Ana Sayfa / Yazarlar / İsmail Bey’in Gölgesinde “Güzel Günler Göreceğiz”

İsmail Bey’in Gölgesinde “Güzel Günler Göreceğiz”

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

Konusu yine Kastamonu olan bir dost sohbeti…

Bu şehrin, dünü, bu günü, yarınları adına dertlenen, kendince projeler üreten, yazan, çizen iki insanın bir çay-kahve muhabbeti…
Konu,
bu topraklardan beslenen, aslı, nesli, kökü Kastamonu olan,
sevdasının, hasretinin, gelecek tasavvurlarının içersinde Kastamonu ayrı ve özel bir yer teşkil eden, Kastamonulu ilim, fikir, sanat, kalem-kelam ehlinin nasıl bir araya getirilebileceği, bir araya gelme, getirilme zarureti..
Uzun uzun konuşmuştuk güzel insan, değerli dost M. Yaşar DİLSİZ ile..
Kastamonu’da gerçekleşen bu sohbetten kısa bir süre sonra
aklı, fikri, gönlü Kastamonu’da ama ekmeği, emeği İstanbul’da olan değerli dost Mustafa bey,
İstanbul’daki Kastamonulu şair ve yazarları bir araya getirmek için girişimlere başladıkları müjdesini veriyordu telefonda.

Hayat zorlu, İstanbul zor.
İnsanları biraraya getirmek, bir arada tutmak, birlikte yürümek çok daha zor.
Sanatçılar, düşünen, yazan-çizen insanlar zorlu insanlar, zorlukları çok olan insanlar.
Bütün bu zorluklara rağmen gemi yelken açmış, rüzgar almış ve yola çıkmıştı.

Arkasından, değerli insan, tiyatrocu, yazar Hulusi Sıvacı ile eş zamanlı olarak Kastamonu’da yaşayan şair ve yazarlarımızla buluşma, tanışma, biraraya gelerek bu oluşumu anlatma çabalarımız başladı.

Büyük devlet adamı, sultan, ilim, âlim dostu Candaroğullarının son hükümdarı İsmail Bey’in yaptırdığı İsmail Bey Külliyesi bünyesinde bulunan Deve Hanı’nda yapılan toplantılar.

Şahsen ben bu mekanı özellikle tercih ettiğimi belirtmek isterim.
İstanbul’ un fethine denk düşen bir tarihte inşa edilen bu külliye, zamanın belki bütün mühim ilim ve fikir adamlarını konuk etmiş bir mekan.
Kastamonu’nun Türk-İslam coğrafyasının en parlak yıldız şehirlerinden biri olduğu, zirvede olduğu bir dönemin ürünü olan bu külliye, benim açımdan bu şehrin gelecekteki parlak günleri için çıkılacak yolun hareket merkezi olmayı hakeden, moral motivasyon, itici güç oluşturan bir mekan..
İsmail Bey kendisi de bir alim. Büyük bir sultan ve müthiş bir imarcı.
Sadece şehirler, binalar, külliyeler inşa eden imar eden biri değil, aynı zamanda ve daha önemlisi medeniyet inşa etme ideali gayreti olan ve hayatı boyunca bunu isbat etmiş, başarmış bir Sultan.
Kastamonu adına, bu kadim şehrin kadim medeniyetinin yeniden hayat bulması, yeniden bölgesinin, ülkesinin ve Türk-İslam coğrafyasının cazibe merkezi olması adına bir şeyler yapılacaksa elbette O ulu sultanın izinden yürümek, adımlarını takibetmek, yorulduğumuzda yine O’nun gölgesinde serinlemek gerektiğine inanarak o mekanı seçmiştim.
Yaptığımız toplantılara yaz ve tatil dönemi olması nedeniyle gönüllerinin, desteklerinin, dualarının bizimle olduğunu belirten pek çok şair ve yazarlarımız katılamasa da, Kastamonumuz adına çok değerli çalışmaları, eserleri olan Mehmet Sayan, Ata Erdoğdu, Mehmet Çağılcı, Ahmet İdrisoğlu gibi büyüklerimizin katılımları, destekleri bizim için, şair ve yazarlarımızın bir oluşum etrafında toplanabilmesi için çok değerli idi.
Öncelikli olarak sosyal medyada Kastamonu Şair Yazar ve Ozanlar Topluluğu (KASYOT) olarak yola çıkan oluşum, temel ilke olarak Kastamonu ve Edebiyat gündemi dışına taşmamayı ilke edinmiş bir topluluk olmayı hedefliyor..
Yazarın icadı, yazının icadından öncedir.
İnsandaki yazma, yüreğindekini, dimağındakini, kafasındakini aktarma sadece karşısındakine değil, hiç tanımadığı, hiç tanıyamayacağı, çok uzak mekan ve zamanlara ulaşma, seslenme arzusuna söz kafi gelmediği için yazıyı bulmuş, içindekini kayalara kazımaya zorlamış.
Yazmak bazen kendinle konuşmaktır, dertleşmektir, hobidir, terapidir.
Bazen iştir, aştır. Bazen ihtiyaçtır.
Bazen sevda, bazen dert, bazen davadır. Bazen vebaldir, vebali atmaktır, bazen vefadır, bazen cefadır.
İçinin zehrini dökmektir bazen, bazen ışık yakmaktır.
Yazmak edebiyattır, bediiyattır. Edeptir, sanattır.
Yazmak insanlığı, insana ait olanı yaymaktır, aşılamaktır.
Yazmak hürriyettir bazen, bazen de mahkumiyettir.
Yazmak, yürekten yüreğe, nesilden nesile, her insanın içindeki gurbetinden sılasına, sılasından gurbetine vuslattır.
Edebiyat değerdir, edipler değerlidir.
Bu şehrin değerleri olan, değerlerini bu şehirden alan, aldıklarını yine bu şehre kazandırmak derdinde olan şairler ve yazarlarımızın bir olmaları, birlik olmaları bu şehir için de çol değerlidir elbette.
Bunca değerli insanın edebiyat ve Kastamonu gibi iki değer uğruna yola çıkıyor olmaları her türlü övgüye layıktır.
Evet, insan hürdür. Düşünce hürdür. Dolayısıyle düşünen, yazan insanlar da hürdür. Herkesin bir dünya görüşü, siyasi görüşü olacaktır.
Fakat bu oluşum, içine siyaset sokmamayı, siyasi ve dünya görüşlerini bu oluşuma sokmamayı, siyasetin içine girmemeyi amaç edinerek yola çıkma kararı alarak başarılması çok zor ama çok hayati bir karar almıştır.

Oluşum, edebiyat ve Kastamonu konusu dışında kalan hiç bir siyasi ve ideolojik görüşe yamanmamayı, yaranmaya çalışmamayı, hiç bir siyasi ve ideolojik görüşe payanda ve dolgu malzemesi olmamayı hedeflemektedir.
Bu oluşum bir imar ve inşa hareketi olarak değerlendirilecekse, arsası- zemini Kastamonu, demiri, çimentosu, harcı Kastamonu insanı, Kastamonu tarihi, coğrafyası, kültürü, medeniyeti ve insanı olacaktır.
Harcına katılacak suyu, bu şehrin insanlarının alın teri ve gözyaşı olacaktır.
Ümitlerimiz, hayallerimiz bu arsada, bu eşsiz malzeme ile emsalsiz bir medeniyet imar ve inşa etmektir. Var olan ama bakımsızlıktan sıvası, boyası, kirişi, kolunu eskimiş bu muazzam eseri tamir etmek, eski ama ama eskimeyen değerlerle bina edilmiş, herkesi hayran bırakan muhteşem görüntüsünü ve canlılığını yeniden kazandırmaktır.
Bu şehrin ve taşıdığı değerlerin herbirimizden, izmlerimizden, siyasetlerimizden, dünya görüşlerimizden, egolarımızdan, mazeretlerimizden daha değerli olduğu inancı ve bilinciyle,
Asgari müştereğimiz değil en büyük ortak paydamız, en büyük hedemimiz, sevdamız, davamız Kastamonu’dur diye yola çıktık.

Tarihte ve bu gün, insanlardan toplum, toplumlardan millet ve medeniyet oluşturmak, medeniyetleri gelecek kuşaklara aktarmak ilim, bilim, sanat ehlinin, kalem ve kelam ehlinin gayretleriyle olmuştur, olmaktadır, olacaktır.
Millet ve medeniyetlerin büyüklüklerinin göstergelerinden biri, en büyük eserleri ve meyveleri de elbette kuşaklar boyu iz bırakacak devasa insanlar yetiştirebilmeleridir. Bizim millet ve nedeniyetimiz, Kastamonumuz bu açıdan da çok verimlidir belki emsalsizdir.
Elbette devlet ve milletlerin tarihlerinde fetret dönemleri de yaşanmaktadır. Her bahar ve yaz mevsiminden sonra yaprak döken her ağaç, eğer kökü canlıysa yeniden çiçek açacak, meyveye duracaktır.
Kırılan, kuruyan, kesilen, budanan her bir dalına bedel, yeni yeni ışgınlar sürmeye devam edecektir.
Medeniyet oluşturmak, medeni hareketler geliştirmek, sürdürmek elbette bir medeniyetten beslenmekle başlar, medeni ilişkilere, medeni insan hal ve ahlakına sahip olmakla yol alır. Zira birlikte yol alabilmek başlı başına bir medeniyet ve meziyet göstergesidir.
Bu açıdan, oluşumumuzun temel ilkelerinden biri;
Bu şehrin, bu coğrafyanın çocuklarından, değerlerinden hiçbiri “öteki” değildir, ötekileştirlemez ilkesidir, öyle olmak zorundadır. Topluma yol açmak, öncü olmak telaşında olan hiç kimse, toplumun gerisinde kalamaz, topluma yük olamaz, toplumu yoramaz, yolda koyamaz, toplumla ayrı yollarda yürüyemez, toplumun medeniyet genleriyle oynayamaz. İçinde doğup büyüdüğü topluma yabancı olamaz, yabancılaşamaz, toplumla ve birbiriyle çatışamaz, kavga edemez, itişip kakışamaz.

Henüz kutladığımız Malazgirt zaferimizden çok kısa bir süre sonra Türk-İslam medeniyetiyle buluşan, şereflenen bu şehir, elbette bin yıla yakındır olduğu gibi Türk ve İslam medeniyet şehirlerinin en önemlilerinden biridir ve öyle kalacaktır. Yüzyıllar boyu, Türk İslam medeniyetinin başkentlerinden biri olagelmiştir. Bu baş, ayağa düşürülemez..

Elbette bu şehrin bizden önceki tarihi de inkar edilmez. Ancak kılıçla alınan, binlerce can feda edilen, bin yıla yakındır şehitlerin kanları, anaların gözyaşlarıyla yoğrulan evliyalar yurdu olarak cihana nam salmış bir medeniyet şehri, Bizans kültür ve medeniyetine tabi ve teslim edilemez. Ortaçağ, eski çağ karanlık kültür ve medeniyetinin bu şehirde, bu coğrafyada yeniden tesis edilmesine, kimsenin bu yola tevessül etmesine /göz yumarak dahi olsa/ hizmet edilemez.
Ruhumuz, canımız, kanımız, genimiz olan değerlere sonuna kadar sahip çıkarak, modern dünyanın kirini pasını bu ölümsüz değerlerine bulaştırmadan, yerelimizin değerlerini dünyaya tanıtmak, taşımak, insanlığın da istifadesine sunmak elbette hepimizin ortak hedefimizdir.
Bu hedefi yakalamak için önce ana sütü gibi, saf, berrak olan bu kültür memesinden hakkıyla beslenmek gerektiğinin bilincinde olarak yola çıkılmıştır.
İnsan tanımadığını anlayamaz, anlayamadığını aktaramaz..
Biz önce tanımak, hakkıyla anlamak derdiyle yola çıkmış insanlar olduğumuzun da bilincindeyiz, biliyor ve itiraf ediyoruz.

Oluşumumuz tarihe, insanlara, bu şehirde yaşanılan ve yaşatılan hiç bir şeye subjektif bakmayı, ideolojik saplantılar dayatmayı hedeflemez.
Topluma tepeden kibirle bakan değil, tam tersi, en geniş, en doğru açıdan bakan, en doğru okuyan, en doğru anlayan, en doğru aktaran olmayı hedefler.
Yüreği dar, ufku dar, dimağı dar, hafsalası dar, hayali dar insanların topluma ışık olmaktan çok, karanlık sebebi olduğunu bilen insanlar olarak bu şehre yük olmaktan, tarihinde, hafızasında kara bir leke, bir kara delik olmaktan, karabasan gibi toplumun üzerine çökmekten herkesten daha çok korkar.

Bu nurlu ve sırlı şehrin ‘gök kubbe’ sinde, baki kalacak hoş sadalar bırakmayı hedefler.
Topluma kültür hizmeti sunma görevi olan kurumların yükünü hafifletmeyi, genç kuşaklara rehber olmayı, bu şehir için çalışan herkese omuz vermeyi, omuz omuza yürümeyi hedefler.

Bu oluşuma ‘yaran meclisi’ ya da ‘irfan meclisi’ olarak bakmak da, bu şehirde sönmeye yüz tutmuş muhabbet ateşini harlama çabası olarak bakmak ta mümkün aslında..

Azgın bir selin topraktaki en verimli tabakayı alıp götürmesi gibi, neredeyse doksan yıldır bu şehrin tüm değerlerini, özellikle insan hazinerini söküp götüren göçler yüzünden çoraklaşan bu toprağı kültürel erozyondan kurtarma, kaybettiği verimli topraklarını, mahsullerini geri kazandırma çabası olarak görmek de mümkün.
Eminim ki bu tür gayretler önce seli durduracak, ardından bu topraklarda yeni yeni ilim, fikir, sanat, medeniyet filizlerinin yeşermesini, yetişmesi sağlayacak.
Dalına üç beş kuş konan, gölgesinde üç beş yorgun dinlenen vahadaki yalnız ağaçlar gibi duran hamiyetli, gayretli ama yalnız yaşayan, yalnız çabalayan yazarlarımızı biraraya getirerek, onlarca tür canlının barındığı, her fırsatta insanların içine girmek için can attığı koskoca bir orman oluşturabilmek içindir bunca çaba.
Topluluğumuz, öncelikle üyeleri arasında olmak üzere tüm paydaşları, tüm oluşum ve kuruluşlar arasında, beraber yürüdüğü herkes ve her kesimle saygı ve dayanışmayı, istişare kültürünü hakim kılarak yol alma amacı gütmektedir.
İçerde ve dışarda gündem dayatma çabasına girmez, dayatılan gündemlerin arkasında sürüklenmez. Ön alma, öne geçme, gölge etme, rol çalma gibi basit çabalar, heveslerle oluşumun yorulmasına, enerji tüketmesine fırsat verilmez. Herkes ve her fikir değerlidir ancak toplum ve topluluk üst kimliği, üst değerleri şahıslar için sarsılamaz, örselenemez.
Uzun bir gecenin ardından şafağın ilk ışıkları gibi doğan bu oluşum, çok bulutlarla gölgelense;
Uzun bir kıştan sonra havaya düşen cemre gibi olan bu hareketimiz belki çok ayazlar, fırtınalar görse de gün öğlen, mevsim bahar olacak..

Güzel günler göreceğiz..

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

İlginizi Çekebilir

‘Salâvatın Mânâsı Rahmettir!..’ 

‘SALAVÂTIN MA‘NÂSI RAHMETTİR!..’  “(Ey resûlüm!)  (biz) seni ancak âlemlere bir rahmet olarak gönderdik!..” (Enbiya,107) “İşte seni …

Yorumlar

  1. avatar

    Değerli dost;

    Mesafeler değildir insanları ayıran, insanları savuran ve tahammülsüzleştiren hoşgörü fukaralığıdır diye bilirim… Sık sık yinelediğim bir tekerleme var; birbirimizi tam anlayamadık, o yüzden birbirimizi tamamlayamadık… diye… Severek kullandığım bir cümle…

    Birbirimizi tanıdığımızdan bu yana, asla ve asla iyi niyetinden, dert ortaklığından, memleket sevdasından ve sırdaşlığından zerrece kuşku duymadığım, benimsediğim özel bir dostluk köprüsünün altından ne kadar azgın sular aksa da değişmeyeceğinden de emin olduğum bir bağ…

    Memleketse ortak payda, nazımıza niyazımıza paydaş bir dosta sahip olmak kadar değerli bir servet yoktur diye de bilirim… Arada bir de olsa takılmacalarla, ilmi ve felsefi ayrılıklara rağmen sarsılmayan, abi kardeş dostluğu…

    Demem o ki, böyle bir dostun kelamına mevzu olmaktan mahcup memnuniyetim ile birlikte, kilometrelerce öteden duyduğumda en mutlu olduğum sesin sahibinin taltifi onurdur… Güzel duygu, düşünce ve oluşuma dair tavsiyeleriniz için teşekkürler hocam…

    İyi ki varsınız…

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Önceki yazıyı okuyun:
“İşte bak, ben bir hiçim. İşte bak, ben bir hiçim”

Hasan Okur 1933 Nevşehir-Nar doğumludur. 10 sene kadar astsubay olarak orduda görev yaptıktan sonra Diyanet …

Kapat