İslâm’da İdarecilik

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

“Bir kavmin efendisi, o kavme hizmet edendir.” “Hepiniz çobansınız ve hepiniz sürünüzden mesulsünüz. İnsanlar üzerinde idareci olan, onların çobanıdır ve o, onlardan mesuldür. Kişi, ailesinin çobanıdır ve onlardan mesuldür. Kadın, kocasının evinin çobanıdır ve ondan mesuldür. Hizmetkâr, efendisine âid malın çobanıdır ve elinin altındakinden mesuldür. (Elhâsıl) her biriniz çobansınız ve her biriniz sürünüzden mesulsünüz”. Hadîs-i Şerif

Peygamberimiz (asm), şöyle buyurur: “İslâm ve sultan ikiz kardeştir. İkisi de birbirine muhtaçtır. (Biri olmazsa diğeri de olmaz). İslâm, temeldir; sultan ise bekçidir. Temeli olmayan yıkılır, bekçisi olmayan (mal da) zâyi olur.”

İdarecilik nefse oldukça lezzetli, tatlı gelen, aynı zamanda mesuliyetli, veballi, zor bir iştir. Bu yüzden şeriat, yöneticilik kabiliyeti olmayan veya onu suistimal edecek, nefsanî arzuları tatminde kullanacak, zulmedecek kimseleri şiddetle korkutarak ve sakındırarak onların bu işten uzak durmalarını istemiştir. Ama liyâkati olanların da kendilerine tevdi edildiği zaman kabul etmeleri için mânevî mükâfatını da oldukça büyük göstermiştir.

Ehliyet ve liyâkatleri olmayanlara vâlilik ve yöneticilik vermek haramdır. Ona bırakılması haram, onun talep etmesi haram, kabul etmesi de haramdır. Ehliyeti olanlara kabulü caiz, talebi mekruhtur. Meğerki taayyün etmiş olsun. Yani o işe ondan başka ehil bulunmazsa o zaman talep vâcib bile olur.

Allah, Âdem (as)’ı arza halife kılacağını söyleyince melekler, îtiraz etmişlerdi. Allah da Âdem (as)’ın hilâfete lâyık olduğunu ilmî üstünlüğünü izhar ederek göstermişti. Mâdem ilim Âdem (as)’ın arza halife kılınmasının en mühim özelliğidir, öyleyse Müslümanların başına geçecek şahsın da ilim yönünden üstün olması zarurîdir.

Müslüman lider, Allah’tan korkmalı, müttaki olmalı, Allah’ın emir ve yasaklarına son derece riâyet etmelidir. İmam Gazalî, hilâfetin şartlarını sayarken veranın, yani şüpheli şeylerden kaçınma hasletinin en mühim şartlardan biri olduğunu söyler. Der ki “Bu sıfat, üzerinde en fazla durulmaya lâyık olanıdır. Sıfatların en yücesi, en büyüğü ve en önemlisidir.

İdris Bitlisî şöyle der: Bir cemiyette en yüksek makama oturanlar, en şerefli sıfatlarla muttasıf ve en ulvî ahlâkla mutehallık olmalıdırlar. Aksi takdirde şeklen hilâfet makamında oturduğu halde, mânen Hz. Süleyman’dan saltanat yüzüğünü çalıp oraya muvakkaten geçen ehrîman devi gibi olur.

Bir bedevî Peygamberimizden “Kıyamet ne zaman kopacak?” diye sordu. Peygamberimiz (asm) “Emânet zâyi edildiği zaman, kıyâmeti bekle.” dedi. Yine o bedevî: “Yâ Resûlallah! Emânet nasıl zâyi edilir?” diye (tekrar) sorunca: “İş, ehil olmayanlara verildiği zaman, kıyâmeti bekle.” buyurdu.

“Bir saat adaletle hükmetmek, gecesi namazla, gündüzü oruçla geçirilen 60 yıllık ibadetten hayırlıdır. Bir hükümde zulmün bir saati 60 yıllık masiyetten (isyandan, günahlardan) daha şiddetli ve daha büyüktür.”

Hz. Ömer, bir arkadaşına “İslâm’ı ne yıkar biliyor musun?” dedi. Arkadaşı “Hayır” deyince O, “İslâm’ı; âlimin hatası, münâfığın Kur’ân hakkında yaptığı münakaşa ve dalalete giden imamların (idarecilerin) hükmetmeleri yıkar” dedi.

Kur’ân ve sünnetin insanlık âlemine sunduğu liderlik modeli “hizmetkâr liderlik” şeklindedir. Peygamberimiz (asm) “Bir kavmin efendisi, o kavme hizmet edendir.” hadisiyle bunu dile getirir.

Batıda pek çok liderlik kuramı/modeli ortaya atılmıştır. Fakat bu liderlik modellerinin çoğu parlak teorilerden ibarettir. Müşahhas olarak insanlık âlemine takdim edilen, kapsamlı, tutarlı bir model yoktur. İslâm’ın “hizmetkâr liderlik modeli” ise, Asr-ı Saadet döneminde başta Peygamberimiz, dört halife ve diğer sahâbeler tarafından uygulanmış, müspet neticeleri görülmüş, pratikte yaşanmış bir liderlik çeşididir. Ayrıca daha sonraki dönemlerde de küçük bir insan gurubundan, kıtalara hükmeden hükümdarlara varıncaya kadar pek çok lider tarafından da uygulanmıştır. Bu yönüyle bu liderlik çeşidinin sayılamayacak kadar çok müşahhas örneği vardır.

Elinizdeki metin, İslâmî yönetim ve idarecilik, açısından mevcut boşluğu nisbeten doldurmak amacıyla, İslâm’a ve Müslümanlara hizmet edecek liderler, yöneticiler için -bilhassa gençler için- hazırlanmış bir çalışmadır.

***

İslâm’da idarecilik denilince akla daha çok hilâfet gelir. Bu kitapta hilâfetle veya halifelerle ilgili bazı konulara değinilmişse de asıl maksadımız hilâfet değildir. Maksadımız günümüz dünyasında on kişiye başkanlık eden bir şahıstan, devlet başkanlarına varıncaya kadar idarî konumdaki herkesi ilgilendiren ortak konularla ilgili bilgiler sunmak, idareci kimselere faydalı olabilmektir.

Diğer ifadeyle bu kitap Peygamberimiz (asm)’ın şu iki mühim hadisinin şerhi olarak düşünülebilir:

Bir kavmin efendisi, o kavme hizmet edendir.1” “Hepiniz çobansınız ve hepiniz sürünüzden mesulsünüz. İnsanlar üzerinde idareci olan, onların çobanıdır ve o, onlardan mesuldür. Kişi, ailesinin çobanıdır ve onlardan mesuldür. Kadın, kocasının evinin çobanıdır ve ondan mesuldür. Hizmetkâr, efendisine âid malın çobanıdır ve elinin altındakinden mesuldür. (Elhâsıl) her biriniz çobansınız ve her biriniz sürünüzden mesulsünüz”.2

***

Kitabımızı hazırlarken yönetimle ilgili batılı yazarların ve İslâm âlimlerinin siyâsetnâme türü kitaplarından istifâde ettik. Fakat konuyu daha çok âyet, hadis ve sahâbe –bilhassa Hz. Ömer (ra)- eksenli olarak ele aldık. Yeri geldikçe İslâm târihinden örnekler de ekledik.

Yönetim uzmanları, liderle yöneticiyi birbirinden ayırırlar. Liderlikle yöneticilik, her ne kadar farklı şeylerse de aralarında ortak özellikler de olduğu için biz yeri geldikçe lider, yeri geldikçe idareci, yönetici kelimelerini kullandık.

Kitabımızın idarecilik, yöneticilik açısından faydalı olacağını ümit ediyoruz.

İnşaallah ileride bazı şahsiyetler bu konuları etraflıca ele alır ve geleceğin öncülerine yol gösterirler. Onlar da ümmeti içinde olduğu durumdan kurtarırlar.

Gayret bizden, muvaffakiyet Cenâb-ı Hak’tandır.

1. İDARECİ TAYİNİ FARZDIR!

Toplu halde yaşayan insanların hayatlarını düzen içinde yürütebilmeleri ancak bir lider etrafında toplanmakla mümkündür. Bu yüzden ilk çağlardan bugüne kadar bütün insan toplulukları daima bir lider etrafında yaşamışlardır.

İslâm âlimleri, Müslümanların kendilerine bir imam (lider) seçmelerinin farz olduğunu söylerler. Buna delil olarak da şunları zikrederler; Peygamberimiz (asm) vefat ettiğinde, sahâbeler O’nu (asm) defnetmeden önce hemen bir halife seçmişlerdir. Onların bu icraatı konunun ehemmiyetini göstermektedir. Ve onlar, bu konuda bütün Müslümanlara örnektirler. Ayrıca İslâm toplumunda düzenin muhafazası, kanunların icra edilmesi, hadlerin (cezaların) uygulanması, fitnelerin giderilmesi, düşmana karşı ordu hazırlanması gibi pek çok toplumsal faydaların temini, zararların def edilmesi ancak liderle mümkün olur.3

Peygamberimiz (asm), şöyle buyurur: “İslâm ve sultan ikiz kardeştir. İkisi de birbirine muhtaçtır. (Biri olmazsa diğeri de olmaz). İslâm, temeldir; sultan ise bekçidir. Temeli olmayan yıkılır, bekçisi olmayan (mal da) zâyi olur.”4

Hz. Ali (ra) de lideri tesbihin ipine benzetir. Şöyle der: “Buyruk sâhibi boncuk dizilen ipe benzer. Boncukları ip bir araya getirir. İplik koparsa düzen bozulur, boncuklar dağılır.”

Peygamberimiz (asm), şöyle buyurur:

“Üç kişinin bir çöl arazisinde bulunup da içlerinden birisini emir (başkan) tayin etmemeleri helal olmaz.”5 “Üç kişi yolculuğa çıktığında içlerinden birini başkan seçsinler.”6

Hz. Ömer (ra) de şöyle demiştir: “Yolculuk esnasında üç kişi olduğunuzda içinizden birini başkan tayin ediniz. Bu başkan, Resûlullah (asm)’ın tayin ettiği başkan (gibi)dir.”7

Üç kişi bir araya geldiğinde içlerinden birinin başkan olmasını emreden bir dînin, toplum hayatında bir başkanı emretmemesi düşünülemez.

2. İSLÂM’DA İDARECİLİK, HİZMETKÂRLIKTIR

Yavuz Sultan Selim’in, Mısır’ı fethetmesinden sonra Hicaz bölgesi kendi istekleriyle Osmanlı’ya bağlandı. Mekke şerifi, Mekke ile Medine’deki mukaddes emanetleri Yavuz’a gönderdi. Mısır’da Cuma namazında hatip hutbeyi Yavuz adına okudu. Hutbede Yavuz’dan Mekke ve Medine’nin hükümdarı mânâsında “Hâkimü’l-Haremeyn” diye bahsetti. Yavuz hemen hatibe müdahale etti ve kendisinin “Hâkimü’l-Haremeyn” değil, “Hâdimü’l-Haremeyn” yani Mekke ve Medine’nin hizmetkârı olduğunu söyledi.

Yavuz’un bu hassasiyeti bütün Müslüman idarecilerde olması gereken önemli bir özelliktir. Müslüman idareci hâkim değil, hâdimdir. O, önce Hakk’ın, sonra halkın hizmetkârıdır.

İslâm dininde idarecilik, idareciliğin imkânlarını şahsî menfaatlerde, zevk u sefada kullanmak, hükümdarlık etmek değil, halkın ihtiyaçlarını temin etmek, halkın dertleriyle dertlenmek, problemlerine çâreler aramaktır. Diğer ifadeyle halka hizmet etmek demektir. Peygamberimiz (asm), bu yüzden “Bir kavmin efendisi, o kavme hizmet edendir.”8 buyurmuştur.

Peygamberimiz (asm), meşhur başka bir hadisinde de “Hepiniz çobansınız ve hepiniz sürünüzden mesulsünüz” buyurur. Bu hadis, idareciliğin İslâmiyet’in nazarında insanlara hizmet etme makamı olduğunu gösterir. Nasıl çoban sürüyü otlatmak, sulamak, vahşî hayvanlardan korumakla mükellefse idareci de halkın menfaatlerini temin etmek, onları zararlı şeylerden muhafaza etmekle mükelleftir.

Sürü, çoban için değil; çoban, sürü için var olduğuna göre, millet, idareciler için değil; idareciler, millete hizmet için vardırlar.

3. LİYÂKATİ OLMAYANLARI İDARECİLİKDEN SAKINDIRMA

İdarecilik nefse oldukça lezzetli, tatlı gelen, aynı zamanda mesuliyetli, veballi, zor bir iştir. Bu yüzden şeriat, yöneticilik kabiliyeti olmayan veya onu suistimal edecek, nefsanî arzuları tatminde kullanacak, zulmedecek kimseleri şiddetle korkutarak ve sakındırarak onların bu işten uzak durmalarını istemiştir. Ama liyâkati olanların da kendilerine tevdi edildiği zaman kabul etmeleri için mânevî mükâfatını da oldukça büyük göstermiştir.

Burada liyâkatsiz veya nefsanî olarak başkanlığı, idareciliği talep edenleri tahzir eden, korkutan hadisleri kaydedelim:

Ebû Hüreyre (ra)’den rivâyet edildiğine göre, Nebi Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Muhakkak ki siz, idareciliğe çok hırs gösteriyorsunuz. Hâlbuki idarecilik, kıyâmet gününde hasret ve pişmanlık olacaktır.9

            Bazı insanlarda aşırı bir lider olma isteği, hırsı vardır. Onlar, lider olmaktan, diğer insanlara emirler vermekten, hükmetmekten büyük bir lezzet alırlar. Peygamberimiz (asm), bu tür insanlara idarecilik vermemiş, verilmemesini de emretmiştir.

Ebû Musa El-Eş’arî (ra) şöyle der: Yanımda kavmimden iki kişiyle beraber Peygamber (asm)’ın yanına girdim. Yanımdakilerden biri “Ey Allah’ın Resûlü! Bizi idareci yap!” dedi. Diğeri de benzer şeyler söyledi. Peygamber (asm), “Biz bu idarecilik işini, onu isteyenlere veya bu konuda hırs gösterenlere vermiyoruz.” buyurdu.10

Abdurrahmân İbn-i Semüre (ra) şöyle demiştir: Nebi Sallallâhu aleyhi ve sellem bana bir kere şöyle öğüt verdi: “Ey Abdurrahmân İbn-i Semüre! Sakın kimseden başkanlık talebinde bulunma. Eğer sen istediğin için sana başkanlık, reislik verilirse istediğin şey ile (yalnız) bırakılırsın (Allah’ın yardımına mazhar olmazsın). Eğer başkanlık, reislik, sen istemeden sana verilirse (Allah tarafından) yardım olunursun, (güzel idare edersin).”11

“Kim bir işin başına getirilir, kendisi de bu işin ehli olmadığını bilirse o şahıs ateşte oturacağı yeri hazırlasın.”12

Aşırı derecede baş olmaya, hükmetmeye düşkün olanlar, mü’minler arasında fitnelere de sebep olur, günahlara girerler.

4. İDARECİLIĞİ İSTEMENİN FIKHÎ HÜKMÜ

Yukarıdaki hadislerde idareciliği istemenin Peygamberimiz tarafından hoş karşılanmadığını ve idareciliği isteyenlere idarecilik vermediğini kaydettik. İdarecilik tabir yerinde ise “İstenmez, verilir” kabilinden bir makamdır. İdarecileri ehl-i hâl ve’l-akd da denilen şûra heyeti veya bir üst makamda bulunan idareci, astların liyâkatlarına bakarak seçer ve tayin eder.

Burada şöyle bir soru akla gelebilir; Eğer bir insan bir işe ehil olur, fakat talip olmazsa ehil olmayanlar işin başına geçerler. Bu toplum hayatı açısından daha kötü olmaz mı?

İslâm âlimleri, bir şahsın kendisinden daha liyâkatli kimseler varken onların önüne geçip idareciliği istemesinin caiz olmadığını, fakat kendisinden başka ehil kimseler olmadığında, zaruretten ve toplumun maslahatı için bu vazifeyi istemesi ve üzerine alması gerektiğini söylemişlerdir. Fakat bu işe talip olurken kendini beğenmişlikten kaynaklanan bir duyguyla değil, gerçekçi bir bakış açısıyla, Allah rızasını ve toplumun maslahatını düşünerek hareket etmelidir. Niyetinde nefsanî bir garaz olmamalıdır.

Âlimler, bir şahsın kendisinden başka ehil olmadığında idareciliği isteyebileceğini şu âyete dayandırırlar  “(Yusuf, hükümdara) dedi ki: Beni memleketin hazineleri üzerine tayin et! Çünkü ben onları iyi korurum, bilirim.” (Yusuf, 54-55)

Mehmed Vehbî Efendi tefsirinde şöyle der:

“Yusuf (as) Allah tarafından gönderilmiş bir peygamber olup gücü nisbetinde ümmetin maslahatını (menfaatini) düzeltmek üzerine vâcip olduğundan vahiyle umumî kıtlık vuku bulacağını ve güzelce tedbir alınmazsa birçok kimsenin bu yüzden helak olacağını biliyordu. Alelacele bunun çaresini düşünmek ve müstahak olanlara menfaat eriştirip zararları defetmek vâcip olduğundan, Melik “Buna ne gibi tedbir lâzımdır?” demesi üzerine Yusuf (as) ümmet hakkında mükellef olduğu vazife-i mühimmeyi deruhte etmek üzere “Beni, hazineye vazifeli tayin et! Zira ben; bu işin erbabıyım” dedi. Bu sözü söylemesi kendini medhetmek için değil, bilakis umumun maslahatı için iktidarını beyan lâzım gelmesine binaen söylenmiş bir sözdür.”13

Elmalılı Hamdi Yazır da tefsirinde şöyle der: Ehliyet ve liyâkatleri olmayanlara vâlilik ve yöneticilik vermek haramdır. Ona bırakılması haram, onun talep etmesi haram, kabul etmesi de haramdır. Ehliyeti olanlara kabulü caiz, talebi mekruhtur. Meğerki taayyün etmiş olsun. Yani o işe ondan başka ehil bulunmazsa o zaman talep vâcib bile olur.14

Buraya kadarki izahların neticesinde şöyle diyebiliriz: Yusuf (as) toplumun maslahatı için açıkça hükümdardan mâliye bakanlığını istedi. Fakat o bunu nefsanî bir arzu olarak değil, yalnızca toplumun maslahatı için istedi. Aynı zamanda bu vazifeye ondan daha lâyık olanı da yoktu. Aynı özellikler kimin için bahis konusu olursa onun da vazife istemesi caiz olur.

5. İDARECİDE OLMASI GEREKEN ÖZELLİKLER

“İnsanlar yüzlük deve katarı gibidir. İçlerinde (istediğin özelliklere uygun) binecek bir deveyi neredeyse bulamazsın”.

Buharî, Kitabu’r-Rikak, Bab, 35.

Halifelik “Din ve dünya işlerinde peygambere vekillik yapmak üzere Müslüman halka başkanlık etmektir.” diye tarif edilir. Aslında bu tarif yalnızca halifenin değil, küçük veya büyük herhangi bir Müslüman gurubun başı, lideri olan kimselerin de tarifidir. Zira her lider başı olduğu gurubun din ve dünya işlerine başkanlık yapmaktadır.

Bu yönüyle Müslüman lider, bir halifede aranan ilim, takva, güzel ahlâk, siyâset, idare kabiliyeti ve adâlet vasıfları Müslüman liderde de olmalıdır.

Bu özellikleri ele alalım:

  1. İlim

Müslüman liderde olması gereken en mühim özellik, ilimdir.

Allah, Âdem (as)’ı arza halife kılacağını söyleyince melekler, îtiraz etmişlerdi. Allah da Âdem (as)’ın hilâfete lâyık olduğunu ilmî üstünlüğünü izhar ederek göstermişti. Mâdem ilim Âdem (as)’ın arza halife kılınmasının en mühim özelliğidir, öyleyse Müslümanların başına geçecek şahsın da ilim yönünden üstün olması zarurîdir.

Peygamberimiz (asm) gazveye göndereceği bir birliğin her bir ferdine Kur’ân’dan ne kadar sûreler bildiklerini soruyordu. Onların en gençlerinden birisi “Şu ve şu sûreleri bir de “Bakara Sûresi”ni biliyorum.” dedi. Resûlullah (asm): “Bakara Sûresi’ni de biliyor musun?”dedi. Genç “Evet” dedi. Peygamberimiz “Git! Onların komutanı sensin.” buyurdu.15

Kur’ân bilgisi komutanlıkta bir tercih unsuru olduğuna göre, yöneticilik konusunda daha çok tercih unsuru olmalıdır.

Halifelik “din ve dünya işlerinde peygambere vekillik” olduğuna göre, Peygambere vekâlet yapan şahsın, Kur’ân ve sünneti bilmeden vekâlet yapması düşünülemez. “Âlimler, peygamberlerin vârisleridir.” hadîsi, halifenin âlim olması gerektiğini de ima etmektedir. Zâten halifeliğin şartlarından bahseden kelâm kitapları, halifenin müctehid olmasını şart koşmuşlardır.16 Müctehid olmanın zorluğunu göz önüne alan bazı âlimler, halifenin müctehid olmasa da Kur’ân ve sünnet hakkındaki bilgisinin toplumdaki insanların en yükseği olması gerektiğine dikkat çekmişlerdir.

İslâm âlimleri, “İlm-i hâl farzdır.” demişlerdir. Bununla da her insanın hangi hâl üzere ise o hâl ile ilgili ilmi öğrenmesini kastetmişlerdir. Örneğin; doktor, doktorluk ilmini ve İslâm’ın doktorlukla ilgili hükümlerini; tüccarın ticaretle ilgili İslâmî hükümleri bilmeleri farzdır. Her insan meşgul olduğu meslekle ilgili İslâmî hükümleri öğrenmekle mükelleftir. Keza idarecilerde idarecilikle ilgili İslâmî bilgileri bilmek zorundadırlar.

Taberanî İbn-i Abbas (ra)’dan Peygamberimiz (asm)’ın şöyle dediğini rivâyet etmiştir:

“İçlerinde Allah’ın kitabını, Resûlünün sünnetini daha iyi bilen kimsenin bulunduğunu bildiği halde (onu bırakıp da) başka birini idareci yapan kimse, Allah’a, Resûlüne ve bütün müslümanlara ihanet etmiş olur.”

Müslüman lider İslâmî bilginin yanında, yaşadığı çağın özelliklerini de bilmesi gerekir. Bir doktor yalnızca ilaçları bilmekle doktorluk yapamaz. Hastalıkları bilmesinin yanında, hastaları tedavide doğru teşhis koymalı, tedavi yollarını da bilmelidir. Nasıl doktor, bu iki özellik olmadan doktorluk yapamaz ise Müslüman lider de Kur’ân ve sünneti bilmekle beraber, çağını da çok iyi bilmelidir.

Bilgi, Müslüman lider için en mühim şarttır, fakat yeterli de değildir. Bilgi şartını “liderlikteki diğer şartlarda olmak şartıyla” ifadesiyle kayıtlandırmamız gereklidir.

       2. Takva

Ne irfandır veren ahlâka yükseklik, ne vicdandır.

Fazilet hissi insanlarda Allah korkusundandır.

Mehmed Akif

Müslüman lider, Allah’tan korkmalı, müttaki olmalı, Allah’ın emir ve yasaklarına son derece riâyet etmelidir. İmam Gazalî, hilâfetin şartlarını sayarken veranın, yani şüpheli şeylerden kaçınma hasletinin en mühim şartlardan biri olduğunu söyler. Der ki “Bu sıfat, üzerinde en fazla durulmaya lâyık olanıdır. Sıfatların en yücesi, en büyüğü ve en önemlisidir. (…) Vera, esastır, asıldır. Bütün işler onun üzerinde dönüp durur. Allah, korusun bu sıfata halel gelse imametin (halifeliğin) gerçekleşmesi için yapışılacak kulp kalmaz.”17

Kur’ân’da şöyle buyrulur:

“And olsun ki Zikir’den (Tevrât’tan) sonra Zebûr’da da: “Muhakkak ki yeryüzüne sâlih kullarım vâris olacaktır.” diye yazmıştık. Şübhesiz ki bunda ibâdet eden bir kavim için kâfi (bir nasîhat var)dır.” (Enbiya, 105, 106.)

“Şüphe yok ki Allah katında en değerli olanınız, en müttakiniz (O’ndan en çok korkanınız)dır.” (Hucûrat, 13).

“Kalbini Bizi anmaktan gâfil kıldığımız, nefsinin arzusuna uymuş ve işi gücü aşırılık olan kimseye itaat etme.” (Kehf, 28)

***

Müslüman lider, Kur’ân’a hizmet için vardır. Bu hizmet ise Kur’ân’a muhalefet ederek olmaz. Kur’ân’da şöyle buyrulur: “Sizler başkalarına iyiliği emreder de kendinizi unutur musunuz?” (Bakara, 44). Bu ifade açıkça söylediği şeyleri yaşamayanları kötüler. İslâmiyet’te bilgi-amel ayrılığı kabul edilmez. Lider, ilim sâhibi olmakla beraber, aynı zamanda ilmiyle amel etmeli, İslâm’ı yaşamalıdır.

Müslüman lider, etrafındaki insanlar tarafından, model olarak algılanan insandır. Bir insanın hem model olup hem de bu model olmanın özelliklerine muhalefet etmesi birbiriyle çelişen bir durumdur.

Muaz (ra), şöyle der: Peygamber (asm)’a “Yâ Resûlallah! Bizim üzerimizde idareciler olsa ve onlar senin sünnetine göre hareket etmezlerse senin emirlerini tutmazlarsa onlar hakkında bize ne buyurursun?” dedim. O da “Allah Azze ve Celle’ye itaat etmeyene itaat edilmez.” buyurdu.18

***

İslâm’ın örnek liderleri olan dört halifenin hepsi de Allah’tan korkan insanlardı.

Hz. Ebû Bekir (ra)’ın “Keşke kesilen bir ağaç olsaydım. Ne olaydı hayvanların yiyeceği bir ot olsaydım.” dediği rivâyet edilir. Bir gün bir bahçeye uğradı, orada yatmakta olan bir hayvanı görünce içini çekerek şöyle dedi: “Sen ne kadar rahatsın; yiyorsun, içiyorsun, ağaçların gölgesinde dolaşıyorsun. Âhirette de hesaba çekilmeyeceksin. Ne olaydı, Ebû Bekir de senin gibi olsaydı”.

Hz. Ömer (ra)’ın Kur’ân’dan bir âyet duyduğu vakit bayılıp düştüğü anlatılır. Allah korkusundan dolayı O, “Anam beni doğurmasaydı.” derdi.

***

Liderler, emirleri altındaki insanları kontrol eder, disiplin altında tutarlar. Fakat onların da kontrol edilmesi gerekir. Yabancı bir yazar “Konrol edenleri kim kontrol edecek?” diye sorar. Bu gerçekten önemli bir sorudur. Müslüman lideri kontrol altında tutacak en mühim şey Allah korkusudur. Allah’tan korkan bir liderin, mesuliyet anlayışı olur.

Fâsık bir kimsenin Müslümanlara liderlik yapma hakkı yoktur. Çünkü Allah’tan korkmayan biri vazifesini hakkıyla yerine getirmez, başkalarının hukukuna da tecavüz eder.

Fâsık bir kimse lider yapılmamalı, şâyet lider oldu veya sonradan bozuldu ise liderlikten azledilmelidir. Vitir namazında okuduğumuz kunut duâsının son kısmı şöyledir: “Günah işleyen kimseyi makamından alaşağı eder ve onu terkederiz” (ونخلع ونترك من يفجرك).

Bazı hadislerden yola çıkarak âlimler fıskı (günahkârlığı) liderin azil sebebi saymışlardır. Hanefî âlimlerinden İbn Abidin “Fısk sebebiyle imam azledilir. Ancak bir fitne çıkacaksa azledilmez.” der.19

       3.  Ahlâk

Halife arkadan gelen ve birinin yerine oturan demektir. İslâm şeriatında halife peygamberin makamına oturan kimsedir. Peygamberin makamına oturan kişinin, Allah tarafından “Sen büyük bir ahlâk üzerindesin.” diye övülen, kendisinin de “Ben güzel ahlâkı tamamlamak için gönderildim.” diyen peygamber ahlâkıyla elinden geldiği kadar hâllenmesi zarurîdir.

İdris Bitlisî şöyle der: Bir cemiyette en yüksek makama oturanlar, en şerefli sıfatlarla muttasıf ve en ulvî ahlâkla mutehallık olmalıdırlar. Aksi takdirde şeklen hilâfet makamında oturduğu halde, mânen Hz. Süleyman’dan saltanat yüzüğünü çalıp oraya muvakkaten geçen ehrîman devi gibi olur.

Müslüman liderin güzel ahlâkı, etrafındaki Müslümanları yönlendirmede en büyük unsurdur. Kur’ân’da Peygamberimiz hakkındaki şu âyet oldukça manidardır. “Allah’ın bir rahmeti olarak sen onlara yumuşak davrandın, eğer katı kalpli ve kırıcı olsaydın etrafından dağılır giderlerdi.” (Âl-i İmran, 159)

Bu âyet Peygamberimizin insanları etrafına ancak yumuşaklığı, güzel ahlâkıyla topladığını göstermektedir. Katı kalpli, kırıcı insan peygamber bile olsa insanlar tarafından terk edilmektedir.

Müslüman lider Müslümanları etrafında toplayıp birleştirip ortak gâyelerine yönlendirecekse bu ancak onun güzel ahlâkıyla olabilir.

Peygamberimiz, şöyle buyurmuştur:

“İdarecilerinizin en hayırlısı, sizi seven ve sizin de kendisini sevdiğiniz, duâ ettiğiniz, onların da size duâ ettiği kimselerdir. Liderlerinizin en şerlisi, kötüsü de sizin kendisine buğzettiğiniz, onların da size buğzettiği, sizin lânet ettiğiniz, onların da size lânet ettiği kimselerdir.”20

       4Dirâyet

Eğer bir ülkede cücelerin gölgesi uzamaya başlamışsa o ülkenin güneşi batıyor demektir. (Çin Atasözü)

Dirâyetten kastımız idarecilik kabiliyetidir. İdarecilik makamına getirilen şahıs, insanları idare etme sanatını bilmelidir.

Kur’ân’da şöyle buyrulur: “Şüphe yok ki Allah, size emanetleri ehline vermenizi emreder.” (Nisa, 58)

Burada “Emanete ehil olmak”tan kasıt –diğer şartlarla beraber- idarecilik kabiliyetidir.

Bir bedevî Peygamberimizden “Kıyamet ne zaman kopacak?” diye sordu. Peygamberimiz (asm) “Emânet zâyi edildiği zaman, kıyâmeti bekle.” dedi. Yine o bedevî: “Yâ Resûlallah! Emânet nasıl zâyi edilir?” diye (tekrar) sorunca: “İş, ehil olmayanlara verildiği zaman, kıyâmeti bekle.” buyurdu.21

Bu hadîsi “Bir toplumda işler ehil olmayanlara verildiği zaman, o toplumun kıyâmeti kopar.” mânâsında anlamak da mümkündür.

İdarecilik, bir kabiliyet meselesidir. Bazı insanlar, bilgili ve takva sâhibi olabilirler, fakat idarecilik kabiliyeti olmadığı takdirde bunlara idarecilik vermek doğru değildir. İdarecilikte salâhat aranır, fakat maharet de şarttır. Bu yüzden Peygamberimiz sahâbenin ileri gelenlerinden, ilim ve takva sâhibi olduğu halde, Ebû Zer (ra)’e “Ey Ebû Zer! Ben seni zayıf görüyorum. Ben kendi nefsim için neyi seviyorsam senin için de onu seviyorum. Sen iki kişiye de olsa başkan, idareci olma, yetim malına da veli olma!” buyurmuştur.22

Amr İbnü’l-As, daha yeni Müslüman olduğunda, sahâbeler içinde ondan daha bilgili ve takva sâhibi kimseler de var olduğu halde, Peygamberimiz kabiliyetinden dolayı onu orduya komutan tayin etmiştir.

Ebû Zer ve Amr İbnü’l-As’a davranışlarından yola çıkarak Peygamberimiz (asm) görev verdiği şahısların takva ve bilgisine dikkat etmekle beraber, kabiliyetlerini de göz önünde bulundurmuştur, diyebiliriz.

        5Adalet

“İnsanlar arasında hükmettiğinizde adaletle hükmedin!”

(Nisa, 58)

Adalet, her hak sâhibine hakkını vermektir. Zulüm ise hak sâhiplerini mahrum etmektir.

Müslüman lideri lider yapan şey, idarelerini üzerine aldığı insanlara adaletle muamele etmesidir. Zâlim bir insanı idareye getirmek en büyük günahlardan (günah-ı kebireden) biridir.

Kur’ân’da şöyle buyrulur:

“Bir zamanlar Rabbi İbrahim’i bir takım kelimelerle (emir ve yasaklarla) imtihan etmiş, O da onları tamamen yerine getirmişti. (Bunun üzerine Rabbi O’na) “Ben seni insanlara imam (her hususta kendisine tâbi olunan rehber) yapacağım” dedi. (İbrahim ise) “Zürriyetimden de (imamlar yap.)” dedi. (Rabbi de) “Verdiğim söz, zâlimlere ulaşmaz.” dedi”. (Bakara, 124)

Allah, Davud (as)’a şöyle buyurmuştur:

Ey Davud! Biz seni yeryüzünde halife yaptık; öyle ise insanlar arasında hak ile hüküm ver. Nefsinin arzusuna uyma ki seni Allah yolundan saptırmasın. Çünkü Allah yolundan sapanlar hesap gününü unuttuklarından dolayı onlar için şiddetli bir azap vardır.” (Sad, 26)

Bu konuda bazı âyetler şöyledir:

“Ey îman edenler! Allah için hakkı ayakta tutan, adaletle şâhitlik eden kimseler olun; bir kavme olan kininiz, sizi adaletsizliğe sevk etmesin. Adaletli olun.” (Maide, 8)

“Ey îman edenler! Adaleti titizlikle ayakta tutan, kendiniz veya ana-baba ve akrabalarınız aleyhine de olsa Allah için şâhitlik eden kimseler olun. (Aleyhine şâhitlik edilen kimse) zengin olsun, fakir olsun Allah ikisine de (sizden) daha yakındır (onların maslahatını daha iyi bilir); öyleyse (şâhitlik hususunda haktan) saparak nefsin arzusuna uymayın. Eğer dilinizi eğip büker veya (şâhitlikten) yüz çevirirseniz şüphe yok ki Allah, yaptıklarınızdan haberdardır”. (Nisa, 135)

Peygamberimiz, pek çok hadisiyle adalete teşvik etmiş, zulümden de nehyetmiş ve korkutmuştur:

Kıyâmet günü, insanların Allah’a en sevgili ve meclis olarak en yakın olanı, âdil idarecilerdir. Kıyâmet günü, insanlar içinde Allah’a en nefret edileni, O’ndan meclis olarak en uzak olanı da zâlim idarecilerdir.”23

“(Cehennemde) insanların en şiddetli azab çekeni, zâlim imam(lar idareciler)dır”24

Bu konuda bazı hadisler de şöyledir:

“Bir saat adaletle hükmetmek, gecesi namazla, gündüzü oruçla geçirilen 60 yıllık ibadetten hayırlıdır. Bir hükümde zulmün bir saati 60 yıllık masiyetten (isyandan, günahlardan) daha şiddetli ve daha büyüktür.”25

“Âdil bir idarecinin bir günü, 60 senelik nâfile ibadetten üstündür. Bir yerde de haddin (şer’î cezanın) uygulanması, oraya 40 gün yağmurun yağmasından daha güzeldir.”26

Aişe (ra) şöyle demiştir: İbn Mesud ev yapmak istedi. Kureyş (Peygamberimize) “İbn Ümmü Abdin (İbn Mesud’un) bizim içimize ev yapmasına engel olmayalım mı?” dediler. Resûlullah (asm) “Eğer ben bunu emredersem ben zâlimim demektir. Zayıfın hakkını kuvvetliden almayan bir ümmeti Allah, takdis etmez (yüceltmez)” buyurdu.27

“Muhakkak ki âdil olanlar Allah katında nurdan minberler üzerinde ve Rahmân Azze ve Celle’nin sağ tarafında olacaklardır. Onlar âilelerine ve idare ettikleri kimselere hükmettiklerinde adaletli olanlardır.”28

“Âdil devlet başkanı ve idareciler mahşer yerinde Allah’ın yüce lütfuna ve himâyesine mazhar olacakların öncüleridir.”29

Kınalızâde Ali Efendi’nin meşhur eseri “Ahlâk-ı Alai” de şöyle denilir: “Adalet, devletle; devlet, toprakla; toprak, askerle; asker, hazine ile; hazine, reaya (halk) ile; reaya ise adaletle olur.” der.

İdris Bitlisî de “Zulüm bir ateştir; küçüğünü hakir sanma. Zira çok zaman bir kıvılcım koca bir şehri yakar” der.

Nasıl koyunlar, çoban için değil; çoban, koyun için ise idareci de toplum içindir. Toplum, idareci için var olmuş değildir. Zâlim bir idareci, koyunlara çoban olmuş kurt gibidir.

Zâlim lider, İslâm toplumları için en büyük felâkettir.

Adaletin olmadığı yerde anarşi olur ve devlet yıkılır. Bu yüzden “Küfür, devam eder; zulüm, devam etmez.” denilmiştir.

Müslüman lider, haklı olan zayıfın hakkını, zâlim olan kuvvetliden almalı, zayıfı güçlendirmelidir. Hz. Ebû Bekir, hutbesinde şöyle demişti “Sizin zayıfınız, haklı olduğu takdirde benim yanımda en kuvvetlinizdir. En kuvvetliniz de haksız olduğu takdirde, en zayıfınızdır.”

***

Adaletin en mühim özelliklerinden biri de raiyete eşit davranmaktır. İslâm şeriatı, bu konuda çok titiz davranmış, pek çok âyet ve hadisle eşitlik ilkesine dikkat çekilmiştir. Peygamberimiz (asm) “İnsanlar, tarağın dişleri gibi (eşit)tir.” buyurmuştur.

İdareci idare ettiği insanlar arasında problemler vuku bulduğunda hissi ve nefsi olmayıp insanların yaş, mal, makam, akrabalık gibi durumlarına bakmadan eşit muamele etmelidir. Diğer ifadeyle cezayı hak edene ceza, mükâfatı hak edene mükâfat vermek ve bu konuda hissî ve nefsî davranmamaktır.

Bu konuda bir hadis şöyledir:

“Sizden öncekileri helâk eden şey şudur: İçlerinden şerefli birisi hırsızlık yaptı mı onu terkedip (ceza vermezlerdi). Aralarında kimsesiz zayıf birisi hırsızlık yapınca derhal ona had tatbik ederler, cezalandırırlardı. Allah’a yemin olsun! Muhammed’in kızı Fatıma hırsızlık yapmış olsa mutlaka onun da elini keserdim.”30

Ceza konusunda eşit davranmak adaletin bir gereği olduğu gibi, mükâfat konusunda da eşit davranmak adaletin bir gereğidir.

Sahâbelerden biri, çocuklarından birine hibede bulunmuştu. Peygamberimiz bu sahâbeye “Başka çocukların var mı?” diye sordu. Adam “Evet” deyince Peygamberimiz “Buna yaptığın hibe gibi diğerlerine de hibe yaptın mı?” diye sordu. Adam “Hayır” deyince Peygamberimiz “Allah’tan korkun ve çocuklarınız arasında âdil davranın!” buyurdu.31

Bir başka hadiste Peygamberimiz “Muhakkak ki Allah çocuklarınız arasında –hatta onları öpmekte bile- adaletli olmanızı sever.”32 buyurmuştur.

Çocuklar arası ayrım çocukları birbirine düşürür, aynı zamanda çocukların anne ve babalarından soğumalarına sebep olabilir.

İdareci mevkiindeki şahıs da idaresi altındakilere davranışlarında ölçülü olmalı, adaletli davranmalıdır. Bazılarına meyledip diğerlerine iyi davranmaması, onlar arasında hasetleşmeye sebep olacağı gibi, onların kendisinden soğumalarına da sebep olabilir.

Peygamberimiz (asm), sahâbelerin her biriyle öyle ilgilenirdi ki bütün sahâbeler “Allah Resûlü, en çok beni seviyor.” diye düşünürdü.

6.  İDARECİ TAYİNİNDE DİKKATLİ OLMAK

Halife seçiminde veya daha başka büyük, küçük herhangi bir makama birini tayin etmede büyük bir vebal ve sorumluluk vardır. Bu yüzden tayin yapan şahıs veya şahıslar son derecede dikkatli olmalıdırlar.

Kur’ân’da şöyle buyrulur:

“Şüphe yok ki Allah size, emânetleri ehline vermenizi ve insanlar arasında hüküm verdiğiniz zaman adâletle hüküm vermenizi emreder. Allah, bununla size ne güzel nasihat veriyor. Şüphe yok ki Allah, Semî’dir (sözlerinizi işitir), Basîr’dir (yaptıklarınızı görür).” (Nisa, 58)

İbn-i Abbas (ra)’dan Peygamberimiz (asm)’ın şöyle dediği rivâyet edilmiştir:

“İçlerinde Allah’ın kitabını, Resûlünün sünnetini daha iyi bilen kimsenin bulunduğunu bildiği halde (onu bırakıp da) başka birini idareci yapan kimse, Allah’a, Resûlüne ve bütün müslümanlara ihanet etmiş olur.”33

“Kim birisini (liyâkati olmadığı halde) akrabalığından dolayı sevdiğinden bir işin başına getirir ve (bunu da) o şahıstan daha hayırlı birisi olduğu halde yaparsa o şahıs cennetin kokusunu duyamayacaktır.”34

Ebû Süfyan’ın oğlu Yezid, şöyle demiştir:

Ebû Bekri’s-Sıddık, beni Şam’a gönderirken şöyle dedi: “Ey Yezid! Senin bazı akrabaların var ki, idarecilik konusunda onları diğerlerine tercih edersin diye korkuyorum. Senin hakkında en çok korktuğum şey, budur. Resûlullah (asm) buyurdular ki: “Kim Müslümanların üzerine birini idareci tayin ederken birisine muhabbetinden dolayı (onun liyâkatine bakmadan veya ondan daha liyâkatli olanlar varken) birini tayin ederse Allah, onun ne farzını ne de nâfilesini kabul eder. Kim Allah’ın malından bir şeyi sevdiği bir kimseye (hak edip etmediğine bakmadan) verirse Allah’ın lâneti onun üzerine olsun.”

Bir rivâyette Peygamberimiz, şöyle demiştir: “Kim Müslümanların üzerine birini idareci tayin ederken muhabbetinden dolayı akrabalarından birisini tayin ederse ve ondan daha hayırlı kimseler varsa o kişi cennetin kokusunu duyamaz.”35

“Kim bir kimseyi vâli olarak tayin eder ve ona vâlinin halka zulmettiği ulaşırsa hemen o valiyi azletmezse o şahıs, Allah ve Resûlüne ihanet etmiştir.”36

Hz. Ali (ra), Peygamberimizin şöyle buyurduğunu rivâyet etmiştir:

Peygamberimizin yanında oturuyorduk, o ise uyumakta idi. Deccal’dan bahsettiğimiz zaman yüzü mahmur bir şekilde uyandı ve “Ben sizin için deccaldan ziyade dalalete götüren imamlardan (reislerden) korkuyorum.” dedi.37

Hz. Ömer, bir arkadaşına “İslâm’ı ne yıkar biliyor musun?” dedi. Arkadaşı “Hayır” deyince O, “İslâm’ı; âlimin hatası, münâfığın Kur’ân hakkında yaptığı münakaşa ve dalalete giden imamların (idarecilerin) hükmetmeleri yıkar” dedi.

7.  İDARECİLERİ KONTROL (TEFTİŞ)

Yönetim mekanizmasında kontrolün, teftişin büyük bir ehemmiyeti vardır.

İdarede hiyerarşik bir yapılanma söz konusudur. “Hepiniz, çobansınız ve hepiniz sürünüzden mesulsunuz.” hadisine göre, her şahıs bir astından mesul olup üstüne hesab vermek zorundadır. Her şahsın astını kontrol edip üstüne rapor vermesi olmazsa işler aksar, karışıklıklar çıkar.

İdareciler, zaman zaman nefislerine uyarak ellerindeki gücü yanlış kullanabilirler, vazifelerini ihmal edebilirler, vazifelerinde yeterli olmayabilirler veya tam tersine bulundukları durumdan daha üst bir vazifeye ehil olabilirler. Eğer idareciler teftiş edilmezlerse menfî durumlar artabilir veya müsbet durumlarda düşüş yaşanabilir. Teftiş ile yanlış durumlardan zamanında haberdar olunarak önüne geçilebilir, müsbet durumlar ise muhafaza edilerek zenginleştirilebilir. Bu yüzden teftişin (kontrol, denetleme) idarecilikte büyük ehemmiyeti vardır.

Tâbiinden Tavus, babasından şöyle nakletmiştir:

Hz. Ömer (ra), halka “Bildiklerimin en hayırlısını size vâli tayin eder, sonra da ona adaletle hükmetmesini emredersem vazifemi lâyıkıyla yerine getirmiş sayılır mıyım?” diye sordu. “Evet” diye cevap verdiler. Hz. Ömer ise “Hayır, benim vazifem bununla bitmiyor. Tayin ettiğim kimsenin, emrettiğim şeylerle, amel edip etmediğini kontrol etmedikçe görevimi tam olarak yerine getirmiş sayılmam.” dedi.39

Tâbiinden Esved (ra) şöyle demiştir: Ömer (ra) kendisine bir heyet geldiğinde idarecilerini“Hastayı ziyaret ediyor mu, kölelerin dâvetine icabet ediyor mu, kapısına gelenlere nasıl davranıyor?” diye sorardı. Gelenler idarecinin lehinde konuşurlarsa onu azletmezdi.40

Bir başka rivâyette de “Emîriniz nasıl, köleleri ziyaret eder mi, cenazelere katılır mı, kapısı nasıl, yumuşak mı (herkese açık mı)?” diye sorar. Müsbet cevap verirlerse onu bırakır, aksi takdirde azlederdi.41

Üçüncü halife Hz. Osman (ra) zamanında bir takım karışıklıklar ortaya çıktı. Hz. Ali (ra), bu karışıklıkların ekseriyetle teftişin ve disiplinin zayıflığından olduğu kanaatinde idi. Hz. Osman’a şöyle dediği rivâyet olunur: “Ömer, vâli kıldığı adamın kulağını büker ve onun tarafından bir söz gelse hemen celb ile ona şiddetli bir ceza verirdi. Sen, bunu yapmıyorsun.”42

Hz. Ali, halife olduğunda bu teftiş konusunda oldukça titiz bir şekilde durmuştur. Vâlisi Malik b. Eşter’e yazdığı mektubunda şöyle der: “Devlet işlerini bizzat teftiş et! Görev verdiğin kişileri denetlemek için sağlam ve vefalı gözcüler gönder. Onların hâllerini, işlerini görüp inceleyerek sana bildirsinler. Çünkü kendilerinin haberi olmadan senin onlar hakkında bilgi edinmen, onların daha güzel bir şekilde iş görmelerine ve halka iyi davranmalarına sebep olur.43

Vezir Nizamülmülk, şöyle der:

Padişah, vezir ve mûtemed adamlarının devlet işlerini usulünce idare edip etmediklerini gizlice daima sormalıdır. Çünkü padişahın ve memleketin iyiliği veya karışıklığa düşmesi onlara bağlıdır; vezir iyi ve parlak olduğu zaman, memleket, mamur olur; ordu ve reaya memnun ve rahat olur. Padişahın gönlü ferah olur. Vezir kötü olunca, memlekette karışıklıklar doğar ki onun telafisi güç olur. Padişahın daima zihni karışır, üzülür ve muzdarip olur.44

İmam Ebû Yusuf, Halife Harun Reşid’e yazdığı meşhur kitabı Kitabu’l-Haraç’ta şöyle der:

Benim görüşüme gelince, dindar, emin, müttaki, âlim, iffetli kimselerden müfettişler gönderilerek, âmillerin [memurların], vâlilerin davranışları, bulundukları memlekette yaptıkları işler, vergileri nasıl topladıkları, vergi menşurlarındaki şartlara riâyet edip etmedikleri, vazifelerini ne şekilde yaptıkları hakkında soruşturma yaptırılmalıdır. Yaptırdığı teftiş sonunda eğer onların kötü tutum ve fiilleri sâbit olursa o zaman müfettişlere emir verirsin, onların halktan aldıkları mallara, haksız iktisaplara el koyarlar. Onları sert bir şekilde sıygaya çekerler. Başkalarına ibret olacak şekilde şiddetli cezalar tatbik ederler ki halkın elinden zor­la aldıklarını geri versinler, verilen emir ve vazifeleri bir daha tecavüz etmesinler. Çünkü harâc vâlisinin yaptığı zulüm ve haksızlıkların topyekün halife tarafından emredildiği sanılır. Hâlbuki halife öyle emretmemiştir.

Eğer sen, haksızlık yapanlardan birisini esaslı bir şekilde cezalandırırsan diğerleri korkar, kötü fiillerine son verirler. Eğer sen onlara bu şekilde muamele etmezsen harâc mükelleflerine tecavüz ederler. Onlara haksızlık etmeye, baskı yapmaya, vermekle mükellef olmadıkları şeyleri, onlardan almaya cüret ederler.

Eğer sen, vâli ve âmillerinden [memurlarından] herhangi birisinin, kötü fiillerine, ahlâksızlığına, halka yaptığı zulüm ve haksızlığa, sana karşı da hainliğine, vergi hırsızlığına şâhit olur da bunlara rağmen onu vazifesinde tutar, işlerinde kullanır­san bu tasarruf sana haramdır. Bu sefer sen kendine kötülük etmiş olursun. Hayır! Hiç beklemeden ve korkmadan kötüleri cezalandır. Mazlumun bedduâsından sakın! Çünkü o kabul olunur.45

İdarecilikle ilgili kitaplar

İslâm târihinde idarecilikle (yönetimle) ilgili kitaplar ilk yüzyıllardan itibaren yazılmaya başlanmıştır. Dört halife döneminden hemen sonra, yönetim babadan oğula geçen saltanat şekline dönüştüğünden, yazılan kitaplarda hâliyle hükümdarlara yapılmış nasihatler olarak kaleme alınmıştır. Bu tür kitaplar ekseriyetle âlimler tarafından yazılmıştır. Bununla beraber, bizzat hükümdarlar veya vezirler tarafından kaleme alınmış kitaplar da vardır. Örneğin, hükümdarlardan Keykâvus b. İskender’in “Kâbûsnâme”si ve vezir Nizamülmülk’ün “Siyâsetnâme”si onlardan yalnızca iki tanesidir.

Osmanlı döneminde, daha önce yazılmış “Siyâsetnâme” türü kitapların bir kısmı tercüme edilmiş veya telif eserler kaleme alınmıştır. Bursalı Mehmet Tahir Efendi “Siyâsete Müteallik Âsâr-ı İslâmiye” adlı kitabında bu tür kitaplardan kütüphanelerde kayıtlı 172 eserin isimlerini verir. Profesör Ahmet Uğur da “Osmanlı Siyâsetnâmeleri” adlı kitabında, Osmanlı döneminde yazılmış 31 aded eserin kısa tanıtımlarını yapar.

Batı toplumlarında 19. ve 20. yüzyıllara gelinceye kadar yönetim ve idarecilikle ilgili kitaplar oldukça azdır. Hatta İngilizcede “liderlik” kelimesinin 19. yüzyıla kadar olmadığı söylenir. 19. yüzyıl başlarında Sanayi İnkılâbı (endüstri devrimi) sonrasında fabrikaların ortaya çıkmasıyla yönetim konusunda araştırmalar başladı. Yönetimin bir bilim olarak ele alınması ise 20. yüzyıl başlarında oldu. Elli yıl içinde üç binden fazla araştırma, 150 sayfa tutan bir bibliyografya oluştu. (Bkz: Thomas Gordon, Etkili Liderlik Eğitimi, Sistem Yayıncılık, 1997, s. 3.) Bilhassa 1950 yılından sonra geliştirilen sistem anlayışı yönetim bilimlerinde bir devrim niteliği taşıdı. Bugün ise yönetim, daha geniş çapta araştırma ve uygulamaların konusu olmaktadır.

***

Bugün kitap piyasasında hizmeti liderlikle, liderliği hizmetle aynı kabul eden İslâmî liderlik ve yönetim anlayışı konusunda kitaplar göremiyoruz. Piyasadaki kitaplar, genellikle batılı –daha çok Amerikalı- yazarların kitaplarının tercümeleridir. Bu kitaplar, tamamen batılı ortamların şartlarına göre yazılmıştır. Telif eserler de bu tür kitapların bir derlemesi, kopyası niteliğindedir.

İslâmî yönden daha önceki âlimlerin hükümdarlara yazdığı nasihatnâme (Siyâsetnâme) türü kitapların tercümeleri vardır. Bu kitaplar kendi çağlarına hitap ettiği için günümüze hitap edemiyorlar ve istifâde oldukça sınırlı oluyor.

Amerikalı Müslüman yazar Hişam Et-Talib, “İslâm Davetçilerine Eğitim Rehberi” adlı kitabının ilk sayfasına şöyle giriş yapar:

“İslâmî hareket birçok kamp ve eğitim çalışması düzenlemekle beraber, insan yetiştirme ve liderlik eğitimi alanına gereken ilgiyi gösterdiği söylenemez. Gerçekten bu alanın daha sistematik olarak incelenmesi, ders kitabı ve müfredat şeklinde programlanması gerekiyor. Biz, bugüne kadar böylesine önemli bir ihtiyacı tatmin edici bir cevap sunmak üzere yayınlanmış bir tek kitap bilmiyoruz.”

            “Bu tür bir kitabın ilk defa olarak yayınlanmış olması gerçeği, ümmetin içinde bulunduğumuz dönemde düştüğü durumu gösteriyor. Eğer bugün ümmet, Kur’ân’ın buyurduğu gibi diğer milletlere bir yol gösterici olmak mecburiyetinde ise piyasada buna benzer yüzlerce kitap bulunmalıydı”. (Hişam Et-Tâlib, İslâm Davetçilerine Eğitim Rehberi, Koba y, 1993, s. 1.)

            Müslümanların, eski ve yeni kitaplardan istifâde ederek günümüz şartlarına uygun, İslâm’ın kendine has idarecilik, liderlik anlayışını aksettirecek özgün kitaplar ortaya koyması şarttır.

KAYNAKLAR

Kenzü’l-Ummal, c. 6, hn. 17517, 17518.

Sahih-i Buhârî, Kitabu’l-Ahkâm, Bab, 1. /  Sahih-i Müslim, Kitabu’l-İmâre, Bab, 5, hn. 1829

Bkz: Sadeddin Taftazanî, Şerhü’l-Makasıd, Alemü’l-Kütüb, Beyrut, c. 5, s. 235.

Kenzü’l-Ummal, c. 6, s. 10, hn. 14613. (Deylemî’den naklen)

Müsned-i Ahmed, c. 2, s. 176

Sünen-i Ebû Dâvud, Kitabu’l Cihad, Bab, 80, hn. 2608. Çy.

Kenz’ül Ummal, c. 6, s. 727, hn. 17597. (Bezzar, Hâkim ve İbn Hüzeyme’den)

Kenzü’l-Ummal, c. 6, hn. 17517, 17518.

Sahih-i Buhârî, Kitabu’l-Ahkâm, Bab, 7.

Sahih-i Buhârî, Kitabu’l-Ahkâm, Bab, 7. / Sahih-i Müslim, Kitabu’l-İmare, Bab, 3, hn: 1733. Ebû Dâvud’un rivayetinde “Bizim yanımızda sizin en haininiz idareciliği isteyendir.” denilmiştir. (إن أخونكم عندنا من طلبه)

Sahih-i Buhârî, Kitabu’l-Ahkâm, Bab, 6./ Sahih-i Müslim, Kitabu’l-İmare, Bab, 3, hn: 1824..

Kenzü’l-Ummal, c, 6, s, 38, hn, 14750.

Mehmed Vehbî Efendi, Hulâsatü’l-Beyan, Üçdal Neşriyat, c. 7, s. 2540.

Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’ân Dili, Azim Dağıtım, c. 5, s. 59.

Sünen-i Tirmizî, Kitâb-u Fezailü’l-Kur’an, Bab, 2, hn: 2876

Bkz: Seyyid Şerif Cürcanî, Şerhü’l-Mevakıf, Darü’l-Kütübü’l-İlmiye, 1998, c. 8, s. 380, 381.

İmam Gazalî, Bâtıniliğin İç Yüzü, TDVY, 1993, Ank, s. 118.

Müsned-i Ahmed, c. 3, s. 213.

İbn Abidin, Reddü’l-Muhtar Tercümesi, Şâmil y, İst, 1982, c. 2, s. 383.

Sahih-i Müslim, Kitabu’l-İmare, Bab, 17, hn. 1855.

Sahih-i Buhârî, Kitabu’l-İlm, Bab, 2.

Sahih-i Müslim, Kitabu’l-İmare, Bab, 4, hn. 1826.

Sünen-i Tirmizî, Kitabu’l-Ahkâm, Bab, 4, hn. 1329.

Kenzü’l-Ummal, c. 6, s. 15, hn. 14634. (Taberanî)

Ebû Nuaym El-İsbehanî. Faziletü’l-Âdilin

Kenzü’l-Ummal, c. 6, s. 12, hn, 14624./ Et-Tergib Ve’t-Terhib, c. 3, s. 246.

Taberanî, Mu’cemü’l-Evsat, c. 7, s. 178, hn. 7208.

Sahih-i Müslim, Kitabu’l-İmâre, Bab, 5, hn. 1827.

Sahih-i Buhârî, Edep, 36

Et-Tergib ve’t-Terhib, c. 3, s. 247 (Buhârî, Müslim, Tirmizî, Ebû Dâvud’dan naklen)

Sahih-i Müslim, Kitabu’l-Hibat, bab, 3, hn. 1623

Kenzü’l-Ummal, c. 16, hn. 45350.

Kenzü’l-Ummal, c. 16, s. 88, hn. 46035 / Râmûzu’l-Ehadis, Pamuk y, s. 486, hn. 4990.

Kenzü’l-Ummal. c. 6, s. 39, hn. 14752.

  1. Nuaym El-İsbehanî, Faziletü’l-Âdilin, Daru’l-Vatan, Riyad, 1418, s. 102

Age, s. 107.

Kenzü’l-Ummal, hn. 29414 (İbn Ebi Şeybe, C. Ya’la)

Sünen-i Darimî, Mukaddime, Bab, 23, hn. 220. Çy.

  1. Yusuf Kandehlevî, Hayatü’s-Sahâbe, Akçağ y, c. 2, s. 77.

Kenzü’l-Ummal, c. 5, s. 772, hn. 14341

  1. Yusuf Kandehlevî, Hayatü’s-Sahâbe, Akçağ y, c. 2, s. 70

Cevdet Paşa, Kasas-ı Enbiya ve Tevârihi Hulefa, c. 1, s. 475.

Ehl-i Beyt Sevgisi. D.İ.B. y, 2006, Ank, s. 101.

Nizamülmülk, Siyâsetnâme, s. 35.

İmam C. Yusuf, Kitabu’l Haraç, Hisar yy, 2. Bas. İst, S, 183.

İrfan Mektebi Dergisi

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

İlginizi Çekebilir

Leyle-i Berat Hakkında (Âyet, Hadis, Risale-i Nur)

BERAT: Nişan, rütbe ve imtiyaz için verilen resmî belge, kurtuluş. Sitemizde Berat Gecesi ile İlgili yazılar …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Önceki yazıyı okuyun:
Zaman ve Mekâna Müslümanca Bakış

Yazar: Ebubekir Sifil Biz farkında olalım ya da olmayalım, zaman ve mekân kavramları hayatımızın tamamını …

Kapat