Ana Sayfa / KASTAMONU / Kastamonu Yazıları / İsmail Hakkı Uzunçarşılı’nın Taşköprü Mektupları

İsmail Hakkı Uzunçarşılı’nın Taşköprü Mektupları

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

Taşköprü Mektupları

Birinci Mektup

İsmail Hakkı Uzunçarşılı

“Azizim Hüsnü,
Gelirken sana söylediğim veçhile deruhte ettiğimiz tetkikatın pek yorucu, pek üzücü olduğunu söylemiştim. Fakat bazı müşahedatım beni bu makaleyi acele yazmaya sevk etti. Geçen Ağustos içinde Kastamonu’ya ilk geldiğimiz günlerde Devrekani nahiyesini ve ekser köylerini gezerek munis halk ile konuşmuş, dertleşmiş idim. Bu sefer de ikinci defa olarak Taşköprü, Boyabat, Sinop’u görmek; hem tarihi malumat elde ederek istifade eylemek ve hem de halk ile temas edip onlarla görüşmek üzere zuhur eden fırsatı kaçırmamak fikrime pek muvafık geldi. Zaten bu seyahatim de benim arzumun neticesidir.

Üç atlı Kastamonu’yu terk ederek gün doğusuna doğru hareket esnasında kalbimde büyük bir inşirah vardı. Beni böyle bir fırsata nail ettiğinden dolayı Cenab-ı Hakk’a şükür ederken, gözümün önünde bu havalinin vekâyii bir sinema gibi geçiyor; ben de nâçizane onların pek çok asarından harap ola ola bazı enkazı ve bakayası kalmış eserlerini tetkik etmek üzere seyahat ediyordum.

Şimdiye kadar kadirşinas ellerde darmadağın edilen asar-ı eslafın bakiyyesini olsun muhafaza etmek zihniyeti bizde pek yeni olmakla beraber hiç olmazsa mütebaki asarı muhafaza ederek Anadolu tarihini bazı noktada bütün bütün meçhul bir safhadan kurtarmaya az çok hizmet edeceğinden dolayı şayan-ı şükrandır. Hakikaten milliyet fikirlerinin kuvvetlenmesiyle asâr-ı eslâfın karşı artan hürmetlerimiz ve onların eserlerini tetkike olan merakınız günden güne artıyor ki, bu hal bizim için bir devr-i intibahtır.

Havanın sıkıcı olmasına rağmen biz heves ile ilerledik. Gökırmak çayının köprülerini geçerek menzil-i maksuda yakınlaşmış ve Kastamonu’yu yarıdan ziyade uzakta bırakmış idik. Kızılırmak’ın ayaklarından olan Gökırmak çayının köprülerini geçerek menzil-i maksuda yakınlaşmış ve Kastamonu’yu yarıdan ziyade uzakta bırakmış idik.

Kızılırmak’ın ayaklarından olan Gökırmak’ın bir hıyâbânı andıran zümrüt gibi olan ağaçlık kısımları pek dilnişin ve pek hoş bir manzara teşkil ediyordu. Bu suyun önünde ağaçlar altında yemeğimizi yedik. Bir an evvel Taşköprü’ye kavuşmak üzere yola çıktık. Niyetimiz artık hiçbir tarafta durmayarak doğruca kasabaya inmek idi. Fakat havanın yağmur sıkıntısı hararetimizi artırdı. Susamak. O sırada yanımızdan geçen bir köylüye selam vererek şose kenarında suyun yakın olup olmadığını sorduk. Bir saat sonra suyun bulunacağını haber alınca bu kadar müddet susuzluğa pek de dayanacağımızı düşünerek yolun sağında ve on dakika mesafede Uzunkavak karyesine saptık. Ağaçlık arasında, ortasından su geçen bu güzel köye girdik. Elli, elli beş yaşlarında yaşlıca bir köylü bizi karşıladı. Maksadımızı anlattık. Doğruca muhtarın bahçesine götürdü. Yemyeşil bahçe arzumuzun hilâfına olarak bizi cezp etti. Oturduk. Su ve kahve içtik. Hayvanlarımız da biraz yem yedi. Misafirperver olan ihtiyar köylünün hatırını sordum. Sözü müdafaa-yı milliyeye , müdafaa-yı meşruaya naklettim. Bu harbi ne için yaptığımızı sordum.
O zamana kadar benim her sözüme mütevaziâne, sâkitâne cevap veren köylü, kaşlarını çattı. Parmakların büküp avucunun içine alıp dizlerinin üstüne koyduktan sonra efevâri bir tavır alarak; “Beyefendi, biz birçok muharebe gördük ve işittik, kazandık ve çok zaman kaybettik. Tabii bundan acı duymakla beraber bu iş onlara asla benzemez”. Gözlerini açıp yüzüme baktıktan sonra, “Bu harp namus meselesidir” dedi. Daha azimkâr bir tavırla şunu ilave etti:
“Evimizin içine giren bir düşmanı atmak herkese lazımdır. Hamd olsun bizim kasabamıza tâbi karyelerden firar yoktur.”

Ben bu hal, bu öz Türk’ün galeyanlı kükremesi karşısında mütehayyir kaldım. Sevincimden ağlamamak için kendimi güç zaptedebildim. İhtiyar aslanın samimi ruhundan kopan “bu harp namus meselesidir” cümlesi kadar doğru, bizi mütehassis eden bir cümle yoktur, sanırım. Köylü, bizim birçok makalelerle, yığın yığın yazılarla anlatacağımız şeyi bir cümle hem de beliğ bir cümle ile anlatarak işin içinden çıktı.

Anadolu köylüsü harbi ve müdafaanın niçin olduğunu tamamen anlamış, maksadı anlayarak çalışan bir milletin de mağlup edilemeyeceğini, kolunun bükülemeyeceğini bedihiyyat-ı tarihiyeden bulunmuştur. Kalbimiz sevinçle dolu olduğu halde muhterem ihtiyara veda ederek ayrıldık. Tarihte harikalar ibda eyleyen bir neslin aynı hasâile mâlik hafidi de ecdadının binlerce sene evvel gösterdiği azim ve imanın numunesini gösteriyor.

Onun tıynetinde meknuz olan azim ve irade, fedakarlık gösterilecek yerde tamamen tecelli ediyor. Biz münevverler bu kabiliyeti aziz milleti iyice anlamadığımızdan dolayı mesulüz. Taşköprü’ye üç saat kadar yolumuz kalmıştı. Artık durmadan ilerleyerek tamam saat alaturka onda kasabanın Gökırmak üzerinde sebeb-i tesmiyesi olan taş köprüyü geçtikten sonra dönemeçli yollardan geçerek sora sora yegane hana indik.
Gerçi rindiih-i cihânız hane
Berduşuz velîk görmedim hiç
De (hezâri) böyle bir virane
Diyecek kadar pek eski bir han. Mevkiinin ehemmiyetine göre biraz sahibi himmet etse iyi olacak.

Bin hane kadar olan kasabanın ön tarafı ovalık olup ırmak vadisi serapa ağaçlıktır. Gök çayın ağaçlar arasında yayılarak akması o kadar şairanedir ki.. Hükümet binası haricen pek güzel. Memlekete en ziyade şeref veren, bu rahatlığının irfan-ı milliye hizmetine delalet eden ve ikmal-i kuvve-i karibeye gelen mekteb-i rüşti binasıdır. Ufak bir hizmet ile mektebin bu sene ikmali düşünülmektedir.

Taşköprü müftüsü Hilmi Efendi hazretlerinin delalet ve teşebbüsleriyle Muzaffereddin Camii tamir edilerek yanına bir fetvahane, nezafet-i umumiyeye hizmet için umumi helalar ve daha bazı nafi eserler vücuda getirilmektedir.

Halka muhterem müftü gibi iyi rehberler vasıtasıyla pek çok işler maalmemnuniye yaptırılabilir. Muvaffakiyet için ahalinin celb-i kulübüne muvaffak olmak elzem-i umurdan olduğu herkesçe malumdur.

Bugün kasabanın şayan-ı temaşa harici mahallerini gezdim. Zımbıllı Tepesi denilen ve asar-ı kadime ile memlû olan mahalde eski Taşköprü kasabası varmış. Fakat enkazı toprak altında kalmış olup hafriyat ile pek çok şeyler meydana çıkar. Maarif Vekaleti Kastamonu’da zengin bir müze vücuda getirmek istiyorsa biraz fedakarlık ihtiyarı ile bazı kabil-i nakl ve istifade eserleri buradan çıkartabilir. Yoksa sade yukarıdan emirler vermekle, paraya ve masrafa müteallik olan bu gibi işler yapılamaz.

Saniyen burada mevcudundan istifade edilecek kıymettar muallimler var. Bu faal muallimler Kastamonu İlim Derneği için nâfi uzuv olabilirler. Numune Rüştîsi muallimi Ahmet Muhtar Efendi fotoğraf ve asar-ı kadimeye meraklı bir zattır. Bu gence hiç olmazsa cam, ecza, kâğıt bedeli verilirse Taşköprü’nün hem tarihi, hem manzaraya müteallik fotoğrafları alınır.

Köy, mektep ve kasaba hayatından bahsedemeyeceğim. Hem daha bir günlük misafirim, hem de vaktim müsait değildir. İnşallah onu başka bir mektubumla yetiştirmeye gayret ederim.” (Açıksöz, Sayı:504, 11 Haziran 1922)

İkinci Mektup

“Bundan evvelki mektubumda Taşköprü kasabasının tarihi mahallerini gezdiği, büyük bir şehir ve saray enkazını havi Zımbıllı mevkiinin ehemmiyet-i tarihiyyesi ile burada yapılacak hafriyattan Kastamonu’da mükemmel ve zengin bir müze tesis edilebileceğini hatime olarak yazmıştım.

Bugün de (Perşembe) Maarif Müdür-i muhteremi Sadık Beyefendi ile bazı karyelere gitmek için hazırlandık. Mumaileyh bizden evvel ekser mekatibi teftiş eylemiş ve vazifesini ikmal eylemek üzere bakiyye kalan üç dört mektebi olan köyü de dolaşmak istediğimden ben de programda mevcut olan bu karyelerden ikisini görmek üzere refakat ettim.

Tahminen üç beş saat beygirlerle gittikten sonra Alisaray köyüne vasıl olduk. Devr-i Hamidî’de irade ile yapılmış güzel bir cami ve bir mektebi olan bu karye yüz on beş hane kadar olup mevkii de iyidir. Hamd olsun bu sene mahsulün muvafık olmasından ve yağmurların vakit ve zamanıyla yağmasından dolayı zurra memnundur. Buranın güzel mektebinde köyün vusatına nispetle pek az olduğu gibi muallimleri de Darulmuallimin mezunu olmadıklarından usul-i tedrise vakıf değillerdir. Bu mütalaamdan Darülmualliminden mezun olmayan muallimlerin hiç muvaffak olmadıkları fikri hasıl olmamalıdır. Onlar da teslim ederler ki içlerinde eski usulde muvaffakiyet gösterenleri enderdir. Bu karyede tarihe yarar bir eser yoktur.

Buradan Kastamonu’da icra-yı imaret eden Çobanzâdelerden ve nefs-i Taşköprü kasabasında medrese ve camii bulunan Muzaffereddin Yavlak Arslan nam zatın mahalli şahadeti ve medfeni hâvi Tokaş karyesine gitmek istedik ise de kabrinde ne bir taş ve ona dair ne de bir malumat olmadığı tesadüfen Alisaray’da bulunan bir köylüden tahkik edilmiş olduğundan kasabaya pazar münasebetiyle (buranın pazarı cumartesi günüdür) gelecek köylülerden tahkik edilmek üzere Tokaş’a gitmekten sarf-ı nazar edildi.

Yine o gün güzel ve eski bir cami ve gayet sanatkârane işlenmiş hamamıyla meşhur olan Abdal Hasan karyesine gidildi. Bu zat hakkında şöyle bir rivayet olduğu köylülerden öğrenildi. Abdal Hasan Horasan’dan bu taraflara gelmiş, şimdi türbenin mebni bulunduğu mahalde oturmuş. O zamn bu taraflara Candar beyleri hükmediyorlarmış. Candar beyi bu zatın kerametini görerek kendisine bu karyede bir tekke vermiş. Ve yine bu zatın kerameti neticesi olarak Yıldırım Beyazıt’ın bir dilsiz kızı burada lakırdı söylemiş. Babası Beyazıt kızını yanına çağırdığı halde icabet ederek gitmemiş, israr edince teslim-i ruh ederek Abdal Hasan’ın yanına defnedilmiş. Elyevm Dilsiz Sultan namıyla maruf imiş.

Her milletin tarihinde mitoloji kısmı vardır. Mamafih bu hurafat arasında hakikatler fark edilir. Bu hurafeden şu netice-i müfide hasıl oluyor. Abdal Hasan kuyud-i hakanî suretinde gördüğüm üzere mezaa-i kiramdan bir zattır. Köylülerin Candar Beyi dedikleri, bizim tarihlerde İsfendiyaroğulları dedeğimiz aile-i hükümdardır ki, Şemsettin Demir Candar evlatlarıdır. Candar ailesinin Dudaşoğullarından olmasına mebni bu karyenin asıl ismi de Abdal Hasan olmayıp defter-i hakâni kuyudunda gördüğüm gibi Dudaş’dır. Yine o kuyuda göre buraya İsmail Bey İsfendiyar Bâdâne karyesinin aşarını vakfeylemiş. Kuyuddaki ibare aynen (karye-i bâdâne tabi Taşköprü vakf-ı zaviye-i mezkure vakıf İsmail Bey veledi İbrahim Bey el Candar) tarzında muharrerdir. Şu halde Abdal Hasan ya daha evvel veyahut İsmail Bey zamanında yaşamış Sultan Beyazıt tarafından fermanda bu karye ahalisi bilcümle tekaliften muaf tutulmuştur ki, bu Beyazıt zann-ı acizaneme göre Beyazid-i Sânî’dir. Zira buraya vakf yapan Kastamonu hükümdarı İsmail Bey Fatih zamanında hükümetini Mehmet Han-i Sânî’ye teslim etmiştir.

Abdal Hasan zaviyesinin kapısı sanatkarane bir surette arabesk tarzında süslenmiş olduğu gibi yine sanatkârane yapılmış bir demir parmaklığı vardır. Harap olmaya yüz tutan camii kadirşinasını ağlatacak derecededir. İhmalimiz yüzünden böyle kıymettar asar-ı eslaf harap olup gidiyor. Cami kurşun örtülü büyük bir kubbe altında ve murabbaa yakın müstakil şeklindedir. Kasabalarda bile böyle cami az bulunur. Eğer bu güzel cami bir iki sene daha tamir edilmezse eski bir Türk eser-i mimarisi daha göçüp gidecektir.

Maârif Müdürü Sadık Bey bu köyde de teftişini bitirdi. Köylüler mektep ve maarife teşnedirler. Evvelce köylerinde okur yazar yokken şimdi askerde altmış kadar okur yazar köylüleri olduğunu memnuniyetle söylüyorlar.

Cuma günü sabahı Taşköprü’ye avdetle iki buçuk saatte kasabaya gelerek bir buçuk saat kadar istirahatten sonra merkez kasabası muallimlerinden Mehmet Efendi isminde gayur, meraklı ve mütevazi bir arkadaşla beraber eser-i kadîmeden balkonu olan Süleymanoğlu karyesindeki kayayı görmek üzere yola çıkıldı.

Atlarla üç buçuk saatte köy civarında büyük bir kayanın önünde durduk. Burası görmek istediğimiz yer idi. Hayvanları bağladık. Muallim Mehmet Efendi paçalarını sıvayarak bizi kayanın önünde akmakta olan çaydan geçirdi. Zira hayvanlarla dik mahalde geçilmek mümkün değildi. Pek büyük kayanın köye nazır tarafına düşen mahalline iki metre irtifaında ve iki buçuk metre kadar uzunlukta murabbaa yakın müstakil şekilde iki kısa başlıklı mermer sütuna müstenid oyulmuş olan bu balkonun, kayanın içerisine doğru iki penceresi daha doğrusu içerdeki odaların balkona doğru açılmış iki penceresi vardır.

On beş ayaklı bir merdiven olaydı bu tehlikeyi, balkona çıkmayı göze alırdık. Balkonun arkasındaki iki pencere oda pencereleri idi. Burada üç oda ile bunlardan kayanın içine doğru birinin kapısı varmış. Bunu on, on beş sene evvel Taşköprü kaymakamı ile iş bu odalara giren bir köylü bilahare anlattı.

Taşköprülü köylüler, Yavlak Arslan’ın kabrinin köy evlerinin arkasında yüksekçe bir mahalde olduğunu ve kabrinin bir buçuk insan boyunda bulunduğunu söylediler. Mütevellisinin her sene bir sığır keserek kurban ettiğini ve bir de mevlid okutturduğunu zikrettiler. Mütevelli vefat etmiş olduğundan bu vazifeyi şimdi karye ahalisi müştereken yapıyorlarmış.

Balkonun üst tarafında bir kartal ve onun elinde iki kaplan, balkonun sağında kanatlı ve boynuzlu bir boğa, altında gerilmiş surette bir arslan ve kayanın solunda da keza bir kanatlı boğa resimleri mahkuktur.

Rehberimiz Mehmet Efendi bizi bu büyük kayanın üzerine çıkardı. Orada bir kayanın içine doğru oyulmuş şayan-ı dikkat ve hayret toklu vardı. Uzun ve takriben seksen belki daha fazla basamaklı bir merdivenli yol vardır. Basamaklar aşınmış ve kırılmış olduğundan içerisine ancak bele ip bağlamakla girilebilir. Hamz-ı karbonla (karbonik asit) memlû olması ihtimaline binaen tehlike de vardır. İçeriye doğru taş yuvarlandığı zaman iniltiye bakılacak olursa kaya kâmilen oyulmuştur. Bu tünelvari merdiven şüphesiz balkonun da medhalidir. Zira kayanın girilecek başka yeri yoktur. Pencereleri de olmak lazım gelirse de buna dair bir emare bulamadık. Zira kayanın iki tarafı da dik meyil peyda ederek pencere olması lazım gelen mahalleri doldurmuş olabilir. Biz yalnız pencereye müşabih bir delil görebildik. Biraz masraf ihtiyarı ile buraya inilirse dahilen hayli malumat elde edilebilir. Balkon ile tasvirleri, fotoğrafisi behemahal alınmalıdır.

Süleyman köyüne gidilirken Aygır denilen bir dağ içinde de evvelki balkona müşabih diğer bir balkon daha vardır ki bu, rüzgar ve yağmurların i’tikaline (aşındırma) daha ziyade maruz kalmış olduğundan bir sütunu ile baş tarafı kırılmış olan bir hayvan resmi kalabilmiştir. Akşam üzeri saat on bir buçukta kayadan uzaklaşarak misafir olacağımız Yeke köyü bulunduğumuz mahalle bir saat mesafede olduğundan tetkikatımız kâfi görüldü. Zaten vesaitimiz olmadığı için bu kadar tetkikattan başka bir şey yapılamazdı.

Bu tarafların ziraati de hamd olsun iyidir. Rençber erkek ve kadın tarlalarda kemal-i faaliyetle çalışarak sâilerinin mükâfatını bekliyorlar.

Kasabaya cumartesi günü saat üçte avdet edildi. Köy kasaba tetkikatı için Müftü Hilmi Efendi hazretleri kendileriyle ilk teşrif ettiğim halde bana asla yabancılık sezdirmediler. Lazım gelen muaveneti diriğ etmeyerek yanıma gezeceğim yerleri tanıyan bir zevatı arkadaş vermek lütfunda bulundular. Bu muhterem kadirşinas zata karşı medyun-ı şükranım.

Köyden avdetten sonra istirahat esnasında bir gün evvel yazılmış bir tezkere ile inas rüştiyesi talebatının imtihanları hitam bulmasına mebni tertip etmiş oldukları tevzi-i mükafata davet ediliyorduk. İkmal-i tahsil eden hanım kızların numaraları da okunacakları talebatın yedi sene süren gayretlerinin semeresine nail olarak meserretlerini görmek pek hoş olacaktı. Gerek buradaki ihtisasasıt ve gerek nefs-i kasabaya mütealik bazı müteferrik malumatı üçüncü mektubumda arz edebileceğim. Zira pek yorgunum. (Açıksöz, Sayı: 507, 14 Haziran 1922)

Üçüncü Mektup

“İkinci mektupta İnas rüştiyesinde yapılacak olan tevz-i mükafata davet edildiğimizi kaydetmiş ve bu husustaki müşahedatımı yazacağımı da ilave eylemiştim.

Cumartesi günü (10 Haziran) Maarif Müdürü Sadık, kaymakam vekili, Mal Müdürü Hulusi beylerle mektebe gittik. Bizden evvel müftü ve hakim efendilerle şube muamelat memuru Yüzbaşı Fevzi ve bazı muallim beyler teşrif etmişlerdi. Bazı musahebattan sonra mektep talebatının tertip eyledikleri yemekler yenildi. Şehadetname alacak olan son sınıf hanımlarının neşelerini simaları gösteriyordu. Güzel, vatanî neşideler okudular. Hususiyle üstad-ı muhterem Samih Rifat Beyefendinin (Aydın, Aydın Güzel Aydın) neşidelerinin hazinane okunuşu hepimizi teheyyüce getirdi. Ağlamamak, bu matemli yurdumuzun hasretiyle coşmamak kalbimizden gelen feryadı saklamak, susturmak için büyük bir metanet gösteriyorduk. Bunu müteakip son sınıf talebatının numaraları okundu. Kastamonu muhasebe-i hususiye kâtibi Taşköprülü Şefik Bey biraderimizin kerimeleri Bedia hanım birinciliği kazanmıştı. Maarif müdürü kısa fakat veciz bir konuşma irad eyleyerek muallimin hanımlarla talebâtın gayret ve müktesebatlarını takdir ettikten sonra, mahalli memurin ve eşraf ve ahalinin maarife karşı gösterdikleri muhabbetten dolayı da memleket halkına teşekkür ederek nutuklarına nihayet verdiler. Ve bu suretle de merasim hitam buldu.

Taşköprü’deki memurlar arasında hasıl olan samimiyet ve muhabbet hemen müstesna bir şekildedir. Müttehiden kazanın tealisine çalışan bu zevatı takdir etmemek mümkün değil.

Taşköprü’de gece hayatı Kastamonu’dan daha iyi olup günden güne lüküslerin adedi artmaktadır. Müftü Efendi erbab-ı hayırdan iki zatın himmetine müracaat ederek Muzaffereddin ve Karamustafa camileri avlusuna lüküs lambaları astırmış. Eğer dört, beş lamba daha tedarik edilirse kasaba hakikaten gündüz gibi olacaktır. Şu halde Kastamonu ile Taşköprü arasında tenvir ve tenvir rekabeti var. Arada yalnız şu fark var ki, Kastamonu belediyesi artırabilirse kendi kasasından yaptıracak. Bura ahalisi muaveneten kendi taraflarından tedarik ile belediyelerine yardım ediyorlar. Dr.Fazıl Berki Bey, Taşköprülülerin yaptıkları gibi şehir zenginlerinin himmetiyle bu hususu temin ederek fazla lamba tedarik ederse tabii çok iyi olur. Gerçi bazı zevat teberruda bulunuyorsa da bu ayrı bir şeydir.
Taşköprü’de kasabanın tezyini cümlesinden olarak belediye dairesi önüne bir havuz yapılacak. Keşfi yapılarak münakaşaya konmuş. Bu havuzun masrafına da ahali yardım etmiştir. Müftü efendi ramazanın son dersinde kasabanın tezyin ve tanzimi ahalinin muavenetiyle mümkün olacağını beyan edince zaten bunu müdrik olan halk havuz masrafına sarf edilmek üzere ilk defa olmak üzere 40 lira teberru etmişler ve memlekete alakadarlıklarını göstermişlerdir. Her yerde olduğu gibi, bura evkafında da senelerin batâeti hala devam edip gidiyor. Birçok harap olan vakıflar var. Bunların yerine mağaza vesaire yapılarak varidat-ı vakfiye tezâyid etse fena mı olur? Bunun husule getirdiği menafi meydanda ve İstanbul’daki vakıfhanelerin fevaidi aşikârdır.

11 Haziran Pazar günü saat bir buçukta Boyabat’a doğru hareke ettik. Mektepleri teftiş için Sinop’a kadar gidecek olan Maarif Müdürü Sadık Bey ile beraberdik. Gideceğimiz yer on dört saatlik idi. Mektebi olan (Onapa=Kornapa) karyesine uğrayacak ben de tetkikatta bulunacağım. Onapa’da mualliminin (mektepler güneşi) ismini verdiği biri ihzari diğeri devre-i evveli olmak üzere iki sınıflı bir mektep var. Mektep 1337 senesi Eylülünde açılmış ve elyevm 38 zükür ve 35 inas müdavimi var. Muallimi Hafız Sabri Efendi’nin cidden takdir ve tahsinlere layık gayreti ve maarifi takdir etmiş ve İstanbul’da yetişerek tenvir etmiş, bugün ahaliden bazı zevatın tergib ve himmetleriyle bura mektebi bütün köy mekteplerinin bihakkın güneşi olmuştur.

Mektebin kuyudat ve defterlerinin intizamı belki kasaba mekteplerinde de yoktur. Yalnız başına mektebi idare eden bu sahib-i azim muallimin, yetiştirdiği talebe ve talebînin sinlerine göre müktesebatları da pek mükemmeldir. Muallim Hafız Sabri Efendi darulmuallimin mezini değil, fakat bilimtihan darulmuallimînden baş muallimlik ehliyetnamesi almış ve mesleğinde pek çok muallimlere gıpta verecek şayan-ı takdir haller göstermiştir. Bundan dolayı elli haneli olan Onapa köyüne yarım saat mesafeden talebegeldiği gibi, iki saatlik köyden de bir haftalık azığıyla gelen talebeler var. Bu intizam ve terakki karşısında maarif müdürü pek memnun oldu. Mualimînin gösterdiği gayretin mükafatı olmak üzere Eylülden itibaren maaşına yüz guruş zam edileceğini söyleyerek onu daha ziyade ihtimam göstermeye sevk etti. Biz de bu gibi pratik hareketlerle işler daha ziyade görülür ve muvaffakiyet daha ziyade olur. Eğer teftişten maksad müstahikkini taltif ve tecziye ise -ki buna şüphe yoktur- böyle amelî hareketler iyi neticeler tevlid eder. Karye eşrefından ve sabık saray kilercilerinden Hacı Mustafa Efendi bize çok ikram etti. Eski âdâtımızdan bakiyye kalan saray terbiyesi tarihçileri hakikaten mütehassis ediyor. Hacı Mustafa Efendi bütün köy halkı namına böyle kıymetli bir muallime mâlik olduklarından dolayı maarif müdürü beye teşekkür eyledi.

Onapa karyesinde Şeyh Musa Pir Dede isminde bir zat medfun. Bu da köylü rivayetine göre Horasan erenlerindenmiş. Kastamonu hakimi Muzaffereddin Gazi’nin vesatatıyla Selçukî hükümdarı bu zat bazı a’şar vakfetmiştir. Sultan Aziz zamanına kaar tekkenişinleri taraflarından olarak gelen giden misafirlerin i’zaz ve ikramı için sarf edilen a’şarın bilahare bedeli verilmeye başlanmış ve altı, yedi senedir de o da kesilmiştir. Şeyh Musa türbesinin mihrabında (Doklu Hatun) isminde bir sahabetülhayrın 811 tarihli ufak bir kitabesi var.

Onapa’yı da terk ederek o gün saat yedide şarka doğru Gökçeağaç nahiyesi merkezine doğru yollandık. Nahiye merkezi denince yüz, iki yüz haneli bir köy düşünmeyiniz. Hatta beş haneli köy bile anlaşılmasın. Haraba mâil bir ev ile yine öyle bir jandarma karakolu ve yüz adım ilerisinde de İbrahim Ağanın hanesinden başka bir şey yoktur. Şu halde hükümet dairesi âlem-i tecridde yaşıyor, demektir!

Merkez olmak itibariyle telgraf dairesi olmadığını kaarim düşünmemişlerdir, zannederim. Bir zaman telgraf var imişse de elyevm bu da metruktur.

Burada İsfendiyar hanedan-ı hükümdarîsinden İsmail Bey’in elyevm harap olmuş bir han var. Dört köşeli, dört sütun üzerine müesses olan bu güzel hanın kemerleri tuğladır.

Gökçeağaç ve havalisinde hasalat matluba muvafık derecede değildir. Gelinbükü, Halkabükü, Yenice, Sarıalan, Çakırçay ve Boyabat’ın Sakız, Hacı Ahmet karyelerinde üç seneden beri devam eden darlık bu sene de baş göstermek üzeredir.

Geceyi Yenice karyesinde geçirdik. Onapa mualliminin zıdgiri olarak burada tembel, atıl bir muallim var. Köylü, çocuklarını gönderdiği halde muallimin her zaman vazifesinde bulunmaması neticesi olarak talebe dağılmıştır. Mektepte sıra bile yoktur. Himmetsizliğin bu derecesi de şayan-ı affolamaz.

Pazartesi günü sabah dağ yoluyla Boyabat yoluna devam edildi. Sakız karyesinden itibaren Sinop livası dahiline girmiş olduk. Dağ yolu deyince kestirme tarafıyla yol aradığımız zâhib olmamalı. Zaten şose yok ki ondan bahsedeyim. Buraları galiba nafıa haritalarında yok. Sakız karyesinden itibaren gördüklerimi Boyabat mektubunda yazacağım.” (Açıksöz, Sayı: 508-510, 15-18 Haziran 1922)

 

Kaynak: Yasemin VURAL ÇAKMAK, İsmail Hakkı Uzunçarşılı’nın Açıksöz Gazetesindeki Makaleleri (1921-1922)
(Yüksek Lisans Tezi)

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

İlginizi Çekebilir

Seyyid Kurtşeyh Dede ve Devrekâni

SEYYİD KURTŞEYH DEDE VE DEVREKÂNİ Ülkemizin her köşesi tarih, kültür ve medeniyet barındırmakta. Tarihte önemli …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Önceki yazıyı okuyun:
“İb­ra­him On­ba­şı! Sîman ne di­yor, bi­li­yor mu­sun?”

Merhum Hasan Kurt Ağabey Anlatıyor: (...) BEDİÜZZAMAN SAV KÖYÜNE GELDİ HEM HÜZÜNLÜ HEM SEVİNÇLİ ANLAR …

Kapat