Ana Sayfa / İLİM - KÜLTÜR – SANAT – FİKRİYAT / Makaleler / İslâmî Kimliğin Temel Nitelikleri

İslâmî Kimliğin Temel Nitelikleri

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

Dr. Mehmet Sürmeli

Kimlik, toplumsal bir varlık olarak insana özgü olan belirti, nitelik ve özelliklerle, birinin, belirli bir kimse olmasını sağlayan şartların bü­tünü, herhangi bir nesneyi belirlemeye yarayan özellikler, bir şeyi tanı­maya, kime ve neye ait olduğunu bildiren ipuçlarıdır.[1] Tanımından da anlaşılacağı üzere; kimlik basit anlamda bir hüviyet değildir. Hüviyeti de kapsamına alan fakat, insanı diğer canlılardan, hemcinslerinden ayıran özellikleri, “beşeri, insan yapan nitelikleri” ortaya koyan, ona evrende nasıl olmasını öğreten ve ait olduğu yeri gösteren bir duygu ve eylemler bütünüdür.[2] İnsanın inancıdır, inanca bağlı olarak oluşan bir aidiyettir.

Basit benzerliklerden yola çıkarak insan tanımı yapmanın onu eşyalaştırmak olacağının farkında olan peygamberler, insanı insan yapan temel özellik olarak inancı belirlemişlerdir. Buna bağlı olarak da, sahih imanın hakim olduğu bir ümmet oluşturmuşlardır. Peygamberli toplum­larda kimliği belirleyici olan; imandır. Allah’a (c.) mutlak teslimiyetin kalbî ve amelî hâli dediğimiz, islâm’dır. Hz. Adem peygamberden, Hz. Muhammed (s.)’e kadar İslâm, bir kimliktir. Aslında, Allah (c.), insanla­rı böyle bir kimlik üzerine yarattığını şu âyetle bize bildirmiştir: “Rabbin, Ademoğullarmdan, onların sulblerinden zürriyetlerini almış ve: “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” diye onları şahit tutmuştu. “Evet, Rabbimiz-sin”, dediler. Kıyamet günü “Biz bundan habersizdik” demeyesiniz (diye böyle yaptık).” Yahut: “(Ne yapalım) daha önce babalarımız (Allah’a) ortak koştu, biz de onlardan sonra gelmiş bir ümmet olduğumuz için öyle yaptık. (Gerçekleri iptal edenlerin yaptıkları yüzünden bizi mi helak ediyorsun?” demeyesiniz diye (sizin Rabbiniz olduğum hakkında sizleri şahit tutmuştuk.”[3] Ayetten de anlaşılacağı gibi, Islâmî kimlik üzerine yaratılan insanların kimlik kaybı olduğunda; peygamberler doğal kimlik olan islâm’ın bir müzekkiri / hatırlatıcısı olarak gelmişlerdir. Heva ve şeytanın etkisiyle, insan kimliğinde sapmalar olduğu gibi, kötü siyasal-sosyal ortamda da kimlik sapmaları olabilir. Allah (c.) peygamber ve ki-tap gönderme geleneğini Hz. Muhammed (s.)’e kadar devam ettirmiştir. Hz. Muhammed (s.)’den sonra ise, hem lafzı hem mesajıyla orjinalliği kıyamete kadar sürecek olan Kerim Kitap; Kuran, Islâmî ve insanî kim­liğin de mutlak referansıdır.

Kuran-ı Kerim, Islâmî kimliği kazanmada model insanlar olarak ka­vimlerine gönderilen peygamberleri göstermiş ve bu peygamberlerin ümmetlerinin de onlara benzemeleri istenmiştir. Bizlere ise Islâmî kim­liğin modeli/üsvesi olarak Hz. Muhammed (s.) lütfedilmiştir. Bu bakım­dan imanda ve eylemde örnek almamız gereken tek insan O’dur. O’nun bize getirdiği Kuran’dan yola çıkarak bir taksimatta bulunacak olursak, Islâmî kimliğin temel niteliğini şu şekilde sıralayabiliriz:

1- İslami kimlikte esas olan tam bilinçliliktir:

Kuran-ı Kerim, iman alanında taklitçiliği[4] atalarının peşinden körü körüne gitmeyi yasaklamıştır[5] Ayrıca, imanın, kesin bilgiye dayanmasını şu ayette özellikle vurgulamıştır: “Siz ey imana ermiş olanlar! Sımsıkı sarılın Allah’a ve Peygamber’e olan inancınıza ve O’nun peygamberi’ne safha safha indirdiği ilâhî kelâma ve daha önce indirdiği vahye: Zira Allah’ı, meleklerini, vahiyleri, peygamberleri, ahiret gününü inkar eden gerçekten şiddetli bir sapıklığa düşmüştür[6] Ayetle, inanan insanlara; “imanınıza sımsıkı sarılın” veya bir başka meale göre; “Ey iman eden­ler, iman ediniz” diye hitap edilmesinin anlamı; imanınızda kararlı ve devamlı olunuz, onu kesin bilgiyle ziyadeleştiriniz demektir.[7] Îmanda taklidi olumsuzlayan bu ayet; insanın yakinen iman etmesini, düşünce­lerini, zevklerini, sevgilerini, hayat tarzını, dostluk ve düşmanlıklarını, ilişkilerini inancına uygun bir biçime sokmasını buna uygun arkadaşlık­lar kurmasını ve tüm çabalarını inancına uygun bir yapıya oturtmasını da anlam alanına alır.[8]

2- Islâmî kimlikte bütünlük, bölünmezlik ve sentezsizlik esası vardır:

Yüce Allah, Kuran-ı Kerim’de bir çok ayette parçalı bir imanı yermiştir[9] Klasik deyimle; zarurat-ı diniyeden dediğimiz, dinen, iman edilmesi gereken şeylerden birini inkâr eden; imanını parçalamış olur. Parçalı ve yüzdeli bir iman küfürdür. İmanda yüzde olmaz. Vücubiyyetine iman et­mek kaydıyla bazı amelleri eksik olan tekfir edilmese de itikadî olarak herhangi bir hükmü inkar eden tekfir edilir. İnanç alanını sadece Allah (c.) belirler. Herhangi bir hüküm bu alandan çıkarılamayacağı gibi, bu alan felsefî ekollerden alıntı yapılarak senteze de tabî tutulamaz. Zekat vermeyenlere karşı, Hz. Ebu Bekir’in (r.a) verdiği mücadelenin teme­lini biraz da imanı parçalı hale getirme anlayışına karşı İslâmî bir ba­kışta aramak mümkündür.[10] Allah Teâlâ, bizlerden yüzdesiz bir imanı, şu ayetle istemektedir: “Ey iman edenler! Allah’a kendinizi tam olarak teslim edin. (İslâm’a tam olarak girin.) Şeytanın ardından gitmeyin, zira o sizin apaçık düşmanmızdır.”[11] Müfessirler, ayetteki “silm”e İslâm anlamını vermişlerdir ki ayetin sure içindeki konumuna da uygun olan bu mânâdır. Ayrıca ayette; bazı Yahudi geleneğini devam ettirmek iste­yenlere ve Müslüman gözüküp ama kalben hastalıklı olan münafıklara da cevap vardır. Deniliyor ki islâm’a tam bir teslimiyetle girin, farzlarını yerine getirin, yasaklarını terk edin, İslâm’ın dışında bir itaat kurumu aramayın, imânın bütün şubelerinin gereğini yapın. Düşünceleriniz, teorileriniz, kültürünüz, davranışlarınız, ilişkileriniz ve hayatınızın her cephesiyle Müslüman olun.[12] Kuran’a göre imanla küfrün sentezi[13] ve kitabın parçalanması[14] da kimlik kaybını doğuracak olan itikadi hasta­lıklarıdır.

3- İslâm, sahte bir kimliği kabul etmez:

Sahte kimlikten kasıt münafıklıktır, İslam toplumuna en çok kötülüğü dokunan bu grup olduğu için İslâm, nifak olayı üzerinde çok durmuştur. Dilleriyle Müslümanca bir kimlik iddiasında bulunup, kalplerindeki küf­rü[15] gizleyen bu kişilerin Allah (c.c.) Müslüman saymamıştır. Kalplerin­de küfrün hakim olduğu bu insanlara cehennemin en alt tabakası layık görülmüştür. Çünkü, münafıklar, tüm olaylara olduğu gibi, iman konu­suna da pragmatik olarak bakarlar. Umdukları dünyevî faydalar olmasa iman etmiş gibi gözükmezler. Allah Teâlâ ise, İslâmî kimlikte dünyevî menfaatleri mutlaklaştıran insanların imanını kabul etmez. Münafıkla­rın imanının pragmatik oluşunu şu âyet bizlere net olarak resmediyor: “Onlar sizi gözetleyip dururlar. Eğer size Allah’tan bir fetih nasip olursa: “Biz de sizinle beraber değil miydik?” derler. Ve eğer savaşta kafirler kaza­nırsa, onlara: “Biz, size üstünlük sağlayıp, sizi müminlerden kurtarmadık mı?” derler. Artık kıyamet gününde Allah, aranızda hükmedecek ve müminlere karşı kafirlere asla yol vermeyecektir.”[16]

Mekke döneminde, siyasal ve sosyal açıdan kurulu sisteme karşıt bir yer edinemeyen Müslümanlara karşı sahte bir kimlik iddiasıyla müna­fıklar türememiştir. Medine’de ise şartlar değişmiş; iktisadî, siyasî, askerî ve sosyal bakımdan müminler güçlenince inancı maddî değere dönüş­türen bu nifak grup oraya çıkmıştır. Onların müminler grubuna sahte aidiyetini kabul etmeyen Yüce Allah, müminlere onların cenaze namaz­larını kılmamalarını[17] küfür üzerinde ölenlerine hayır duada bulunma­malarını[18] emrederek onları cezalandırmıştır.

4- Çok günah işleyerek, Allah’ın (c.) yasaklarını ihlâl ederek Islâmî kimlik tehlikeye sokulmamalıdır:

Kişiyi Allah’tan perdeleyen suçlara günah denir.[19] O’na karşı işle­nen cinayetlerin büyüğünü de küçüğünü de kapsar. Kuran-ı Kerim, bu suçların eylem alanına insanların düşmemesi için, suç olan fiilleri genel olarak tanıttığı gibi, Hz. Peygamber (s.) de;”Islâm’ın helâl ve haram sı­nırlarının belli olduğunu, haramlara düşmemek için şüpheli şeylerden bile kaçınmanın”[20] zorunluluğunu bizlere tavsiye etmiştir. Kuran’dan öğrendiğimize göre; günahın gizlisi-alenîsi,[21] küçüğü ve büyüğü[22] yasak­lanmıştır. Günahların kolektif hale gelmesiyle toplumsal duyarsızlık bir araya gelince; umumî bir felâketin kaçınılmaz olduğunu yine Kuran-ı Kerim’den öğreniyoruz[23] Bağımsız bir çalışma konusu olmakla beraber şunu da hatırlatabiliriz; günahlarla ilahi azap arasında yakın bir ilişki vardır. Büyük bir azaba uğramamamız için Hz. Muhammed (s.), özellik­le şu yedi büyük günah konusunda bizleri uyarmıştır. Bunlar; “Allah’ın otoritesini paylaştırmak/şirk, sihirbazlık, Allah’ın dokunulmaz kıldığı cana haksız yere kıymak, faiz yemek, yetim malı yemek, mücadele zamanı cihadı terk etmek ve iffetli mümine hanımların namusuna iftirada bulunmak[24] Bütün günahların tövbesi olmasına rağmen devam eden bir şirkin tövbesi de yoktur. Çünkü; devam eden şirkle İslami kimlikten sıyrıldığı için insan, mutlak günah alanının içerisine düşmüştür, inançla ilgili konularda günaha battıkları için, günahın eylemsel şekilleri kişinin uhrevî cezasının daha da katlanmasına vesile olur

Hz. Peygamber (s.), günahlarla, İslami kimlikten sıyrılma arasında doğru bir orantının olduğunu görmüş ve ümmetini şu hadis-i şerif ile uyarmıştır: “Kişi, zinâ ettiğinde, mümin olarak zinâ etmez, hırsızlık yap­tığı zaman mümin olarak hırsızlık yapmaz, içki içtiği zaman mümin ola­rak içki içmez. Tövbe ise daha sonradır[25] Burada da günahları işleyenin durumuyla ilgili kelami tartışma yapmayacağız.

Sadece, hadisten çıkardığımız sonuca göre, bu sayılan günahlar­la küfür- kimlik kaybı arasında bir alakanın olduğunu, kimliğine sahip çıkma iddiasında olan insanlara hatırlatmaktadır. Günahlara çok dal­mak suretiyle zihnen ve bedenen kendileri ve nesilleri kirlenen kişiler, bu suçları hayatlarında doğal bir hale getirmişlerse; İslami kimliklerini korumaları mümkün değildir. Allah’a ve insanlara karşı sürekli hukuk ihlâlinde bulunarak suç işleyen insanlar kendileri kimlik kaybı yaşadık­ları gibi, itici ve ahlâksız davranışlarıyla başkalarının da İslami kimlikle tanışmasına engel olurlar.

Bu sayılan hususlar İslami kimliğin özellikleriyle ilgili olarak Kuran-ı Kerim, bir kimlik krizi yaşamaması için müminlerin şu konularda da dik­katli olmalarını ister. Bunlar: Hakikat inkarcılarının küfrüne razı olmak, onların dinlerine girmek/irtidat, kalpten saygı ve sevgi duymak, onları sırdaş edinmek, Allah’ın emirleri alaya alınırken küfür ehlinin bulunduğu yerlerde isteklice oturmak, onların zulümlerine yardımcı olmak, onlarla beraber pakt oluşturmayı Müslümanlara tercih etmek, onlara yardımcı olmak için onlarla birlikte İslâm’a ve Müslümanlara karşı mücadeleye girmektir. Bütün bunlar İslâmî kimliği tehlikeye sokan şeylerdir.

Müslümanca bir kimliğe sahip olmak teşvik edildiği gibi, onu ölene kadar muhafaza etmek de emredilmiştir[26] Ahirette Allah’ın (c.) lütuflarına ulaşmak İslami kimliğin muhafazasına bağlıdır. Bizleri sürekli düşü­nen Peygamber Efendimiz de olası bir kimlik kaybının vehametini şöyle tasvir etmiştir: “Güzel ameller / değerler üretmekte yarışınız. Karanlık geceler gibi fitneler olacaktır. Kişi mümin olarak sabahlayıp kâfir olarak akşamlayacak, mümin olarak akşamlayıp kâfir olarak sabahlayacak ve dinini de az bir dünyalık karşılığı satacaktır.”[27] Her türlü olumsuzlukla kuşatıldığını hisseden ve imanını/kimliğini ciddiye alan her Müslümanın bilinçli ve bilinçsiz bir “irtidat” yaşamaması için kendini ve yakınlarını kontrol etmesi gerekir. Peygamber (s.) günde yüz defa istiğfar ederek İslami kimliği sürekli denetlemekte bize örnek olmuştur. Bu sünneti canlı tutmazsak kitlesel kimlik kayıpları yaşayacağız demektir. Kâfir bir insanın anne-babası olmak istemiyorsak Kur’an-ı Kerimle daimi iletişim kurmak zorundayız.

Bu çalışma kimlik kaybını sıfıra indirmek düşüncesi ve endişesi ile yapılmıştır.

***

5. Bidat İslam’a karşı olan tüm dinler, ideolojiler ve hayat tarzlarının ortak adıdır

İslam bilginleri bidat konusuyla ilgili kendi dönemlerinin fıkhını yapmışlardır. Çeşitli tanımlar ve sınıflamalar kelam külliyatımızda mevcuttur. Bidat denildi mi bizler hâlâ mu’tezile, cebriye, şia, mürcie, müşebbihe, mücessime ve harici fırkaları anlıyoruz. Sonraki dönem çalışmalarına baktığımızda ise görürüz ki Yezidilik, Nusayrilik, Dürzilik, Bahailik, Babilik ve İbahiyyecilik gibi fırkalar da aşırı bidat ekoller içerisindedir. İslâm dışıdırlar. Anlaşılan, her dönemin kelam uleması kendi döneminin fıkhını yaparak ümmeti sapık fırka ve ekollere karşı uyarmıştır. Şunu üzülerek belirtmekte fayda var ki geçmişi tüketmekte mahir olan sözde âlimler, Kelam konularında da yeni bir şey söylememektedirler. Hatta bazı Kelam akademisyenleri ve ilahiyat hocaları, “Allah tikel ve tekilleri bilmez” diyerek veya ahiret hayatının naslarla sabit bazı hükümlerini reddederek veya ideolojilerin meddahlığını yaparak hem itikadi sapmalar yaşıyorlar hem de Kelama dair yeni bir şey söyleyemiyorlar. “Allah tekilleri bilmez” diyen bir kimse yeni bir şey söylemek yerine Aristo’nun taklitçiliğini yapıyor. Allah’a cehalet ve atalet isnat eden bu düşünce daha sonra deizmin, politeizmin ve laisizmin fikri temelini oluşturmuştur. Zamanımızın Kelamcıları bu düşünceye karşı İslâm’ın delillerini ortaya koyarak Müslümanların bidatlere düşmelerine mani olmaları gerekmez miydi?

İnsanlar sabahtan akşama Allah’la(c.) yaşadıkları çok yönlü iletişim kopukluğu nedeniyle kâfir olabiliyorlarsa; onlara bu iletişimi kopartan ve kendilerini din yerine koyan sapık gulat ekolleri tanıtmak gerekmez mi? Bugünün en büyük bidat ekolleri ideolojilerdir. İdeolojiler; vahye karşı üretilen yapay dinlerdir. Ümmetin çocukları bunlarla kuşatılmıştır. Bu ideolojileri kuran ideologlar neredeyse tanrı yerine konmuştur. Hâlbuki bizim kültürümüzde kâfir ve “fasık övüldü mü, Allah gazaplanır ve bu gazabı nedeniyle arşı bile titrer.”[1] Ama maalesef Katolik kilisesinin projelendirip Protestan kilisesince de sahip çıkılan; ne olduğu belirsiz ve her Müslüman’ı potansiyel Hıristiyan görme çabasının ürünü olan “diyalog” adı altında çocuklarımıza Hıristiyan/Grek kültürünün propagandası yapılmaktadır. Bunlara karşı hem bilgilendirme hem de karşı deliller üretme çerçevesinde günümüz kelamcılarına görev düşmektedir.

Bidat konusuyla ilgilenen herkes şunu kafasına iyice nakşetmeli ki bidat; İslam’a karşı olan tüm dinler, ideolojiler ve hayat tarzlarının ortak adıdır. Buna göre; Yahudilik, Hıristiyanlık, Mecusilik, Budizm, Hinduizm, Şintoizm, Taoizm, Konfiçyanizm, Yahova Şahitleri, Kabbalizm, Nusayrilik, Dürzilik, Bahailik, Yezidilik, Kapitalizm, liberalizm, Sosyalizm/Kominizm, Nasyonal Sosyalizm (ırkçılık) Sekülerizm/Laisizm, Pozitivizm, deizm, nihilizm, egzistansiyalizm, Darvinizm, Froydizm, Materyalizm, Dehrilik, Masonculuk, Roteryanlık, Lionsluk, Maharişizm, Moonizm, Siyonizm, Jedizm ve her türlü putperestlik gulat(aşırı) bidattir. Tüm bu fikir akımlarına karşı yapılması gereken İslâm’ın bütünlüğünü kavramak ve Müslümanlığın herhangi bir düşünce akımı ile senteze girmeyeceğinin farkında olmaktır. Müslüman olduğunu söyleyen birisi böyle bir tercihte bulunur ve ideolojilerle inancını aynı anda yaşamak isterse; sentezci bir Müslüman(!) olursa böyle bir kimse imanına “zulüm/şirk” karıştırmıştır.[2] İmanını yüzdelemiştir. Hâlbuki iman yüzde kabul etmez. İslâm’ın tek hükmünü inkâr eden tamamını inkâr etmiş sayılır. Bir defa daha söyleyelim; yüzde doksan dokuz mü’min yüzde yüz kâfirdir.

Çare: “يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ ادْخُلُواْ فِي السِّلْمِ كَآفَّةً وَلاَ تَتَّبِعُواْ خُطُوَاتِ الشَّيْطَانِ إِنَّهُ لَكُمْ عَدُوٌّ مُّبِينٌ ” “Ey iman edenler! Hepiniz (tüm kalbinizle Allah’a teslim olarak; huzur ve mutluluğun teminatı olan ve Rab olarak bir tek Allah’a boyun eğme esasına dayanan ve hayatın her anına müdahale edip kurallar koyan dine) İslam’a girin ve sakın şeytanın adımlarını izlemeyin. Çünkü o sizin apaçık düşmanınızdır.”[3] Buyruğunun farkında olarak Müslüman olabilmektir. Sapıkların ve bidat ehlinin sapkınlığı hiçbir şekilde Allah’a (c.) zarar vermez. Allah (c.) tüm ihtiyaçlardan münezzehtir. Bazıları sapıtsa da; “İslam ümmetinden bir gurup Allah’ın emirlerini (inanıp, iman ederek ve yaşayarak) kıyamete kadar ayakta tutacaktır. Onlara karşı çıkanlar, onlara hiçbir şekilde de zarar veremeyecektir.”[4] Çünkü Allah gerçek mü’minlerle beraberdir; bidat ehliyle değil… (Not: Bu madde, yazarın başka bir yazısından alınmıştır.) 

Dipnotlar

[1] Türkçe Sözlük, Türk Dil Kurumu, CII, s.873.

[2] Örnekleriyle Türkçe Sözlük, Komisyon, M.E.B. yay, C.n,s.l894;

[3] 7’/Araf/172 A 73;

[4] Bak: 2/Bakara/170, 5/Mâide/l 04, 7/Araf/173, 9/Tevbe/31

[5] Bak: 7/hrafm, lO/Yûnus/78, 31 /Lokman/21;8

[6] 4/Nisâ/136;

[7] Keşşaf, Zemahşeri, C.l, s.563, Beyrut, 1995;

[8] Tefhim ül-Kur ân, Mevdûdî, C.î, s.368;

[9] Bak: 2/Bakara/136,138,208,285, 4/Msâ/l 50-152,15IHicr 190-92

[10] Nesaî, Tahrimu-d Dem, C.Vll, s.77, Çağrı Yay, 1991, İst.İl 2/Bakara/208

[12] Cami’uLBeyan, Taberî, C.II, s.335-338, Zemahşerî, a.g.e., C.I, s.249-250, îbni Kesir, Tefsir u4 Kur’âriUAfrn, C.I, s.235, Âlûsi, RuKu-l Meânî, C.I, s.492, Tefhim, Mevdûdî, C.I, s. 143

[13] 6/Enam/82

[14]H 15imamm

[15] Tarifat, Cürcânî, s.245

[16] 4fNisâl\4l10

[17] 9/Tevbe/84

[18] 9/Tevbe/80

[19] Cürcânî, a.g.e. s, 107

[20] Müsned, İbni Hanbel, C.IV, S.269. Çağrı Yay. 1991, İst.

[21] 6/Enam/l20

[22] 4/Nisâ/3l, l8/Kehf/49

[23] 8/Enfal/25

[24] Ebû Dâvud, Sünen, C.lîî, s.295, Çağrı Yay. İst.

[25] Ebû Dâvud, a.g.e., C.V. s.6512

[26] 3/Â1-İ İmran/102

[27] İbni Hanbel, a.g.e. C.III, s. 169, (Tahk: Abdullah Muhammed Derviş.) No, 8036 1.3

5. Maddenin Dipnotları

[1] Aclunî, Keşfu’l-Hafa, no: 275, c. I, s. 99.

[2] Bak: En’am 6/82; Buhari, 60, Enbiya, 8, c. IV, s. 111-112.

[3] Bakara 2/208

[4] Suyuti, Cami’u-s Sagir, no: 9773, c. II, s. 579.

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

İlginizi Çekebilir

Leyle-i Berat Hakkında (Âyet, Hadis, Risale-i Nur)

BERAT: Nişan, rütbe ve imtiyaz için verilen resmî belge, kurtuluş. Sitemizde Berat Gecesi ile İlgili yazılar …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Önceki yazıyı okuyun:
Ailesiz Toplum – 6: Kim Bunlar, Direnebilir miyiz?

Önceki Yazı: Ailesiz Toplum 5- Aileye ÖtenaziKim Bunlar? Prof Harari, “‘21. Yüzyılda ilerlemenin trenine yetişenler, …

Kapat