Ak Parti Hükümetleri ve Cumhurbaşkanı Erdoğan, iktidarda bulunduğu sürece ne yazık ki ordudan atılan askerlerin haklarını veremedi. Dindar olmak ve eşleri başörtülü diye suçlanan binlerce asker; 28 Şubat 2017 sürecinde mesleklerinden ihraç edildiği halde haklarını hala alamadılar.
Bu nedenle 28 Şubat döneminde Türk Silahlı Kuvvetlerinden (TSK) ihraç edilen mağdurlar, Kamu Denetçiliği Kurumuna (KDK) başvurmuştur. Kamu Başdenetçisi, kurumların hak ihlaline sebebiyet verdiklerini, iyi yönetim göstermediklerini, ayırma işlemlerinde hukuki mevzuata uyulmadığını tespit etmiştir.
Bununla birlikte 28 Şubat darbecileri olan faşist generaller; yargılanarak müebbet hapis cezasına çarptırıldılar. Lakin lojmanlarında ve asker korumaları eşliğinde hayatlarının tadını çıkarıp keyiflerine bakıyorlar. Yargı ve adalet sistemini yönetenler hangi akla hizmet ediyorlar bunu anlamakta güçlük çekiyorum.
Bu faşist generaller de muhtemelen 12 Eylül 1980 darbesinin sanıkları olan Kenan Evren gibi hapse girmeden ölüp gidecekler. Hesapları ruz-i mahşerde görülecek. Fakat görevini yapmayanlar da yani suçluları hapse tıkmayıp seyredenlerden de o dehşetli günde hesap sorulacaktır, unutmasınlar.
Hükümet yargıdaki bu başıbozukluğa nasıl müsaade ediyor, ilginçtir. Fakat yaptıkları kadar yapmadıklarından da mesul olacaklarını hatırlatarak asıl konuya dönüyorum.
28 Şubat 1997 süreci, 5 yıl öncesinden başlayıp 2010 yılına kadar devam etmiştir. Bu dönem içerisinde namaz kılan, oruç tutan, içki içmeyen ve özellikle eşinin başını açmayan askerler acımasızca ordudan atılmıştır. Bu zulmün altına imza atanlar çoktur. Demirel’den tutun Erdoğan’a kadar birçok lider ordudan dindar askerlerin tasfiyesi için imza atmıştır.
2010 Yılında yapılan anayasa değişiklikleri üzerine 2011 yılında düzenlenen 6191 sayılı yasa ile sadece Yüksek Askeri Şura (YAŞ) kararı ile ordudan ayrılan askerlere; emekli sandığı aidatları yatırılmış kimlik kartı ve silah ruhsatı alma imkânı verilmiştir. Herhangi bir tazminat ise ödenmemiştir. Hâlbuki yasa ile haksız olarak işinden ayrıldığı tescil edilen bu insanlara makul bir tazminat ödenmesi hukuk devleti ilkesi gereğidir.
Benim de içinde bulunduğum YAŞ mağdurlarına tazminat verilmesini bir kenara bırakalım. Çünkü kanunun kapsam dışına bıraktığı binlerce resen emekliye zırnık dahi verilmemiştir. Dindar olması ve eşi başörtülü diye ordudan atılanların önemli bir kısmı YAŞ mağdurlarının dışında ikili ve üçlü kararname mağduru askerlerdir. Bunların sayısı bir rivayete göre 1900 kişi civarındadır.
İşin daha kötüsü ise bu ordudan tasfiye edilen askerlerin neredeyse yarısı Ak Parti iktidarında mağdur olmuştur. Hükümet tasfiye kararnamelerine “şerh koyarak” tepki göstermiş ise de sonuçta değişen bir şey olmamış aynı kendinden öncekiler gibi zulme maruz kalmışlardır. Şerh konulanla konulmayarak atılan askerler arasında herhangi bir fark yoktur. Her ikisi de zulümdür, haksızlıktır. Sivil yöneticilerin faşist generallere karşı acziyetlerinin bir göstergesidir.
28 Şubat darbe davasında yargılanan generaller “Biz 28 Şubat döneminde FETÖ’cülerle mücadele ettik.” şeklinde savunma yapmışlardır. Bu durum ise düpedüz insanların aklıyla dalga geçmektir. 28 Şubat’ta Feto’nun hangi kurumunu, gazetesini, televizyonunu kapatmışlar, bunu sormak gerekiyor.
Hâlbuki bu faşist generaller; gerçek, samimi, mütedeyyin ve milliyetçi askerleri tasfiye etmişlerdir. Buna karşılık FETÖ’cüleri korumuş sonuçta da komuta kademesini FETÖ’cülere teslim edip şimdi ise konutlarında keyif sürüyorlar.
Eğer gerçekten FETÖ ile mücadele etmiş olsalardı 15 Temmuz olmazdı. 15 Temmuz’u yapan, 28 Şubat’ın himaye ettiği kadrolardır. 1990’lı yıllarda soru, emek hırsızlığı yaparak ve dindar askerlerin hayatlarını çalan bu FETÖ mensupları, Türk Silahlı Kuvvetlerinin komuta kademelerine kadar yükseldiler. İşte bunlara müsaade eden 28 Şubat zihniyeti ve faşist komuta kademesidir.
Hükümetin yapılan bu zulme karşı mazeret üretmesi ise çok anlamsızdır. Mesela demişlerdir ki bu resen emekliler arasında dindar olmayıp adi suçlar nedeni ile atılanlar da vardır. İyi de bunların sayısı kaç tanedir ki üç beş kişi yüzünden binlerce insanı mağdur ediyorsun. Hem de bahsedilen kişilerin suçları kayıtlı değil mi? Saygısızlığa ve terbiyesizliğe böyle bir kılıf giydirilir mi? Bunları diğerleri ile aynı kaba koyup zulmetmek hangi kitapta yazıyor?
Diğer bir bahane de bu tazminatların devlet bütçesine yük olacağı hesabıdır. Bu ise düpedüz yalancılıktır. Hesap kitap bilmemenin pervasızca ifadesidir. Her şeyden önce haksız yere işinden olmuş hatta benim gibi devlete tazminat ödemiş insanların parasını gasp etmek devlete yakışır mı?
Hem insanların maaşını gasp edip tazminatsız kapı önüne koyuyorsun hem de pişkin pişkin gülerek “size haklarınızı veremeyiz, paramız yok” diyorsun. Kaç kere Meclisin önüne gelmiş yasa tasarılarını sümen altı ediyorsun. Elbette bunun acısı çıkar. Bu dünyada olmasa bile ruz-i mahşerde yapılan zulüm ve haksızlığın bedeli ödettirilecektir. Hiç şüpheniz olmasın.
Yol yakın iken devlet yöneticilerinin haksız yere ordudan atılan askerlere haklarını vermesi için bu hatırlatmada bulunuyorum. Akıl ve vicdanın gereği budur. İnsanların tazminatlarını ödemesi için devlet mekanizmasını harekete geçirmek dilencilik değildir. Sorumluluklarını dile getirme ve vaatlerini sorgulama vazifesidir.
Daha önceki hükümetler bizim maruz kaldığımız haksızlıkları giderme konusunda bu kadar aciz değildiler. Örneğin 1960 darbesinde ordudan atılan askerler, Emekli İnkılap Subayları (EMİNSU) adı altında bir dernek kurmuş ve dört ayrı kanun ile uğramış oldukları haksızlıkları gidermeye muvaffak olmuşlardır. Devlet yöneticileri şimdikiler gibi zulme rıza göstermemiş en azından bir yönü ile kul hakkından kurtulmaya muvaffak olmuşlardır.
Peki, bu hükümete ne oluyor? Seçimlerde defalarca “ordudan dindar diye atılan askerlere hakkını vereceğiz” diyerek yeri göğü inleten politikacılar, ne çabuk bu vaatlerini unuttu! Belki bürokratlar unutmuş olabilir lakin halkımız yerine getirilmeyen vaatleri unutmaz. Cezasını da dünyadaki tek hesap kesme imkânı olan seçimler vasıtası ile yapar.
Ahirette ise durum daha vahimdir. Çünkü “kul hakkı ile benim huzuruma gelmeyin” diye emreden Allah’ın huzurunda nasıl cevap vereceklerini, varsın kendileri düşünsün, vesselam…
- Kayıt Dışı Ekonomi ve Çözümleri Kitabı - 23 Ağustos 2020
- Hani Avrupa Ayağa Kalkacaktı? - 20 Ağustos 2020
- Şimdi Sıra Birinci Maddeye Geldi - 15 Ağustos 2020
- Yalancının Mumu 51 Senedir Yanıyor - 13 Ağustos 2020
- Kadına Şiddet Şapka İle Başladı - 11 Ağustos 2020
- Fuat Sezgin’in Arapçanın Üstünlüğüne Dair Görüşleri - 8 Ağustos 2020
- Necip Fazıl Kısakürek’i Farklı Gösteriyorlar - 3 Ağustos 2020
- Ölümü Unutmuş İnsanlara Bir İbret Dersi - 28 Temmuz 2020
- Kelam-ı Ezelî ve Hutbenin Arapça Okunması - 25 Temmuz 2020
- Böyle Anayasa Olmaz - 20 Temmuz 2020