Ana Sayfa / İLİM - KÜLTÜR – SANAT – FİKRİYAT / Makaleler / İslam Medeniyetinde Yönetim Anlayışının Esasları

İslam Medeniyetinde Yönetim Anlayışının Esasları

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

İSLAM MEDENİYETİ’NDE YÖNETİM ANLAYIŞININ ESASLARI

İdarecilik veya diğer adıyla yönetim, Hz. Âdem’den (as) beri var olagelen bir olgu olarak günümüze kadar gelmiştir. Ve insanlığın en temel ihtiyaçlarından biri olarak kendini göstermiştir. Zira insanın fıtratı, bir yönetim ihtiyacını gösterdiği gibi, kâinatın fıtratı diye tabir edebileceğimiz tabiatta cereyan eden birçok hadise de, bize adeta yönetim anlayışını ders vermektedir.

Bir yönetim olgusundan söz edebilmek için şu dört unsurun bir arada bulunması gerekir:

  • Belli bir fikir sistemi
  • O fikir sistemi etrafında toplanmış kitle, topluluk
  • Fikir sistemine uygun şekilde güdülecek amaçlar, varılmak istenen hedefler ve gayeler.
  • Bütün bu unsurları belli bir münasebet ve muvazene içerisinde koordine ve organize eden ve denetimi sağlayan lider, yönetici.[1]

Şimdi bu unsurlar muvacehesinde İslam Medeniyeti’nin yönetim anlayışını değerlendirecek olursak;

  • Fikir sistemimiz, “insaniyet-i kübra” olarak tavsif ettiğimiz, hudutları Kur’an, Sünnet ve İslam ulemasınca çizilen İslamiyet
  • Topluluğumuz, -şu an için konuşacak olursak- 2 milyar İslam Ümmetidir.
  • Amacımız, hedefimiz ve gayemiz, iki cihan saadetini temin etmek, yeryüzünde adaleti hâkim kılmak, nizam-ı âlemi tesis etmek, insan-ı kâmil yetiştirmek pek çokları zikredilebilir.
  • Liderimiz, yöneticimiz ise, Muhammed (asm) ve O’nun (asm) dar-ı ahirete irtihalinden sonra risalet haricindeki vazifelerine memur olmak ve vekalet etmek üzere Halifedir.

Yönetim anlayışının esaslarına geçmeden evvel, İslam’ın yönetim anlayışının belkemiğini oluşturan şu iki hadis-i şerifi dikkatlerinize arz ediyorum:

“Bir kavmin efendisi, o kavme hizmet edendir.” (Keşfü’l-Hafa)

Hadis-i şerifte “Cihadın en üstünü zalim sultana karşı doğruyu söylemektir” buyrulmuştur.

“Dikkat edin, hepiniz çobansınız ve hepiniz sürünüzden mesulsünüz. İnsanlara hükmeden emir bir çobandır, tebaasından mesuldür. Erkek, ev halkı üzerinde bir çobandır ve onlardan mesuldür. Kadın, kocasının evi ve çocukları üzerinde bir çobandır ve onlardan mesuldür. Hizmetçi efendisinin malı üzerinde çobandır ve onlardan mesuldür. Haberiniz olsun, hepiniz birer çobansınız ve hepiniz güttüklerinizden mesulsünüz.” (Sahih-i Buhari)

İslam’da Yönetim Anlayışının Esasları

İslam’da yönetim anlayışı, şu beş unsur üzerine ikame edilmiştir: Emanet, Adalet, Liyakat, İstişare ve Meşruiyet. İslam âlimleri, bu unsurların dikkate alınarak tesis edilen yönetimlerin, ‘meşru’ olacağını kaydetmişlerdir.[2]

  • Emanet

Emanet; lügatte, “eminlik, istikamet üzere bulunmak, birisine koruması için teslim edilen şey” gibi manaları ifade etmektedir. Istılahi manası ile emanet mefhumu; hizmet makamlarının ve mevkilerin idareciye koruması için teslim edilmesini ve bu makamlara ve mevkilere ancak eminlik ve istikamet üzere bulunmakla sahip çıkılabileceği manalarını içerisinde barındırır.

İslam Medeniyetinde yönetim yalnızca yönetenlere emanet edilmemiştir. Yöne­tenlerin denetlenmesinden, yönetilenler sorumlu tutulmuştur. Yönetimin hem yönetene hem de yönetilene emanet edilmesi ideal bir toplumun hedefidir. Hadis-i şerifte “Cihadın en üstünü zalim sultana karşı doğruyu söylemektir” buyrulmuştur. Hz. Ebu Bekir (ra) döneminde “Eğer adaletten ayrılırsam beni uyarınız” deyince sahabe, “Seni kılıçlarımızla düzeltiriz” diye kendisini uyarmışlardır. Hz. Ömer (ra) da halifelik makamına getirilince şöyle demiştir: “Ey insanlar! Ben Allah ve Peygamberimize (asm) itaat ettiğim sürece siz de bana uyun ve itaat edin. Doğru yoldan saparsam, kılıçlarınızla beni doğrultun!”

Hz. Ömer (ra) zamanında gerçekleşen şu hadise, İslam’da var olan emanet ve emniyet anlayışını gayet güzel bir şekilde göstermektedir:

Hz. Ömer halife iken, bir gece makamına ashabdan biri gelir. Selam verip oturur. Fakat selamı alınmaz. Hz. Ömer işiyle meşguldür ve sahabe bekler. Sahabenin yüzüne bakmayan Hz. Ömer, işini bitirip mumu söndürür. Bir başka mumu yakar ve o anda sahabenin selamını alır, konuşmaya başlar.

Sahabe sorar;

-Ya Ömer, niçin hemen selamımı almadın ve bir mumu söndürüp diğer mumu yaktıktan sonra konuşmaya başladın?

Hz. Ömer cevap verir:

Evvelki mum devletin hazinesinden alınmıştı. O yanarken özel işlerimle meşgul olsaydım Allah indinde mesul olurdum. Seninle devlet işi konuşmayacağımız için, kendi cebimden almış olduğum mumu yaktım, ondan sonra senine konuşmaya başladım.

  • Adalet

Bediüzzaman Hazretleri, adalet kavramını iki şıkta değerlendirmiştir. Müspet adalet, hak sahibine hakkını vermek, menfi adalet ise; haksızları terbiye etmek.[3]

İnsan onurunun korunması ihtiyacından hukuki düzenlemeler ortaya çıkmıştır. İnsanlık, adaletle yönetilme arayışı içinde olmuş ve adalet, mülkün temeli kabul edilmiştir. Toplumda adaletin sağlanması için kitaplar ve peygamberler gönderilmiştir. Allah (cc), insanların adalete uygun davranmasını istemiştir; “Şüphesiz Allah, adaleti, iyilik yapmayı, yakınlara yardım etmeyi emreder; hayâsızlığı, fenalık ve azgınlığı da yasaklar.” (Nahl, 90)

Bu konuda bir başka ayet-i kerime de şöyledir:“Ey iman edenler! Allah için hakkı ayakta tutan, adaletle şahitlik eden kimseler olun. Bir topluluğa duyduğunuz kin, sizi âdil davranmamaya itmesin. Adaletli olun; bu, Allah korkusuna daha çok yakışan (bir davranış)tır. Allah’a isyandan sakının. Allah yaptıklarınızı hakkıyla bilmektedir.” (Maide, 8)

Resulullah (sav)’in bu konuya dair bir hadis-i şerifi şöyledir: “Kıyamet gününde Allah’ın en sevgilisi ve ona en yakın olan insan, adaletli olan devlet başkanıdır, Allah’ın en çok gazap ettiği ve kendisinden uzak tuttuğu kimse ise zalim devlet başkanıdır.”

Yine bir başka hadis-i şerifte Resul-i Ekrem (asm) şöyle buyurmaktadır: “Bir saat adaletle hükmetmek, gecesi ibadetle, gündüzü oruçla geçirilen altmış yıllık ibadetten hayırlıdır. Bir hükümde zulmün bir saati, altmış yıllık masiyetten (isyandan, günahlardan) daha şiddetli ve daha büyüktür.”

Kınalızade Ali Efendi, Ahlak-ı Alai’sinde, “Adalet, devletle; devlet, toprakla; toprak, askerle; asker, hazine ile; hazine, reaya (halk) ile; reaya ise adaletle olur” der. Burada ilk planda akla gelen manaların haricinde dikkat çeken husus, Kınalızade’nin en son planda devletin adaletini, reayanın, yani fertlerin bir araya gelerek oluşturduğu toplumun adaletine endekslemesidir. Bu anlayış, hem “Nasıl olursanız öyle idare edilirsiniz” hadis-i şerifi ile hem de “İnsanı yaşat ki devlet yaşasın” sözüyle tam bir uyum arz etmektedir.

İşte İslam Medeniyeti, yukarıda bahsi geçen anlayış üzerine adalet telakkisini geliştirmiştir. Buna delil, 1400 yıllık İslam tarihinde gelip geçen binler adil idarecilerdir. Bir misal teşkil etmesi noktasında, Fatih Sultan Mehmed Han’ın, Rum bir mimar ile arasında geçen ibretlik hadiseyi aşağıya kaydediyorum.

Allah (cc), insanların adalete uygun davranmasını istemiştir; “Şüphesiz Allah, adaleti, iyilik yapmayı, yakınlara yardım etmeyi emreder; hayâsızlığı, fenalık ve azgınlığı da yasaklar.” (Nahl, 90)

Fatih Sultan Mehmed, adını taşıyan camiin inşaatında kullanılacak mermer sütunları kestiren Rum mimarlardan İpsilanti Efendi’ye kızıp elini kestirir. Bunun üzerine İpsilanti Efendi, ilk İstanbul Kadısı Sarı Hızır Çelebi’ye başvurur. Haksızlığa uğradığını belirtip, hakkının Padişah’tan alınmasını ister. Kadı, Padişah’ı çağırtır. Padişah girdiğinde İpsilanti Efendi davacı makamında ayakta durmaktadır. Padişah “maznun” minderine bağdaş kurmak üzereyken, Kadı Efendi kükrer: “Begüm, hasmınla mürafaa-i şer’ olunacaksın, (beyim, davacı ile hukuk önünde yüzleşeceksin) ayağa kalk!” Padişah kalkar. Kendisini savunması istenince hata ettiğini belirtir. Kadı Efendi, “Kısasa kısas” hükmünü verir: Hüküm gereğince Padişahın da eli kesilecektir. Dinleyenler dehşetten ve hayretten dona kalmışlardır. Padişah boyun bükmüş, hükme rıza göstermiştir. Durum o kadar alışılmışın dışındadır ki, İpsilanti Efendi’nin eli, ayağı titremeye başlamıştır. Aklı başına gelir gibi olunca kendisini Padişahın ayaklarına atar ve: “Davamdan vazgeçtim. İslâm adâletinin büyüklüğü karşısında küçüldüm. Böyle bir cihangirin elini kestirip kıyamete kadar lânetlenmeyi göze alamam” der. Fatih’in eli kesilmekten kurtulur. Ama tazminat ödemeye mahkûm olur. Kestirdiği elin diyetini şahsî gelirinden öder. Ayrıca bir de ev verir. Mahkeme sona erip herkes çıktıktan sonra, Padişah, Kadıya döner: “Bak a Hızır Çelebi, bu padişahtır deyu iltimas eyleseydin, şer’i şerife mugayir hüküm verseydin şu kılıçla başını koparırdım.” Kadı Hızır Çelebi minderini kaldırır, minderin altında duran demir topuzu Padişaha gösterir: “Siz de padişahlığınıza mağruren hükmü tanımasaydınız billahi bu topuzla başınızı ezerdim.” 

  • Liyakat

Lâyık olma, uygunluk, yetenek, yeterlilik gibi anlamları olan bir terimdir. İslam Medeniyetinde bir idarecinin / liderin liyakat sahibi olması noktasında şu beş unsur hayati önem taşımaktadır: İlim, takva, güzel ahlak, idare kabiliyeti ve adalet.

Cenab-ı Hak, Hz. Âdem (as)’ın arza halife olmasını, yani hilafete liyakatini, onun ilmi üstünlüğü yönünden göstermektedir. Şöyle ki; Cenab-ı Hak, ‘Talim-i Esma’ diye tesmiye edilen bütün eşyaların isimlerinin öğretilmesi mucizesini Hz. Âdem’e vermekle, onun ve onun zımnında bütün beni Âdem’in –belli şartlar dâhilinde- melaikeye ruchaniyetini ve hilafet-i arza liyakatini izhar etmiştir.[4]

Bir idareci, Allah’tan korkmazsa, yani takva sahibi olmazsa, o halde onun ilminin bir geçerliliği olmaz. Zira ilmini hayatına tatbik edemeyen bir insan, Müslümanlara idareci olarak tayin edilemez.

Bunun yanında, bir idarecinin etrafındaki Müslümanları yönlendirmesinde en önemli unsur, onun güzel ahlak sahibi olmasıdır. Bu meseleye tek bir misal olarak, Rabbimizin, Peygamberimize (asm) gerçekleştirdiği şu hitap yeterlidir: “Allah’ın bir rahmeti olarak sen onlara yumuşak davrandın; eğer katı kalpli ve kırıcı olsaydın, etrafından dağılıp giderlerdi.” (Al-i İmran, 159)

“Emanet zayi edildiğinde kıyametin kopmasını bekleyin. ‘Ya Resulallah, emanetin zayi edilmesi nasıl olur?’ denince, (Görev ehlinden başkasına verildiği zaman kıyameti bekleyin) buyurdu.” Bu hadis-i şerif, pek çok liyakat unsuru ile birlikte idare kabiliyetinin önemine de dikkat çekmektedir.

İşi ehline verme, aslında bir basiret ve feraset işidir. Efendimiz Medine’ye hicreti sırasında yanına en sadık dost olarak Hazret-i Ebû Bekir’i alırken de, Habeşistan’a gönderdiği heyetin başına Cafer b. Ebi Tâlib’i seçerken de, Medine’ye ilk mürşid olarak Hazret-i Mus’ab b. Umeyr’i gönderirken de, hicret ederken yatağına Hazret-i Ali’yi bırakırken de, Mekke’de kalıp istihbarat yapmak üzere Hazret-i Abbas’ı bırakırken de, hep isabet etmiştir. Her birini kabiliyetlerine göre görevlendirmiş, hepsi de işin ehli olarak ellerinden geleni yapmış ve görevlerini hakkıyla eda etmişlerdir.

Aynı şekilde, Efendimiz’in (sav) vefatından kısa zaman önce Suriye üzerine yapılacak bir sefere bütün sahabeler arasından 17 yaşındaki Üsame Bin Zeyd’i (ra)  kumandan tayin etmesi bunun en güzel örneklerindendir. Bu sayede efendimizin vazife tevdiinde maharete ne kadar önem verdiği anlaşılmış, hem o işler tam olarak gerçekleşmiş, hem de o sahabe efendilerimiz vazifelerinde başarılı olmanın huzurunu yaşamışlardır.

Ebu Zer (ra) anlatıyor: “Ey Allah’ın Resulü beni memur tayin etmez misin?” dedim. O bana dedi ki;

“Ey Ebu Zer, ben seni zayıf görüyorum. Ben kendim için istediğimi senin için de isterim. Sakın iki kişi üzerine amir olma, yetim malına da velilik yapma. Memurluk bir emanettir, hakkını vermediğin takdirde kıyamet günü perişanlık ve pişmanlıktır. Ancak kim onu hak ederek alır ve onun sebebiyle üzerine düşen vazifeleri eksiksiz eda ederse o günün perişanlığından kurtulur.” (Müslim)

Müslüman lider / idareci, haklı olan zayıfın hakkını, zalim olan kuvvetliden almalı, zayıfı güçlendirmeli, yani; adaleti tesis etmelidir. Hz. Ebu Bekir (ra), hutbesinde şöyle demişti:“Sizin zayıfınız, haklı olduğu takdirde benim yanımda en kuvvetlinizdir. En kuvvetliniz de haksız olduğu takdirde, en zayıfınızdır.”

Liyakat esasını Hz. Ömer (ra) ve Bediüzzaman Hazretlerinin bahsimize dair sözleriyle hitama erdirelim.

Hz. Ömer (ra), şöyle demektedir: “Bu idarecilik işi ancak zulme varmayan bir disiplin, zayıflığa varmayan bir yumuşaklık, israfa varmayan bir cömertlik, cimriliğe varmayan bir tutumlulukla gerçekleştirilebilir.” (Kenzü’l-Ummal, hn: 14262)

Üstad Bediüzzaman ise şöyle diyor:

“Ey tabaka-i havâs! Biz, avam ve ehl-i medrese, sizden hakkımızı isteriz. (Biz sizden) sözünüzü, fiilinizle tasdik etmenizi, başkasının kusurunu kendinize özür göstermemenizi, işi birbirine atmamanızı, üzerinize vacip olan hizmetimizde tekâsül etmemenizi, vasıtanızla zâyi olan mâfâtı telâfi etmenizi, ahvâlimizi dinlemenizi, hâcetimizle istişare etmenizi, bir parça keyfinizi terk etmenizi ve keyfimizi sormanızı istiyoruz!” (Münazarat)

  • İstişare

Meşar; arı kovanına denir. Şura; bal gümecine denir. Mişvar; kovandan gümeci kesüp balını sağacak alete denir. İstişare ise; [kovandan] bal sağmak manasınadır. (Mütercim Asım Efendi, Kamus Tercümesi)

Yönetimde işlerin karşılıklı danışılarak kara­ra bağlanmasına ve yürütülmesine istişare denir. İstişare, İslam yönetiminin temel esaslarındandır. “…işleri, aralarında şûrâ (danışma) ile olan­lar…” ayeti Mekke döneminde ve henüz İslam devleti kurulmadan nazil olmuştur. Kur’an’da “… Eğer (anne ve baba) kendi aralarında danışıp anlaşarak (iki yıl dolmadan) çocuğu sütten kesmek isterlerse onlara günah yoktur…”  ve “… İş konusunda onlarla müşavere et. Bir kere de karar verip azmettin mi, artık Allah’a tevekkül et, (ona dayanıp güven)…”  ayetleriyle hayata, istişare anlayışı­nın yön vermesi gerektiği vurgulanır.

Hz. Peygamber (sav) Müslümanlara şûrayı emrettiği gibi, kendisinin de genel ya da özel işlerde ashabı ile görüş alışverişinde bulunduğu bilinmektedir. Nitekim Resûl-i Ekrem (sav), ilk Müslüman toplumun var olma mücadelesinde belirleyici önemdeki her kararı ashabı ile iştişare ederek almıştır. Bunlar arasında Bedir, Uhud ve Hendek savaşlarının çeşitli aşamaları, Bey’atürrıdvân ve Hudeybiye Antlaşması örnek verilebilir.

İş hususunda onlarla müşavere et” ayeti indiği zaman Resul-ü Ekrem (asm)  şöyle buyurdu:
Biliniz ki, Allah da Resulü de müşavereden müstağnidir. Ancak Allah Teâlâ bunu benim ümmetime bir rahmet kıldı. Onlardan her kim istişare ederse hayırdan mahrum olmaz, her kim de terk ederse hatadan kurtulmaz.” 

Üstad Bediüzzaman Hazretleri de, istişarenin ehemmiyetine ziyadesiyle vurgu yapmaktadır. Ezcümle:

“Müslümanların hayat-ı içtimâiye-i İslâmiyedeki saadetlerinin anahtarı, meşveret-i şer’iyedir.
“Onların aralarındaki işleri, istişâre iledir.”  âyet-i kerimesi, şûrâyı esas olarak emrediyor. Evet, nasıl ki, nev-i beşerdeki telâhuk-u efkâr ünvanı altında asırlar ve zamanların tarih vasıtasıyla birbiriyle meşvereti, bütün beşeriyetin terakkiyâtı ve fünûnun esası olduğu gibi, en büyük kıt’a olan Asya’nın en geri kalmasının bir sebebi, o şûrâ-yı hakikiyeyi yapmamasıdır. 

Asya kıt’asının ve istikbalinin keşşâfı ve miftahı şûrâdır. Yani, nasıl fertler birbiriyle meşveret eder; taifeler, kıt’alar dahi o şûrâyı yapmaları lâzımdır ki, üç yüz, belki dört yüz milyon İslam’ın ayaklarına konulmuş çeşit çeşit istibdatların kayıtlarını, zincirlerini açacak, dağıtacak, meşveret-i şer’iye ile şehâmet ve şefkat-i imâniyeden tevellüd eden hürriyet-i şer’iyedir.” (Hutbe-i Şamiye)

  • Meşruiyet

Meşruiyet; genel ahlak ve hukuka uygun olmak anlamındadır. İslami yönetimde meşruiyet, dinî, ahlaki, hukuki yönden olumlu bir değer taşıyan ve dinin onayladığı düzenlemelerdir. Meş­ruiyet, ilahi kanunun üstünlüğüne dayanır. Bu hususta Kur’an’ın hükmü açıktır: “Ey iman eden­ler! Allah’a itaat edin. Peygamber’e itaat edin ve sizden olan ulu’l-emre (idarecilere) de. Herhangi bir hususta anlaşmazlığa düştüğünüz takdirde, Allah’a ve ahiret gününe gerçekten inanıyorsanız, onu Allah ve Resulüne arz edin. Bu, daha iyidir, sonuç bakımından da daha güzeldir.” Müslüman yöne­ticiler, yetki bakımından Allah’ın (cc) hükümlerinin uygulayıcılarıdır. Yöneticiler yasama, yü­rütme ve hükümde keyfilik yapamaz; herhangi bir ferde yahut zümreye ayrıcalıklı davranamaz.

Hz. Ali halifeliği döneminde yanında bulunanlara bir emir verir. Bir süre sonra verdiği emrin yerine getirilip getirilmediğini merak eder ve sorar:

“Size emrettiğim işi yaptınız mı?”

Hz. Ali’nin verdiği emri henüz yerine getirmemiş olanlar biraz çekinerek, biraz da utanarak “Hayır!” derler.

Hz. Ali onları şu şekilde uyarır: “Allah’a yemin ederim ki ya size emredileni yaparsınız ya da Yahudiler ve Hristiyanlar gelip boynunuza biner.” (İbn Ebi Şeybe)

İslam Medeniyeti, meydana getirmek istediği faziletli toplum için esaslar belir­lerken, bu toplumun yönetim anlayışının esaslarını da ortaya koymuştur. Bu esaslar silsileten incelendiği takdirde görülecektir ki, İslam medeniyetinde lider / yönetici, kendisine verilen görevle toplum ve topluma ait olanın kendisine emanet olduğunu bilir; emanete ihanet etmemeyi, emin-güvenilir olmayı kendine şiar edinir. Güvenilir yönetici, toplumu adaletle yönetir. Kanun karşısında bütün fertlerin eşitliğini sağlar. Liyakat sahibi olana yöneticilik verilir. Emanet ve adalet esaslarını yerine getiren liyakatli yöneticinin seçimi istişare ile yapılır. Yapılan istişareler sonucu seçilmiş olan yönetici meşruiyet kazanmış olur. Meşruiyet kazanmış olan “ulu’l-emre” (yöneticilere) uymak zorunludur. Yönetim esaslarındaki bu uyum sağlandığında Rabbimizin razı olacağı, hikmet ve adaletle donanmış faziletli ve örnek toplumun inşası, ikamesi ve idamesi mümkün kılınabilir.

Rabbimiz! Bu esasları hayat-ı içtimaiyemizde yeniden hükümran eyle! Ve bizi, İslam’a layık Müslümanlar eyle! Alem-i İslam’da, hususiyetle memleketimizde, birliğimize, beraberliğimize, canımıza, kanımıza, dinimize ve Kur’an’ımıza kast etmek isteyenlere fırsat verme! Amin…

[1] İdris Tüzün, Hizmetkar Liderlik Modeli, SÜEDA Basım Yayın, İstanbul.

[2] Enver Çakmak, İslam Kültür ve Medeniyeti

[3] Bediüzzaman Said Nursi, Zülfikar Mecmuası

[4] Bediüzzaman Said Nursi, İşaratü’l-İ’caz Mecmuası

İrfan Mektebi Dergisi

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

İlginizi Çekebilir

Leyle-i Berat Hakkında (Âyet, Hadis, Risale-i Nur)

BERAT: Nişan, rütbe ve imtiyaz için verilen resmî belge, kurtuluş. Sitemizde Berat Gecesi ile İlgili yazılar …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Önceki yazıyı okuyun:
Biyolojik saatinize ayarlı mısınız?

Biyolojik Saat Nedir? Kainattaki her şey gibi, canlıların vücut faaliyetleri de belirli bir düzen içerisinde …

Kapat