Ana Sayfa / Yazarlar / Kargaşa ve Güdülenmeye Dur De!

Kargaşa ve Güdülenmeye Dur De!

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

بِاسْمِهٖ سُبْحَانَهُ

.

.
Kargaşa ve Güdülenmeye Dur De!

 

Üstad Bediüzzaman Said Nursi ra’ın, Barla’ya Sürgün Edildiğinde Ankara’ya Gönderilen Fotoğrafı

* Ülkemiz İçindeki İnsanlara Karşı Cihat:

”Dahildeki cihad-ı manevî, manevî tahribata karşı çalışmaktır ki, maddî değil manevî hizmetler lâzımdır.”
(Emirdağ Lâhikası, 458).

* Ülkemize Dıştan Saldırıya Karşı Cihat:

“Haricî tecavüze (dıştan ülkemize saldırılara) karşı kuvvetle (silahla) mukabele edilir. Çünkü düşmanın malı, çoluk çocuğu ganimet hükmüne geçer.

Dâhilde (vatanımızda) ise öyle değildir.

Dâhildeki hareket, müsbet bir şekilde mânevî tahribata karşı mânevî, ihlâs sırrıyla hareket etmektir.

HARİÇTEKİ CİHAT BAŞKA, DÂHİLDEKİ CİHAD BAŞKADIR!

Şimdi milyonlar hakikî talebeleri Cenab-ı Hak bana vermiş.

Biz bütün kuvvetimizle dahilde ancak âsâyişi muhafaza için müsbet hareket edeceğiz.

Bu zamanda dahil ve hariçteki cihad-ı mâneviyedeki fark pek azîmdir.”
(Emirdağ Lahikası; 870/ 872)

İsrail’in Kelebek Etkisi! Mi?

İsrail’ in Gazze  yıkım ve soykırımıyla birlikte; ülkemizde istihbarat; kafa karıştırma, kışkırtma fitne fücur haber ve güdümlemeler doruğa doğru ivme kazanıyor.

Türkiye’mizin tarihi ırki dini bölgevi fay hatlarını, yabancı isthbarat ve araştırma teşkilatlarının; bizi bizden ve kendi istihbarat ve kurumlarımızdan daha iyi bildiğini düşünüyorum.

Bunun birçok örnek ve misalleri de var.

Tv de geçen akşam yorumcu Erdoğan Karakuş Paşa’nın açıkladığı U. Mumcu suikastı gibi, kamuoyuna açıklanmayıp güvensizlik oluşturan faili meçhul siyasi suikastlar ortada.

Ayrıca ekonomik adli siyasi sosyal acıklı vaziyetimiz her gün yazılıp çiziliyor.

Yine internet ve fiskos medyasında hız ve yoğunluk kazanan; gerçeği karartma ve çamur atmalar; tarihi meşhur ve sınırsız emin zatlar üzerinden yürütülüyor.

İnternette;
Merhum; N.Kıbrısi, Ladikli Ahmed Ağa, Hızır’ ın evliyaları, İbni Arabi kehanetleri gibi sayısız başlık ve etiketle kamu zihni ve vicdanı üzerinde çelişik / çeldirici fırtınalar estiriliyor.

Nihayet işin bir ucu da Nurcular ve üstad Nursi’ye de getirildi.

Bazı yayınlarda bir cemaatevi / medrese adıyla Nur Talebeleri de işaret edildi.

* İddiaya göre İstanbul’daki Piyade Okulu’nda  yapılan; 2023 10 Kasım’ daki  Atatürk’ü anma etkinlikleri sırasında bazı teğmenler yakalarına Atatürk fotoğrafı takmayı reddetti.

Yine iddiaya göre, bu duruma diğer bazı teğmenler (devre arkadaşları) tepki gösterdi ve teğmenler arasında arbede çıktı ve dövüldü.

Arbedenin ardından, Atatürk fotoğrafını takmayan teğmenlerden biri karakola giderek şikâyetçi oldu ve darp raporu aldı.

Milli Savunma Bakanı Yaşar Güler, 16 Aralık’ta basın kuruluşlarının Ankara temsilcileri ile buluşmasında şunları söyledi:

“Tuzla Piyade Okulu’ndaki olay 10 Kasım’da meydana gelen bir hadise. Bir tane öğrenci subayımız, yakasına takması gereken fotoğrafı takmıyor ve ‘toplu iğnem yok onun için takamadım’ gibi bir gerekçe ortaya sürüyor.
Ona tepki gösteren başka öğrencilerle aralarında tartışma yaşanıyor. Bu olay sonucu hepsi geçici olarak görevden uzaklaştırıldı.
Bu olayla ilgili mahkeme ve Yüksek Disiplin Kurulu’nda verilecek kararları duyuracağız.
Sorumlu görülen yöneticiler de görevden uzaklaştırıldı. Bu aşamada olayı yanlış yerlere götürecek yorumlardan kaçınmalı ve adli sürecin sonuçlanması beklenmelidir.”

Bu açıklamalardan iki gün önce Yeni Şafak bu olayı “Teğmen Cuntası” başlığı ile manşetten vermişti.

“Piyade Okulu’nda bazı teğmenlerin namaz kıldıkları için fişlenmeleri ve darp edilmelerinin ardından başlayan idari ve adli soruşturma bir teğmen cuntasının varlığını ortaya çıkardı.
Darbe dönemlerini hatırlatacak bir bildiri yayınlamayı da planlayan cuntacı teğmenler yargılanmaktan çekindikleri için vazgeçti.”

“Cuntacı teğmenler, daha Kara Harp Okulu’ndaki öğrencilik yıllarında sözde “Atatürkçülük” maskesiyle terör estirmeye başladı.
Okul mescidinde namaz kılan öğrencileri “Atatürk düşmanı”, “tarikatçı-cemaatçi”, “irticacı” gibi ifadelerle fişleyen cuntacı teğmenler, dindar subayları fotoğraflarını paylaşarak hedef gösterdi, vatsap gruplarında cemaat ve tarikatlara galiz küfürler savurdu.
Kara Harp Okulu’ndan Tuzla Piyade Okulu’ndaki Kursiyer Subay Taburu’na geçilince taciz daha da arttı.
Olaylar, darp edilen 3 teğmenin şikayetiyle patlak verdi. İdari ve adli soruşturmalar, teğmen cuntasını ortaya çıkardı.”

18 Aralık 2023 – 08:49 / Serbestiyet

 
Şimdi:

1- Taa Kabakçı Mustafa İsyanı ve evvellerinden  beri  ülkemizde
ihtilal ve darbeler; Türkiye her yönden  iyice sıkışıp çözümsüzlük emareleri gösterdiğinde mutlaka, dış hakim güçler desteğiyle devreye sokulur.

2- Bu bağlamda bugün de; ihtilal cunta oluşumları olmalı…

En temel bahane – sebep, oturmuş şeffaf sorgulanabilir bir demokrasiyi oturtamadığmızdandır.

Kurtarıcı görünen dışdestekli cuntacılar; işin sonunda daha da kötüleşmiş ve çözüm gücü zayıflatılmış bir Türkiye düzeni  bırakıp öyle giderler ki; gelecek iktidarlar yine yeniden ‘iktidarsız ve başarısız’ olsunlar.

3- Geçmişte kendi askerimizle seçilmiş idareye  tepeden müdahele zamanı; meselerimizin iç ve dış eksende tıkanma ve yoğunlaşma sürecinde gerçeklemiştir.

Türkiye motorunun yükselişe geçtiğii vakitte ve halkın zarurete düştüğü, infial ve tepkisinin zirve yaptığı puslu ortamı 4 gözle beklerler.

4- Merhum Abdulhamid’den beri muhafazakar ve kalkınmacı merkez iktidarlar; kendini kontrol edip çekidüzen vermeyi de beceremez!

Sınırsız bir güven ve gurur patlaması, bu özeleştiriyi yetersiz kılar ve ancak zaman geçince mecburiyet tahtında yapar sonra unutur giderler!

Halkın, hamasetçi komplocu menkıbeci oluşunun bir temeli de tarihi hafıza yetersizliği ve özeleştiri yoksulluğudur.

Böylece; tarih tekerrür eder ezberi çember gibi tekrarlanırken, ibret alınsaydı tekerrür eder miydi düsturu güme gider!

5-  Piyade Okulu vakası çok ciddi bir olay olmasına rağmen nurcu guruplar; görmedim duymadım konuşmuyorum’a yatmış,
felaket / kaza olunca da; fısıltı ve özel değinmelerini;
demiştim, uyarmıştım şeklinde örtülü keramet ve basiret / feraset kazançlarına tahvil eder ve  uzun zaman da ekmeğini yerler!

Son 25 yıldaki 3 büyük felakete karşı nurcuların umaysız tutumu buna en yakın ve yaşanmış  örneklerdir.

6- Hem Piyade Okulu, hem Şeyh Said tartışmalarının zamanlaması ibretlik ve cayı dikkatir!

Bir partide başlayan bu tartışma; tüm ırkçı/ milliyetçi refleksleri harekete geçirdi.

Yukardaki tesbitlerle birlikte mütalaa edilince; bu polemikler kötü  bir kaos ve curcunanın habercisi olabilir.

Tüm etkili yetkili vatansever sorumlular 4 gözle bu ve bunun gibi fay hatlarını masaüstünde tutmalı!

Netanyahu gidici derken kendimiz gitmeyelim!
Yeni bir tövbe istiğfarla yaşadığımız olağanüstü şartları idrak ve fehmedelim!

Bugün olağandışı zor ülke şartları, yakın tarihtekilerden katkat daha rizikolu ve beka tehdidi içermektedir.

7- Irkçılık ve kabilecilik bu ülkenin en büyük başbelasıdır. Tam kaynaşık bir millet olmamızın önündeki en büyük tuzak, mafyalaşma ve kabile hukuku ana sebebidir.

Kanun hakimiyetini zorunlu şekilde parçalıp, zorbalar hukukunu kaçınılmaz hale getirir.

Tüm kavmiyetçi ve kabileci yapılar birbirini besler, tetikler ve temel sorunları kördüğüm yapar ve ve çıkmaz bir labirente aktarır.

Türedi aleni ırkçı bir parti neden etkin ve hep gündemde?

Tanıtım ve reklam harcamalarının parası ve tanıtım gücü nerden geliyor?

Babası, 27 Mayıs 1960’ın en genç darbecisi  olan bu ümitsiz vakanın, dedesi de benzer bir kişiliğe sahipmiş bizzat dediğine göre.

8- Bazı tv ve medyalarda ise, başka bir ırkçı / kabileci refleks tam gaza gelmiş görünüyor.

Hatta kör bir insiyakla üstad Nursi de ahmak şekilde bu pis işe bulaştırılmaya çalışılıyor!

Hz. Bediüzzaman ra adına yeni açmazlar ve bagajlar uyduruluyor.

Kabileci ve despotik ortamda yetişmiş bazıları tabiatının inadı icabı, taa Bediüzzaman ra’ın sağlığından beri bu ırkçı İblis icatlarını kurcalayıp tetiklemekten vazgeçmiyor.

En başta şeyh Said’i, Said Nursi’nin yanına iğneleyip etiketlemeye ve aynı terazinin 2 gözünde gösterip, delisiz ispatsız hezeyan ve safsatalarla sadık nurculuk satıyorlar!

        

   *

Dededen Toruna, Şeyh Said’in Soyağacı:

Şeyh Said’in 6. göbekten dedesi olan Seyyîd Haşim İran’dan Diyarbakır’a göç edip yerleşmiştir.[32] [daha iyi kaynak gerekli]
1639 yılında Sultan IV. Murad tarafından siyaseten [siyasi maksatlı itaatsizlikten] öldürülmüştür.

[ 33] Ferzende Kaya, Mezopotamya sürgünü: Abdülmelik Fırat’ın yaşam öyküsü, Anka Yayınları, 2003, s. 32
Vikipedi

 

          —-

 

Safevi İran Savaşı’nda Ne Oldu?

Bağdat Seferi, 1623-1639 Osmanlı-Safevi Savaşı’nın başında,
1624 yılında İran/ Safevîlerin eline geçen Bağdat’ın geri alınması amacıyla Osmanlı padişahı IV. Murat’ın 1638-39 yıllarında Bağdat üzerine düzenlediği seferdir.

“Şeyh Said’in dedesi Seyyid Haşim 1639 yılında Osmanlı Padişahı IV. Murat zamanında öldürüldü.

IV. Murat kendisinden Bağdat Seferi’ne icazet istemiş,
istenen olmayınca Seyyid Haşim öldürülmüş ve medresesi yıkılmıştır.

Şeyh Said’in babası Şeyh Mahmud, hem dini eğitim verir hem de geçim için ticaretle uğraşırdı.

[Şeyh Said] hayvancılık –  celeplikle  uğraştığından Hınıs’a gider.

Kardeşi Şeyh Hasan ise Palu’da kalır(dı).

İkisi de babaları gibi Nakşibendiliğin gelişmesinde etkili olurlar.
Ailesinin hizmetleri Muş’tan, Elazığ’a, Erzurum’dan Diyarbakir’a geniş alanda [Doğu bölgesinde] OTORİTE SAHİBİ  olmuşlardır.”
İslam tr- org. 

         —-

“Fars Palavraları Tadında!” 

İşte Said Nursi’yi Şeyh Said’e Bende Gösteren Bir Yazı:

“Yaşanan gelişmelerden rahatsız olan sadece Bediüzzaman değildi kuşkusuz.

İskilipli Atıf Efendi, Palulu Şeyh Said Efendi de diğer âlimler gibi rahatsız olan dindar cumhuriyetçi âlimlerden sadece birkaçı idi… 

Abdülkadir Badıllı bana,
Şeyh Said hadisesinin nasıl geliştiğini BİZZAT şöyle anlatmıştı;

“Şeyh Said bütün Kürdistan ulemasıyla bir toplantı yapmak niyetindedir.

Bu toplantıda bölgede ve Ankara’da yaşanan gelişmeler değerlendirilecek, bu gelişmeler karşısında bölge alimlerinin rahatsızlığı Ankara’ya resmi bir şekilde maddeler halinde tebliğ edilecektir.
Yapılacak olan konferans veya toplantının başkanlığına da Bediüzzaman hazretlerini uygun görmektedir.

Bediüzzaman hazretleri 1924 yılının kışında, 1925 yılının Nisan ayında gerçekleştirilecek olan toplantının istişaresini yapmak üzere ERZURUM’a –  [Hınıs’a] gidip Şeyh Said ile görüşmüştür!

Bu toplantının yapılması konusunda mutabık kalmışlardır(!).”

      —-

İşin Gerçeği:

[Üstad Bediüzzaman İstanbul’dan Van’a Kadar Resmi Takip Altında!

* İstanbul’dan ayrılması:
Temmuz 1924’ün son çeyreği (24-25 Temmuz olabilir) / İstanbul Vâlisi’nin 31 Temmuz 1924 Târihli yazısı (ABIBSNİŞ-2, s.492)

* Trabzon’da:
28 Temmuz 1924 / Trabzon Emniyet Müdür Vekilinin 3 Ağustos 1924 târihli yazısı (ABIBSNİŞ-2, s.493, 494)

* Erzurum’da:
5 Ağustos 1924 / Erzurum Vâlisi’nin 14 Ağustos 1924 târihli yazısı (ABIBSNİŞ-2, s.494)

* Bulanık/Muş’da:
Tahmînen 25 Ağustos 1924 / Muş Vâli Vekili’nin 26 Ağustos 1924 târihli yazısı (ABIBSNİŞ-2, s.496)

*  Tatvan/Bitlis’de:
Tahmînen 26 Ağustos 1924 / Bitlis Vali Vekilini yazıları (ABIBSNİŞ-2, s.498, 499, 500)

*  Van’da:
6 Eylûl 1924 (BSNİŞ-2, s.502, 503, 504)

Bu tarih Üstad’ın Van’a son gelişi…

* 2 aya yakın kardeşi Abdülmecîd’in evinde; sonra Van/ Nurşin Camii’nde  kalır.

(Van Vâlisinin 15 Ekim 1924 târihli yazısı (ABIBSNİŞ-2, s.510)

* Diyânet İşleri Reisliğince vâizlik belgesi verilmesi: 9 şubat 1925 îtibâriyle (ABIBSNİŞ-2, s.507)

* Erek Dağı’nda 10 ay kadar; tahmînen 1925 baharından, 1926 Şubat sonlarına kadar kalır.

ABIBSNİŞ-2‘deki belgelere göre:
Şeyh Said Vakası; 13 Şubat 1925 – 15 Nisan 1925 tarihlerinde.

Şeyh Sa‘îd Hâdisesi ile ilgisi olmadığına dâir Van Vâliliği Raporu: 5 Nîsan 1925

(Prof dr Ahmed Akgündüz; ABIBSNİŞ-2, s.523)]

     —-

Bir internet sitesinde yayınlanan ilgili  yazı devam ediyor:

“Ancak 1925 Şubat ayında Diyarbakır’ın Piran ilçesinde Şeyh Said hadisesi bilinçli bir şekilde, bir provakasyonla patlattırılınca bu toplantı akim kalmıştır.

Bunu Şeyh Said’in torunları olan Abdülilah Fırat
ve merhum Abdülmelik Fırat da aynen aktarıp tasdik etmişlerdir.”

* Şimdi bu delilsiz ispatsız ve Üstad  Bediüzzaman’ ın Tarihçe-i Hayatı’ndaki tescilli ve şahitli hakikatları tersyüz eden bu ifadeleri sorularla kritik edelim:

1- İlk defa uydurulan bu iddiaya göre; merhum şeyh Said ve merhum şehid Atıf Hoca ne zaman nerde ve nasıl; “cumhuriyetçi alim” oluyorlar?

Yazı belge ifade ve itirafları var mı, varsa niye yazılmadı ?

2- Merhum muhakkik alim Nur talebesi ve çeşitli gazete dergilerde uzuun zaman yazan, araştırma kitapları meydanda ve açık kapalı toplantılarda cesurca konuşmalar yapan A.Badıllı Ağabey;
niye bu çok önemli bilgiyi kitaplarında yazmamış, toplantılarda konuşmamış ve delillerini kaydetmemiş.

Eğer gizli kayıtlar ve belgeler varsa;
aile fertleri niye bu sırrı açıklamıyor?

Doğu alim ve şeyhlerinin toplantısı için; Erzurum – Hınıs’a hangi tarih ay ve günde gitmiş, kimlerle görüşüp ne zaman hangi yoldan geri dönmüştür?

1924 kışının hangi ay günününde, hangi mekanda ve kimlerle bir araya gelmiştir?

3- Bu kadar ciddi bir iddia ve itham niçin; Risale-i Nur’un hiçbir yerinde yazılı değil ve üstadın en yakınındaki vekil ve varisler niye hiç bahsetmemiş ?

O iman kahramanı korkusuz hilesiz saf mücahidler, gözü kapalı olarak üstadlarına bağlanmış ve tüm Nurcuları da bu tür bir safsata ve ırkçılık üzerinden mi; asrın iman Kur’ an davasına bağlamışlar?

4- Bu kabileci / ırkçı şeyhçi iddia niçin; rahmetli Badıllı Abi ölmeden yazılı ve imzalı olarak, teyit ve tekit ettirilmedi?

O özgün rahmetli araştırmacı abimiz; takiyye veya gizli bir hesap peşinde olabilir mi?

Değilse bu iftira, uhuvvet ihlas ve insanlığa sığar mı?

Badıllı Abi’yi arafta, 2 arada 1 derede göstermek kime hizmet eder ve ne maksatla şu zor günlerde yazılır?

5- Ayrıca üstadın hayatına hayatını adayan; aziz N. Şahiner,
5 ciltlik ispatlı delilli dev eserler sahibi aziz  Prof. A.Akgündüz ve sayısız Said Nursi araştırmacıları bu türedi uydurmaları neden bilmiyor ve yazmıyor?

Merhum Badıllı bu satırların sahibine ilgili sırları verirken neden, başka kimseler bu hatıralı töhmeti anlatmıyor ve yazmıyor?

Ayrıca 2 kişilik bir özel konuşma ne zamandan beri delil ve kanıt sayılıyor?

O zaman; itimat edilir yeterli şahid, tarih gün mekan yer göstermek gerekmez mi?

6-  “Şeyh Said toplantı yapmak niyetinde ve Bediüzzaman’ı başkan olarak ugun görmektedir! “

Safsataya bakar mısınız,
‘bir toplantı niyeti taşıyan şeyh Said efendi; çağın iman aslanını ‘başkan olarak atamayı / tayin etmeyi’ düşünüyor!

Hani şeyh Said cumhuriyetçiydi!

Daha baştan seçim, reyleşme nerde kaldı?

7- Şeyh Said kim ki,
Ankara’da 8 aya yakın kalıp, M.Kemal ile müzakere / tartışma yapan ve mebusluk, 300 lira maaş, doğu umumi vaizliği ve Diyanet yüksek kurulu üyeliğini redettiği için 35 sene sürgün hapis zehirlenme… bedelleri ödeyeceğini bilen ve ödeyen albaymüftü, gazi madalyasına sahip Hz.Bediüzzaman’ı
‘ayağına taa Erzurum/ Hınıs’a çağırıp reis tayin etmeyi hayal ediyor?’

8- Üstad Bediüzaman’ın gözetim ve kritiği altında en gözde 3 kahraman vekil ve vârisi; merhum Zübeyr Gündüzalp ra, merhum Mustafa Sungur ra ve merhum Ceylan Çalışkan ra’ın yazdığı Tarihçe-i Hayat adlı otobiyografisinde ve merhum Molla Hamid Abi gibi ilk dönem en yakınında yaşayan; yer zaman mekan vererek açık mert şahidliğiyle; şeyh Said’in Patnos’lu kör Hüseyin paşayı Van’a aracı gönderdiğini ve ilzam ret cevabıyla Şeyh Said’e geri döndüğünü belirtmektedir.

Çoravanisli gazi talebesi rahmetli Ali Çavuş; Van’a destek talebi için gelen Kör Hüseyin Paşa ve beraberindekileri üstad Nursi şöyle uyarıyor:

“Şeriat mı istiyorsunuz? Böyle hareket zaten aslında şeriata muhaliftir.
Bu olsa olsa ecnebi tahrikine alet olma keyfiyetidir.
Şeriat isterim diye şeriatı alet ederek şeriata muhalefet edilmez. Böyle menfi fikirlerden vazgeçiniz.”

Şeyh Said’ in birçok torunu vardır ve her biri farklı ve zıt şeyler anlatmıştır.

Abdulilah Fırat
Doğru Haber com tr de, 
Şeyh Said Efendi’in torunu dedesinin Mustafa Kemal ile tartışmasını anlattı.

Şeyh Said Efendi’in torunlarından Abdulilah Fırat, Şeyh Said’in Said-i Nursî ile ilişkisini, Mustafa Kemal ile tartışmasını, Şeyh Said’in yaşamını ve mücadelesini anlattı.

Ekleme: 16.06.2022 13:25:15 / Güncelleme: 16.06.2022 13:48:13

Şeyh Said’in Torunu Abdulilah Fırat Anlatıyor:

                                                 Abdulilah Fırat

“Molla Said-i Kürdi ile Şeyh Said Efendi’nin görüşmelerine dair bilgiler:

Şeyh Said’in şehadetinden sonra Said-i Nursi’yi Ankara’da ziyaret ettiklerini ve Şeyh Said hakkında saatlerce konuştuğunu anlatan Fırat,
“Cenab-ı Hak nasip etti, Şeyh Said Efendi’nin büyük oğlu dedem Şeyh Rıza Efendi ile Ankara’da 1960 yılında Molla Said-i Kürdi’yi ziyaret ettik.

Tabi uzun uzadıya; 6-7 saat!?
Şeyh Said Efendi ile ilgili görüşmesinden bahsetti.”

“Şeyh Said:
Kıyamla Resulullah’ın emrini yerine getireceğim inşallah”

Rüyayla Gelen Kıyam Emri:

Şeyh Said’in kıyamı, Hazreti Resulallah’ın rüyada verdiği emir ile başlattığını belirten A. Fırat, dedesinin gördüğü rüya hakkında şunları aktardı:

“Şeyh Said Efendi kıyamı bilerek yapmıştır. Yapmasaydı mesul olurdu.”

Kardeşi Şeyh Bahaddin Efendi (Melik Bey’in dedesi) kendisine:
‘Efendi siz kıyama başladığınız niyet ettiniz gidiyorsunuz ama yani Kürt aşiretleri, şeyhleri, ağaları devlete mütemayildirler. Sana yardımcı olmazlar.

Korkuyorum ki sen de Hazreti Hüseyin Efendimiz gibi mağlup olursun.
Bu bizim için çok büyük bir keder olur. Sen Kürt ağa ve şeyhlerine güvenerek gidiyorsan vazgeç’ diyor.

Şeyh Said Efendi:
‘Bahaddin ben Allah’tan korktuğum için bu kıyama başladım. Yanımdaki hiç kimse de lazım değil. Ben tek başıma olsam, elimde silah olarak da bu tesbih! olursa (olsa da) ben yine kalkıp gideceğim, mücadele edeceğim.”

“Hazreti Resulallah rüyama geldi:
‘Said kalk kıyama başla’ dedi. Hazreti Resulullah’ın da emrini yerine getireceğim inşallah’ diyor.”

Torun Abdulilah Fırat anlatmaya devam ederek;
“Said Nursi: Şeyh Said Efendi davasının haklı olduğunu ifade ettim!”

Üstad Bediüzzaman Said-i Nursî ziyaretlerinde konuşulanlara da değinen Fırat,
“Molla Said, ‘Ben Şeyh (Said) Efendi ile ERZURUM’da görüştüm.

Görüştükten sonra bana bazı mektuplar verdi” dedi.

Şeyh Said Efendi’nin kendisine:
“Siz gidin Norşin şeyhleri, Gavs ailesi şeyhleri, oradaki mollalar, âlimler ile görüşün, bize destek olsunlar” dediğini söyleyen Said Nursi:
“Efendi benim tabi belki biraz şöhretim var. Molla Said-i Meşhur diyorlar bana.

Fakat Kürt şeyhleri, Kürt hocaları beni ve öyle fikirlerimi dinleyecek seviyede değiller.

Ancak siz bana mektup yazın verin, ben ilgili yerlere götüreyim. Mektuplarınızı vereyim ve fikrinizi onlara izah edeyim.

Bunun üzerine Şeyh Efendi bana on- 10 tane mektup yazdı, verdi. Ben aldım gittim.

Norşin, Gavs ailesi ve diğer büyük şeyhlerin tekkelerine gittim. Hocalarını gördüm, halifelerini gördüm.
Şeyh Said Efendi davasının haklı olduğunu ifade ettim.

Fakat beni dinlemediler.

Dinlemeyince bende sükût-u hayal peyda oldu.
Ben Edremit’e [Erek Dağı] gittim, bir mağaraya girdim, tövbe istiğfar ettim.

Bunlar niçin böyledir, neden bizi kabullenmiyor, etmiyorlar.

Oradayken bir gün beni derdest ettiler.

Tutukladılar götürdüler, hapse attılar. Ne için de götürdüklerini de bilmiyorum.

Belli bir süre sonra bir gardiyan geldi, bana bir gazete getirdi” dedi.

     —-

* [Üstad Said Nursi ra; 1926 Şubat sonu ile Mart başında Van/Erzurum üzerinden sürgüne gönderildi.

1926 yılı Mayıs ortasında Antalya üzerinden Burdur’a sürgün edildi.

Hapse atılması ve gardiyanın gazete getirmesi sözkonusu olamaz!]

Torun A. Fırat anlatıyor:

“Gazetede Şeyh Said Efendi tutuklandı yazıyordu.

Tabi onu görünce bende çok sükût-u hayal peyda oldu. Çok perişan oldum ve yıkıldım.

Halbuki Şeyh Said Efendi ile akit(!) yapmıştık.
DİYARBAKIR’a GİDİP BÜYÜK BİR ŞURA yapacaktık.
O şurada şûra yöneticiliğini de Şeyh Said Efendi
‘Onu sen yönet’ demişti.
O görevi de bana vermişti ama maalesef biz bu fırsatı kaybettik (!).

Ben 1 hafta 10 gün, hiç yatmadım gece gündüz tövbe istiğfar ettim ve ağladım.

Ya Rabbi bu manevi dereceyi niçin bana da lütuf etmedi. Ben de DİYARBAKIR’da onların yanında olmalıydım.’ dedi.”

“Bir milyon Kemalist’i Şeyh Said Efendi’nin davasına;
bende ettim, bende ettim, bende ettim” dedi.

(bende etmek, Farsça; kul köle hizmetçi/ Lüggat- Kubbealtı Osmanlıca- Türkçe Sözlük).

Şeyh Said’ in torunu Fırat devamında Said-i Nursi’nin anlattıklarını şu şekilde aktardı:

“Molla Said devamında;
‘sonra tekrar gardiyan bana bir gazete getirdi. Şeyh Said Efendi ve arkadaşlarının şehit olduğunu yazıyordu.

Bana daha büyük bir teessür peyda oldu.

Bir gün öyle yorgun bir şekilde yatıyordum.
Baktım âlem-i rüyada Şeyh Said Efendi gelmiş.

Bana bakarak güldü ve:
“Molla Said, Molla Said, niye gıybetimi yapıyorsun” dedi.

“Ben de yok gıybetini yapmıyorum, ben senin arkadaşındım seninle akit yaptık, benim de sizin yanınızda olmam lazımdı.

Siz gittiniz en büyük manevi dereceye sahip oldunuz, ben de hapishane köşelerinde.

Bana bu görev layık mıydı?

Döndü bana:
‘Molla Said Cenab-ı Hakk’ın takdiri neyse bizim rıza göstermemiz lazım.
Cenab-ı Hak bana kıyam yoluyla şehadeti nasip etti. Sana da görev verildi.

Bu görevi de sana tebliğ ediyorum!:
Sen de fikrî kıyam yapacaksın!.” dedi.

Öyle deyince kalkıp abdest aldım. Secde şükür yaptım.

Çok sevindim ve o gün bugün oturdum!
Şeyh Said Efendi’nin fikriyatı üzerinde fikri mücadele kıyamı yaptım.(!)”

Torunu A.Fırat anlatıyor:

“Muş ve Bitlis’i geri alınmasında,
Kürt aşiret reisleri, şeyhleri olan
Norşin, Şeyh Diyadin, Şeyh Alaaddin, Şeyh Muhammed Küfrevi’nin oğlu Şerif Abdülbaki ve diğer Kürt liderlerin önemli etkileri olmuştur.”

Gerçekte ise:
* Said Nursi ve talebeleri Bitlis Savunmasında:

[Said Nursi talebeleriyle Muş’tan 8 ve / ya 12 topu Bitlis’e kaçırıyor!

Gece yarısı çarpışırlarken yeğeni merhum Ubeyd Bitlis’in ortasında şehit düşer.

Rahmetli Ali Çavuş (Aras) merhum Ubeyd’in şehid oluşunu haber verdiyse de, albayhoca Bediüzzaman durmadı, çarpışarak çemberi yarıp bir kayaya ulaştı ve kılıcını yere saplayıp:

“Elhamdülillah Ubeyd yerini buldu” dedi.

“Bitlis’in sukutunda, bir miktar talebelerimle Rus askerlerinin bir taburu içine düştük.
Bizi sardılar, her taraftan el ele ateş edildi.

Dört tanesi müstesna, bütün arkadaşlarım şehit olduktan sonra taburun dört sıralarını yardık”
B.Said Nursi ra:Lema’ lar- 8. Lem’a

Kuvvetle muhtemel;
2/3 Mart 1916 Cuma gecesi buzlu ayazlı gecenin tek çarpışanları albay hoca ve talebeleriydi.

Asker ve yerli savaşçılar mecburen firar etmişti.

Kendileri de düşman eline geçen Bitlis’ten sağ çıkmak için çırpınıyorlardı.

bknz: Mücahid Albayhoca – Kastamonur.com]

İran Genetiği ve Şii Takiyyesi Mi?

Şeyh Said’ in torunu Abdulilah Fırat anlatmaya devam ediyor:

“Şeyh Said Efendi’nin Mustafa Kemal’i tanımak için Diyarbakır’da davet edildiği toplantıya katıldığını söyleyen Fırat,
“Tabii önceden hazırlıklı olduğu için Şeyh Said Efendi bu durumu da biliyordu.

  * Şeyh Said İran / Urmiye Göçmeni Bir Aşiretten Geliyor!

O arada Liceli meşhur Mehmet Bey de toplantıya geliyor.

Mehmet Bey Mustafa Kemal’e:

‘Paşa;
bu bölgede en şöhretli aile İran / Urmiye seyitlerinin büyükleri şimdi Şeyh Said Efendi’dir.

Şeyh Said Efendi Hınıs’ta duruyor. Onu toplantıya davet etmeseniz bir netice alamazsınız’ diyor. 

Mustafa Kemal Şeyh Said’e de haber verilmesini istiyor.

Mehmet Bey, Şeyh Said Efendiye;

‘Mutlaka Diyarbakır’a gelmeniz lazım’ diye bir mektup yazıyor.

Şeyh Said Efendi kalkıp Diyarbakır Lice’ye gidiyor.

Davet nedenini sorunca Mustafa Kemal’in büyük bir toplantı yaptığını, bütün Kürt ileri gelenleri toplantıda hazır olduklarını söylüyorlar.

Şeyh Said Efendi,
‘Benim bu toplantıya katılmam pek uygun değil.
Fakat onu (Mustafa Kemal) tanımam için de katılmam lazım’ diyor ve toplantıya katılıyor.” ifadelerine yer verdi.

Şeyh Said’in M.Kemal Karşısında Dili Açılıyor!

Abdulillah Fırat,
“Şeyh Said Efendi konuşmasının devamında;
‘Mustafa Kemal bağımsız Kürdistan çabası karşısında ikili bir siyaset sürdürüyor.

Birinci Dünya Savaşı’nda kurduğu ilişkileri yerinde canlandırarak bu toplantıyı yapmaktadır.

İleriye matuf düşüncesini gizli tutarak bölgeyi kendisine bağlamak için birlik ve beraberlik tavsiye etmektedir.

Diğer taraftan hayallerindeki projeye zemin oluşturmaktadırlar.’ diyerek,
tepki gösterdiği için oradaki [Diyarbakır’ daki] Kürt şeyh, alim ve aşiret reisleriyle araları bozuluyor.

Şeyh Said Efendi;
‘Eğer Müslüman bir millet ve davasını istiyorsanız benimle beraber olun.

Eğer küfür nizamını istiyorsanız lideriniz Mustafa Kemal’dir. Onun peşinde gidiniz.’ diyerek oradan ayrılıyor.” dedi.
(İLKHA)

            *

Kıyam / İsyanın Aslı:

“21 Şubat 1925’deki gelişmeler üzerine hükûmet doğu vilayetlerinde sıkıyönetim ilan etti.

23 Şubat’ta ayaklanmacıların üzerine gönderilen ordu birlikleri,
Kış Ovası’nda Şeyh Said kuvvetleri karşısında tutunamayarak Diyarbakır’a çekilmek zorunda kaldı.
Ertesi gün Elazığ’a giren Gökdereli Şeyh Şerif yönetimindeki başka bir ayaklanma kolu kenti kısa süre de olsa denetim altına aldı.
Elazığ birkaç gün boyunca isyancılar tarafından yağmalandı.[10]

Mart başında Şeyh Said’in emrindeki yaklaşık 10.000 kişilik bir kuvvet Diyarbakır’a saldırdı ve kuşatma altına aldı.[10]
Kuşatanlar takviye alıyordu ve kuşatma Şeyh Said tarafından bizzat yönetiliyordu.[10]

Mürsel Paşa komutasındaki garnizon günlerce süren saldırıları geri püskürtmeyi başardı. Fakat bir gece bir grup, şehrin Kürt sakinlerinin yardımıyla Diyarbakır içine girebilmeyi başardı.
Bunların varlıkları garnizon tarafından fark edildi.[10]

7-8 Mart arası süren ağır bir çarpışma sonrası şehre sızan grup bozguna uğratıldı ve sadece birkaçı kaçabildi.

Kuşatmanın başarısız olduğunu gören Şeyh Said, kuşatmayı kaldırdı ve adamlarını Diyarbakır’dan çekti.[10]

Kaynak: [10] ^ a b c d e János M. Bak, Gerhard Benecke, Religion and rural revolt”
3 Kasım 2012 tarihinde Wayback Machine sitesinde arşivlendi.
Manchester University Press ND, 1984, ISBN 0719009901, sayfa 289-290. (İngilizce)
VİKİPEDİ: Şeyh Said İsyanı maddesi.

           *

https://serbestiyet.com/haberler/tuzla-piyade-okulundan-uzaklastirilan-tegmenlerin-yazismalari-yallah-arabistana-diyecegim-arabistan-bile-almaz-bunlari-151815/

Hüseyin Çeşitcioğlu

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

İlginizi Çekebilir

‘Salâvatın Mânâsı Rahmettir!..’ 

‘SALAVÂTIN MA‘NÂSI RAHMETTİR!..’  “(Ey resûlüm!)  (biz) seni ancak âlemlere bir rahmet olarak gönderdik!..” (Enbiya,107) “İşte seni …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Önceki yazıyı okuyun:
Kâğıda Hürmet

Kağıda gösterilen hürmet Dursun GÜRLEK   İslâm dünyasında kâğıda büyük bir önem verildiğini sadece yerli …

Kapat