Ana Sayfa / İLİM - KÜLTÜR – SANAT – FİKRİYAT / Kelimeler & Kavramlar / İslâm Hukukunda Bağy (Devlete İsyan) Suçu ve Cezası

İslâm Hukukunda Bağy (Devlete İsyan) Suçu ve Cezası

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

İSLAM HUKUKUNA GÖRE İSYAN (BAĞY/BÂĞÎ) SUÇU VE CEZASI

Arş. Gör. Melikşah AYDIN
ÖZET
İsyan suçu (bağy) İslam hukukunda yer edinmiş suçlardan birisidir. İsyan (bağy) suçunu siyasi suç kategorisinde değerlendirmek en doğrusudur. Bu suç asıl olarak siyasal iktidarı zayıflatmayı, yıkmayı veya değiştirmeyi amaç edinirken bu amaç doğrultusunda kullanılacak olan maddi ve manevi silahları sınıflandırabilmek oldukça zordur. Genel olarak siyasi iktidar düzenini hedef alan ayaklanmalar ve çatışmalar bağy suçu içine dâhildir diyebiliriz.

GİRİŞ
İslam hukukunda siyasi iktidar düzenine isyan (bağy) suçunun tazir mi yoksa had suçları mı alanına girdiği konusunda İslam hukukçuları arasında bir görüş birliği yoktur. Had suçlarında geçerli olan bazı ilkelerin bağy suçunda olmadığı görülmektedir. Had suçlarında verilecek ceza bellidir ve bu ceza uygulanmak zorundadır. Bağy suçunda ise ne tür bir cezanın uygulanacağı belli değildir. Bazı müellifler isyancılara hapis cezası gerekeceğini düşünürken bazıları ise ölüm cezası gerektiği düşüncesindedir. İşte bu sebepten ötürü bağy suçunu her ne kadar günümüz hukuk tarihi kitaplarında had suçları içinde yer verilse de, had suçlarındandır diyebilmek kolay görünmemektedir.

İslam hukukunun genel mantığında her bireyin, idarecileri ve devlet politikalarını eleştirme hakkının dokunulmaz olması esas alınmıştır. Hatta devlet yöneticileri kendilerini eleştiren vatandaşları bile devlete isyan ettiği noktasında değerlendirmemişler, eleştiriye açık bir toplum ahlakı içinde gerçek adalete ulaşılabileceğinin en güzel örneğini sergilemişlerdir. Esas olarak da meşru usullerle devletin başına gelmiş olan devlet başkanının yine meşru usullerle yönetimden uzaklaşmasını istemek de eleştiri hakkının sınırları içindedir. Bağy suçunda doğrudan siyasi iktidar düzeni hedef alındığından, uygulamada bu suçun soruşturma ve kovuşturulmasında da titizlikle hareket edilmiştir.

I. İSYAN SUÇUNUN TARİHÇESİ, TANIMI VE
NİTELİĞİ
1. SUÇUN TARİHÇESİ
Siyasi iktidar düzeni aleyhine suçların tarihi Eski Mısır, Hint, İbrani ve Yunan hukuklarına kadar uzanır. Tabi ki, bu dönemde siyasi suç olgusunun tam olarak tanımlanmadığını söyleyebiliriz. Örnek vermek gerekirse; Eski Hint’te kast sistemi esas olduğundan kast sistemine karşı işlenen suçlar devlete karşı suçlar içinde değerlendirilmekteydi. Eski Mısır’da ise kral olan firavunun ilah olarak görülmesi sebebiyle, Eski Germen hukukunda ise kralın yetkilerini genişletmesinin sonucu olarak krala karşı işlenen suçlar devlete karşı işlenmiş kabul ediliyordu. Aynı durum Eski Çin’de de düzenlemişti. Eski Yunan’da ise demokrasinin olduğu devirlerde demokratik düzeni ortadan kaldırmak, Roma’da ise cumhuriyeti yıkmaya yönelik fiiller ciddi şekilde cezalandırılmıştır. Genel olarak bağy suçunda da devlet başkanına karşı yapılan bir hareket söz konusudur.

2. SUÇUN TANIMI
Sözlükte “ileri gitme, azgınlık, serkeşlik” anlamına gelen bağy fıkıh terimi olarak “veliyyül’emrin daire-i itaatinden bir tevile mebni haksız yere çıkarak tegallübde bulunmak” anlamında kullanılmasının yanı sıra “Allah’a karşı gelme, haddi aşma ” manasında dini-ahlaki bir terim olarak da kullanılmaktadır. Kelime, Kur’an-ı Kerim’de ve Hadis-i şeriflerde hem sözlük hem de terim anlamlarıyla kullanılmıştır. Bu açıdan bağy suçunu işleyen siyasi suçlulara da tekil olarak bâğî (çoğulu ise buğât) denir.
Bağy suçu siyasi suçlar arasındaki en nitelikli olanıdır ve tek kişi tarafından değil de belirli bir topluluk tarafından işlenir. Bağy suçu, devlet başkanının otoritesine karşı güç kullanılarak isyan etmek demektir.9 Halebi ise bağy suçunu “Müslüman bir topluluğun devlet başkanına karşı ayaklanıp bir beldeyi ele geçirmeleri” şeklinde tanımlamıştır. Bu nedenle bâğîleri, belirli bir amaç ile güç ve kuvvet toplayarak devlet başkanına karşı gelen kimselerdir, diye tarif edebiliriz.11

Kur’an’da da: “Eğer müminlerden iki grup birbirleriyle vuruşurlarsa aralarını bulup barıştırın. İçlerinden biri ötekine saldırırsa Allah’ın buyruğuna dönünceye kadar saldıran tarafla savaşın. Eğer vazgeçerse artık aralarını adaletle düzeltin” denilerek savaşan iki taife arasını bulmak, sulha yaklaşmayıp bağyeden tarafı sulha zorlamak, gerekirse savaşmak emredilmiştir. Bu ayetin yorumu ise şu şekilde yapılmıştır: “9. âyet haksız yere devlete baş kaldıran gruplar ile devlet arasındaki savaştan değil, halk arasında meydana gelen anlaşmazlık ve kavgalardan, bunlara karşı güçlü çoğunluğun, halkın geri kalanlarının adalet ve hakkaniyet ölçüleri içinde tarafları anlaştırma, aralarını bulma ve gerekirse güce başvurarak haksızlığı önleme yükümlülüğünden bahsetmektedir.

Devlete baş kaldıran, hukuka boyun eğmeyen âsi gruplar (bâğîler), halkın geri kalanına karşı da haksız yere savaş ilân etmiş oldukları ve zarar verdikleri için müçtehitlerce bu ayetin kapsamına alınmışlar; –bazı istisnalar dışında– aynı hükme ve muameleye tâbi tutulmuşlardır.” Bir hadiste de isyancılara karşı savaşılması gerektiği şu şekilde belirtilmiştir: “Hiç şüphesiz ki ileride birtakım fitneler olacaktır. Her kim Müslümanlar derli toplu bir halde iken onların işlerini dağıtmak isterse kim olursa olsun o kimseye kılıçla vurunuz.”

3. SUÇUN NİTELİĞİ
Meşru hükümeti veya devlet başkanını görevden almak yani devirmek amacıyla haklı olmayan sebeplere dayanarak yapılan kıyama ayaklanma denir. Malikilere göre bağy, devlet başkanlığı meşru bir şekilde sabit olan bir kişiye itaatten kaçınmaktır. Hanefilere göre ise; haklı olarak imamlık (devlet başkanlığı) mevkiinde bulunan kişiye karşı haksız ayaklanmadır. Şafiilere göre ise isyan; bir tevile istinaden bir grubun meşru kuvvetlere karşı ayaklanması ve isyankârların güç ve kuvvet sahibi yani örgüt niteliğinde olması durumunda söz konusu olur. Hanbelilere göre ise, adil olmayan bir kişi de olsa devlet başkanına karşı veya meşru bir tevil sebebiyle güç sahibi bir grubun yani örgüt vasfına haiz bir topluluğun ayaklanmasıdır. Böyle bir hareket, nifak ve anarşinin çıkmasına sebep olabilir. Bu tariflerden de anlaşılacağı üzere bağy suçunun oluşabilmesi için aranan şartlar bakımından mezhepler arasında tam bir bütünlük sağlanamamıştır. Bağy suçunda korunan hukuki yarar ise siyasi iktidar düzenidir.

Bağy suçunun had suçları mı yoksa tâzir suçları içinde mi yer aldığı noktasında ise tartışmalar vardır. Muhammed Ebu Zehra kitabındaki had suçları bölümünde bağy suçuna yer vermemiştir. Hanefiler de genel olarak bu suça had suçları kısmında yer vermemişlerdir. Ancak günümüz hukuk tarihi kitaplarında bağy suçu, hep had suçlarıyla beraber zikredilmiştir.

İslam ceza hukukunda had suçlarının temel kaynağı Kur’an ve Sünnet’tir. Ayetlerde kesin olarak bu suça değinilmemesi bu suçun had suçu mu yoksa tazir suçu mu olduğu yönündeki karışıklığın temel sebebidir. Bu suç ilk olarak Hz. Ali’nin halifeliği devrinde ortaya çıkmış ve halife kendisine karşı ayaklanan Haricilere karşı önce kendileri saldırmadan bir müdahalede bulunmamış, yapılan savaş sonrasında ise onların kadın ve çocuklarını esir almamıştır. Bağy suçu açısından muhakkak unutulmaması gereken durum şudur ki; bu isyancıların isyan etmesinin sebebi kendilerince haksız, adil olmayan veya gayrimeşru bir hükümetin yönetimde bulunmasıdır. Burada İslam hukukunda tanınmış olan muhalefet hakkının sınırının aşılması durumu söz konusudur. Bir hadiste de “Şehitlerin en hayırlısı Hz. Hamza ve zalim imama karşı iyiliği emredip kötülükten alıkoyduğu için öldürülen adamdır” denilerek haksızlığa karşı harekete geçilmesi gerektiği belirtilmiştir. Bu sebeple devlet yönetimine muhalefet edenler silahlanıp terör örgütü niteliği almadıkça kendilerine müdahale edilemez. Haricilerle silahlı bir örgüt kurup devlet yönetimine isyan etmedikçe savaşılmamış olması bu durumun bir göstergesidir. Devlet yönetimine muhalefet eden grup toplumda bazı kesimlerin desteğini alarak büyümeye başlarsa ve propaganda yaparak toplumda bir karışıklık ortamı çıkarmaya başlarlarsa önce uyarılırlar, ardından ısrarları halinde tazir cezası verilebilir. İslam hukukçuları genel olarak isyan hazırlığında olan kişilerin yakalandıklarında uslanıncaya ve düşüncelerinden vazgeçinceye kadar hapsedilmeleri gerektiği görüşündedirler.
Bu sebeplerle bu isyancıları adi suçlulardan ayrı tutmak zorunluluğu doğmaktadır. Bunlar eşkıyalar gibi halkı yağmalamak ve öldürmek, mallarını ve canlarını tehdit etmek amacında değillerdir. Bu suçu diğerlerinden ayrıştıran temel unsur da kuşkusuz bu siyasi saiktir. İsyancılara karşı bu kadar sert tedbirlere başvurup onlara ölüm cezası verilmesi durumuna gidecek kadar katı şekilde davranılmasının esas sebebi karışıklık ve anarşinin İslam toplumunda mutlak olarak engellenmesi gerektiği düşüncesidir.

Günümüz ceza hukukunda oluşturulan sistem açısından da bakacak olursak bağy suçunu, siyasi saikle işlenen bir suç olmasından dolayı siyasi suçlar kategorisine koymamız gerekmektedir.

II. BAĞY (İSYAN) SUÇUNUN TEMEL UNSURLARI
1. Devlet Başkanına veya Meşru Siyasi İktidar Düzenine Karşı Ayaklanmak
İsyanın meşru ve âdil31 devlet başkanına veya siyasi iktidar düzenine yönelik yapılması şarttır.32 Burada dikkat çekilmesi gereken nokta ise suçun oluşabilmesi için devlet başkanının adil bir şekilde ülkeyi yönetiyor olması ve isyancıların fiilinin de haksız olması gerekir. Fasık ve zalim devlet başkanına karşı çıkmak bağy suçunun kapsamı dışında tutulmuştur. Üzerine düşen yönetme görevini gereği gibi ve adil olarak yerine getiremeyen devlet başkanına karşı isyan etme durumunda bu muhalefet eden kesime halk da yardım etmeli ve bu devlet başkanı azledilmelidir. Bu isyan bağy suçunu oluşturmaz.
Devlet başkanı aşağıda sayacağımız dört yoldan birisiyle iş başına gelirse meşru sayılır:

i. Âlim ve fakih kişilerin oluşturduğu ehlü’l-hal ve’l-akd (tayin ve azil) heyeti aracılığıyla devlet başkanının seçimle işbaşına gelmiş olması durumunda. (Hz. Peygamber’den sonra Hz. Ebubekir’in halife seçilmesinde olduğu gibi)

32 ERSOY, Seyde, “İslam Hukukunda Terörle İlgili Suçlar ve Cezaları”, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi S.B.E, Kahramanmaraş, 2007, s.50.

ii. Bir önceki devlet reisinin, kendisinden sonra gelmesini istediği kişiyi aday göstermesi yoluyla. (Hz. Ebubekir’in vefatına yakın Hz. Ömer’i, kendisinden sonra gelecek halife olarak aday göstermesi ve halkın da Hz. Ömer’e biat etmesi durumunda)

iii. Devlet reisi, kendisinden sonra başa gelecek kişiyi belirlemeyi belirli bir heyete bırakabilir. (Hz. Ömer, kendinden sonra gelecek halifeyi belirlemeleri için sahabeden altı kişilik bir meclis belirledi. Bu heyetin halk arasında yaptığı teamül yoklaması sonucunda Hz. Osman halife olarak seçilmiştir.)

iv. Zor kullanarak devlet başkanı olmak. Meşru halifenin olduğu yerde zor kullanarak iktidarı ele geçiren kişi ise meşru halife olamaz.

Eğer bu yukarıda saydığımız dört yoldan biriyle devlet başkanlığı kazanılmışsa, o devlet başkanına karşı yapılacak ayaklanma bağy suçunu oluşturur; aksi takdirde ayaklanan kişiler bâğî sayılmazlar. Ancak bu konuda da âlimler arasında  
kesin bir görüş birliği yoktur. Bazı müellifler adil olmayan halifeye karşı isyan edilebileceği görüşündeyken41 bazıları ise fasık devlet başkanına karşı yapılan isyanı meşru görmemiştir. Fakat halka zulmeden ve ülkeyi baskı ile yöneten bu sebeple de gayrimeşru hale gelmiş olan devlet başkanına karşı yapılan ayaklanma kurtuluş savaşı sayılmaktadır.42 Dolayısıyla ayaklananların, devlet başkanının halka zulüm ve baskı yapmasından dolayı giriştikleri mücadele bağy niteliğinde değildir.43

Bu konuda Hasan el-Basri şöyle demiştir: “şunlar- yani Emevi halifeleri- her ne kadar halk kendilerine uymakta ve günahtan çekinmemekte iseler de Hak onlara itaat etmemizi gerekli görmüştür, kendilerine isyan etmeyi bizlere yasak etmiştir, zararlarından ve kötülüklerinden tevbe etmek ve dua etmek suretiyle kendimizi kurtarmamız emredilmiştir.”

Yine Emeviler konusunda; “Onlara ne söylememi beklersiniz? Onlar bizim için beş şeyi üstlenmişlerdir: Cuma namazı, cemaatle namaz kılma, ganimet, düşman için nöbet tutma ve had cezalarıdır. Allah’a yemin ederim ki din ancak bu (sembollerle) dosdoğru yaşanır. İsterse adaletten ayrılsınlar ve zulüm etsinler. Allah’a kasem ederim ki, Allah’ın onların elleriyle düzelttiği şey onların bozduklarından daha çoktur.”44
Yaratıcıya isyana götürüyorsa, yaratığa itaat yoktur. Hz. Peygamber’den rivayet edildiğine göre “Müslüman sevdiği ve sevmediği hususta boyun eğip itaat edecektir. Şayet bir günahı

aksi halde zulme imkân verilmiş olur. Fakat halkın başkaldıran gruba da yardım etmemesi gerekir. Şeyh Bedreddin, Camiu’l-Fusûleyn, (Yargılama Usulüne Dair, ed. Hacı Yunus Apaydın), Ankara, 2012, s.45-46.
41 EBU ZEHRA, C. I, No:175; ÖZCAN, Abdüssemet, “Hadislere göre Hukuki ve Diyani Cezalar”, Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, Atatürk Üniversitesi S.B.E, Erzurum, 2015, s.77.
42 HAMİDULLAH, İslam’da Devlet İdaresi, No: 344. 43 ÖZEL, Ahmet, “Dârülbağy”, DİA, C. VIII, s.514.
44 Tarihu’l Cedel, s.346, akt: EBU ZEHRA, C. I, No:181.

işlemesi emrediliyorsa ne itaat etmesi gerekir ne de boyun eğmesi.”

2. İsyan Edenlerin Kendilerince Haklı Bir Sebebe (Tevil) Dayanmaları
Buradaki tevilden anlaşılması gereken devlet başkanına karşı başlatılan isyan, isyancılar tarafından bir amaca dayandırılmalıdır ki bu fiil isyan suçu oluşturabilsin. Bağy suçunun oluşabilmesi için siyasi saik şarttır. Burada özel bir kast aranmaktadır. Siyasi saik olmadan yani genel kastla işlenen fiil bağy fiilini oluşturmaz. Bu tevil olmadan yani herhangi bir tevile dayanmadan hareket edenler bağy suçunu değil de, hırabe (yol kesme-eşkıyalık) suçunu işlemiş olurlar.48 Devlet başkanı meşru yoldan seçilmemiştir, devlet başkanı görevlerini yerine getirmemektedir… vb. sebepler bu şarta örnek olarak gösterilebilir. Bâğîlerin dayandığı bu sebep gerçekte olmasa fakat bâğîler buna inanarak hareket etseler bile bu şart  
sağlanmış olur. Osmanlı devrinin önemli müelliflerinden Molla Hüsrev ve İbrahim Halebi ise isyancıların kendilerince haklı bir sebebe dayanmaları unsurunu kabul etmemiş, isyancıların en küçük bir itaatsizliklerini bile isyan suçu olarak kabul etmiş ve cezalandırılmaları gerektiğini belirtmiştir.

Belirli bir amaç dâhilinde devlete ve halifeye isyan edenlere İslam hukukunda verilebilecek en güzel örneklerden biri, Sıffin savaşında Hz. Ali’nin kuvvetleri Muaviye’nin ordusunu yenmek üzereyken Muaviye’nin askerleri mızraklarının ucuna Kur’an sayfalarını asarak Allah’ın kitabı aramızda hakem olsun diyerek bir öneri getirmişlerdir. Hz. Ali ise bu fikre pek sıcak bakmasa da adamlarının isteği üzerine bu teklifi kabul etmiştir. Böylelikle tarafların arasından seçilecek iki hakem halifenin kim olacağına karar versin ortak hükmüne ulaşılmıştır. Hz. Ali’nin adamlarından bir grup ise hükmün ancak Allah’a ait olduğunu söyleyerek ordudan ayrıldılar. İşte daha sonradan Hariciler de denen bu grubun halifeye ve devlete karşı çıkarak ayaklanmasındaki sebep ise “Allah’tan başka hüküm verecek yoktur.” görüşünde olmalarıdır.

3. İsyan Esnasında Kuvvet Kullanmak
Eğer kuvvet kullanarak iktidarı devirmeyi amaçlamazlarsa yani sadece düşüncede kalıp fiile dökmedikleri sürece bu suç sadece düşünce suçu olarak kalır, bağy suçu oluşmaz. İsyancıların topladıkları kuvvetin devlet yönetimini ele geçirmeye yetecek büyüklükte olup olmamasının önemi yoktur.

Bir kuvvet toplamaları ve düşüncelerini fiiliyata geçirmeye hazır olmaları yeterlidir. İsyancıların ellerinde bulunan silahların ağır nitelikte olması isyancıların siyasi saiklerinin bulunduğuna delalet eder.
Malikiler ise kuvvet kullanılması şartının zorunlu olmadığını savunurlar. Bunlara göre devlet başkanına veya emire yönelik olarak yapılan her türlü karşı gelme bağy suçunu oluşturur.54

Yezid b. Muaviye’ye, Abdullah b. Ömer ve Abdullah b. Zübeyr biat etmediler, kuvvete başvurmadıklarından kendileri isyancı sayılmamışlardır. İslam tarihinde devlet reisine karşı kuvvet kullanmak veya kullanmamak suretiyle muhalefetini bildiren kişi veya grupların örneği pek çoktur.

4. İsyanın Topluca İşlenmesi
Tek kişinin başkaldırması isyan suçunu oluşturmamakla birlikte bu suçun oluşumu için kaç kişinin gerekli olduğu konusunda İslam hukukçuları bir ittifak içinde değillerdir. Suçlular teker teker hareket ederlerse her birine kendi işlediği bireysel suç için ceza verilir. Ortak hareket olgusunun oluşması şarttır.

Topluca işlenmekten maksat nedir kısaca belirtecek olursak; isyankârlar sayıca ve kuvvet bakımından fazla ve güçlü olmalıdırlar. Yani kendilerine karşı ancak kuvvet kullanmak suretiyle başa çıkılabilmelidir. Hanbeli mezhebine göre 1, 2 veya 10 kişilik bir grup da olsa iyi silah kullanmasını biliyorlarsa sayı bakımından az oluşları önemli değildir. İsyan etmeleri durumunda bağy suçu oluşur. Malikilere göre bâğîler bir topluluk olabileceği gibi, sadece bir kişi de bu suçun faili olabilir. Yani onlar güç ve kuvvet unsurunu bu suçun unsuru olarak kabul etmezler. Şafiiler, isyankârların başlarında bulunan birine itaatlerini, birinden emir ve komut almalarını şart koşarlar. Eğer başlarında böyle bir kişi yoksa onlara göre bağy suçu sabit olmaz. Hanefilere göre ise tek kişinin yapacağı başkaldırı alelade bir isyandan ibaret olup hakkında bâğîlere ait hüküm uygulanmaz. Bir kavle göre en az 10, bir kavle göre ise 4 kişiden oluşan bir topluluk bu şartı sağlamış olur. Tek kişinin bu suçu işleyemeyeceğine örnek olarak kendisine suikast düzenleyen İbn Mülcem’in davranışını Hz. Ali’nin bağy olarak değil de adi suç olarak kabul etmesidir. Fakat Zahirilere göre bağy suçu örgütlü bir suç değildir, dolayısıyla bir kişi olsa bile bağy suçunun oluşabileceği kanaatindedirler.

Bâğîlerin aralarında iş bölümü ve dayanışma bulunması gerekir. Bu durumu müellifler menea olarak adlandırmışlardır. Menea, kuvvet, cemaat, bir kişinin hamisi ve aşireti olan ve o kişiyi başkalarının saldırılarından koruyan kimseler demektir. Bazı görüşlere göre en az dört, bazı görüşlere göre ise on kişiden oluşan bir topluluk menea sahibidir. Bu durum bâğîlerin örgüt vasfına sahip olduklarını gösterir.

5. İsyan Kastı
Buradaki isyan kastından anlaşılması gereken; yukarıda suçun genel unsurlarında bahsettiğimiz manevi unsurdur. Yani bilerek ve isteyerek bu suçun işlenmesidir. Ancak bu suçun oluşabilmesi için özel olarak bir kast aranmaktadır. Bu da şüphesiz siyasi saik yani devlet başkanına karşı isyan amacıdır.67

İsyancılar isyan kastıyla, devlet başkanını veya meşru siyasi iktidar düzenini değiştirmek amacında değillerse; amaçları, sadece belirli bir uygulamayı veya kimseyi protesto etmek ve onlara göre yanlış olan uygulamanın değiştirilmesi veya devlet yönetiminde istemedikleri bir kimsenin azlini istemek ise, bu eylemleri kuşkusuz bağy suçunu oluşturmaz.

Ayrıca, teslim olmadan ve isyan bastırılmadan önce bir haksız fiil işlemişler veya isyan tam sona erecekken böyle haksız bir fiil oluşmasına sebep olmuşlarsa, ortaya çıkan bu haksız fiil bağy suçunu oluşturmaz. Bu haksız fiil ayrıca bir cezayı gerektiriyorsa, o cezaya çarptırılırlar.70 Çünkü bağy suçunda özel ve nitelikli bir kast aranmaktadır. Devlet başkanına biat ve itaat etmemek, verdiği görevleri yapmamak, muhalefet etmek ve azlini istemek, bağy suçunu oluşturmaz.

III. BAĞY SUÇUNDAKİ HUKUKİ VE CEZAİ SORUMLULUK
1. İsyandan Önceki Sorumluluk
Asr-ı Saadet döneminde tüm halifeler kendilerine karşı bazen eleştirinin sınırının aşıldığı durumlarda bile devlet başkanı olmalarına rağmen bu eleştirileri yapan insanlara karşı cezalandırma yoluna gitmemişlerdir. Bir rivayete göre, bazı hariciler Ömer b. Abdülaziz’e hakaret ederler. Oranın valisi bunu haber vermek üzere birisini gönderir ve halifeye kendisine hakaret edeni öldürmek istediğini bildirir. Ömer b. Abdülaziz valiye yazdığı mektupta: “..eğer onu öldürürsen ben de seni öldürürüm. Çünkü hiçbir kimse Peygamber (s.a.v)’e hakaret etmediği sürece birisini eleştirdi diye öldürülemez. Bu mektubum sana ulaştığı zaman o kişiyi Müslümanlara zarar vermemesi için hapset ve her ay kendisine tevbe etmesini teklif et. Eğer tövbe ederse onu salıver.” der. İşte burada devlet başkanı, o kişinin sadece insanlar arasında fitne çıkaracağı ve huzursuzluk yaratacağı endişesiyle sadece hapsedilmesi, tövbe etmesi durumunda ise hemen salıverilmesine hükmetmiştir.
Bir hadis-i şerifte de isyan niteliğine varmayan eleştirinin bağy suçu olarak değerlendirilemeyeceği hususu düzenlenmiştir: “Hz. Peygamber Huneyn savaşı ganimetlerini dağıttıktan sonra bir adam ganimetlerin adaletsiz dağıtıldığını düşünür ve “Allah’tan kork ey Muhammed” der.

Peygamberimiz de “Ben Allah’a isyan edersem O’na kim itaat eder? Yeryüzündeki insanlar bana güven duyabilirler mi? Bana güven veremezsiniz.” der. Bu adam gittikten sonra orada bulunanlardan biri Hz. Peygamber’den onu öldürmek için izin ister. Rasulullah buna izin vermez ve şöyle söyler: “ileride bu adamın neslinden, Kur’an okuyan ancak okuduğu Kur’an göğsünden yukarı çıkamayan kişiler gelecek ve Müslümanları öldürecektir. Ve putperestlere ilişmeyecektir. Okun yaydan çıktığı gibi İslam’dan çıkacaklardır. Eğer ben bunlara erişirsem kendilerini Ad’ın öldürmesi gibi öldürürüm.”
Burada çıkaracağımız sonuç; Hz. Peygamber bir kişiyi sırf kendisini eleştirdiği ve Allah’tan korkmamakla suçladığı için herhangi bir şey yapmıyor; ancak bu ortalığı kızıştırma durumu Müslümanlara zarar verme raddesine gelirse bu isyancıları öldüreceğini bildiriyor. İsyan suçunda fiilin cezalandırılabilmesi için sadece niyet veya hazırlık yeterli değildir. İsyan hareketi ve suça azmetmek gerekir. İslam hukukundaki bu esaslar ve kurallar, sistematiğin ortaçağ hristiyan düşüncesine nazaran çok daha adil ve insani düşüncelerle ortaya konduğunu göstermektedir.

Osmanlı uygulamasında da daha önce isyan etmiş ve isyanı bastırılmış olan bir örgütün lideri yeniden isyan hazırlığında olması durumunda bu liderin bulunduğu bölgeden sürgün edilmesi cezasına başvurulmuştur.
Bid’atçı olarak da adlandırılan fesat çıkaran gruplara nasıl bir cezanın verileceği konusunda görüş ayrılıkları vardır. Bilmen’e göre devlet başkanının aleyhinde onun şeref ve şanını kıracak yalanlar ortaya atan ve bu surette toplum düzeninin bozulmasını amaçlayan ve fitne ve fesada yol açan kimseler siyaseten katl cezasına çarptırılmalıdırlar. Bazı âlimler bunlara ölüm cezası verilmesinin gerektiğini düşünürken Ebu Hanife ve bazı diğer müellifler ise bu bid’atçılara verilecek cezanın ölüm cezasına varmayan tazir cezası olması gerektiğini savunurlar. Ancak bid’atçılar fiilen çarpışmak için silah kuşanırlarsa bunlar isyancı bâğîler (bağy suçunu işleyenler) statüsüne girerler. Bu durumda da ölüm cezasından başka çare kalmamaktadır. Bu bid’atçılar bilfiil kuvvet toplamadıkları sürece cezaları dayak ve hapis cezası olmalıdır.
İslam hukukçularının bir kısmı isyan başlamadan asilerle savaşılamayacağı görüşündedirler. Farklı görüşlere sahip kişiler bir araya gelip, propagandaya başlarlarsa kendileri uyarılır, bu uyarıları dikkate almazlarsa tazirle cezalandırılırlar.80 Başka bir görüşe göre ise; asiler hazırlık yapmaktaysalar ve isyan edecekleri muhakkaksa isyan etmeleri beklenmeksizin bunlarla mücadeleye başlanır. Eğer bu yapılmazsa fitne ülke geneline sirayet edebilir.82

“Fakat fıkıh bilginlerinin çoğunluğu görüş birliğine varmışlardır ki, isyancılar savaşmak için çıktıkları ve karar verdikleri zaman, halife durup onların kendi üzerine çullanmalarını beklemez. Çünkü böyle yapmak yenilgi demektir. Meseleye son vermek ya da engellemek demek değildir.”83
Eğer asiler devlet güçlerine saldırmazlarsa; İmam Malik, Şafii ve Ahmed b. Hanbel’e göre devlet başkanının da bunlara saldırma hakkı yoktur. Ebu Hanife’ye göre84 ise asilerin bir araya toplanmaları ve kanuni yükümlülüklerini yerine getirmemeleri saldırı için kâfidir. Halife bunlar saldırmazdan evvel saldırıya geçebilir.85

Devlet başkanı veya halife, asilerle savaşma raddesine gelirse asilerle savaşmadan önce onları doğru yola davet eder, isyanlarını sulh yoluyla bastırmaya çalışır. Eğer sulh yoluyla isyanları bastıramazsa o takdirde kuvvet kullanma yoluna başvurulur ve asilerle savaşılır.86 Serahsi de devlet güçlerinin harekete geçmeden önce isyancıları doğru yola çağırması

düzenlenmiştir. Dolayısıyla isyancıların silahlı eylemde bulunmadan bu şekilde davranışlarda bulunması bile suçtur.

82 KARAMAN, C. I, s.207; CİN /AKYILMAZ, s.270. 83 EBU ZEHRA, C. I, No:179.
84 MAVSILİ, C. IV, 113-114; UDEH, C. II, No:663/a
85 İBN ABİDİN, C. IX, s. 101; YAŞAR, Muhammed Yusuf, İslam
Hukukunda Bağy Suçu ve Cezası, http://www.mazgirtmuftulugu.gov.tr. e.t. 10.10.2015. Osmanlı uygulamasında ise padişahın hayatına kast eden kişilerin ise bu eyleme teşebbüs etmeleri bile ölüm cezası ile cezalandırılmalarına kâfidir. I. Ahmed’in sadrazamı Derviş Paşa’nın saraya tünel kazdırıp padişahı azledeceği haberi duyulunca bu durum hemen padişaha bildirilmiş ve herhangi bir soruşturma yapılmadan Derviş Paşa öldürülmüştür. MUMCU,
Siyaseten Katl, s.77. 86 MAVERDİ, s. 68; NEVEVİ, Ebû Zekeriyya Yakub b. Şeref (ö. 1277), Minhac, (Açıklamalı Şafii İlmihali), terc. Mithat Acat, İstanbul, 2013, s.464.

gerektiğini belirtmiş; ancak haber verilmemesi durumunda da sorumlu tutulmayacaklarını söylemiştir.
İsyancılar, isyanın başlamasından önce kasten bir kimseyi yaralamışlar veya öldürmüşlerse, bir malı çalmışlar, yağmalamışlarsa veya mala zarar vermişlerse; bu fillerden ayrıca sorumlu olurlar ve bunlara karşılık gelen cezalarla cezalandırılırlar. Hukuken telef ettikleri malları tazmin etmeleri gerekir.88

2. İsyandan Sonraki Sorumluluk
Bağilerle yapılacak savaş cihat mahiyetindedir ve Müslümanlar için bir yükümlülüktür.89 Dolayısıyla, isyan sırasında savaşılan isyancıların mücadele esnasında öldürülmeleri mümkündür; ancak bu durum isyancılar yakalandıktan sonra, her zaman ölüm cezasının verileceği anlamına gelmez. Savaş sonunda sağ kalan bâğîlerin cezası taziren verilir, Ebu Hanife’ye göre bu tazir cezası ölüm cezası da olabilir.
İsyanın bastırılması ve isyancıların yakalanmasından sonra harp hukuku hükümleri uygulanacağından bâğîlerin isyan sırasındaki diğer suçlarından dolayı kendilerine ayrıca ceza verilmez. Sadece isyandan dolayı tazir cezasına çarptırılırlar. Ancak isyan sırasında ayrıca işlenen suçun isyanla alakası bulunmaz ise bu fiilden dolayı ayrıca cezalandırılmaları kaçınılmazdır. Örneğin; içki içmek, hırsızlık yapmak… vb.
gibi.

Yakalanan isyancılardan yaralı olanlar öldürülemez95, malları ganimet olarak dağıtılamaz ve telef edilemez, çocukları esir alınamaz. İmam Şafii ve Ahmet b. Hanbel’e göre kaçan asiler takip dahi edilemez. Ebu Hanife ise bu kaçış diğer isyancılara katılma ve isyanın büyümesi durumuna yol açacaksa takip edilip yakalanması, değilse takip edilmemesi görüşünü benimsemiştir. Hz. Ali de “Kaçanın peşinden gitmeyin. Esir alınanı öldürmeyin. Yaralıya vurmayın. Gizli şeyleri açığa çıkarmayın. Hiçbir malı almayın.” demiştir.97

Bâğîlerin isyanı bastırıldıktan sonra İmam Malik, Ahmed b. Hanbel ve İmam Şafii’ye göre bunlara ölüm cezasına varmayacak şekilde tazir cezası verilmesi gerekmektedir. Eğer isyancılar tevbe ederlerse yani pişmanlık duyup hükümet güçlerinin yanına katılırlarsa isyan sırasında adam öldürmüşlerse kısas olunmazlar98, hakları kendilerine geri verilir, malları da iade edilir. Savaş sırasında yakalanınca  
“beni bırakın düşüneyim, belki tevbe ederim” veya “tevbe ettim” diye elindeki silahı bırakan bâğîye dokunulmaz.100

İsyanın bastırılması sırasında, âsileri öldürmek ve mallarını müsadere etmek caizdir. Silah ve binek hayvanları müsadere edilebilir , diğer mallarına ise el konulur ve eğer bâğîler tevbe ederlerse iade edilir. Burada dikkat edilmesi gereken husus ise şudur ki, bâğîlerle savaşma onları öldürme amaçlı değil, doğru yola ve adalete döndürme amaçlıdır, yaralıları savaş alanında bırakılmaz, tedavi ettirilir. Bazı müellifler isyanı bâğîleri öldürmeden bastırabilmek mümkünse onların öldürülmesini caiz görmezler.

Maverdi’ye göre asilere aniden veya geceleyin baskında bulunulamaz, mancınıklarla üzerlerine şiddetli taş atışları yapılmaz, evleri yakılmaz, meyve ve sebzelikleri imha edilmez, hayvanlarından ve silahlarından kendilerine karşı yararlanılmaz.

Ancak Ebu Hanife’ye göre yararlanılabilir. Serahsi ise,

100 Bu bağinin öldürülememesinin sebebi Müslüman olmasıdır. Fakat elindeki silahı atmazsa öldürülebilir. İBN ABİDİN, C. IX, s.103.

isyancılarla yapılan savaşta gece baskını, yangın çıkartma, ateşe verme gibi düşmanlara karşı kullanılabilecek tüm savaş tekniklerinin kullanılabileceğini belirtmiştir.

İsyan bastırıldıktan sonra ise canları ve malları dokunulmazdır. Hz. Ali de Haricilerle yaptığı savaşlarda esir olanları öldürmemiş, mallarına, kadın ve çocuklarına bir zarar vermemiş ve kaçanları takip etmemiştir.108
Bâğîlerin çatışma bölgesinde verdikleri zararları tazmin yükümlülükleri bulunmamaktadır. Maverdi ise bir başka görüş daha olduğunu söyler ve bu görüşe göre isyan çıkarmak haksız bir davranış olduğu için tazmin gerekir. Bâğîlerin isyandan sonra ellerindeki malları sahiplerine iade yükümlülükleri vardır. Kasıtsız öldürdükleri adamların da diyetlerinden sorumlu olurlar.

bâğîlere göre yakma, mancınık kullanma, suda boğma gibi toplu öldürme imkânı sağlayan silah ve araçlar kullanılamaz. Hanefi ve Malikilere göre ise yukarıda saydığımız gibi toplu ölüme yol açan silahlar bâğîlere karşı kullanılabilir. Bunlara göre kâfirlere karşı savaşta kullanılabilecek bütün araçlar bâğîlere karşı da kullanılabilir. UDEH, C. II, 663/a.

4. Bağy Suçunun Cezası
Bağy suçunun cezası Kur’an’da veya Sünnet’te belirlenmediği için bu suçun cezasının had suçu olarak mı yoksa tazir suçu olarak mı verileceği öğretide tartışmalıdır.

İslam hukukuna göre devlet aleyhine işlenen suçlar taziren cezalandırılır. Bize göre de bağy tazir suçu, bâğîlere verilecek ceza ise tazir cezasıdır. Eğer isyancılar isyan sırasında devlet adamlarına karşı direnme ve öldürme, ülkenin yönetimini ele geçirme, kamuya ait mallara ve topraklara el koyma, demiryolları ve köprülere zarar verme, kaleleri ateşe verme, önemli askeri hedefleri tahrip etme gibi ciddi nitelikli eylemler yapmışlar ve ülkeye ciddi anlamda zarar vermişlerse bunların alacağı ceza genel olarak ölüm cezasıdır. Suçun tespiti bakımından ise bu suç diğer bütün tazir suçları gibi kesin bir delil sistemine bağlanmış, bu sebeple haksız cezalandırmaların önüne geçmek amaçlanmıştır.115

İsyan sırasında ise asilerin öldürülmesi olayı bir meşru savunma durumu olması dolayısıyladır. İsyancılarla savaşılmasının bir meşru savunma durumu olmasının en büyük örneği; isyancıların ele geçirilen mallarının savaştan sonra tevbe ettikleri takdirde geri verilmesidir; ancak tevbe etmezlerse malları geri verilmez. Bu yüzden isyancılara verilecek cezaya, aslında isyancılarla mücadelenin bir hayatta kalma savaşı, bir meşru müdafaa olmasından dolayı ceza demek acımasız bir tabir olabilir. Eğer isyancıların geride katılabilecekleri isyancı birlikleri halen mevcutsa esir veya yaralı olan isyancıların da öldürülebileceği görüşünde olanlar vardır.

Bir görüşe göre, savaşa ve çatışmalara bizzat katılmış olan bâğîler arasındaki kadınlar ve yaşlılar da esir düştüklerinde katledilebilirler. Çünkü bunlar bizzat muharip olmuşlardır. Serahsi ise isyancılardan olan bir kadının sadece çatışma sırasında öldürülebileceğini, esir alınan savaşçı kadının ise ortada hiçbir isyancı kalmayıncaya kadar hapsedileceğini belirtir. Bu duruma sebep olarak ise dinden dönen bir kadın bile öldürülemezken, isyan eden bir kadının evleviyetle öldürülemeyeceği görüşündedir.

Bu suçun tazir suçu olarak kabul edilmesi durumuna binaen, devlet başkanı da tazir cezalarını uygulama mercii olduğundan; isyancıların isyan ile ilgili olmayan suçlarını affedemezken, isyan suçundan dolayı ceza vermeyip affedebilir.

İsyan suçunun mirasçılık açısından sonuçları ise şu şekilde tezahür edebilir; Ebu Hanife ve İmam Muhammed’e göre bâğî, savaş esnasında devlet kuvvetleri arasında bulunan kendi akrabalarından birini katlin hakkaniyetine inanarak öldürürse maktule varis olabilir, aksi takdirde varis olamaz. Ebu Yusuf’a göre ise iki durumda da varis olamaz. Ahmed b.
Hanbel’e göre de isyancı öldürdüğü akrabasına hiçbir durumda mirasçı olamaz. Malikilere göre ise kasten öldürmüşse mirasçı olunamaz; fakat taksirle öldürmüşse mirasçı olunur.126

5. Gayrimüslimlerin İsyanı veya İsyana Yardımları Dârülharp (İslam devleti ile arasında sulh bulunmayan gayrimüslim devlet)’te yaşayan gayrimüslimler (Harbiler), isyan eden Müslümanlara yardım etmek üzere anlaşma yapsalar bu anlaşma geçerli değildir. Zira Müslüman kimse gayrimüslime verdiği eman için anlaşma yapabilir. Burada ise tam tersi bir durum söz konusudur. Aynı durum isyancıların sıkıştırmasıyla harbilerin ülkesine sığınan İslam ülkesi askerlerinin harbilerden yardım alıp, bu yardımı bâğîlere karşı kullanmalarında da söz konusudur ve bu caiz görülmemiştir. Zira burada hakim güç harbiler olmaktadır ve bir Müslüman için harbinin himayesinde ve onun bayrağı altında, bir Müslümana karşı savaşa girişmesi sahih görülmez. Ancak Dârülharbe iltica etmeden, İslami idare, bâğîlere karşı zimmi ve harbilerden yardım alabilir. Nitekim harbilere karşı savaşan İslam ordusu gayrimüslimlerden hayvan kiralama, ihtiyaçları giderme gibi konularda yardım alabilmektedir. Aksi bir görüş ise Maverdi’ye aittir. Şöyle ki, ona göre bâğîlerle yapılacak savaş için müşriklerden, zimmilerden yardım istenemez. Ancak müşrik ve mürtetlerle yapılacak savaş için bâğîlerden yardım istenebilir.

Müstemenler (İslam ülkesinde eman alıp yaşayan, zimmet akdi bulunmayan, yabancı ülke vatandaşları), bâğî Müslümanlara, herhangi bir zorlama olmaksızın yardım ederlerse emanları bozulur ve düşman haline gelirler. Bu durumda Hanefiler, müstemenleri, zimmilerle (zimmet akdi ile İslam ülkesinde yaşayan, İslam ülkesi vatandaşı gayrimüslimler) aynı statüde sayarlar. Nasıl ki bâğî olan Müslüman imandan çıkmazsa, müstemen de emandan çıkmış olmaz görüşünü benimserler. Diğer mezhepler ise, müstemenlerin kendi istekleri ile bâğîlere yardım etmesi durumunda emanlarının bozulacağını, dolayısıyla esir edilip mal ve canlarının helal sayılacağını, çocukları ve eşlerinin esir edilebileceğini söylerler. Ancak müstemenler bâğîler tarafından yardıma zorlanmışlarsa ittifak olan görüşe göre emanları bozulmaz.

Zimmiler konusunda ise; bâğîlere katılıp ehl-i adl’e (hükümet güçleri) karşı birlikte isyan eden zimmiler, zimmet akdini bozmuş sayılmazlar. Çoğunluk görüş bu yöndedir. Hanbelilere göre ise, zimmiler bu hareketleri ile zimmet akdini bozmuş olurlar ve harbi (düşman) konumuna gelirler. Fakat zimmiler, bâğîleri ehl-i adl sanıp onlarla beraber savaştıklarını, Müslüman yöneticilere itaat ettikleri gibi bâğîlere de itaat etmeleri zorunluluğu altında bulunduklarını sandıklarını, aslında isyan kasıtlarının olmadığını iddia ederlerse, bu iddiaları kabul edilir ve isyan suçundan cezalandırılmazlar. Bununla beraber, mal ve can güvenliğine dair zarar verdikleri hususları tazmin yükümlülüğü altına girerler.

Zimmilerin veya müstemenlerin Müslüman isyancılar olmadan kendi başlarına isyan etmeleri halinde ahitlerinin bozulup harbi hale geleceği noktasında İslam hukukçuları ortak görüştedirler. İsyana başlayan zimmilere yardım eden müstemenlerin durumu da aynıdır. Bu durumdaki gayrimüslimlerin kanı, malı, çocukları ve kadınları
Müslümanlar için helal hale gelir.

SONUÇ
Siyasi suçlar kategorisinde yer alan bağy suçu devletin varlığını ve bağımsızlığını tehlikeye düşürebilecek bir durum olduğu için bu suçun soruşturma ve kovuşturması oldukça titizlikle yapılmıştır. Ancak doğrudan devleti ve iktidarı hedef alan bu suçun soruşturmasında bile Asr-ı saadet ve ilk halifeler devrinde olduğu gibi Osmanlı devleti uygulamasında da adalet anlayışından sapılmamasına gayret gösterilmiştir.

Bazı Batılı oryantalistlerin iddialarının aksine İslam hukukunun cezalandırma prensibinde suçsuz bir kimseyi cezalandırmaktansa gerekirse on suçluyu serbest bırakma düşüncesi esas alınmıştır.

İslam hukuku, insanların devlet yönetiminde veya devlet başkanında gördükleri eksiklikleri veya yanlışlıkları, açık bir şekilde ifade etme özgürlüğünü kısıtlamamıştır. Vatandaşların bu durumlardaki hakarete ve saldırıya varmayan bir şekilde, eleştiri hakları olduğu olgusunu savunmuştur.
Adil devlet yöneticileri de, vatandaşların bu eleştiri hakkını kullanmasında bir sınırlama uygulamamışlar ve gerçek adalet ortamının sağlanmasında büyük bir ilerleme sağlamışlardır. Zıt karakterdeki devlet yöneticilerinin uygulamaları ise ulema tarafından uygun görülmemiş ve tasvip edilmemiştir.

Sonuç olarak belirtmek gerekirse; İslam hukukunda, bâğîlerin aynı zamanda Müslüman oldukları ve dayandıkları sebebin de kendilerince haklı olduğu gerçeği asla unutulmamış, gerek isyan bastırılmadan önce ve gerek isyan bastırıldıktan sonra onların Müslümanlık onurlarına zarar verilmemesine, ehemmiyetle özen gösterilmiştir.

KAYNAKLAR
ABOU EL FADL, Khaled, Rebellion and Violence in İslamic Law, Cambridge University Press, 2001.
AKGÜNDÜZ Ahmet, İslam ve Osmanlı Hukuku
Külliyatı, İst. 2011.
AKMAN, Mehmet, “Önceki Hukukumuzda İsyan Suçu”, MÜHF Hukuk Araştırmaları, İstanbul, 1995. AKŞİT, Cevat, İslam Ceza Hukuku ve İnsani Esasları, İst. 1976.
AVCI, Mustafa, Osmanlı Ceza Hukuku Özel Hükümler, Konya, 2014.
——-: Osmanlı Hukukunda Suçlar ve Cezalar, İst. 2004.
——-: Türk Hukuk Tarihi Dersleri, Konya, 2015. AYDIN, Mehmet Akif, Türk Hukuk Tarihi, 12. Baskı, İst. 2014.
BARDAKOĞLU, Ali, “Eşkıya”, DİA.
BAYRAKTAR, Köksal, Siyasal Suç, İstanbul, 1982.
BİLMEN, Ömer Nasuhi, Hukuk-ı İslâmiyye ve Istılahat-ı Fıkhiyye Kamusu, İst.1975.
Buhari (ö.870), Sahih-i Buhari, Ter: Mehmed Sofuoğlu, Ötüken Yayınları, İstanbul, 1990.
CİN, Halil / AKGÜNDÜZ, Ahmet, Türk Hukuk Tarihi,
İst. 1995. CİN Halil/AKYILMAZ Gül, Türk Hukuk Tarihi, Konya, 2013.
DEVELLİOĞLU, Ferit, Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Lûgat, Ankara, 2013.
Ebu Davud, Süleyman b. el-Eş’as b. İshak el-Ezdi Ebû Davud es-Sicistani (ö.889), Sünen-i Ebu Davud, Ter: Abdullah Parlıyan, Konya Kitapçılık, Konya, 2007.
EBU ZEHRA, Muhammed, İslam Hukukunda Suç ve
Ceza, çev. İbrahim Tüfekçi, İst.1994.
ERSOY, Seyde, “İslam Hukukunda Terörle İlgili Suçlar ve Cezaları”, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi S.B.E,
Kahramanmaraş, 2007. FİDAN, Yusuf, İslam’da Yabancılar ve Azınlıklar Hukuku, Konya, 2005.
HALEBİ, İbrahim b. Muhammed b. İbrahim (ö.1549), Mülteka’l-ebhur, Tercüme: Mustafa Uysal, İstanbul, 1972.
HAMİDULLAH, Muhammed, İslam’da Devlet İdaresi, çev. Hamdi Aktaş, Beyan Yayınları, İstanbul, 2012.
İBN ABİDİN, Muhammed Emin (ö.1836), ReddülMuhtar Ale’d-Dürri’l-Muhtar, C:IX, terc. Ahmet Davudoğlu, İst.1985.
İbn Mâce, Muhammed b. Yezid Ebu Abdullah el-Kazvini
(ö.887), Sünen-i İbn Mâce, Terc: Haydar Hatipoğlu, Kahraman Yayınları, İst.1982.
Kur’an Yolu, Türkçe Meal ve Tefsir, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, Ankara, 2012. KARAMAN, Hayreddin, Mukayeseli İslam Hukuku, İst. 2012.
KAŞIKÇI, Osman, Osmanlı’da Devlet Başkanlığı, İzmir, 2012.
MAVERDİ, Ebu’l Hasen Ali b. Muhammed, el-
Ahkamu’s-Sultaniyye, çev. Ali Şafak, İst.1976.
MAVSILİ, Abdullah b. Mahmud b. Mevdud, el-İhtiyar li-
Ta’lili’l-Muhtar, çev. Mehmed Keskin, Ümit Yayınları,
İstanbul, 1998. MUMCU, Ahmet, Osmanlı Devletinde Siyaseten Katl, Ank. 2007.
Müslim, Ebü’l-Hüseyn el-Kuşeyri en-Nişaburi Müslim b. el-Haccac (ö.875), Sahih-i Müslim, Ter: Ahmed Davudoğlu, Sönmez Neşriyat, İstanbul, 1977.
NEVEVİ, Ebû Zekeriyya Yakub b. Şeref (ö.1277),
Minhac, (Açıklamalı Şafii İlmihali), terc. Mithat Acat, İst. 2013.
Nesâî, Ahmed ibn Şuayb ibn Ali ibn Sinan Abu Abdurrahman (ö.915), Sünen-i Nesâî Tercemesi, çev. Abdullah Parlıyan, Konya Kitapçılık, Konya, 2005.
OKKA, Sevinç, “İslam Hukuku ve Osmanlı Uygulamasında Bağy Suçu”, Yüksek Lisans Tezi, Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Konya, 1997. ÖZEK, Çetin, Siyasi İktidar Düzeni ve Fonksiyonları Aleyhine Cürümler, İstanbul, 1967.
ÖZEL, Ahmet, “Dârülbağy”, DİA.
SERAHSİ, Ebu Sehl Ebu Bekir Muhammed b. Ahmed,(ö.1097), Mebsût, Editör: Mustafa Cevat Akşit, Gümüşev Yayıncılık, İst. 2008.
ŞAFAK, Ali, “Bağy”, DİA, C: IV, İstanbul, 1991.
———: Mezheplerarası Mukayeseli İslam Ceza Hukuku, Erzurum, 1977.
Şeyh Bedreddin, Camiu’l-Fusûleyn, (Yargılama Usulüne Dair, ed. Hacı Yunus Apaydın), Ankara, 2012.
TABASSUM, Sadia, “Combatants, not Bandits: The Status of Rebels in İslamic Law”, İnternational Review of the Red Cross, vol. 93, no: 881, 2011.
Tirmizî, Ebû İsa Muhammed b. İsa b. Serve es-Sülem, (ö.892), Sünen-i Tirmizî, Ter: Abdullah Parlıyan, Konya Kitapçılık, Konya, 2004.
UDEH, Abdülkadir, Mukayeseli İslam Ceza Hukuku, çev. Ali Şafak, İst. 2012.
ÜÇOK, Coşkun, MUMCU, Ahmet, BOZKURT,
Gülnihal, Türk Hukuk Tarihi, Ankara, 2006.
YAŞAR, Muhammed Yusuf, “İslam Hukukunda Bağy Suçu ve Cezası”, http://www.mazgirtmuftulugu.gov.tr

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

İlginizi Çekebilir

Leyle-i Berat Hakkında (Âyet, Hadis, Risale-i Nur)

BERAT: Nişan, rütbe ve imtiyaz için verilen resmî belge, kurtuluş. Sitemizde Berat Gecesi ile İlgili yazılar …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Önceki yazıyı okuyun:
İslam’da Akraba ve Akrabalık Hakkında

AKRABA Birbirine yakın kimseler, aralarında, nesep, süt veya evlilikten doğan bir yakınlık bulunanlar. Birbirinin soyundan …

Kapat