İslâm’a Koşan Liderler – 2

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

Yazar: Âdem SARAÇ

LİDERLER İSLÂM’A KOŞUYOR -3

Hazret-i Üseyd bin Hudayr’ın ustaca kurgusuyla harekete geçen Sa‘d bin Muâz, öfkeyle mızrağını kapıp hemen o bahçeye doğru yöneldi. Bir yandan hızla gidiyor, bir yandan da öfkeyle bağırıyordu:

–Bu ne cüret, bu ne cesaret böyle! Burnumuzun dibine kadar gelip kavmimizi yoldan çıkaracaksınız öyle mi! Bu yetmiyormuş gibi, bir de kalkıp halamın oğlunu öldürmeyi düşüneceksiniz! Şimdi gösteririm gününüzü size!1

Abdüleşheloğullarının bahçesine aynı öfkeyle atlayıp giren Sa‘d bin Muâz, artan bir öfkeyle bağırıyordu:

–Sizi gidi haddini bilmezler sizi!

Gittikçe artan bir öfkeyle üzerlerine doğru giderken, bir anda durdu. Gördüğüne inanası gelmiyordu çünkü! Es‘ad bin Zürâre ile Mus‘ab bin Umeyr yan yana oturuyorlardı. Etraflarında da düzgün bir şekilde oturmuş çokça insan vardı. Bahçe çok büyüktü. Erkek, kadın, yaşlı, genç, çocuk; çok da insan vardı burada. Bu kadar kalabalığın buraya nasıl toplandığına şaşırdı.

Asıl şaşkınlığı ise, halasının oğlu olan Es‘ad bin Zürâre’ye idi. Es‘ad oldukça rahat görünüyordu. Üseyd ise onu öldüreceklerini söylemişti. Hiç de öyle öldürülecek bir adam gibi duruşu yoktu. Etrafındakilerin de düşmanca bakışları yoktu.

Bu durumda Üseyd yanılmış olmalıydı. Fakat buraya kadar gelmişken, şu Mus‘ab işini de kökünden halletmeliydi artık!

–Canını seven çekip gitsin buradan!

Öyle bir bağırdı ki; sadece o bahçe içinde ve etrafındakiler değil, nerede ise bütün Abdüleşheloğulları duymuştu bunu!

–Defolup gidin buradan, duymadınız mı?

Hem bağırıyor ve hem de üzerlerine gidiyordu. Öyle bir hâli vardı ki, bütün bahçenin karışması an meselesiydi…

–Ne yapıyorsunuz siz burada?!.

Durum gittikçe geriliyordu. Mus‘ab Hoca, oldukça sakin bir şekilde oturuyor ve bağırarak gelene bakıyordu. Hazret-i Es‘ad bin Zürâre yeniden devreye girdi:

–Ey Mus‘ab! Bu gelen kavminin büyüğü Sa‘d bin Muâz olup, benim de halamın oğludur. Eğer onu kazanabilirsen, o hidâyete ererse, bütün kavmi hidâyete erer. İşte bak, o da Üseyd bin Hudayr gibi, büyük bir öfkeyle bize doğru gelmektedir. Üseyd gibi o da çok zeki ve akıllı bir adamdır. Ne yapıp ederek onu dinlemeye iknâ edersen, çok büyük bir iş başarmış olursun.2

Hazret-i Üseyd bin Hudayr örneğinde olduğu gibi, Sa‘d bin Muâz da öfkeli bir şekilde geliyordu. Acele ile onun hakkında da Mus‘ab Hoca’ya yeterince bilgi verdi. Zaten daha önce bu iki büyük lider hakkında malûmat vermişti. Burada da biraz daha yakından ve yerinde tanıtarak, güncellemiş oldu:

–Ey Mus‘ab! Bu adama dikkat et! Üseyd’e kendini dinlettiğin şekilde, Sa‘d bin Muâz gibi dâhî bir adama da kendini dinletip kazanırsan, bütün kabîlesini de kazanmış olursun!

–Nasip diyelim ey Es‘ad, nasip!3

Sa‘d bin Muâz artan bir öfkeyle gelirken, mızrağını kaldırıp Hazret-i Mus‘ab’ın üzerine fırlatmak üzereydi. Her an her şey olabilirdi. Çevre emniyetini alanlar hemen yerlerinden fırladılar. Hâdiseye müdahale edileceğini gören Mus‘ab Hoca, hemen araya girdi:

–Sakın, sakın bir şey yapmayın!

–Biraz daha geç kalırsak, sonu çok kötü olabilir. Fırsat elimizdeyken yakalayalım şunu!

–Hayır, ben buraya birilerini azarlamak, yakalamak, öldürmek ya da öldürtmek için gönderilmedim!

–Sa‘d bin Muâz hiç de iyi niyetle gelmiyor ama!

–Sabredip bekleyin, sakın bir taşkınlık yapmayın!

Çok fena hâlde kızmış olan Sa‘d bin Muâz, olanları henüz tam olarak görüp anlayamamıştı. Hiç ses çıkmadığı için, korkuttuğunu düşünüyordu. Elindeki mızrağı ileri geri hareket ettirerek, hedefe kilitlemeye çalışırken, artan bir öfkeyle bağırdı:

–Yaşamak isteyen defolup gitsin!

Mus‘ab Hoca, her zamanki yumuşak ve sakin tavrıyla devreye girdi:

–Kiminle müşerref oluyoruz acaba?

–«Çekip gidin!» dedim, yoksa mızrağımı fırlatacağım!

–Sizinle tanışıyor muyuz? Önce bir tanışsak olmaz mı?

–Tanışmaya veya konuşmaya gelmedim ben buraya!

–Niçin geldiniz öyleyse?

–Sizi öldüreceğim!

–Aramızda bir düşmanlık mı var?

–«Çekip gidin!» dedim size, hâlâ konuşuyorsunuz!

–Çok yiğit birine benziyorsunuz siz!

–Bileğimi bükecek kimse yoktur buralarda!

–Çok da akıllı birine benziyorsunuz!

–Bu yörenin en büyük kabîle reisi benim!

–Yiğit, bilge ve akıllı bir kabîle reisi ile müşerref oluyoruz desenize!

–Konuşmayı kesin de defolup gidin!

–Neden?

–Aklı ermez zayıfların akıllarını çeliyorsunuz da ondan!

–Kimsenin aklını çeldiğimiz yok!

–Ne yapıyorsunuz öyleyse burada?

–Madem kabîle reisisiniz, neyin yanlış neyin doğru olduğunu anlarsınız, değil mi?

–Anlarım elbet!

–Öyleyse oturup bizi bir dinleyin. Eğer yanlış bir şeyler söylüyorsak, kabul etmezsiniz. Biz de sizi, kabul etmeyeceğiniz bir şeye zorlamayız. Çekip gideriz. Yok eğer iyi ve güzel şeyler söylüyorsak, siz de dinlersiniz. İşinize gelirse kabul eder, gelmezse kabul etmezsiniz. Biz sizi bunun için de zorlamayız. Şimdi ne diyorsunuz, bizi bir kerecik bile olsa dinlemez misiniz?

–Hem güzel ve hem de insaflı konuştun, anlat bakalım ey Mekkeli!

–Anlatayım öyleyse ey Medineli!4

Hazret-i Üseyd bin Hudayr sahnesinde olduğu gibi gelişmişti her şey. Mus‘ab Hoca, ona da aynı şekilde muamele etti.

Önce içinde bulundukları yanlış inanç ve yaşantıları üzerinde konuştu. Ama suçlayıcı ve hakaret edici ifadeler kullanmadı hiç. Yani; «Siz şöylesiniz!», «Siz böylesiniz!», «Şu yanlışın, bu çıkmazın içindesiniz!» gibi, tahrik edici şeyler söylemedi. Aksine hem çok yumuşak ve hem de; «Biz şöyleydik, biz böyleydik!..» diye, kendi hayatlarını öne çıkararak, aslında onların içinde bulundukları çıkmazları ve yanlışları anlattı. Hazret-i Üseyd sahnesinde olduğu gibi, Sa‘d bin Muâz da ister istemez; «Biz de öyleyiz!» ya da; «Aynısı bizde de var!» gibi sözlerle, hem kendi durumlarını itiraf eder bir duruma düştü ve hem de Mus‘ab Hocayı dinleme konumuna yükseldi.

Sa‘d bin Muâz; saldırma konumundan dinleme konumuna; dinleme konumundan da anlama konumuna geçince, Mus‘ab Hoca, usta bir manevra ile mesaja geçti!

Peygamber Efendimiz, örnek muallimin örnek hayatındaydı her zaman!

-Sallâllâhu aleyhi ve sellem…-

_________________________

1 İbn-i Hişâm, es-Sîretü’n-Nebeviyye, c. 2, s. 78.
2 Taberî, Târîhu’l-Ümem ve’l-Mülûk, c. 2, s. 236.
3 Beyhakî, Delâîlü’n-Nübüvve, c. 2, s. 439-440.
4 Taberî, Târîhu’l-Ümem ve’l-Mülûk, c. 2, s. 236; Zehebî, Târîhu’l-İslâm, s. 249; İbn-i Seyyidu’n-Nâs, Uyûnü’l-Eser fî Fünûni’l-Meğāzî ve’s-Siyer, c. 1, s. 159-160; Ebu’l-Fidâ İbn-i Kesîr,
el-Bidâye ve’n-Nihâye, c. 3, s. 152.

***

LİDERLER İSLÂM’A KOŞUYOR -4

Hazret-i Mus‘ab -radıyallâhu anh-; saldırgan bir tavırla gelen Sa‘d bin Muâz’a Rasûlullah -aleyhisselâm-’ı öyle güzel anlattı ki, Sa‘d hayran kaldı. Mus‘ab Hoca, Peygamberimiz şahsında İslâm’ı anlatmaya çalıştı. Tekrar geriden alıp, yeni bir hamle ile muhatabını her yönüyle konunun içine çekmek istedi:

–Biz birbirimizi yiyenler iken, şimdi birbirimize yedirmeye başladık! Rasûlullah -aleyhisselâm- bizi Kur’ân ile yeniden inşâ etti!

–Kur’ân ile mi inşâ etti?

–Önce insan olmayı öğrendik!

–Hepimiz insan değil miyiz?

–İnsanız tabiî! Ama insanlıkla alâkası olmayan insanlardık! İnsanlığın sultanından insanlığı öğrendik! Sonra da İslâm ile beraber müslüman olduk! Yeni bir kalıba döküldük sanki. Sürekli birbirimizi yerken, şimdi ise birbirimize yedirir hâle geldik! Önceleri güçlülerimiz zayıflarımızı eziyordu. Şimdi ise zayıflarımız güçlülerimizin himayesinde artık!

–Sizi bu hâle getiren nedir?

–Kur’ân-ı Kerim dedim ya! Allâh’ın kelâmı, âyetler yani!

–O âyetlerden yanında var mı?

–Var elbet.

–Onları bana okur musun?

Sa‘d bin Mu’âz artan bir hayranlıkla dinlerken, artık alıcı olmaya da başlamıştı. Mus‘ab Hoca, ona da Kur’ân okudu.1

Tepeden tırnağa değişmek böyle olurdu herhâlde. Yerinde duramaz bir hâle gelen Sa‘d bin Mu’âz, büyük bir heyecanla atıldı:

–Bu ne güzel, bu ne tatlı, bu ne içli bir kelâm!

–Vahiydir çünkü bu! Allah kelâmıdır, Allah kelâmı!

–Ben böyle bir şeyi ilk defa dinliyorum ey Mekkeli!

–Kur’ân-ı Kerim’dir bu ey Medineli!2

–Siz bu dîne girmek için ne yaparsınız?

–Önce yıkanıp, üstünü başını temizlersin. Sonra da şahâdet getirir ve iki rekât namaz kılarsın…

Huzurun kaynağından huzur alan Sa‘d, hemen söylenenleri yaptı. İslâm ile şereflendi. Hemen ardından da yerinden fırlayıp kalktı:

–Tattığımı tattırmak istiyorum! Şimdi hemen gidip kavmimi İslâm’a davet edeceğim ey Mus‘ab! İstersen onları alıp buraya getireyim, istersen gidip kendim tebliğ edeyim!

–Kendi kavmini kendin daha iyi tanırsın ey Sa‘d! Öyle görünüyor ki, bizzat kendin gidip tebliğ etsen, daha iyi olacak.

–Öyleyse bana müsaade!

–Allah yâr ve yardımcın olsun ey Sa‘d!

Öldürmek veya en azından buradan kovmak için öfkeyle gelen Sa‘d, şimdi îmân etmiş bir müslüman olarak dönüyordu. Kabîle reisi Sa‘d, şimdi Hazret-i Sa‘d -radıyallâhu anh- olmuştu!

Hiç zaman kaybetmeden kabîlesini topladı. Evs kabîlesinin her ferdi, bu toplantıya katıldı. Çünkü onlar reislerine çok bağlıydılar:

–Ey kavmim, beni nasıl bilirsiniz?

–Sen bizim başımızsın! Sen bizim önderimiz, en akıllımız ve en iyimizsin! En bilgemiz sensin bizim!

–Peki ben bir şeye karar versem, verdiğim karara sizi de çağırsam, ne dersiniz?

–Sen bize denizi göster, biz yine dalarız!

–Öyleyse beni iyi dinleyin! Sizden, şimdiye kadar size zarar verici bir şey istedim mi ben?

–Hayır!

–Size zarar verecek bir şeyi emrettim mi?

–Hayır!

–Öyleyse şimdi daha da iyisini istiyorum sizden. Şimdiye kadar neyi emrettimse ve neyi yasakladımsa, onların çok üstünde bir şeyi emrediyor ve yasaklıyorum!

–Emret, emrini yerine getirelim! Yasakla, yasakladığını atıp terk edelim!

–Allah ve Rasûlü’ne îmân etmenizi emrediyorum önce! Şurada O’nun temsilcisi bulunuyor. Gidip bizzat dinledim ve onun şahsında Allah ve Rasûlü’ne îmân ettim!

–Yani sen müslüman mı oldun yoksa ey Sa‘d?

–Evet, ben müslüman oldum elhamdülillâh! Şimdi de sizden Allah ve Rasûlü’ne îmân etmenizi istiyor; «Müslüman olunuz!» diyorum. İsteğim de emrim de budur! Putlara tapmayı yasaklıyorum, bunun için de bütün putları atıp kırmanızı istiyorum! Eğer îmân edip müslüman olursanız, kabîle reisi olarak başınızda durmaya devam edeceğim! Yok; eğer îmân etmezseniz, bu benim sizinle son konuşmam olacak!

–Sen bizim en bilgemiz ve başımızsın! Sen neredeysen, biz de oradayız. Şimdi söyle bize ey Sa‘d! Bu yeni dîne nasıl girilir?

Hazret-i Sa‘d bin Mu’âz -radıyallâhu anh-, öyle içten «Kelime-i Şahâdet» getirdi ki, bütün kabîlesinin gönüllerinde fırtınalar estirdi. Hemen oracıkta bütün kabîle İslâm ile şereflendi.

Lider olarak önde gelen biri olduğu gibi, müslüman olarak daha bir öne geçmişti. Hemen ardından da kavmini İslâm’a davet etmişti.

Peygamber Efendimiz’in temsilcisi, O’nu çok iyi temsil etmişti çünkü.

-Sallâllâhu aleyhi ve sellem…-

__________________

1 Kur’ân-ı Kerîm, Zuhruf Sûresi, 43/1-14.

2 Taberî, Târîhu’l-Ümem ve’l-Mülûk, c. 2, s. 236.

yuzaki.com

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

İlginizi Çekebilir

Ramazan’dan Sonra

Ramazan’dan Sonra Fatma Bayram Bazı anları sonsuza kadar durdurmak istesek de zaman -iyi ki- bizi …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Önceki yazıyı okuyun:
Âl-i Abâ hakkındadır

İKİNCİ SUAL: Âl-i Abâ hakkındadır. Kardeşim, Âl-i Abâ hakkındaki cevapsız kalan sualinizin çok hikmetlerinden yalnız bir …

Kapat