Ana Sayfa / Yazarlar / İstikbal İslâmındır!

İstikbal İslâmındır!

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

İSTİKBAL İSLAMINDIR

1910’lu yıllar, İslâm âlemi’nin en zor ve en sıkıntılı yıllarıdır. Hemen hemen bütün İslâm devletleri ecnebi sömürgesi altındadır. İslâm âlemi’nin lideri ve hilafetin merkezi olan Osmanlı Devleti, 1. Dünya savaşı depremiyle çökmüştür. “Alem-i İslam’a indirilen darbelerin, en evvel kalbime indiğini hissediyorum” (Tarihçe-i Hayat, s. 123) diyen Bediüzzaman, dehrin olaylarından şiddetle muzdarib iken, mana âleminden bir teselli alır. Şöyle ki:

” Bir Cum’a gecesinde nevm ile âlem-i misale girdim. Biri geldi, dedi: Mukadderat-ı İslâm için teşekkül eden bir meclis-i muhteşem seni istiyor.

Gittim, gördüm ki; münevver, emsalini dünyada görmediğim selef-i salihinden ve asarın mebuslarından her asrın mebusları içinde bulunur bir meclisi gördüm.”(Sünuhat, s. 30)

Bu meclis, Osmanlı’nın mağlubiyetini ve İslâm’ın mukadderatını ele alır. Karşılıklı soru-cevaplardan sonra, meclisten çıkan karar şudur: ” Evet, ümitvar olunuz ! Şu istikbal inkılabı içinde en yüksek gür sada, İslam’ın sadası olacaktır.”( Sünuhat, s. 36)

Herkesin ümitsizlik içinde olduğu o dehşetli günlerde, Bediüzzaman geleceğe hep ümitle bakmıştır. 1910′ da, Doğu’da aşiretler içinde gezerken, O’nun bu tarz konuşmalarına, mühim bir zât itiraz eder ve der:

“- İfrat ediyorsun, hayali hakîkat gösteriyorsun. Bizi de techîl ile tahkîr ediyorsun. Zaman ahir zamandır, gittikçe fenalaşacak” Bediüzzaman şu cevabı verir:

Neden dünya herkese terakkî dünyası olsun da, yalnız bizim için tedennî dünyası olsun ? Öyle mi ? İşte ben de sizinle konuşmayacağım. Şu tarafa dönüyorum, müstakbeldeki insanlarla konuşacağım.

Ey 300 seneden sonraki yüksek asrın arkasında gizlenmiş ve sâkitâne Nur’un sözünü dinleyen ve bir nazar-ı hafiyy-i gaybî ile bizi temaşa eden Saîdler, Hamzalar, Ömerler, Osmanlar, Tahirler, Yusuflar, Ahmedler ve saireler..! Sizlere hitab ediyorum. Başlarınızı kaldırınız “Sadakte” deyiniz. Ve böyle demek sizlere borç olsun. Şu muasırlarım (çağdaşlarım) varsın beni dinlemesinler. Tarih denilen mazi derelerinden sizin yüksek istikbalinize uzanan telsiz telgrafla sizin ile konuşuyorum. Ne yapayım acele ettim, kışta geldim. Sizler cennet-asa (cennet gibi) bir baharda geleceksiniz. Şimdi ekilen nur tohumları, zemininizde çiçek açacaktır.

(…) Şu zamanın memesinden bizimle süt emen ve gözleri arkada maziye bakan ve tasavvuratları kendileri gibi hakikatsiz ve ayrılmış olan bu çocuklar, varsınlar şu kitabın hakikatını hayal tevehhüm etsinler. Zira ben biliyorum ki, şu kitabın mesaili (meseleleri), hakikat olarak sizde tahakkuk edecektir.” (Münazarat, s. 87-89)

Bediüzzaman’ın bu heyecan dolu ifadeleri, kuru bir temenniden ibaret değildir. Hicri 1300’den sonraki dönemin parlak bir dönem olacağına işaret edilmiştir. Hicri 1400’e tekabül eden, 1980’li yıllar, ülkemizde ve İslâm aleminde, hatta insanlık âleminde İslâmî hizmetlerin hızla yayıldığı bir dönemin başlangıcı gibidir.

Fakat bedbîn, ümitsiz insanların böyle bir İslâmî gelişmede katkıları olmayacaktır. Ümitsizlik telkiniyle, hiç olmazsa başkalarına engel olmamaları için, Bediüzzaman onlara şöyle seslenir:

“İşte, ey iki hayatın ruhu hükmünde olan İslâmiyeti bırakan iki ayaklı mezar-ı müteharrik bedbahtlar! Gelen neslin kapısında durmayınız ! Mezar sizi bekliyor, çekiliniz. Ta ki, hakîkat-ı İslâmîyeyi hakkıyla kainat üzerinde temevvüc-saz edecek olan nesl-i cedîd gelsin.” (Münazarat, s. 89) Yani ey ayakta gezen cenazeler. Gelen neslin önünde durmayınız. Mezar sizi bekliyor, çekilinizb Ta ki, İslâm gerçeğini hakkıyla kainat üzerinde dalgalandıracak olan “yeni nesil” gelsin.

1911′ de, Şam’da Emeviye Camii’nden verdiği hutbede, İslâm âleminin temel meselelerine temas eden Bediüzzaman, orada da gelecekle ilgili kesin kanaatini şöyle belirtir:

“İstikbal yalnız ve yalnız İslâmiyetin olacak. Ve hâkim, hakaik-i Kur’an’iye ve imaniye olacak” (Hutbe-i Şâmiye, s. 21) (Yani, istikbale Kur’an ve iman hakîkatleri hükmedecek. Öyle ki müslüman olmayan ülkeler bile, Kur’an’ın hakîkatlerine yönelme lüzumu hissedecekler. Mesela, fuhuş bütün milletlerin başının belasıdır. Bundan kurtuluş, meşru nikahla mümkündür. Hem mesela, faiz bütün devletlerin problemidir. Günümüzde Amerika’da”sıfır faizli sisteme nasıl ulaşılır”araştırmaları yapılmaktadır. Bunun anlamı, Kur’an’ın bir hakîkatına yönelim demektir).

“Akıl ve ilim ve fen hükmettiği istikbalde, elbette bürhan-ı akliye istinad eden ve bütün hükümlerini akla tesbit ettiren Kur’an hükmedecek.” (Hutbe-i Şâmiye, s. 26)

“Avrupa ve Amerika İslâmiyetle hamiledir. Günün birinde bir İslâmî devlet doğuracak. Nasıl ki, Osmanlılar Avrupa ile hamile olup, bir Avrupa devleti doğurdu.”(Hutbe-i Şâmiye,s.32; Ayrıca bkz. Emirdağ Lahikası, s. 368)

1970’li yılların başında Almanya’da Alman asıllı üç-beş müslüman varken, günümüzde bunların sayısının yüzbinleri aşması; Avrupa’nın pekçok yerinde kiliselerin camiye çevrilmesi gibi olaylar, Bediüzzaman’ın üstteki ifadelerini doğrulamaktadır.

Kur’an-ı Kerimin şu ayeti, bu tarz gaybî müjdelerin esasını teşkin eder:“Onlar, ağızlarıyla Allah’ın nurunu söndürmek istiyorlar. Allah ise, nurunu tamamlayacaktır. Kafirler hoşlanmasalar da” (Saff, 8).


 sorularlarisale

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

İlginizi Çekebilir

‘Salâvatın Mânâsı Rahmettir!..’ 

‘SALAVÂTIN MA‘NÂSI RAHMETTİR!..’  “(Ey resûlüm!)  (biz) seni ancak âlemlere bir rahmet olarak gönderdik!..” (Enbiya,107) “İşte seni …

Önceki yazıyı okuyun:
Yeni Fetö’lerin Önünü Almak yahud “terâküm” Eden “Gubar”ı Silkelemek/ M. Nuri BİNGÖL

YENİ FETÖ’LERİN ÖNÜNÜ ALMAK YAHUD “TERAKÜM” EDEN “GUBAR”I SİLKELEMEK-1  “Cümlenin maksudu bir amma rivâyat muhtelif.”  …

Kapat