Ana Sayfa / RİSALE-İ NUR & BEDİÜZZAMAN / Nurdan Hatıralar / “Kardeşim Nazif, pusulanı aldım, güldüm…”

“Kardeşim Nazif, pusulanı aldım, güldüm…”

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

Merhum İbrahim Fakazlı Ağabey Anlatıyor:

Hapiste iken, Üstad Hazretlerinin dışarıda göründüğünü duyuyorduk

Üstad Hazretleri hapiste iken dışarıya çıkma hadiseleri duyuluyor muydu?

Evet… Oluyordu. Delikliçınar diye bir yer… Orada bir cami vardır. Üstadı o camide görürlermiş. Savcı da hapishane müdürünü sıkıştırırmış; “Sen niye müsaade ediyorsun” diye. O da; “böyle bir şey yok” dermiş. Bu hadise bir… iki… üç… çok olmuş.

Benim bizzat şahid olduğum bir hadise anlatayım size:

Denizli Hapishanesinde, Ahmed Nazif Çelebi ve Gönenli Mehmed Efendilerle beraber aynı koğuşta kalıyordum. Hapishanede ağır cezalılar, idamlıklar da var; Prangalı zincirliler de vardı. Gezemesinler, yürüyemesinler diye ayaklarına, boyunlarına zincirler takılmıştı onların. Gardiyanlar dışarıda sivrisinek uçsa alâkadar oluyorlardı.

Bir gün sabah namazımızı cemaatle kıldık. Gönenli Mehmed Efendi kıldırırdı bize. Hapishanede koğuşu dolduruyorduk. Namazdan sonra; kimisi yatağında yatıyor, kimisi bir şeyler dikiyor, bazıları temizlik yapıyor, kimisi de çorba pişirmek için mangal yakıyordu. Biz böyle meşgulken birden kapıların zilleri çalmaya başladı. “Ne oluyor?..” falan derken, bu zangırtı ile bütün mahpuslar, herkes kapılara doğru koştu, koridora bakmaya başladık.

Birden, “tahtakurusu geliyor!” dediler. Müdürün lakabı tahtakurusuydu. O çok mayasıllı bir adamdı, yüzüne baksan hasta olurdu insan. “Allah Allah bu saatte tahtakurusu niye geliyor acaba?” dedik. Neyse, biz başka koğuşa girer diye beklerken; geldi… geldi… tam bizim koğuşun önüne… ve içeri girdi. Namaz yeni bitmişti. Hoca efendiler virdlerini okuyacaklardı. Gönenli Mehmed Efendi, Ahmed Nazif ağabeyler falan yani… Neyse biz hep beraber ayağa kalktık. Tahtakurusu bize bakmıyordu bile, doğru hocaların yanına gitti. Onlar da hemen yatağı falan düzelttiler; “buyrun.. buyrun..” dediler. Hemen oturdu. Oradan birisi sigara ikram etti. “Sigarayı bırak şimdi!..” dedi. “Kahve getirelim efendim” dediler. “Bırak onu yahu!..” dedi. “Benim bir derdim var. Benim halim ne olacak, bana anlatın, ben ne yapmam lazım şimdi?..” diye konuşmaya başladı. “Hayrola ne var?” dediler hoca efendiler.

Dedi: “Bu hoca geldi geleli benim huzurum kaçtı. Bu hoca bazı namaz vakitlerinde camide görülüyor… Bir değil, iki değil, üç değil, bana telefonlar geliyor. Bak bu gece mübarek kandil gecesi. Bütün karakolları akşamdan dolaştım, tembih ettim. Kapıları, kilitleri kontrol ettim. Hatta hoca efendinin penceresinin altına iki tane jandarma koydum; ben bunu yakalayıp göreyim diye tedbir aldım. Nihayet sabahleyin yorgun argın eve gittim. –Müdür hapishaneye yakın lojmanda oturuyordu- Hanıma: ‘Bugün ben dondum, çok yoruldum. Sobayı yak, biraz ısınayım, bir çorba içeyim’ dedim. Şöyle bir uzanmıştım ki. “Zırrrr” diye telefon çaldı. Telefona baktım. Bizim savcı, pür hiddet bana bağırıyor; ‘seni astıracağım herif, mahvettin… beni de perişan ettin…’ diyordu. ‘Ne oldu efendim?’ dedim. ‘Yine hocayı salmışsın. Bak burada üç tane şahit var, hocayı yine camide görmüşler…’ dedi savcı. Ben bittim… ben bunca yıldır memurum… benim çoluk çocuğum var… ne olacak benim halim… bana bir çare bulun!..” diye ağlamaya başladı tahtakurusu. Hoca efendiler: “Geçmiş olsun, bir şey olmaz inşallah, merak etme…” dediler.

Onlar konuşurlarken, bizim Nazif (Çelebi) efendi hemen yatağın kenarından şöylece geriye çekildi, sırtını duvara verdi. Geriye aldı kendini, o görmüyordu. Ben de yaklaştım yanına. Cebinden bir pusula çıkardı ve müdür ne dediyse aynısını yazdı. Bizim bir kibrit kutumuz vardı, pusulayı içine koydu. Üstad Hazretleri çocuk koğuşunda kalıyordu, koğuşun birini boşaltmışlardı üstad için, tecrit olsun diye. Kapısı o koridora açılırdı.

Âdem diye bir meydancı vardı, o bizim bakkal ihtiyaçlarımızı görür, peynir, zeytin… alırdı bize. Fakat asıl Üstadla haberleşme vasıtamız bu meydancı Âdem Ağa idi. Biz ona yirmi beş, elli kuruş veriyor veya bir sigara alıveriyorduk. O da götürüyor kibrit kutusunu çocuklara veriyordu. Çocuklar da Üstada veriyordu. Velhasıl yine kibrit kutusunu ona verdik. Ben koridorun başında beklemeye başladım. Onbeş dakika geçmedi, çıktı geldi Âdem ağa. Üstadtan cevap geliyordu. Kibrit kutusunu verdi, aldım cebime koydum. Usul usul koğuşa döndüm. Bizim müdür hala konuşuyordu. Ben kibrit kutusunu kenardan Nazif efendiye verdim. Açtık beraber okuduk.

Diyor ki Üstad: “Kardeşim Nazif, pusulanı aldım, güldüm. Ben onbeş yirmi gündür hastayım. -Üstad o zaman hakikaten son derece hastaydı, ateşi vardı- Namazı zor kılıyorum, ayağa kalkamıyorum, bir şey yiyemiyorum; hem hastayım hem de çok güçsüzüm. Bu kadar demir parmaklıklar arasından ben nasıl geçeceğim, nereden atlayacağım. O cami bir saatlik bir mesafede, ben oraya nasıl gider gelirim? Bu olsa olsa şudur: Cenab-ı Hak ehl-i imana üçyüz müekkel melaike tayin etmiştir. Bu melaikeler; o mü’min kul için müteaddid yerlerde, aynı zamanda, aynı kıyafette; mesela Mekke’de, Medine’de görünür. Aynı saatte müteaddid yerlerde ibadet yapar, o mü’mine sevabını bağışlarlar. Bunun böyle olmak ihtimali vardır. Bu benim şahsıma aid değildir. Her mümin için olur…” Şeklinde bize ders mahiyetinde bir pusula yazmış Üstad. Risalelerde bunlar yazılıdır zaten.

Netice olarak bir ders mahiyeti vardı burada. Her müminin 300 müekkel melaikesi olabilir. Onlar mübarek yerlerde dua ederler, ibadet ederler, o mü’mine hediye ederler. Bu müjdeyi anlamış olduk.

Kaynak: Ömer ÖZCAN, Ağabeyler Anlatıyor – 2

Yazar : Ömer ÖZCAN

1950 yılında Milas’ta doğdu. Ortaokul ve lise eğitimini İzmir’de tamamladı. 1968 senesinde lise ikinci sınıfta iken Risale-i Nur’u tanıdı. 1969’da ‘Ankara Erkek Teknik Yüksek Öğretmen Okulu’na (Bugünkü adıyla: Teknik Eğitim Fakültesi) kaydoldu… Ankara’da beş seneye yakın Bayram Yüksel Ağabeyin nezaretinde muhtelif Dersane-i Nûriyelerde kaldı. 1973 senesinde öğretmen olarak mezun oldu. 1973’den 1984’e kadar 11 sene Zonguldak’ta lise öğretmenliği yaptı. Sonra İzmir’e, mezun olduğu liseye öğretmen olarak atandı. 2000 senesinde aynı okuldan emekli oldu. Ömer Özcan evli ve iki kız babasıdır. Şimdi İzmir’de ikamet ediyor. Bütün mesaisini iman ve Kur’an hizmetlerine ayırmaya çalışmaktadır.
Ömer Özcan’ın Bediüzzaman Said Nursi ve talebeleri hakkında hatırı sayılır bir arşivi vardır. Kendisinde, Hz. Üstad’la görüşen veya görüşmeyen kadim ağabeylerden fotoğraf, ses, video veya yazılı olarak yaptığı kayıtlar mevcudtur. Ayrıca Risale-i Nur’un teksir veya matbaa olarak ilk baskılarının tamamına yakını Ömer Özcan’ın arşivinde bulunmaktadır. El yazılı orijinaller de vardır.
Ömer Özcan, Üstad Said Nursi Hazretleriyle hatıraları olan Ağabeylerle yaptığı röportajların bir kısmını kitaplaştırmıştır. “Risale-i Nur Hizmetkârları AĞABEYLER ANLATIYOR” adıyla seri olarak yayınlanmış sekiz kitabı bulunmaktadır. Yeni kitap hazırlıkları ve araştırma çalışmaları devam etmektedir.

Tüm Yazıları Göster
Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

İlginizi Çekebilir

“Bediüzzaman’a İlk Ziyaretimi Yeis İçinde Yaptım”

Merhum Prof. Dr. Zekeriya KİTAPÇI anlatıyor: BEDİÜZZAMAN’A İLK ZİYARETİMİ YEİS VE BİTKİNLİK İÇİNDE YAPTIM Bediüzzaman …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Önceki yazıyı okuyun:
Koca Halil Yürür Ağabeye Dair

Halil Yürür ağabey, ‘Koca Halil’ olarak da bilinir. 1930 Antalya-İbralı doğumludur. 1983 yılından beri Eskişehir'de …

Kapat