlukla Eş‘arîler’in görüşlerini benimser.

Bediüzzaman Seyyid Şerif’in fikrini naklederken mukayeseli bir tarz takib eder. Zaten Bediüzzaman demek mukayese demektir, bir şeyin değeri mukayese ile ortaya çıkar, bu yüzden batılılar Literature  Compare diye mukayeseli edebiyat ortaya koymuşlardır. Biz de bu mentalitede âlim pek olmadığından bahisler yalın mukayesesiz anlatılır. Bediüzzama’ın anlatımda kullandığı biçimler, tarzlar başlıbaşına bir araştırma konusudur. 

“Seyyid Şerif Cürcani Şerh ül Mevakıf’ında demiş ki “Sebeb-i muhabbet ya lezzet veya menfaat ya müşakelet yani meyl-i cinsiyet ya kemaldir. Çünkü kemal mahbub-i lizatihidir” Yani ne şeyi seversen ya lezzet için seversin, ya menfaat için, ya evlada meyil gibi bir müşakele-i cinsiye için ya kemal olduğu için seversin. Eğer kemal ise başka bir sebeb, bir garaz lazım değill, o bizzat sevilir. Mesela eski zamanda sahib-i kemalat insanları herkes sever, onlara karşı ihçbir alaka olmadığı halde istihsankârane (beğenerek takdir ederek) muhabbet edilir.

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

İlginizi Çekebilir

‘Salâvatın Mânâsı Rahmettir!..’ 

‘SALAVÂTIN MA‘NÂSI RAHMETTİR!..’  “(Ey resûlüm!)  (biz) seni ancak âlemlere bir rahmet olarak gönderdik!..” (Enbiya,107) “İşte seni …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Önceki yazıyı okuyun:
Üzerine Yemin Edilmeyecek Şeyler

Nelerin Üstüne Yemin Edilmez? İslam'da üzerine yemin edilmesi yasak olan şeyler. “Yemin Etmek İsteyen Kimse …

Kapat