Ana Sayfa / Yazarlar / Kâfir Âyet Okudu

Kâfir Âyet Okudu

Kafir Ayet Okudu

Kafir, hızlı adımlarla yürüyerek evinin önüne geldiğinde oyalanmadan oturduğu dairenin kapısını açıp içeri girdi. Acele hareket etmesine sebep olan şey çantasında taşıdığı ve merakını celbeden bir kitap idi. Kendisine rahatlık hissi veren ev elbiselerini giyip oturma odasına geçti. Masanın üzerine koyduğu çantasından bir Kur’an meali çıkarıp kanepeye sırtüstü uzandı. Kendi kendine mırıldandı: “Bakalım bin dört yüz yıl önce yazılan bu kitapta ne gibi gaflara, çelişkilere ve bilgi yetersizliğinden kaynaklanan yanlışlara rastlayacağım.” diyerek gülümsedi.
Kibirli bir eda ile Kur’an mealini okumaya başladı. Kitabı başından sonuna kadar dikkatlice okuyup bitirdikten sonra kafasını kaldırıp hayretler içinde düşüncelere daldı. Düşünürken dudaklarından şu kelimeler döküldü: “Asırlar önce, insanların kaba ve cahil olduğu bir çağda yaşayan, hiçbir eğitim almayan hatta okuma yazma dahi bilmeyen birinden böyle mükemmel bir kitabın çıkması nasıl mümkün olur?” Kafir ilk hükmünü verdi: “Bu kitap gerçekten Tevrat ve İncil’den daha mükemmel yazılmış. Eğer ben Kur’an’a Allah’ın sözleri değil diyeceksem o halde kesinlikle Tevrat ve İncil’e de Allah’ın sözleri değil demem gerekir. Yok eğer hıristiyan veya yahudi gibi düşünürsem o zaman İslam peygamberi kutsal kitaplarda yazılı olanlardan daha mükemmel konuşuyor demem gerekir. Tutarlı olmak gerekirse ya Kur’an’ı kabul etmem veya hiçbir dini kabul etmemem gerekir.”
Okurken bazı ayetler dikkatini çekmişti. İşaretlediği bu ayetleri tekrar okumaya başladı. Evet kafir ayet okuyordu:
—“O, eşsiz bir kitaptır. Ne önünden, ne de arkasından onu boşa çıkaracak bir söz gelmez.” (Fussilet: 41.- 42.)
Fikir akımlarının ve felsefi görüşlerin çoğunu inceledim ve hepsinin bir yanlışının ve hatasının kısa bir zamanda ortaya çıktığını ve bunların tenkid ve tezyif edilmiş olduğunu gördüm. Buna rağmen gerçekten Kur’an’ın hiçbir ayeti hakkında hata ve yanlış tesbit edildiğini görmedim.
Kafir, ayet okumaya devam ediyordu.
—“Kur’an’ı düşünmüyorlar mı? Eğer (o) Allah’dan başkası tarafından olsaydı, onda birçok tutarsızlık bulurlardı.” (Nisa: 82.)
Evet, biraz önce altı yüz küsur sayfalık bir kitap okudum. O kadar dikkat ettiğim halde hiçbir çelişki ve tutarsızlıkla karşılaşmadım. Bir adam değil altı yüz sayfa belki altı sayfa yalan yazsa, bir sözü diğeri ile çelişir ve birçok tutarsızlıkla karşılaşılır. Bu kitap bir yalan ve uydurma kitabı olsa idi çok yerlerinde birbirine ters düşen konulara rastlamam gerekirdi. Fakat okudukça görüyorum ki Kur’an’daki konular birbirini tamamlıyor ve birbirini izah ediyor.
Ayetler üzerinde düşündükçe kafirin hayreti artıyordu.
—“Eğer kulumuz (Muhammed)’e indirdiğimizden şüphe ediyorsanız, siz de onun bir suresinin benzerini getirin. Eğer (iddianızda) doğru iseniz, Allah’dan başka şahidlerinizi (yardımcılarınızı) çağırın. Eğer bunu yapamazsanız ki asla yapamayacaksınız, o halde yakıtı insanlar ve taşlar olan, kafirler için hazırlanmış ateşten sakının.” (Bakara: 23.- 24.)
Kur’an burada açıkça meydan okuyor. Benzer getirin diyor. Bu kitabın mükemmelliğini kabul etmeyenler o halde benzer getirsinler diyor. Fakat şimdiye kadar kimse böyle bir şeyi yapabilmiş değil. Eğer benzer getirmek mümkün olsa idi, acaba bir iki satırla muaraza edip Kur’an’ın davasını iptal etmek gibi rahat bir çare varken, en tehlikeli ve en zor olan savaşmak ve kan dökmek tercih edilir miydi? Demek Kur’an’a benzer yapamadılar ki muharebeyi ve haçlı seferlerini tercih etmek zorunda kaldılar. Çünkü edipler, yazarlar, din adamları, rahipler, hahamlar vs.. bir kaç kelime ile muaraza edebilseydi, Kur’an davasından vazgeçerdi. Bin dört yüz yıldır İslam’a düşman olanlar Kur’an’ın bu meydan okuması karşısında sadece susmuşlar ve bu konuda köşelerine çekilmişler. Dünyada hiç bir din veya hiçbir felsefe kendi davasını iptal edecek yolu göstermez. Fakat İslam dini, hem bu yolu gösteriyor hem de meydan okuyor.
Her ayet onu biraz daha imana yaklaştırıyordu.
—“Sana emrolunanı açıkça söyle ve müşriklerden yüz çevir.” (Hicr: 94.)
Bu kararlı ve kesin ifadeler ancak doğru yolda olan ve doğruluğundan emin olanların kullanacağı ifadelerdir. Yalancılar bu tarzda konuşmazlar. Onlar uzlaşma sağlamak ve kendilerini kabul ettirmek için karşı tarafın hoşuna giden şeyler söylerler. Asla böyle kesin ifadelerle hitap etmezler.
Kafir kendisini etkileyen ayetleri okumaya devam etti.
—“Şüphesiz ki Allah, adaleti, ihsanı, akrabaya yardım etmeyi emreder, fahşa (hayasızlık), münker (kötülük) ve bağy’i (isyanı) yasaklar. O, düşünüp öğüt alırsınız diye size öğüt veriyor.” (Nahl: 90.)
Adaleti emretmek zalimlerin ve yalancıların işi olamaz. Haksızlar haktan rahatsız olurlar. Yalancılar kötülükten medet umarlar. Hakkı emreden, kötülüğü yasaklayan asla sahtekar olamaz.
Kafir ara vermeden ayetleri okumayı sürdürüyordu.
—“Andolsun ki Allah, Rasul’ünün rüyasını doğru çıkardı. Allah dilerse siz güven içinde başlarınızı tıraş etmiş ve kısaltmış olarak, korkmadan Mescid-i Haram’a gireceksiniz. Allah sizin bilmediğinizi bilir. İşte bundan önce size yakın bir fetih verdi.” (Fetih: 27.)
Müslümanların Mescid-i Haram’a girecekleri vaad ediliyor. Gerçekten müslümalar Mescid-i Haram’a başlarını tıraş etmiş olarak giriyorlar ve Kur’an’ın verdiği haber doğru çıkıyor.
Bu gerçekler kafirin hayranlığını artırıyordu.
—“Rumlar, en yakın bir yerde yenilgiye uğradılar. Halbuki onlar, bu yenilgilerinden sonra birkaç (3- 9) sene içinde galib geleceklerdir. Önce de, sonra da emir Allah’ındır. O gün, mü’minler de Allah’ın yardımıyla sevineceklerdir. Allah, dilediğine yardım eder. O, Aziz’dir, Rahim’dir. Bu Allah’ın vadettiğidir. Allah vadinden dönmez; fakat insanların çoğu bilmezler.” (Rum: 1.- 6.’ya)
Bu ayetlerde Rumların İranlılara galip geleceği haber veriliyor. Allah vadinden dönmez deniyor. Gerçekten bu da aynen tahakkuk ediyor. Ya dokuz yıl içinde savaşmamış olsalardı veya Rumlar yenilseydi veya savaş neticesiz kalsaydı o zaman Kur’an’ın davası iptal olurdu. Kur’an Allah kelamı olmasa İslam peygamberi bütün davasını bir tek bu mesele yüzünden tehlikeye atar mıydı? Rumların yeneceğinden emin olması ise ancak vahiy ile mümkün olabilir.
Okuduğu ayetler kafiri Kur’an’a daha çok yaklaştırıyordu.
—“Allah, sizlerden iman edip salih amel işleyenlere vaadetmiştir: Kendilerinden öncekileri sahip ve hakim kıldığı gibi kendilerini de, yeryüzüne sahip ve hakim kılacak, onlar için beğenip seçtiği dini (İslam’ı) onların iyiliğine yerleştirip koruyacak ve geçirdikleri korku döneminden sonra, bunun yerine onlara güven sağlayacaktır.” (Nur: 55.)
Allah müslümanlardan salih olanları yeryüzüne sahip ve hakim kılacağını vaad ediyor. İslam tarihine baktığımızda gerçekten müslümanların bin yıldan daha uzun bir süre yeryüzünde hakim kılındığı görülüyor.
Ayetlerde gördüğü gerçekler karşısında kafirin küfrü yavaş yavaş eriyordu.
—“O zikri (Kur’an’ı) biz indirdik ve O’nun koruyucusu da elbette biziz.” (Hicr: 9.)
Allah Kur’an’ı koruyacağını vaad ediyor. Müslümanların kutsal kitabı, Peygamberin zamanından bugüne kadar aslının aynısı olarak gelmiş. Bir ayeti değişmiş olsa idi bu kitabın Allah kelamı olmadığı hükmüne varılırdı. Fakat yüzyıllar geçmesine rağmen halife Osman zamanında çoğaltılan Kur’an nüshaları hâlâ elimizde mevcut olması Kur’an’ın değiştirilmediğini gösteriyor. Halife Osman zamanında çoğaltılan Kur’an nüshalarına o zamandaki müslümanların (sahabelerin) itiraz etmemeleri bu nüshaların aslına uygun olarak çoğaltılmış olduğunu gösteriyor.
Okuduğu her ayet gözlerini hakikatlere karşı biraz daha açıyordu.
—“Allah seni insanlardan korur.” (Maide: 67.)
Allah Kur’an’ı koruyacağını vaad ettiği gibi Peygamberini de koruyacağını vaad ediyor. Eğer İslam Peygamberi bir su-i kasde maruz kalsa idi veya yapılan savaşların birinde öldürülse idi o zaman bu ayet ve Kur’an’ın hükümleri geçersiz kalırdı. Fakat ayette geçtiği üzere bir su-i kasde uğramadan yatağında vefat etmesi gösteriyor ki Allah onu insanlardan korumuş.
Kafirin vicdanı ona iman et diye bağırıyordu.
—“Rasul’e indirilen (Kur’an)’ı dinledikleri zaman, tanıdıkları gerçekten dolayı gözlerinden yaşlar boşaldığını görürsün. Derler ki: “Rabb’imiz! İman ettik, bizi (hakka) şahid olanlarla beraber yaz!”” (Maide: 83.)
Kur’an dinleyenlerin böyle bir etki içinde kalmaları ve gözlerinden yaşlar akarak iman etmeleri ve hakka şahid olmaları bu kelamın seviyesini, etkisini ve asla yalancılarda bulunmayan saflığını, sadeliğini, mükemmelliğini gösterir.
Kafirin bu ayetler karşısında hakkı teslimden başka yapacağı bir şey kalmamıştı.
—“Her canlıyı sudan yarattık. Hala inanmıyorlar mı?” (Enbiya: 30.)
Bütün hayatın sudan başladığını bugünkü ilim ve fen kabul ediyor. Ancak o zamanda bunu bilmek ve söylemek çok anlamlı ve dikkat çekici.
Bu ayetleri kim okursa okusun garazsız olmak şartıyla kendisi gibi düşüneceğini biliyordu.
—“O kafirler görmediler mi ki, semavat ve arz bitişik idi, biz onları ayırdık.” (Enbiya: 30.)
Bu ayette anlatılan arz ve semavatın bitişik iken ayrılması konusu o zamanda yaşayan bir insanın hayaline bile gelmesi mümkün değilken nasıl olur da bu hakikat Kur’an’da yazılı olabilir?
Bunlar sadece kendisini değil bütün insanları etkileyecek gerçeklerdi.
—“Göğü kendi ellerimizle biz kurduk ve biz onu genişleticiyiz.” (Zariyat: 47.)
Uzayın, kainatın sürekli genişleyen bir hareket içinde olduğunu bildiren bu ifadeleri işiten biri, bunun bin dört yüz sene önce söylenmiş olacağına ihtimal vermez. Bu hakikatin bu asırda söylenmesi kişiye normal gelebilir. Fakat uzaydan evrenden habersiz olan insanların yaşadığı bir yerde bundan bahsetmek elbette mucizedir.
Keşke bütün insanlar buradaki ayetleri okusalar ve görseler diye düşündü.
—“Sen dağları yerinde durur sanırsın, halbuki onlar bulutun yürümesi gibi yürümektedirler.” (Neml: 88.)
İşte asıl bu ayet insanın hayretini doruk noktasına çıkarıyor. Burada çok açık bir ifade ile dünyanın döndüğü ve hareket halinde olduğu izah ediliyor. Halbuki dağların yürümesi o zaman insanına mantıklı gelmez. Dağların hareket etmesi, dünyanın hareket ettiğini ve döndüğünü ifade eder. Ayrıca kıtaların birbirinden zamanla uzaklaştığı gerçeğini de ifade ediyor.
Dağlarla ilgili bir ayet daha okudu.
—“Onları sarsmasın diye dağlar diktik.” (Enbiya: 31.)
Bu zamanda anlaşıldı ki: Dağlar; depremlerin etkisini azaltıyor, yer küreye nefes aldırıyor ve daha büyük sarsıntıları önlüyor. Dağların özelliklerinin Kur’an’da bu şekilde anlatılması nasıl izah edilebilir?
Bu kadar gerçek karşısında kafirin nefsinin ve şeytanının dayanacak hali kalmamıştı.
—“İki denizi birbirine kavuşmak üzere salıvermiştir. Aralarında bir engel vardır, birbirine geçip karışmıyorlar.” (Rahman: 19.- 20.)
Bu asırda okyanuslarda böyle sular keşfedildi. Bilim adamları farklı deniz sularını birbirinden ayıran engellerin bulunduğuna şahid oldular. Gerçekten suları birbirinden ayıran görünmeyen bir engel denizlerin birleştiği yerlerde tesbit edildi. Hatta iki denizin sıcaklığının, tuzluluk oranlarının ve içinde yaşayan canlı türlerinin farklılık göstermesi bu ayetin Allah kelamı olduğunu isbat ediyor.
Keşke bu ayetleri daha önce okusaydım diye içinden geçirdi.
—“Ey cinler ve insanlar topluluğu! Göklerin ve yerin çevresinden geçmeye gücünüz yetiyorsa geçin. Fakat geçemezsiniz. Ancak bir güçle!” (Rahman: 33.)
İnsanlık sonunda aya ve uzaya gitmeyi başardı. Ayette bunun nasıl gerçek olacağı anlatılıyor. Gücünüz yetiyorsa gidin fakat gidemezsiniz diyor ve ekliyor “Ancak bir güçle.” Yani ayette geçtiği üzere uzaya gönderilen füze ile bunun mümkün olacağı haber veriliyor. Ve ayetin devamında “O halde Rabb’inizin hangi nimetlerini yalanlarsınız.” ifadesi ile de bu işi yapacak olanların Allah’ın nimetlerini yalanlayan kafirlerden müteşekkil insanlar olacağına da işaret ediliyor.
Her okuduğu ayetle birlikte Kur’an’a daha sıkı sarılıyordu.
“O iki doğunun ve iki batının Rabb’idir.” (Rahman: 17.)
Bu ayette çok büyük bir hikmet var. Kur’an’da “doğunun ve batının Rabb’i” ifadesi bulunsa idi, bunun manası sadece doğu ile batı arasındaki yerlerin Rabbi olan bir ilah anlamı zahir olurdu. Bu durumda doğu güneşin doğduğu yer, batı da güneşin battığı yer olduğuna göre belirtilen alan sadece güneş sistemi içinde yer alan bölge yani güneş ile dünya arasında kalan yerler kastedilmiş olurdu. Bu da çok büyük itirazlara sebeb olurdu. Fakat iki doğu ve iki batı denince, doğu ve doğunun doğusunda kalan yerler ve batı ve batının batısında kalan yerler yani bütün kainat kastedilmiş oluyor.
Bu Kur’an’ı okumadan ölseydim çok zavallı bir durumda kalırdım, diye düşündü.
—“İnsan, kendisinin kemiklerini bir araya toplamayacağımızı mı sanıyor? Evet, bizim, onun parmak uçlarını bile aynen eski haline getirmeye gücümüz yeter.” (Kıyamet: 3.- 4.)
Düşünen bir insan bu ayette geçen, “parmak uçlarını bile aynen eski haline getirmeye gücümüz yeter” ifadesindeki işareti görür. Çünkü parmak uçlarının, insanın nazarına getirilmesiyle anlatılmak istenen bir mana var. Yarattığı insanların hiç birinin parmak uçlarını bir başka insanla aynı olarak yaratmamış. Herkesin parmak uçlarının farklı olması haşirde karıştırılmadan tekrar iade edilmesi ve bunun Kur’an’da yer alması başlı başına bir mucize!
Kafir, imana iyice yaklaştı.
—“Sizi annelerinizin karınlarında üç karanlık içinde yaratılıştan yaratılışa geçirerek yaratmıştır.” (Zümer: 6.)
Anne rahmindeki cenin, üç devreden geçip şekillenmektedir. Bunu birkaç asır önce biyoloji kitaplarında bulamazken, asırlar önce vahiyle gelen Kur’an’dan okumamız çok ibret verici!
Artık kafir ayetleri tasdik etmeye başlamıştı.
—“Allah kime hidayet etmek isterse, onun göğsünü İslam’a açar. Kimi de saptırmak isterse, onun göğsünü, göğe çıkıyormuş gibi daraltır.” (En’am: 125.)
Evet, gerçekten bu ayet, dünyada cari olan bir kanuna işaret ediyor. Yükseğe doğru çıktıkça hava basıncı düşer ve oksijen azalır. Bu yüzden insanın nefes alması zorlaşır. En kolay şekilde nefes alınan yer deniz seviyesidir. Çünkü alçakta olduğu için basınç fazladır ve oksijen daha çoktur. Yükseklere doğru çıktıkça basınç azalacağı için nefes almak güçleşir. Kur’an bu hakikati anlatıyordu ve ayet okuyan kafir de o günkü şartlarda bunu bilmenin mümkün olamayacağının farkındaydı.
Ayetleri okurken bunları yakınlarıma da göstermem lazım diyordu.
—“Güneşi ışık, ayı nur yapan; senelerin sayısını ve (vakitlerin) hesabı(nı) bilmeniz için ona menziller düzenleyen O’dur. Allah, bunları (boş yere değil) gerçek ile yarattı.” (Yunus: 5.)
Güneşi, ateş kütlesi olduğu için ışık, ayı da güneşten gelen ışığı yansıttığı için nur diye sıfatlandırması son derece uygun ve hikmetli olmuş.
Gerçekleri anladıkça kalbine bir sevinç ve huzurun girmeye başladığını fark etti.
—“Allah, göklerin ve yerin nurudur. O’nun nuru, içinde lamba bulunan bir kandile benzer. Lamba cam içerisindedir. Cam, sanki inciden bir yıldız! Ne doğuya ve ne batıya mensub olmayan mübarek bir zeytin ağacı(nın yağın)dan yakılır. Ki, neredeyse ateş değmese de yağı ışık verir. Işığı pırıl, pırıldır. Allah, dilediği kimseyi nuruna iletir.” (Nur: 35.- 36.)
Bu ayet açıkça elektriğe işaret ediyor. “Neredeyse ateş değmese de yağı ışık verir.” ifadesi ateş değmeden yanan bir ışığı haber veriyor ki, bu ayetin başka türlü yorumlanması uygun olmaz.
Artık ayetleri huzur içinde okuyordu.
—“Hayvanları da yarattı. Onlarda sizin için ısınma ve daha birçok yararlar vardır. Ve onlardan kimini de yersiniz. Ve akşamleyin mer’adan getirdiğiniz, sabahleyin mer’aya götürdüğünüz zaman onlarda sizin için bir güzellik de vardır. Ağırlıklarınızı öyle (uzak) şehirlere taşırlar ki, (onlar olmasa) canlar(ınız) büyük zahmetler çekmeden oraya varamazdınız. Şüphesiz ki Rabbiniz Rauf’dur, Rahim’dir. Binmeniz ve süs için atları, katırları ve merkepleri (yarattı) ve daha sizin bilmediğiniz nice şeyler yaratmaktadır.” (Nahl: 5.- 8.’e)
“Ağırlıklarınızı öyle (uzak) şehirlere taşırlar ki (onlar olmasa) canlar(ınız) büyük zahmetler çekmeden oraya varamazdınız.” İşte bu ibareyi görünce kafir, Kur’an’da yanlış bulduğunu düşündü. Fakat sonraki cümleyi okuyunca bu ayetin de bir mucize olduğunu anladı. Çünkü yukarıda, “Allah’ın yarattığı hayvanlar olmasa uzak şehirlere büyük zahmetler çekmeden varamazdınız.” diyor. Halbuki bugün atlar, katırlar ve merkepler olmadan uzak şehirlere zahmetsiz varabiliyoruz. Şimdi hayvanlardan çok otomobiller, kamyonlar ve trenler ile istenilen yere zahmetsiz ulaşılabiliyor. Ancak bunun hemen ardından gelen ayette ise, “Daha sizin bilmediğiniz nice şeyler yaratmaktadır.” ifadesi ile açıklanan ve nazarımıza sunulan gerçek, bize otomobillerden, kamyonlardan ve trenlerden haber veriyor.
Ayetlerde yanlış ve hata olmadığını daha iyi anladı.
—“Kim sana gelen ilimden sonra seninle tartışmaya kalkarsa, de ki: “Gelin oğullarımızı ve oğullarınızı, kadınlarımızı ve kadınlarınızı, kendimizi ve kendinizi çağıralım, sonra gönülden lanetle dua edelim de, Allah’ın laneti yalancıların üzerine olsun!”” (Al-i İmran: 61.)
Buna rağmen hıristiyan rahibler İslam Peygamberinin lanet teklifinden korkup kaçmışlar, kendilerine güvenemeyerek davetine gelmekten imtina etmişler. Yahudi hahamlar da böyle bir cesaret göstermektense sessiz kalmayı tercih etmişler.
Sonra Tebbet suresini okudu. Bu sure inzal sırasına göre altıncı sırada olup ilk gelen ayetlerdendi. Ebu Leheb’in ve karısının iman etmeyeceğini bildiriyor ve her ikisinin de ateşe gireceğini haber veriyordu. Düşünmeye başladı. Ya onlar iman etmiş olsaydı ne olacaktı? Ebu Leheb ve karısı gerçekten değil de bir oyun ve aldatma maksadıyla bile olsa iman ettiklerini söyleselerdi ne olacaktı? O zaman Kur’an’a çok itirazlar gelirdi.
Elini alnına koyup masaya dayanarak düşünmeye başladı. “Önceden inananları, düşünmeyen insanlar, aldatılmış ve yanıltılmış kimseler zannederdim. Şimdi Kur’an’ı okuyunca işin hiç de öyle olmadığını anladım. Bu ayetler öyle kuvvetli delillerle, sarsılmaz iddialarla, yüksek hakikatlerle ve çok büyük meydan okumalarla dolu ki, bunlar görmezden gelinecek veya kulak tıkamakla çözülecek meseleler değil.”
“Hıristiyan ve yahudilere, mecusi ve ateistlere yazıklar olsun.” dedi.
Kafir, bunca delilden sonra ve bu ayetleri okuduktan sonra içinden gelen kelime-i şehadet okuma arzusu ile başını göğe doğru kaldırıp yüksek sesle kelime-i şehadet getirdi: “Şahidlik ederim ki bu Kur’anı gönderen Allah’dan başka ilah yoktur. Ve yine şahidlik ederim ki bu Kur’anı kendisinden öğrendiğimiz Hz. Muhammed onun kulu ve elçisidir.”
(Yol İsimli Kitaptan Alınmıştır.)

Yazar : Abdullah ÖZTÜRK

1963 miladi ve 1383 hicri senesinde, Ankara’da dünyaya geldi.
Gazi Üniversitesi İdari Bilimler Fakültesi İşletme Bölümünden mezun oldu.
Memleketi Şeyh Ali Semerkandi Hazretlerinin yaşadığı ve medfun olduğu Şeyhler beldesidir.
Huccet, Hulasa, Fıkhul Kebir, Fıkhul Evsat, Fıkhul Asgar, Hıristiyanlara Mektuplar, Yol, Bir Şahıs Bir Olay, Cevher İnci Altın, Suristan, Kalbimin Aydınlığı 40 Hadis, isimli eserlerin yazarı, halen ilmi araştırmalarını devam ettirmektedir.

Web Sitesi
Tüm Yazıları Göster

İlginizi Çekebilir

‘Salâvatın Mânâsı Rahmettir!..’ 

‘SALAVÂTIN MA‘NÂSI RAHMETTİR!..’  “(Ey resûlüm!)  (biz) seni ancak âlemlere bir rahmet olarak gönderdik!..” (Enbiya,107) “İşte seni …

2 Yorumlar

  1. avatar

    Allah razı olsun hocam.

  2. avatar

    Hocam, Allah razı olsun. Seçtiğiniz konuları, yazma tarzınızı ve üslûbunuzu çok begeniyorum. Çok istifade ediyorum yazılarınızdan.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Önceki yazıyı okuyun:
İnebolulu Gülcü Hüseyin Ağabeyin Hatıralarından (Video)

https://youtu.be/S9SugYI4zJ8 Ayrıca bakınız  https://www.kastamonur.com/guelcue-hueseyn/  

Kapat