Ana Sayfa / İLİM - KÜLTÜR – SANAT – FİKRİYAT / Makaleler / Irkçılık Fitnesi Avrupa’dan Gelmiştir

Irkçılık Fitnesi Avrupa’dan Gelmiştir

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

Irkçılık Fitnesi Avrupa’dan Gelmiştir

Mehmed KIRKINCI

İslâm Âlemi’ne ırkçılık fitnesi Avrupa’dan gelmiştir. Avrupa bu silâhı, Müslümanları birbirine düşürmekte maharetle kullanmış, menhus emellerini bizde ve Arap âleminde, değişik taktiklerle sergileyerek, bizi Araplara, Arapları da bize karşı tahrik etmeyi başarmıştır.

Avrupa, bizde, Tanzimat’tan sonra yaşayış tarzı ve zihniyetiyle benli­ğinden, tarihinden, örf ve âdetlerinden, ahlâk ve inancından, hâsılı kül­türünden kopan sözde aydın bir kısım kimseleri, hâin arzusuna maalesef âlet etmiştir. Avrupa bu meftunlarına fen ve teknik yerine memleketimi­ze sadece sefahat ve ahlâksızlığı ithal ettirmiştir. Bir kısım ediplerimizi de kendi meddahlığında kullanmıştır. Hattâ cadde ve sokaklarına kadar herşe­yini, milletimize reklâm ettirmiştir. Böylece nazarımız İslâm âleminden garb dünyasına çevrilmeye zorlanılmıştır. Bununla beraber, tefrikanın en büyük vesilesi olan ırkçılığı içimize ekmiş ve yeşertmişlerdir.

Neticede, diğer ka­vimlerden olan Müslüman kardeşlerimizle aramızdaki ezelî ve ebedî uhuv­vet ciddi ölçüde zedelenmiştir.

Avrupa bir taraftan bizde müthiş ve dehşetli oyunlarını tezgâhlarken, diğer taraftan da edip, müsteşrik ve casuslarıyla aynı faaliyetleri Arap âleminde de sürdürmüştür. Araplara:

“Siz asil ve necip bir milletsiniz, geri kalışınızın müsebbibi Osmanlılardır!..”

gibi zehirli telkinlerde bulunmuşlar­dır.

Neticede Osmanlı İmparatorluğu içerisinde bir vücudun uzuvları gibi imtizaç etmiş kavimleri, birbirinden ayırmaya ve paramparça etmeye maa­lesef muvaffak olmuşlardır.

Avrupa, aynı oyunu, dinleri, dilleri, ırkları bir olan Araplar arasında da bölgeciliği vesile ederek, hile ve desiseleriyle başka bir şekilde tezgâhlamış, onların gurur ve hissiyatlarını okşayarak yek vücut olmalarına mâni olmuştur.

Görülüyor ki, Arapların Osmanlı’dan kopuşunda ve kendi aralarında da bir birlik te’sis edememelerinde ve nihayet Ortadoğu’da bir çıbanbaşı olarak İsrail devletinin kurulmasında, kavmiyetçiliğin payı oldukça büyüktür.

Nasıl Başardılar?

Avrupa, îslâm Âlemi’nde bu tefrika faaliyetini yaparken casuslarına kendi aralarında ciddi bir plânla öyle bir mesai tanzimi yaptırmıştır ki, bunların bir kısmı Türkçü olarak çalışmışlar, Türk taraftarı, Türk meftunu olarak görünmüşlerdir. Türklerin tarihinin, folklorunun, hayat tarzının in­celiklerine kadar inerek böylece Türklere ait herşeyin hayranı olmada, ırkçı olan bir Türk’ten bile ileri gitmişlerdir.

Diğer bir kısmı ise, Arapçı olarak ortaya çıkarak gayesine hizmette kav­miyetçi bir Araptan daha ileri gitmiştir. Aynen bunlar gibi bir kısmı İranlı olarak, bir kısmı Berberîci olarak ortaya çıkıp İslâm âlemini bölüp parçala­mada dessasâne çalışmışlardır. Ve halen de çalışmaktadırlar.

İngiliz edip ve tarihçisi Arnold Toynbee’nin tavsiyeleriyle İngilizler, Osmanlılarda ilk olarak dönme ve Siyonistlerin ortaya attıkları Turancılık ve Türkçülüğü36, istismar ederek Arapları, Türklere karşı düşman etme­ye yoğun gayret gösterdiler. Hattâ bunlar İttihatçıların büyük bir hassasi­yetle üzerinde durdukları ve Hristiyan emperyalistlere karşı gerçekleştir­mek istedikleri, Araplar ve Türklerin birleşmesinden meydana gelen İslâm
Cephesi’ni de aynı dessas taktikleriyle engellediler. Neticede İmparatorlu­ğun parçalanmasına muvaffak oldular.

Avrupalılar, husûsan İngilizler, kavmiyetçiliği siyasî emellerine uygun bir şekilde, Arapların safında yer alarak Türkçülüğün Araplara ve İslâm’a düşman olduğunu işleyip, gayelerine varmak istemişlerdir. Bu taktiklerini, şu tarihî vesikada açıkça görmek mümkündür :

“A. Toynbee İngiliz Devleti’ne verdiği istihbarat raporun­da şöyle der: İttihatçıların Arap ve İslâm düşmanı oldukları temaları, Arap dünyasındaki Türk aleyhtarı propaganda faa­liyetlerimizde oldukça işimize yaramıştır.”37

Lavrens

Cemal Kutay, Lavrens’le ilgili kitabında şöyle der:

“…Bizi uzun uzun dü­şündürmesi gereken bir gerçek üzerinde daha duracağım: Ölümü neredey­se bizde de İngiltere kadar keder uyandıran eski İngiliz Başvekillerinden “meşhur” Winston Çölçil, Lavrens için: ‘Devrimizin en büyük adamların­dan birisi… Bizi, Petrol’e ve Osmanlı İmparatorluğu’nun mirasına eriştiren O’dur. Himmetini ve şahsını hayranlıkla takdis ederim.’ der.”

Ve şöyle de­vam eder:

“…Lavrens ve Çörçil’i birleştiren asıl sebeb, ikisinin de şifasız Türk düşmanı olmalarıydı.”38

Aynı kitapta Teşkilât-ı Mahsusa Reisi Eşref Sencer Kuşçubaşı ise, Lavrens’i şöyle anlatır: “Her eline geçen fırsatta Lavrens, ne kadar zalim ve gaddar olduğunu ispat etmiştir. Sadece Türklere karşı değil, bütün insan­lara karşı nefret beslerdi. Kendisinin bir piç ve cinsî sapık olmasında, zu­lüm duygusunun büyük te’siri olduğunu söyleyebilirim. Ona en çok hizmet eden, Arabistan’ın iklimi idi. Bedevileri para ile elde eden bu adam, kayan kumlar arasında barikatlar yapıyor, Türk kafilelerini arkadan vurduruyor­du. Esirlerimize yapılan zulüm, bu şer ve fesada âlet olanlar için dünya âhiret yüzkarasıdır.”39

“Sahtekâr Lavrens” adlı eserinde ise İngiliz muharriri Richard Aîdington, Lavrens’in vahşetini şöyle anlatır :

“Avrupa cephesinde Alman taarruzunu Fransızlar dur­durunca, İngiliz Başkumandanı Allengi, harb bitmeden ‘Bir şeyler yapmak ve Şam’a ulaşmak’ lüzumunu hissetmiş ve ta­arruza da evvelden tesbit edilen tarihten önce başlamıştı.”

Richard Aldington’a bakılacak olursa, İngiliz ordusunun ileri hareketi sayesinde Türkler tarafından tahliye edilen şehirlere girip, yağmacılık yap­makla vazifeli görülen Arap kuvvetlerine Lavrens, Türklerden harp esiri almamalarını ve yakaladıklarını öldürmelerini emretmiştir.40

İngiliz Generali Barrow da “The Fire Of Life” adlı kitabında, Lavrens em­rindeki Arap kuvvetlerinin ele geçirdikleri Türk esir ve yaralılarına yaptık­ları vahşî zulmü ve imha hareketini müşahedelerine dayanarak anlatmaktadır.

Alınan bu notlardan İngiliz casusu Lavrens’in ne olduğunu ve neler yaptığını anlamak mümkündür.

Gustave Le Bon

Bu dessas ve hâin tefrika faaliyetlerini çıkaranlar arasında nümûne olarak Gustave Le Bon’un kendi ifadelerinden, icraat ve bu husustaki gayretlerinden bazılarına bakılacak olursa:

“Müellif -Gustave Le Bon- Arap ırkçılığını tahrik etmek için, her şeyden önce ‘ırk’ kelimesini çok kullanır. ‘Üstün ırklar’dan, ‘aşağı ırklar’dan sıkça bahseder. Arapların ırkî haslet­lerinden, ortaya koydukları medeniyetten, medenî müesseselerinden, ilim­lerinden, Arap te’sirinden, vs. söz eder. Âdeta tarihte bir İslâm Medeniyeti yok, sâdece ‘Arap Medeniyeti’ vardır. İslâm’ın getirdiği bütün faziletler, Arap ırkının faziletleri olarak işlenir. Bu zat, eserinde ‘Hâlen Batı’da pek büyük olan Arap te’siri, Doğu’da çok daha ehemmiyetlidir. Hiçbir ırk, Do­ğuda böylesine bir te’sir icra edemedi.’ demektedir.”41

Böylece, İslâmiyet’in getirmiş olduğu bütün maddî-mânevî güzellikleri, meziyetleri, medeniyetleri; -herkesçe malûm olduğu gibi- İslâmiyet gelmez­den önce sırf bedevî olan, birçok insanî fazilet ve meziyetlerden mahrum olan, hattâ kızlarını diri diri gömecek kadar vahşete düşmüş olan bir kavme vermektedir. Bundan maksadı ise; Arap gençlerinin kavmiyetçilik damarla­rını tahrik edip, onların kin, iğbirar ve intikam gibi hislerini alevlendirmek­tir. Neticede de diğer milletlerin hizmetlerini inkâr ettirmektir. Bunun en büyük misâli de, Türkler hakkındaki görüşleri ve bunları Araplara telkin etmesidir. Şöyle ki:

“… Her ne kadar Türkler, mahir harbçi iseler de bir mille­tin medenileşmesine imkân tanıyan vasıflardan mahrumdur­lar. Mağlûb ettikleri Arapların eserini geliştirmek şöyle dursun, kendilerine bırakılmış olan mirastan istifade bile edemediler. Araplar ‘Türklerin bastığı yerde ot bitmez.’ derler. Nitekim öyle oldu. Orada bir daha ot bitmedi. İleriki bir bahiste Arapların eski imparatorluğunun, bu yeni efendilerin elinde çok çabuk, nasıl bir tedenni içine düştüğünü göreceğiz…”42

“Sadece siyâsî nokta-i nazardan bakıldığı takdirde, Türklerin de ken­dilerine has büyükleri olmuştur… Fakat, güçleri dâima münhasıran askerî sahaya hastır. Büyük bir monarşi kurmaya kabiliyetli olmakla beraber, bir medeniyet ortaya koymada dâima güçsüz gözüktüler.”

“En büyük gayretleri, elleri altındakinden istifade etmeyi denemek oldu. İlim, san’at, sanayi, ticaret vs. her şeyi Araplardan aldılar. Arapların parladı­ğı bütün marifetlerde Türkler hiçbir terakki kaydetmediler. Pek tabiî terakki etmeyen milletlerin gerilemesi nasıl kaçınılmaz ise, tedenni ve düşüş saati de onlar için çalmada gecikmedi…”43

Vatan ve milletimizi bölmek isteyen bunlar gibi casuslar bugün de var­dır, yarın da çıkacaktır ve bunların hâince faaliyetleri devam edecektir.

Asıl mes’ele; bunlara karşı uyanık olmak, gayelerini bilip, metodları­nı teşhis etmektir. Zaten milletimizin, vatanımızın, devletimizin devamı da buna bağlıdır.

Dipnotlar:

36 “Turancılık ilk defa Macarlar tarafından ele alınmıştır… Aslen Musevî olan Macar profesörü Wambery, Moiz Tekinalp ve Leon Cahun Türkçülüğü savunmuşlardır.” (İngiltere Devlet Kamu Kayıtları Arşivi, 10950 numaralı Turancılık Hareketi hakkın­ da bir rapor. Mim Kemal Öke, Tercüman, 31.12.1986).
37 Mim Kemal Öke, a.g. yazı, 2.1.1987.
38 Cemal Kutay, Lavrens’e Karşı Kuşçubaşı, s. 11.
39 a.g.e., s. 301.
40 Cemal Kutay, a.g.e., s. 301-302.
41 İbrahim Canan, İslâm Işığında Anarşi, s. 225-26-27.
42 İbrahim Canan, a.g.e., s. 225-26-27.
43 İbrahim Canan, a.g.e., s. 225-26-27.

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

İlginizi Çekebilir

Leyle-i Berat Hakkında (Âyet, Hadis, Risale-i Nur)

BERAT: Nişan, rütbe ve imtiyaz için verilen resmî belge, kurtuluş. Sitemizde Berat Gecesi ile İlgili yazılar …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Önceki yazıyı okuyun:
Vatan – Bayrak Deyince

VATAN – BAYRAK DEYİNCE “Vatanı kan korur, mürekkep yüceltir.  Kan şehidin, mürekkep öğretmenindir.” Selahaddin Şimşek …

Kapat