17. YÜZYIL ŞER’İYYE SİCİLİNE GÖRE KASTAMONU
Pelin İSKENDER *
Özet
Ülkemizde ve dünyada önemi gittikçe artan yerel tarih araştırmaları, kent kimliğinin ve kentli
olma bilincinin oluşmasında, kentlerin bulunduğu coğrafî konumun, sosyo-ekonomik yapının ve
kültürel yaşantının algılanması ve sahiplenmesinde oldukça önemli bir yere sahiptir. İnsanların
bilemedikleri şeyleri anlaması ve sevmesi düşünülemez. Dünümüzü ve yaşadığımız yeri ne kadar
iyi tanıyıp bilirsek, bugünle ilişkilendirip, algılamamız ve yarını tasarlayabilmemiz de o kadar
kolay olacaktır. Tarih araştırmalarında bir çok kaynaktan yararlana biliriz. Bunlar tarihe ışık
tutacak olan yazılı ve yazısız kaynaklardır. İşte bu yazılı kaynakların en önemlilerinden biri de
bize yerel tarih araştırmalarında da ışık tutacak olan Şer’iyye Sicilleridir.
Giriş
Şer’iyye sicilleri, Osmanlı tarihinin en önemli kaynaklarından biridir. Son
zamanlarda özellikle üzerinde durulan yerel tarih araştırmalarında yararlanılabilecek en
kapsamlı kaynaklar içerisinde yer alır. Dolayısıyla bir bölgenin tarihi, iktisadî ve
sosyolojik özelliklerini ortaya çıkartmak isteyen bir araştırmacının şer’iye sicillerinden
yararlanmaması, araştırmada eksikliklerin olmasına neden olacaktır.
Bölgesel şer’i mahkemelerde kronolojik sıra ile tutulan, kadılar tarafından verilen
hükümlerin, hüccet ve kararların, herhangi bir olayın, bir şahadetin, bir ikrarın, bir
hibenin, resmiyete kaydolunması istenilen bir hususun, devlet merkezinden gelen bütün
fermanların, emirlerin ve tebliğlerin kadı tarafından tetkik olunup doğru oldukları tespit
edildikten sonra sonuçlarının kaydedildikleri sicillere şer’iyye sicilleri denilmektedir
Mahallî tarihler için olduğu kadar, Osmanlı Devleti’nin sosyal yapısı hakkında
da geniş ölçüde bilgi edindiğimiz kaynaklar arasında bulunan şer’iyye sicilleri,
tarihçilerin en çok kullandığı malzemeler arasındadır. Devlet merkezi ile olan
yazışmalar, halk dilekleri, fermanlar, ilanlar, hüccetler, beratlar vs. sicil
defterlerinde bulunduğu gibi ayrıca mahallin beledî ve inzibatî işleri, devletin
çıkarttığı çeşitli yasaklar (tütün ve içki yasağı gibi) hakkındaki bilgiler de bu
defterlerde kayıtlıdır. Bölgede yetişen ürünler hakkında bilgi temini, şehir ve
kasabaların yaklaşık nüfusunun tayini yine siciller sayesinde mümkün
olabilmektedir. Tımar teşkilatı ve vakıf müesseseleri için bu defterler belli başlı
kaynaklardandır. Hatta bu defterlere şiddetli soğukların dahi kaydedildiği
görülmektedir. Anadolu’da meydana gelen isyanlar, eşkiyalık olayları ayrıntılarıyla
şer’iyye sicillerinde mevcuttur
1. Dolayısıyla toplumun sosyal, idarî, malî durumu
hakkında bilgi veren bu sicillerin yerel tarih öğrenimi açısından değeri büyüktür.
Ankara Milli Kütüphane’de Kastamonu’ya ait 81 adet şer’iyye sicil defteri
mevcuttur. Aynı zamanda Kastamonu Müzesi’nde mevcut 235 cilt sicil ile ilgili
olarak “Kastamonu Sicilleri Envanteri” ve “Kastamonu Şer’iyye Sicilleri Sistematik
Kılavuzu” adlı kitaplar hazırlanmıştır
2. Kastamonu ile ilgili elde mevcut en eski
defter Hicrî 1084-1086 (1673-1676) yıllarına ait olup en son tarihli sicil ise Hicrî
1213-1221 (1801-1807) yıllarına aittir. Bu makaleye kaynaklık eden Hicrî 1096
(1685-1686) tarihli Kastamonu Şer’iyye Sicili genel olarak Osmanlıların ve tabi ki
Kastamonu’nun idarî, iktisadî, sosyal ve kültürel yapısı hakkında bilgi verdiği gibi
ll. Viyana kuşatması ve devamındaki savaşların devlete ve bu yöreye olan etkisini
de en iyi şekilde yansıtmaktadır.
l. Osmanlı Hâkimiyetinde Kastamonu
A. Coğrafî Konumu
Kastamonu vilayeti Batı Karadeniz Bölgesinde yer alır. Kızılırmak’ın başlıca
kollarından Gök Irmak vadisinin bulunduğu yerde, Ilgaz Dağı kütlesinin kuzey
yamaçlarına inen Kara Çomak Deresi vadisi boyunca uzanmaktadır. Kastamonu’nun iç
kalesi de batıdaki yamaçlar üzerinde iki dere arasındaki tepede yükselmektedir.
Bugünkü idarî yapıya göre, kuzeyinde Karadeniz, güneyinde Çankırı ve Çorum,
doğusunda Sinop, batısında Bartın ve Karabük bulunmaktadır. H.1285 (1868) tarihinde
yayınlanan Kastamonu Vilayet Salnamesine göre Kastamonu vilayeti Kastamonu,
Sinop, Bolu, Kengiri (Çankırı) sancaklarını içine almaktaydı. Kastamonu’da geniş
ovaların bulunmasına rağmen il dağlık bir yapıya sahiptir. Ayrıca orman açısında zengin
bir yöredir. Osmanlı donanmasının kereste gereksiniminin bir kısmı, Kastamonu ve
çevresindeki ormanlardan karşılanmaktaydı.
B. Kastamonu’nun Tarihi Gelişimi
Kastamonu, Fatih Sultan Mehmet tarafından 1462’de Osmanlı topraklarına katılmış
ve Anadolu Eyaleti’ne bağlı bir sancak merkezi olmuştur. Bundan sonra burada bir çok
imar faaliyetlerinde bulunulmuştur. Osmanlı Devleti’nin önemli sancak merkezlerinden
biri olması sebebiyle Kastamonu’ya bir çok seyyah gelmiştir. Bunların bizzat görüp
anlattıklarından o dönem Kastamonu’su hakkında çarpıcı bilgiler edinmemiz mümkün
olmaktadır. Bu seyyahlardan XlV. yüzyılın ilk yarısında gelen İbn Batuta,
Kastamonu’yu büyük ve güzel bir şehir olarak anlatmaktadır. Katip Çelebi ise
Cihannüma adlı eserinde XVll. yüzyıldaki Kastamonu’yu tasvir ederken şehirde birçok
cami ve medresenin bulunduğunu belirtmektedir. Ayrıca Katip Çelebi burayı
“Türkmenlerin Kaidesi” olarak ifade eder. Eserinde şu bilgilere yer verir: “…Bu şehir,
Anadolu’nun en büyük, en güzel beldelerinden biridir. Yaşamak için pek çok
kolaylıkları olan, eşya fiyatlarının en ucuz olduğu yerler arasında bulunmaktadır. …Bu
şehirde kırk gün kaldık. İki dirhem vererek besili bir koyun alıyor, ve yine iki dirhemle
bize yetecek kadar ekmek sağlıyor ve bu nevale bizlere tam bir gün yetiyordu. Kafilemiz
on iki kişi olup, iki dirhemlik bal helvası alsak hepimiz doyuyorduk. Bir dirhemlik
kestane ile ceviz aldık mı, hepimiz yesek dahi yine de artıyordu. Kışın en şiddetli
günlerimizi geçirdiğimiz halde bir yük odunu bir dirhemle satın almak mümkündü.
Bugüne kadar dolaştığım bunca ülkede bu şehir kadar ucuzuna rast gelmemiştim”
1.Ünlü seyyah Evliya Çelebi de Kastamonu’ya gelmiştir. Fakat şehir hakkında fazla bilgi
vermemekte, yalnız bine yakın meslek grubu olduğunu yazmaktadır.
XlX. yüzyılın başlarından itibaren Kastamonu’ya gelen Avrupalı seyyahlar da bu
şehirle ilgili çeşitli bilgiler vermektedirler.Bunlardan J. Macdonald Kinneir, 1814
tarihinde dik yamaç ile kaya üzerinde harap bir kalenin bulunduğunu belirtmektedir.
Evlerin taştan veya ahşap olarak inşa edildiğini, şehirde otuz kadar minareli cami
saydığını, kendisi burada iken pazarların mal ile dolduğunu, ancak kışın uzun sürdüğü
zamanlarda halkın açlıkla karşı karşıya kaldığını anlatmaktadır. E. Bore ise şehrin dar
ve kıvrımlı sokaklardan oluştuğunu zikreder. Yine bu yüzyılda Kastamonu’ya gelmiş
olan Ainworth, şehirde başlıca ticaret konusunun yün olduğunu, ayrıca bakırcılık,
dericilik ve dokumacılık yapıldığını, basma ve boyacılık atölyelerinin bulunduğunu belirtir
2.Kastamonu’nun tarihini incelediğimiz XVll. yüzyılın ll. yarısında Osmanlı
İmparatorluğu artık kuruluş ve yükseliş devirlerindeki gücünü ve istikrarını kaybetmiştir.
Gerek idarî yönetimde gerekse askerî sistemde bozukluklar ortaya çıkmaya başlamıştır.
ll. İdari Yapı
A) Osmanlı İdarî Yapısı İçinde Kastamonu
Osmanlı Devleti’nin mülkî taksimatında memleket eyaletlere, eyaletler sancaklara
sancaklar kazalara ve kazalar nahiyelere ayrılmıştı. Osmanlı idaresinin klasik
döneminden beri en alt birim kentsel alanda mahalle, kırsal alanda ise köy toplulukları
idi. Bu idarî taksimat içinde eyalet en üst birim idi. Eyaletin bir alt birimi olan
sancaklar, ülke idaresinin temel birimiydi ve devlet teşkilatının çekirdeğini
oluşturmaktaydı. Sancağın en büyük mülkî amiri “Sancak Beyi” idi. Sancak beyinin
askerî ve idarî olmak üzere iki aslî görevi vardı. Sancaktaki tımarlı sipahilerin tabiî
amiri durumundaki sancak beyi, kendi kapı halkı ve sancağındaki zaim, sipahi ve
cebelülerle birlikte sefere katılmak zorundaydı. İdarî görevi ise reayanın rahat ve huzur
içinde yaşamasını sağlamak, subaşılar vasıtasıyla asayişi temin etmekti
1.Osmanlı padişahlarının çocukları olan şehzadeler, devlet idaresini öğrenmek
maksadıyla sancaklara gönderilirlerdi. Kastamonu sancağı da bu sancaklardan biriydi.
Ocak 1469’da Fatih Sultan Mehmet’in küçük oğlu şehzade Cem, dokuz-on yaşlarında
iken Kastamonu sancak beyliğine tayin olunmuş ve Karaman valiliğine gönderilene
kadar 6 yıl bu şehirde kalmıştır
2. Ayrıca ll. Beyazıt’ın oğullarından Şehzade Mahmut’un
da henüz gençlik yıllarında iken Kastamonu’da görev yaptığını görmekteyiz
3.Sancaklar birçok kazadan meydana geliyordu. Kaza, ticarî ve kültürel üstünlüğü ile
çevrenin merkezi olmuş bir kasaba veya şehir ile böyle bir topluluk merkezini
çevrelemiş köylerin teşkil ettiği bir birlikti ve başında kadı bulunmaktadır.
İncelediğimiz sicilde Kastamonu’da şu kazaların adları geçmektedir:
1. Kastamonu 7. Cide 13. Eflani 19. Küre
2. Akyürek 8. Çakallı 14. Genbolu 20. Sevahil
3. Araç 9. Çakline 15. Göl 21. Sırt
4. Ayandon 10. Daday 16. Hoş Alaca 22. Sinop
5. Boyabad 11. Devrenkânî Araç 17. İnebolu 23. Sorku
6. Boyalı 12. Devrenkânî 18. Küre-i Cedid 24. Taşköprü
Kazalar bir alt birim olarak nahiyelerden meydana gelmekteydi. Nahiye, Osmanlı
İmparatorluğu’nda coğrafî ve idarî anlamda küçük veya büyük bir çevreyi, bazen de çok
geniş bir alanı ifade etmektedir
4. Nahiye mıntıkası birkaç köyü ihtiva etmekteydi.
Teşkilatın başındaki mülkî amirin ünvanı “Nahiye müdürü” idi. XVll. yüzyılın ikinci
yarısında Kastamonu sancağında şu nahiyeler tespit edilmektedir:
1. Akkaya 3. Gökçe Ağaç 2. Eğindün 4. Kuzyaka
Aynı şekilde incelediğimiz sicilde XVll. asrın ikinci yarısında Kastamonu merkez
kazaya bağlı şu köylerin olduğu görülmektedir:
1. Ağul 8. Başmakçılar 15. Burmaca 22. Derbend Kavağı
2. Ahlat 9. Başviran 16. Bürnek 23. İkirciler
3. Akçakavak 10. Batak 17. Çatakviran 24. Elbi
4. Akçataş 11. Bayındır 18. Çorumlu 25. Elmayakası
5. Akdoğan 12. Bâylar 19. Darıbükü 26. Esin Gazi
6. Araplar 13. Belat 20. Debbağ İshak 27. Evirialan
7. Ballık 14. Bulacık 21. Depe 28. Eyti
29. Eyükler 40. İsmailli 51. Kovacık 62. Seraceddin
30. Eyükoğlu 41. Karaçoban 52. Köylüözü 63. Serimeddin
31. Eyük Süfla 42. Karaçomak 53. Kuşkara 64. Serti
32. Gelinviran 43. Karaevli 54. KuyucukMolla 65. Soğanlu
33. Geyikli 44. Karakoz 55. Ortaca 66. Şadi Bey
34. Gödel 45. Karasu 56. Ömerşeyh 67. Yolacık
35. Gömece 46. Kırık 57. Polatlar 68. Yörükviran
36. Halaçlı 5 47. Kızılcaviran 58. Sahip 69. Yuva
37. Hamid 48. Kızılkilise 59. Sabaca 70. Zimyan Balat
38. Havli 49. Kızoğlu 60. Saraycık 71. Zimyat Kara
39. İnceoğlu 50. Kimene 61. Sarukavak
Mahallelerde, Osmanlı toplumsal sınıflaşmasına göre biçimlenmiş, belirgin bir
mekan farklılaşması yoktur. Dinsel farklılıklar hariç, imparatorluğun her sınıf ve her
bölgesinden insanlar, belli kurallar çerçevesinde birlikte yaşarlardı. Ancak çoğunlukla
aynı mahallede aynı dinden, etnik kökenden yada mezhepten olanlar bulunurdu.
XlX. yüzyılın ilk yarısına kadar mahalleleri yönetenler imamlardı. İmamlar, padişah
beratı ile tayin edilirdi. Doğum-ölüm gibi nüfus kayıtlarını tutarlardı. Ancak imamın en
önemli görevi mahalle sakinlerinin vergilerini toplamaktı
1. Her mahallenin bir mescidi, vakıf
tarafından yönetilen ve çocuklara ilk tahsilin verildiği bir mektebi ve bir çeşmesi bulunurdu.
Mahalledeki suyolu, çeşme gibi alt yapısal tesislerden mahalleli ortak olarak sorumluydu.
H.1096 (1685-1686) Kastamonu şer’iyye sicilinde şu mahallelerin adı geçmektedir:
1. Abdülcebbar 6. Arız 11. Bekir Çelebi
2. Akmescid 7. Arızlar 12. Büre Hacı
3. Aktekke 8. Atabek 13. Cebrail
4. Alacamescid 9. Atabek müderris 14. Cemal Ağa
5. Alparslan 10. Beder Gazi 15. Çevkani
16. Çivi 32. Hasan Çelebi 48. Köycüğez
17. Deveciler 33. Hidmedciler 49. Medrese-i Atabek
18. Dibakpolat 34. Hunsalar 50. Musa Fakih
19. Diğer Saraçlar 35. Hüseyin Bey 51. Muzafferiddin
20. Dubacılar 36. Hüseyin Çelebi 52. Püre
21. Elbistan 37. İbn Sadi 53. Sadi Bey
22. Fevgani 38. İbn Suli 54. Saraçlar
23. Frengşah 39. İbn Neccar 55. Seydiler
24. Gökdere 40. İbn Nihad 56. Sofular
25. Hacı Dursun 41. İsfendiyar 57. Tahir Fakih
26. Hacı Hamid 42. İsfendiyar Bey 58. Topcuoğlu
27. Hacı Hamza 43. İsmail Bey 59. Topcuzade
28. Halaçlar 44. Kayalu 60. Türbe
29. Halife 45. Kebkebirler 61. Yeni Çelebi
30. Hamid 46. Kenare 62. Yuva
31. Hamza Ağa 47. Kırıkçeşme 63. Zeki malı
64. Zimyan Balat
B) XVll. Yüzyılın İkinci Yarısında Kastamonu Sancağında Adı Geçen İdareciler
1. Kadı: Kaza idaresinin başıdır. Şer’i ve hukukî hükümleri tatbik edici demek olan
kadı, aynı zamanda hükümetin emirlerini de yerine getiren bir makamdır. Kadıların
tayin ve azilleri kazaskerler tarafından yapılırdı. Kadılar, görev yaptıkları kaza
bölgesinin durumuna göre; kaza kadıları ve sancak-eyalet kadıları olmak üzere ikiye
ayrılmıştır. Kadıların görev ve yetkileri hukukî, askerî, beledî ve örfî olarak gruplara
ayrılabilir. Hukukî açıdan kadı, şer’î mahkemenin başındaydı
1. Her türlü anlaşmazlıklar
ve ceza gerektiren suçlar “meclis-i şer” denilen kadının başkanlığındaki mahkemelerde
çözümlenirdi. Alacak, borç ve miras davaları ile arazi anlaşmazlıkları, ehl-i örf ile reaya
arasındaki sorunlar kadılar tarafından halledilirdi. Ayrıca ilmiye sınıfına mensup müderris,
mütevelli ve diğer vakıf görevlilerinin tayin ve azilleri kadıların arzı ile mümkün olurdu.
Osmanlı şehir idaresinde, belediye ve mülkî idare fonksiyonları birbirinden
ayrılmamıştır. Kadı, şehrin yargı işleri yanı sıra asayişin ve belediye hizmetlerinin amiriydi.
2. Kassam: Vefat etmiş olan bir kimsenin terekesini varisleri arasında taksim eden
memura kassam denilmektedir.Osmanlı Devleti’nin şer’iyye teşkilatında miras taksimi,
biri kazasker kassamları ve diğeri de bir mahallin kadılığında yani şer’i mahkemelerde
bulunan kasamlar olmak üzere iki sınıf kassam vardır. Kastamonu şer’iyye sicilinde her
ikisi de yer almaktadır.
3. Kale Dizdarı: Kale komutanı olan dizdarın görevi, düşman saldırılarına karşı
kaleyi savunmaktı. Kastamonu’da temelleri Bizans devrinde atılmış bulunan bir iç kale
mevcuttu. Dolayısıyla askeri açıdan önemli bir yere sahip bulunan Kastamonu’da kale
dizdarının, önemli bir yeri vardı. Çünkü kale dizdarının sorumlulukları, kalenin hudut
boylarında bulunması ve bulunduğu yerin önemi ölçüsünde artmaktaydı. Kendisine
merkezden hüküm gönderilirdi.
4. Muhassıl: Arapça tahsil edici demek olan muhassıl, devlete ait vergi ve resimleri
tahsil etmekle görevlendirilen memurdur. Muhasıllar, tayin edildikleri yere giderek her
mahalle ve köyün nüfus ve servetine göre bir vergi tarh ettirirlerdi. Alınan vergiler
defterlere yazılır, bunlarda merkeze gönderilerek maliyeye takdim edilirdi
5. Naib: Kadının mahkeme işlerinde vekili ve en önemli yardımcısıdır. Kadı
bulunmadığı zaman duruşmaları idare ederek serbest dirlikler içerisinde yer almayan
köylerdeki davaların yerinde görülmesi için olay yerine giderdi. Naibler, gördükleri
davalardan kadılar gibi harç alırlar, bu harçlardan kazaskere de hisse verirlerdi
3. Naiblergörevlerine göre kaza naibleri, kadı naibleri, mevali naibleri, bâb naibleri, ayak naibleri
ve arpalık naibleri olmak üzere altı kısma ayrılırdı
6. Şehir Kethüdası: Selçuklularda İğdişbaşı denilen bu görevli, şehir halkını
hükümet nezdinde temsil ederek halk ile hükümet arasındaki iletişimi sağlardı. Yapmış
olduğu görevler göz önüne alınacak olursa, bugünkü belediye başkanına benzetilebilir.
Şehir kethüdasının görevleri arasında şehrin dirlik ve düzenini korumak, devletle halk
arasında idarî ve malî konularda aracılık etmek, şehre gelen mübaşir, ulak vb. resmî
görevlilere hizmet etmek, barınma ve beslenme meselelerini halletmek, bir şehirden diğer
bir şehre giden üst düzey yöneticilerin yol masraflarını karşılamak yer almaktaydı.
7. Şehir Subaşısı: Kazalarda idarenin başında bulunan memurdur. XVl. yüzyılın
sonlarına kadar merkezden tayin edilmiştir. Bu asırdan sonra sancak beyi ve
beylerbeyine bağlı bir memur olarak atanmıştır. Subaşının asayişle ilgili görevleri yalnız
şehir içine mahsus değildir. İki önemli görevi vardı. Birisi malî görev olup bad-ı heva
adı altında toplanan cürm-ü cinayet, niyabet, resm-i arusane gibi vergileri toplardı.
İkincisi ise kolluk görevi idi. Kadının hükümlerinin ve merkezden gelen emirlerin
uygulanmasını sağlamak, suçları önlemek, suç işleyenleri takip edip yakalamak,
kovuşturmak ve kadının suçlu görüp hüküm verdiklerini cezalandırmaktı. Kadının
hükmü olmaksızın kimseyi cezalandıramazdı.
lll. İktisadi Yapı
Osmanlı Devleti’nin iktisadî ve stratejik bakımdan önemli bir sancağı olan
Kastamonu, XVll. yüzyılda yapılan seferlerde önemli rol oynamıştır. Osmanlı
toplumunun genelinde olduğu gibi Kastamonu’da da tarım ve hayvancılığın ön planda
olduğu görülür. Tarım alanında özellikle buğday ve arpa büyük ölçüde üretilmektedir.
Bunlardan sonra sırasıyla çeltik, soğan ve sarımsak üretimi gelir. Şer’iyye sicilinde,
sefer sırasında ordunun ihtiyaçlarını karşılamak amacıyla adı geçen ürünlerin belirli
fiyatlarla alındığı görülmektedir.
Bölgenin coğrafî ve fizikî şartları itibarıyla hayvancılık da önemli bir uğraş ve gelire
alanıdır. Bu bölgedeki atların, Arap atlarından üstün olacak şekilde yetiştirildiği ve ihraç
edildiği belirtilmektedir.Bölgeden, at ve katır dışında koyun ve keçi gibi küçük baş
hayvanların da ihraç edildiği kaydedilmektedir 3. Sicilde geçen hükümlerden, ordunun
katır ihtiyacını karşılamak amacıyla Kastamonu sancağından istekte bulunulduğu
anlaşılmaktadır.
Yine sicilde, askere alınan kişilerin mesleklerine yada lakaplarına bakıldığında
Kastamonu’da çeşitli sanayi kollarının faaliyette bulunduğu görülür. Şemseddin Sami,
“Kamûsü’l-A’lâm” adlı eserinde XIX. yüzyılda Kastamonu’da 1919 dükkan ve mağaza,
45 han, 15 hamam, 2 imaret ve bedesten, 28 fırın, 3 su değirmeni, 4 kiremithane ve pek
çok debbağhanenin olduğunu ifade etmektedir 4. Madencilik ve ticaret önemli gelir
kaynağıdır. Kastamonu’ya bağlı Küre kazası bakır madeni yönünden zengindir. Bundan
dolayı bakırdan imal edilen eşyalar şehrin ekonomisinde önemli yer tutar. Ayrıca bez ve
kumaş gibi ürünlerin boyanması için boyahaneler mevcuttur. Bölgede hayvancılığın
önemli bir yer tutması nedeniyle dericilik de mahallin ihtiyacını karşılayacak düzeyde
yapılmaktadır. Ancak Kastamonu’da en önemli üretim ve ihraç malı dokumalardır.
A) Ziraî Üretim
Kastamonu zirai üretim açısından önemli ve zengin bir yerdir. Bu topraklarda
yetişen ürünlerin belli başlıları şunlardır:
1. Hububat Üretimi
a) Buğday (Hınta): Buğday, Osmanlı ekonomisinde tarım ürünlerinin vazgeçilmez
bir unsurudur. Bunun nedeni halkın temel gıda maddelerinin buğdaydan yapılması ve
her türlü iklim şartlarında yetişmesidir.
b) Arpa (Şa’ir): Osmanlı devletinde buğdaydan sonra en çok üretilen tarım
ürünüdür. Arpanın özellikle hayvan yemi olarak kullanılması ve hemen her iklimde
yetişmesi bunda etkili olmuştur. Ancak Kastamonu kazasında arpa üretimi
buğdaydan fazla olduğu görülür. Bunun sebebi hayvancılığın kazada önemli bir yer
tutması gösterilebilir.
c) Çeltik: Önemli bir hububat ürünüdür. Kastamonu’da nehir ve dere kenarlarında
belli bir üretime sahiptir. Bugün de bu özelliğini korumaktadır. Ancak arpa ve buğday
kadar üretilmemektedir. Bundan dolayı sefer sırasında bu hububattan Kastamonu
yöresinden çok fazla istekte bulunulmamıştır. Yalnızca Devrenkâni kazasından
istenildiği görülmektedir. Fakat ne miktarda istenildiği belli değildir.
Bunların dışında Kastamonu ve çevresinde sarımsak (sir), soğan (piyaz) üretiminin
az da olsa yapıldığı bilinmektedir. Ayrıca Ergani eriği, misket elması gibi bir çok meyve
de yetişmektedir.
B) Vergiler
Osmanlı Devleti’nin gelir kaynakları içerisinde önemli bir yer tutan vergilerin
toplanmasında devletin genelini kapsayan bir politika izlemek mümkün değildir.
Genelde her bölgenin kültür, iklim ve diğer iktisadî ve sosyal şartları dikkate alınarak
ayrı ayrı vergi kanunnameleri düzenleme yoluna gidilmiştir. Bu şekilde sipahi ile reaya
arasındaki ilişkiler de düzenlenmiştir. Ayrıca bu kanunnamelerde çiftçilerin hak ve
sorumlulukları, hangi üründen ne oranda vergi verecekleri gibi hususlarla sanayi ve
ticaret faaliyetlerinin nasıl vergilendirileceği ve ehl-i örf denilen devlet memurlarının
reayaya karşı olan davranışları ele alınmıştır. 1. Sicilden, devletin zamanın teşkilat ve
maliye sisteminin gereğine uyarak, vergi toplama işini büyük ölçüde dirlik sahiplerine
ve vakıflara bırakmış olduğunu görüyoruz.
Hububat üzerinden alınan vergiler, eyalet ordularının savaş masraflarının
karşılanmasında büyük rol oynadığı gibi memleket içinde meydana gelen isyanların
bastırılması için harekete geçen orduların iaşelerinde de önemli bir rolü vardır.
XVll. yüzyıl Kastamonu şer’iyye sicilinde şu vergilerin adları tespit edilmektedir:
1. Öşür: Kelime anlamı olarak öşür onda bir demektir. Öşür veya aşar adı altında
her türlü toprak mahsulünden devlet adına veya hesabına alınan vergilerdir.2. Miri arazi
rejiminin uygulandığı her yerde devlet ziraatla uğraşan çiftçilerden elde ettikleri ürünün
öşrünü almaktadır. Fakat uygulamada, devlet tamamen kendisine ait olan bu vergileri
sipahi, zaim, has sahibi gibi bazı yükümlülükleri yerine getiren kişilere bırakmıştır.
Bunu sicilde de görmek mümkündür. Kastamonu’dan bu yüzyılda hububat öşrü olarak
buğday öşrü, arpa öşrü, çeltik öşrü alındığını görüyoruz. Ayrıca bostan ve meyve öşrü,
Bal öşrü (Öşr-ü kovan) alındığı da anlaşılmaktadır.
2. Şahsa Bağlı Alınan Vergiler: Bunlardan biri Çift Resmidir. Bu vergi sicilde aynı
zamanda Kulluk akçası şeklinde de geçmektedir. Osmanlı İmparatorluğu’nda
Müslümanların ziraat yaptıkları araziden alınan resimdir. Bu köylü ile sipahi arasındaki
hizmetlerin Osmanlı Devleti’nde paraya çevrilmiş halidir. Resm-i çift, bir taraftan
toprağa bağlı bir vergi diğer taraftan da şahsi bir vergi veya bir hane vergisi olarak görülür.
1.Diğer bir vergi de Bennak Resmidir. Kanunnamelerde birkaç şekilde geçmektedir.
Bennak, evli fakat çift tasarruf etmeyen veya nim çiftten az yer tasarruf eden raiyettir.
Mücerretten farkı yalnızca evli oluşudur
2. Mücerret evlenir evlenmez derhal bennak adı altında vergi mükellefiyeti bakımından yeni bir durum kazanır
3. Kastamonu Şer’iyye sicilinde bennak ve diğer vergilerin her kazanın kaldırabileceği miktarda alınması
istenmiştir.
Sicilde adı geçen bir diğer vergi ise Mücerred Resmidir. Bu vergi de aynen Bennak
vergisi gibi baş vergisidir. Mücerredler, buluğ çağına ermiş ve bir iş tutabilecek güce
sahip reaya oğullarıdır
4.Kastamonu Şer’iyye Sicilinde gerek Resm-i Çift gerek Resm-i Bennak gerekse
Resm-i Mücerred tek başına toplanmamıştır. Bu nedenle her birinden ayrı ayrı ne kadar
toplandığını tespit edemiyoruz.
3. Hayvancılıkla İlgili Vergiler: Kastamonu Şer’iyye Sicilinde en sık geçen
vergilerden biri Adet-i Ağnam vergisidir. Osmanlı Devleti’nde koyun ve keçiden alınan vergiye verilen addır. Ağnam resmi alınırken, kuzulu koyun kuzusu ile oğlaklı keçi de oğlağıyla beraber sayılırdı.Yani kuzudan ve oğlaktan ayrıca vergi alınmazdı 5.Hayvancılıkla ilgili diğer bir vergi de Yaylak ve Kışlak Resmidir. Bu vergiye “Ağıl Resmi” de denilmektedir. Ele aldığımız sicilde her üç ifade de kullanılmıştır. Koyun ve keçiye sahip reaya koyun ve keçiden alınan ağnam resminden başka ayrıca ağıl resmi de verirdi. Kışlak resmi veya Resm-i Ağıldan sipahinin toprağına gelip kışlayan sürülerden alınan resim kastedilmektedir. Bu vergi yerli halkın koyunlarından alınmamaktadır
4. Maktu Vergiler: Bu verginin Osmanlı vergi sisteminde ifade ettiği anlam
“götürü usulü”dür. Öşür gibi ürünün bolluğu veya kıtlığı oranında miktarı değişen
vergilerin aksine maktu vergiler önceden belirlenmiştir. Yapılan hizmet veya elde edilen
ürün az veya çok olsa bile sabit kalmaktadır 7. Bu vergiler değirmen resmi, bezirhane
resmi, bahçe resmi, hamam, dükkan, kapan, bozahane resimleridir. 1685-1686 tarihli
incelediğimiz sicilinde yalnızca kapan resminin alındığı görülmektedir.
5. Mukata’alar: Mukata’a genel olarak geliri kimseye dirlik olarak verilmeyip,
doğrudan devlet hazinesine alınan vergi ve gelir kaynaklarına denilmektedir. Tımar
sisteminin uygulandığı yerlerde hükümet maden işletmeleri, tuz, şap vs. kaynaklar,
şehirdeki bedesten, tabakhane, boyahane, kasaphane, şemhane gibi ticarî ve sınaî
işletmeler, tamga, mizan, baç gibi gümrük vergileri ile iskele gibi gelir kaynaklarını
dirlik olarak tevcih etmeyip mukata’a adı altında merkez hazineye alıyordu
1.Kastamonu Şer’iyye Sicilinde bazı mukata’aların adları geçmektedir. Bunlardan biri
Boyahane mukata’asıdır. XVl. ve XVll. yüzyılın en önemli sanayi kolu olan dokuma
sanayiinde kullanılan iplerin renklendirilmesi ve kumaşların boyanması için
boyahaneler işletilmekteydi. Bunların gelirleri çok defa padişah haslarına dahildi.
Sicilde bu verginin Mart başlangıcında alındığı belirtilmiştir. Ancak burada
mukata’anın gelirleri padişah hazinesine dahil edilmemiştir.
Bir diğer mukata’ada Mumhane (şemhane) mukata’asıdır. Mum eski devirlerde en
önemli aydınlatma aracıdır. Cami, mescid, türbe ve zaviye gibi çeşitli yerlerde ve
evlerde kullanılırdı. Sicilden, şemhane mukataasının Mart başlangıcında toplandığı ve
50 kuruş alındığı anlaşılmaktadır.
6. Arızî Vergiler: Bunlar Bad-ı Heva, Cürm-ü Cinayet, Resm-i Arûs, Tapu Resmi,
Resm-i zemin gibi vergilerdir. Bu gruba giren vergi ve resimler, duruma bağlı
olduklarından önceden bilinmemekte, deftere tahmini bir rakam yazılmaktadır.
Cürm-ü Cinayet resmi, Osmanlı ceza kanunlarına göre, suçluların işledikleri suçun
derecesine ve suçlunun malî kudretine göre ödemeye mahkum olduğu para cezası idi.
İncelediğimiz sicilinde geçmektedir. Fakat bu verginin ne miktarda alındığı belirtilmemiştir.
Resm-i Aruz, serbest tımarlarda sipahinin nikahlanan genç kız veya dul kadından
aldığı resimdir. Genç kızdan, dul kadından aldığının iki katını alırdı. İncelediğimiz
sicilde bu verginin vakfın geliri için toplandığı görülmektedir.Amasya’da bulunan
Bayezid Han’ın vakfı için Kuşkara ve Kimene arazilerinden alınmıştır.
Tapu resmi, çiftlik tasarruf eden reayanın sipahisine, miktarı mahalline göre değişen
bir defaya mahsus olarak verdiği resme denir. Tapu resmi ödeyen çiftçi, artık o toprağı
ölünceye kadar işler ve evladına da kalır. 2.Resm-i Zemin (Dönüm resmi), tahrirlerde bennak veya mücerred kaydedilen reayanın tasarruf ettiği arazi için ödediği vergiye denir. Şer’iyye sicilinde zemin tapusu
şeklinde geçmektedir ve vakfa tahsil edilmiştir.
7. Avarız-ı Divaniye (Tekalif-i Örfiye): Bunlardan avarız, Tanzimat’ın ilanına
kadar olağan üstü hallerde ve bilhassa harp masrafları için hükümdarın emri ile halkın
doğrudan doğruya devlete vermeye mecbur tutulduğu her türlü hizmet, eşya ve para
şeklindeki vergidir 3.Osmanlı İmparatorluğu, olağan üstü hallerde ortaya çıkacak olan
masrafı karşılamak için ülkenin bütün imkan ve kudretini seferber etmiştir. Bu nedenle
kendisi için gerekli olan para, hizmet, eşya ve mahsul miktarının genel tutarı saptanır.
Bu yekun divanın eli altında bulunan bir deftere göre, muhtelif yerler arasında
paylaştırılırdı. Bu şekilde memleket nüfusu daha önceden tespit edilen vergi birimlerine
bölünmüştür ki buna “avarız hane” denilmektedir. Ele aldığımız sicilide, Tekalif-i
Örfiye ve Avarız-ı Divaniyenin emlak ve arazi sahibi kadı, asker, imam, hatip ve
seyidlerden de alındığı görülmektedir.
Nüzul ve sürsat vergileri de Teklif-i Örfiye vergilerindendir. Nüzul, un ve arpa; sürsat ise
un, ekmek, arpa, koyun, yağ, bal, saman olarak alınan vergidir. Nüzul, devletçe hiçbir
karşılık ödenmeden alındığından bir fedakarlık olarak görülür. Genellikle mal olarak
yani aynî olarak alınması gerekmekteydi. Ancak para ekonomisinin yaygınlaştığı
dönemde nakdî olarak alındığı da görülmüştür. XVl. yüzyılın sonundaki tatbikatta nüzul
adı altında halktan talep edilen un ve arpa hareket halindeki orduların menzillerine değil
hudut boylarında çarpışan ordulara ulaştırılmak üzere çeşitli stratejik yerlere, devlet
tarafından yapılmış olan anbarlara konmakta veya hudut boylarında savaşan ordu
birliklerine teslim edilmektedir 1.Bu verginin toplanmasının öneminden dolayı, Divan-ı
Hümayun’dan nüzul ve sürsat vergileri için verilen emirler, genellikle kadıya hitaben
yazılmıştır. Bu vergiden sorumlu tutulan kadılar tarafından emredilen yere nakil ve
teslim edilmiştir.Kastamonu şer’iyye siciline göre Kastamonu livasından avarızların
toplanması ile saray kapıcı başılarından Mehmet görevlendirilmiştir. Hazine defterine
göre Kastamonu livasındaki dört bin beş yüz kırk iki hanenin her birinden altışar yüz
akça alınmıştır.
Sürsat vergisinin özelliği, yürüyüş halinde bulunan orduların yol boyunca iaşesini
sağlamak üzere halktan alınmış olmasıdır. Nüzulden farklı olarak mutlak bir
mükellefiyet olmayıp, bedeli bulunan bir mükellefiyettir.Bu amaçla ordunun takip
edeceği askeri yol, bu yol üzerinde konaklayacağı yerler, mevziler, kısa bir süre için
dinleneceği noktalar önceden tayin ediliyordu. Bu konaklarda ordunun yiyecek ve yem
olarak sarf edeceği zahire, un, ekmek, arpa, koyun, yağ, bal, ot, saman, odun tespit
ediliyor ve kadılara emirler gönderilerek bu zahirenin temini görevi veriliyordu. Sicilde,
askerin geçeceği kazalara yakın yerlerden aynî sürsat alınması, uzak yerlerden ise
bedellerinin toplanması kadılıklara bildirilmiştir. Sonuç olarak bu bölgeden on iki yük
seksen iki bin üç yüz on akça (1.282.310) sürsat bedeli toplanmıştır.
lV. Sosyal ve Kültürel Yapı
A) Sosyal Yapı
1. Dini ve Etnik Yapı: Osmanlı Devleti’nin bir çok şehrinde olduğu gibi
Kastamonu’da XVll. yüzyılda dini bakımdan ikiye ayrılmaktaydı: Müslüman halk ve
gayr-i müslim tebaa.
Sicilde, gayr-i Müslim tebaaya “ehl-i zimmet” ya da “zımmî” gibi adlar verilmiştir.
Bunların büyük çoğunluğunu Ortodoks Rumlar oluşturmaktaydı. Ayrıca Katolik, Protestan
ve Gregorian mezheplerinin mensupları da vardı. Hıristiyanların dışında Yahudiler de
mevcuttu. Gayr-i Müslim tebaa, Osmanlı Devleti’nin hukukuna riayet etmek durumundaydı.
Bununla beraber eğitim, ibadet ve aile hukukuna ilişkin alanlarda özerk bir statüye
sahiptiler. Müslüman ve gayr-i müslim tüccar ve zanaatkârlar anı loncaya mensup aynı
haklardan yararlanmaktaydı ve aynı çarşıda ya da bedestende iş yapmaktaydılar 2.Müslümanların büyük çoğunluğunu Türkler oluşturuyordu. Ancak sicilde alış-veriş için gelmiş olan Acemler gibi çeşitli etnik gruplara mensup Müslümanlara da rastlanmaktadır.
2. Meslekî Yapı ve Sosyal Statü: Osmanlı toplumu genel olarak asker ve reaya olmak
üzere ikiye ayrılırdı. Askerî sınıf, yöneticileri kapsamaktaydı. Reaya ise köylüler, şehirliler
ve göçebelerden meydana gelmekteydi. Bunlar da çeşitli meslekî zümrelere ayrılırdı.
a) Çiftçiler: Osmanlı toplumunun genelinde olduğu gibi Kastamonu’da da halkın
büyük bir kısmı tarım ve hayvancılıkla uğraşmaktaydı. Kastamonu’da çiftçiler genelde
arpa, buğday ve pirinç üretmekteydi. Bunun yanı sıra hayvancılıkta önemli bir yere
sahipti. Özellikle koyun ve arı yetiştiriciliği önemlidir. Ancak incelediğimiz Kastamonu
şer’iyye sicili 1686-1687 yıllarını kapsadığı için daha çok askerî konulara yer
verilmiştir. Dolayısıyla vermiş olduğumuz bu bilgiler daha ziyade savaş sırasında
istenmiş olan vergilerde geçmektedir. Çiftçilikle ilgili fazla bir bilgi yoktur. Fakat savaş
sırasında çiftçilerden donanma için asker istendiğine rastlanmaktadır.
b) Esnaf ve Zanaatkârlar: Şehirli halk içinde esnaf ve zanaatkârlar önemli bir yer
tutmaktadır. Bunların lonca teşkilatları vardı. XVl. yüzyıla kadar Müslüman ve
Hıristiyan halk aynı loncaya üye olabilirdi. Fakat daha sonra loncalar ayrıldı.
Kastamonu’da esnaf gruplarının faaliyetleri hakkında incelediğimiz sicilde geniş bir
bilgi yoktur. Ancak sefere alınan kişilerin meslek gruplarına baktığımızda bakırcı,
basmacı, boyacı, çömlekçi, debbğ, dellal, demirci, fırıncı, kantarcı, kasap, nalbant,
saraç, urgancı gibi mesleklerin yaygın olduğu görülmektedir
c) Tüccarlar:Osmanlı da esnaf genellikle imalatçıydı. Devletler arası ticaret
yapanlara tacir denilmektedir. Kastamonu Şer’iyye Sicilinde geçen daha çok farklı
yerlerden gelip, ölen kişilerin mirasının ne olacağı ya da geldikleri yerlerde
kendilerinden haksız vergi alınması gibi sebepler sonucu mahkemeye intikal etmiş
ticaret olaylarıdır. Bunların dışında ticaretle ilgili bir bilgi yoktur. Ancak Kastamonu,
Karadeniz’e açılan limanlarının bulunması, hammadde ve küçük sanayi kollarının
mevcut olası gibi nedenlerle gelişme göstermiştir.
d) Göçebeler: Göçebeler, XVll. yüz yılın sonlarından itibaren toprağa yerleştirilmeye
çalışılmış, ancak başarılı olunamamıştır 1.Bunlar büyük ölçüde hayvancılıkla uğraşıyorlardı.
İncelediğimiz sicilden Kastamonu’da göçebe Türklerin bulunduğunu anlıyoruz. Zaten
daha önce de belirtildiği gibi Kastamonu, “Türkmenlerin başkenti” şeklinde çeşitli
kaynaklarda geçmektedir. Kastamonu Şer’iyye Sicilinde Türkmenlerin, ticaretle
uğraştığını ve diğer yerlerden Kastamonu’ya ticaret maksadıyla geldiklerini görüyoruz.
Ayrıca Türkmenlerden Mamay cemaatinin ticaret yaptığını ve İstanbul’a koyun götürüp
sattığı anlaşılmaktadır. Bütün bunlardan ve Yörükviran gibi bazı köy isimlerinden bu
yüzyılda Kastamonu’da Yörük ahalisinin yoğun olarak bulunduğu anlaşılmaktadır.
B) Vakıf Müessesesi ve Kastamonu’da Kültürel Hayat
Vakıf, Vlll. asrın ortalarından XlX. asrın sonlarına kadarki dönemde İslam
ülkelerinin sosyal ve iktisadî hayatında önemli bir rol oynayan dinî-ictimaî bir
müessesenin adıdır 2.Vakıf, hayır sahiplerinin insanlığın ve toplumun menfaati için
şahsi servetini, tasarruf hakkından vazgeçerek hiçbir menfaat beklemeksizin gönüllü
olarak kamusallaştırmasıdır.
Kastamonu Şer’iyye Sicilinde bir çok hükümde vakıf geçmektedir. Bundan
anladığımız kadarıyla vakıfların bakımı ve işletilmesi için çeşitli adlar altında
hizmetliler tayin edilmiş ve bunlara maaş bağlanmıştır. Her vakfın zamanında kurucusu
tarafından tayin edilmiş ya da şartlara göre sonradan devlet veya kadı tarafından vakfın
başına konmuş bir mütevellisi vardı. Bu kişi kurumun tek sorumlusu ve idarecisidir.
Mütevelli bütün görevi kendisi yapamayacak durumda ise yerine bir mütevelli
kaymakamı koyarak işi yürütüyordu. Büyük vakıflarda mütevelliden hemen sonra vakıf
nazırı gelmekteydi. Görevini kötüye kullananlar veya kötü alışkanlıkları olanlar ise
görevden alınmışlardır. Vergilerin toplanmasında iltizam usulü uygulanmaktaydı.
İncelediğimiz sicile göre iltizam olarak verilen vakıftan asar-ı şer’iyye, rüsum-u örfiye,
cürm-ü cinayet, bad-ı heva, tapu-yu zemin, beytü’l mal, hassa ve mal-ı gaib, mal-ı
mefkûd, kul ve cariye hadikanesi, adet-i ağnam, resm-i arusane ve resm-i küare vergileri
vakıf için toplanmıştır.
C) XVll. Yüzyılın İkinci Yarısında Kastamonu’da Eşkıyalık
1683’te meydana gelen Viyana kuşatması ve ardından devam eden Avusturya seferi
ve savaşları, Osmanlı Devleti’ni ve toplumunu oldukça etkilemiştir. İncelediğimiz
şer’iyye sicilinde bunun olumsuz etkisini her yönden görmek mümkündür. XVll.
yüzyılın sonlarında Kastamonu’da eşkiyalık olayları oldukça artmıştır. Eşkiyalık
hadiselerini çeşitli bölümlere ayırmak mümkündür. Dışarıdan gelip Kastamonu’yu
soyan eşkiyalar, Kastamonu’da türeyip kasaba, yol ve köyleri soyan eşkiyalar;
Kastamonu’da bulunan katip, subaşı vb. gibi devlet adamlarının halktan çeşitli adlarla
haksız yere vergi toplamaları ve firar eden askerlerin meydana getirmiş olduğu eşkiyalık
olaylardır ki bunlar halkı oldukça rahatsız etmiştir.
Ekonomik ve siyasal durumun bozulması ve hükümetin dış işleriyle uğraşmasından
cesaret alan gerek sipahiler gerekse bu bölgede bulunan kimi kişiler, eşkiyalığa
başlamıştır. Ele aldığımız sicilde Kara Mustafa, Akkaş, Yadigaroğlu, Todori Bölükbaşı,
Kulaksız, Bozoğlan, Midilra gibi eşkiyaların adları geçmektedir. Bunlar daha ziyade yol
kesen eşkiyalarıdır. Yoldan geçen kişilerin özellikle de tüccarların can ve mallarına
zarar vermektedirler. Daha çok da Köstebek Hanı ile Te’ali Hanı dolaylarında tüccarlara
saldırmaktadırlar. Ayrıca bunların gayr-i Müslim tebaaya da saldırdıkları görülmektedir.
Hatta gayr-i Müslim tebaa geçmiş oldukları bazı yerlerde kendilerine yapılan saldırıları
önlemek amacıyla müslümanlar gibi giyinmek için izin istemiş ve buna müsaade
edilmiştir. Yine bu iki han arasında Türkmenlerden Mamay cemaati İstanbul’a koyun
getirip sattıktan sonra dönerlerken yol kesen eşkiyalarının saldırılarına maruz kalıyorlar.
Türkmenlerin bir kısmı öldürülüyor, bir kısmı yaralanıyor ve eşyaları yağmalanmıştır.
Ayrıca sefere katılmakla görevlendirildiği halde gelmeyip firar eden ve evlerinde
saklanan askerlerin meydana getirmiş olduğu eşkiyalık olayları da yaygındır. Bunların
dışında başka şehirlerden gelip iş arayan gençler, çalışacak yer bulamadıkları için
hanlarda ve bekar odalarında yerleşerek “levend” kümeleri meydana getirmişlerdir. Bu
durum hırsızlık, haramilik ve eşkiyalığın artmasına, içki ve ahlaksızlıkların alıp
yürümesine elverişli bir ortam hazırlamıştır.
Son olarak sicilde devlet adamlarının yapmış olduğu kanunsuz olaylara da
rastlanmaktadır. Sicile baktığımızda hükümetin kanunları eskiden olduğu gibi tatbik
edilmekte olduğunu ve memurlara emirler gönderildiğini görmekteyiz. Fakat buna
rağmen memurlar kanunları hiçe sayarak hareket etmişler ve verilen emirlere
uymamışlardır. Paşa ve adamlarının sık sık teftişe çıkmamaları gerekirken eşkıya
yakalamak, sefere memur asker sürmek veya başka sebeplerle yanlarına aldıkları
kalabalık bir atlı birliği ile kaza ve köylere gidip, köylülerden bedava yem ve yemek
alıyorlardı ki bu fakir halk için bir zulümdü. Hükümlerde beylerbeyi ve diğer devlet
görevlileri bu konuda sık sık uyarılmıştır.Yine sicilde Acem tüccarlardan Kastamonu
subaşısı tarafından kanuna uymayan vergiler alındığı, bunun düzene konması için
Kastamonu kaymakamı Osman Ağa tarafından hüküm gönderildiği görülür.
Aşağı yukarı her alanda görülen bu olaylar, vakıflara da yansımıştır. Vakıf
mütevellilerinin halktan çeşitli adlar altında haksız vergi topladıkları görülmektedir.
Askeriyeye mensup kişilerin de eşkiyalık faaliyetlerine karıştıkları görülmektedir.
Bunlar da özellikle saruca ve sekbanlardır. Bunların eşkiyalıkları özellikle 1687
yılından itibaren çok artmıştır. Ancak devlet seferde bunlara ihtiyaç duyduğundan pek
ses çıkaramamıştır. Bunlar paşa adına halktan toplanan salmalarla geçinip, çoğu zaman
vilayet içinde gezginci hayat sürdürdüklerinden her konakladıkları yerde bazı kişilere
misafir olup, masrafsız geçinmişlerdir. Bunlardan yakalananların cezalandırılması için
hükümler gönderilmiştir.
D) Hukukî Olaylar
En fazla yer tutan miras hukukudur. Bunlar yerel tarihin öğrenilmesinde önemli bir
yere sahiptir. Çünkü tereke kayıtlarından ve miras taksim işlerinden halkın o dönemde
kullanmış olduğu eşyaları tespit etmek mümkündür. Sicilde geçen tereke kayıtlarına ve
miras taksim işlemlerine göre Kastamonu halkının kullandığı eşyalar şöyle belirtilebilir:
a) Mutfak eşyaları
Bağdadî cam havan sabun
bakır evani ibrik sahan
bakır tava kahve ibriği sandık
bakraç kantar sepet
birinç tepsi kepçe sini
cam tas Kütahya fincanı saf küreği
çakşır leğen şamdan
çanak maşa şişe
çubuk mertabanî sahan tabe
fincan nühas kazgan tas
hamam leğeni sofra beşkiri tencere
b) Ziynet Eşyası
alaca kutu altun küpe incili altun saç bağı
alçak altun bilezik altun pazubend incili kafes
al diraye altun yüzük sim kemer kuşak
altun bilezik ayna sim salkım
c) Yatak ve Oturma Odası Takımları
ağaç sandık dülbent minder
alaca entari fanus Mısır hasır
alaca kilim ferace peşkir
alaca kutu gömlek peştemal
alaca yastık hâlı sanduka
basma yastık hâlı seccade saat
bez Halep atlası saç bağı
boğça hamam gömleği sansar kürk
boyalı bez hamam leğeni sarı seccade
cenber havlu sepet sandık
cübbe kadife kavuk sincap kürk
deri yastık kadife yastık tilki ve kedi derisi
diz bağı kadife yorgan ocak yaşmağı
don kapu perdesi yeşil atlas
düğme kırmızı ihram yüklük
döşek kırmızı kilim zıbın
Miras hukuku dışındaki hukukî olaylardan biri de vasi tayinleridir. Vasi, her türlü
tasarrufu yerine getirebilirdi. Yetim malını ve mal varlığını artırmak gayesiyle ticaret
yapabilirdi. Ancak vasinin eline geçen bu mal emanetti. Kasıtlı olarak ziyan ederse
tekrar yerine getirmesi zorunluydu. Vasi doğru, dürüst ancak yetersiz ise yanına kadı
tarafından yardımcı tayin edilebilirdi
1. Bütün bunlarla küçük yetimlerin haklarının
korunması hukukî teminat altına alınmış oluyordu.
Mülk alım satımları da Kastamonu Şer’iye Sicilinde yer alan diğer bir hukukî
olaydır. Kastamonu’da satılan mallar genellikle peşin para ile yapılmaktaydı. Mesela
Araplar köyünde oturan Mehmet bin Musa Fakih, mülkü olan anbar, han, bahçe, tarla ve
dağda olan üçte bir hissesini İshak Efendi’ye kırk adet guruşa nakit olarak satmıştır. Mal
değişimi ya da hibe şeklinde satışlar birkaç yerde geçmektedir. Örneğin Atabek Gazi
mahallesindeki Şaban Beyzade Mustafa Ağa samanhane, bir kapı ahır, fırın, avlu
içindeki bir kapısı aşağıda bir kapısı yukarıda olan yerini bir gümüş yaldızlı kuşak ve
yüz guruş karşılığında Recep’e satmıştır.
Adam öldürme ile ilgili fazla bir hüküm görülmemektedir. İki hüküm kasten adam
öldürme ile ilgilidir. Bir hüküm ise kasta benzer adam öldürme ile ilgilidir.
Aynı şekilde nafaka ile ilgili de üç adet hükme rastlanmıştır. Bunlar aynî olarak
alınmıştır.
lV. Kastamonu’da Askeri Faaliyetler
XVl. yüzyıla kadar Osmanlı ordusu dünyanın en büyük ordularından biri iken XVll.
yüzyıla gelindiğinde her alanda görülen bozulmalar, orduda da görülmeye başladı. Bu
durum 1683 Viyana kuşatması sırasında ve sonrasında daha da su yüzüne çıkmıştır.
Hatta devlet seferler sırasında asker toplarken bile güçlüklerle karşılaşmıştır. Firar
olayları ise oldukça yaygınlaşmıştır. Bunun üzerine bir takım tedbirler alınma yoluna
gidilmiştir. Buna göre sefer sırasında firar eden kişilerin mallarına el konularak
hazineye alınmış, tımarına el konularak faydası görülen kişilere verilmiştir.
Seferler için asker toplama görevi, incelediğimiz sicilden de anlaşılacağı üzere kadı,
yeniçeri serdarı, kethüda, beylerbeyi, mütesellim ve vilayete verilmiştir. Sipah ve
silahtarlar, sefere katılırken kendilerine ait olan mızrak, bayrak ve diğer harp araçlarını
da beraberlerinde getirmeleri istenmiştir. Zamanında gelmeyenlerin veya firar edenlerin
isim ve resimleri merkeze bildirilmiş, sefere katılanlara ise devlet gerek nakdî gerekse
aynî olarak yardımda bulunmuştur.
Devletin yiyecek, cephane, levazım ve çadır malzemesini nakledebilmesi için yük
hayvanı ve araba tedarik etmesi gerekiyordu. Özellikle yük hayvanı bu devirde önemli
bir taşıma aracıydı. El koyma ve kira ödeme alışılmış metotlardı.Bu amaçla H. 1096
(1685) senesinde Kastamonu’dan sekiz baş katır alınmıştır. Yine aynı sene bu bölgeden
kara kerç beygiri de alınmıştır.
Kara ordusunun yanı sıra donanma da son derece önemli idi. Osmanlı devleti’nin
kuruluşu ile beraber küçükte olsa bir deniz kuvveti meydana getirilmişti. Daha sonra
devletin gelişmesine paralel olarak deniz gücü gelişmiş ve XVl. yüzyılın ortalarında en
üst seviyesine ulaşmıştı. Devlet donanma için gerekli bütün eşya ve levazımatı hazırlayacak
ocaklık mahaller kurmuştu. Bunun dışında Osmanlı donanmasında hizmet eden bir çok
görevli vardı. Ancak Kastamonu şer’iyye sicilinde yalnız kürekçilerden bahsedilmektedir.
Harp esiri olan forsalardan başka devlet, kendi tebaasından genellikle yirmi haneden bir
kürekçi alırdı. Geri kalan ondokuz hane ise bu kürekçilerin altı aylık iaşesini temin için
para verirdi
1. Ancak Kastamonu Şer’iyye Sicilinde savaş nedeniyle olacak ki her on
haneden bir nefer kürekçi alınmıştır. Kastamonu’dan alınan kürekçilerin her bir neferine
üç bin akça verilmesi belirtilmiştir. Bunun yüz altmış akçası kanuna göre yol gideri
olarak verilecek, bunlar keselere konup mühürlendikten sonra kadırga reisine teslim
edilecektir. Ayrıca harp masrafları ve giderleri için kazanın her bir hanesinden seksener
akça yardım bedeli, küsür hanenin her birinden beş yüz akça kürekçi avarız bedeli
alınmıştır. Toplam altı bin otuz akçadır. Bunlar toplanırken reayadan fazla para
alınmaması için kadılar uyarılmıştır.İncelediğimiz sicilde ikaz niteliğinde hükümler
bulunmaktadır. Bu hükümler, kadıların tavırlarını göstermesi açısından önemlidir.
Sonuç
Kastamonu bölgesi oldukça eski bir yerleşim yeridir. Tarih boyunca bir çok devlet
ve dinin etkisi altında kalmıştır. Coğrafî konumunun dağlık olması, ikliminin
elverişsizliği ve önemli ticaret yollarının dışında bulunması gibi sebeplerden dolayı
fazla gelişme kaydedememiştir. Ancak egemenliği altına girmiş olduğu devletler için
her zaman önemli bir yerleşim merkezi konumuna gelmiştir. Tarihini Orta Paleolitik
devre kadar indirmek mümkündür. Türklerin eline ise 1071’den sonra, 1082 yılında
geçmiştir. Bundan sonra Kastamonu yöresinde Türk hakimiyeti başlamıştır.
İdarî taksimatta Kastamonu, Anadolu Beylerbeyliğine bağlı bir sancak
durumundaydı. Sancağın alanı geniş bir coğrafî bölgeyi kapsamaktaydı. Bunda
bulunduğu yerin dağlık bir alan olmasının payı büyüktür. İncelediğimiz tarihler arasında
Kastamonu Sancağına bağlı olarak 24 kaza, 5 nahiye, 72 köy ve 62 mahalle tespit
edilmektedir. Bu durumda Kastamonu’da şehirleşme oranının yüksek olduğunu
söyleyebiliriz. Ayrıca yine incelediğimiz sicilde, Kastamonu sancağının bazen arpalık
olarak beylerbeyine verildiği de görülmektedir.
Osmanlı Devleti’nin genelinde olduğu gibi Kastamonu’da da iktisadî yapıyı büyük
ölçüde tarım ve hayvancılık meydana getirmekteydi
En çok üretilen ürün tahıl, tahıllar içinde de arpadır. Bunun nedeni bölgede
hayvancılığın önemli bir yer tutmuş olmasıdır.
Bu yüzyılda devletin doğuda ve batıda sürekli savaşması sebebiyle vergiler daha çok
savaş masraflarını ve ihtiyaçlarını karşılamak amacıyla toplanmaktadır. 1685-1686
yılları arasında batıda Avusturya ile savaşlar devam etmekteydi. Bunun etkilerinin
Kastamonu’ya da yansıdığını görülmektedir. Özellikle bu bölgede nüzül ve sürsat
vergileri sıkça toplanmıştır.
Sosyal hayata gelince; Kastamonu’da halkın büyük bir çoğunluğu Müslümandı.
Gayrimüslim nüfusta yer almaktadır. Ancak bunlar daha çok metropolitliklerde yaşayan
din adamlarıdır. Bundan başka halk, meslekî yapı ve sosyal statü bakımından da farklılık
göstermekteydi. 1685-1686 Kastamonu şer’iyye sicilinde bir çok esnaf ve zanaatkâr
zümresi kaydedilmiştir. Defterde genellikle meslekler şahıs isimlerinin altına yazılmıştır.
Aynı zamanda tüccar ve göçebe halk da Kastamonu’da önemli bir yer tutmaktaydır.
Çeşitli sanayi kuruluşları mevcuttu. Özellikle şemhane önemli bir gelire sahipti.
Sosyal hayatta önemli bir yer tutan kuruluşlardan biri de vakıflardı. Vakıfların
sicilde geçmesi Kastamonu’da sosyal ve kültürel hayatın canlılığını göstermektedir.
XVll. yüzyılda Osmanlı topraklarının genelinde olduğu gibi Kastamonu’da da
eşkiyalık faaliyetleri oldukça fazladır. Bunda savaşların etkisi büyüktür. Kastamonu’daki
eşkiyalık olaylarını daha çok yol kesen eşkiyaları ile sekban ve sarucalar meydana
getirmekteydi. Ayrıca devlet adamlarının da halktan haksız vergiler aldığı görülmektedir
XVll. yüzyılda Kastamonu’daki hukukî olaylar genelde miras, mülk alım-satımı ve
adam öldürme başlıkları altında toplanabilir. Özellikle miras paylaşımı sırasında
belirtilen eşyalardan Kastamonu’da halkın bu yüzyılda hangi eşyaları kullandığını
öğrenmemiz mümkündür.
Bu yüzyılda meydana gelen Osmanlı-Avusturya savaşlarının etkisini aşağı yukarı
sicildeki bir çok hükümde görmek mümkündür. Kastamonu’dan gerek kara ordusu
gerekse donanma için asker tedarikine gidilmiştir. Savaş masraflarını karşılamak için de
avarız vergisi toplanmıştır. Ayrıca nakil işinde kullanılmak üzere Kastamonu ve
çevresinden katır alınmıştır. Dolayısıyla Kastamonu bu yüzyılda meydana gelen
savaşlarda üzerine düşen görevi yapmış, ancak Osmanlı toplumunun genelinde olduğu
gibi sosyal, ekonomik ve siyasi yönden büyük ölçüde etkilenmiştir.
Kaynaklar
1. H. 1096 Kastamonu Şer’iyye Sicili
2. H.1285 (1868) Tarihli Kastamonu Vilayet Salnamesi
3. ABDULKADİROĞLU Abdülkerim, “Bursalı Beliğ’in Eserinde Kastamonu ve
Kastamonulu Zevat”, Türk Tarihi ve Kültüründe Kastamonu Tebliğler (19-21
Ekim 1988 Kastamonu), Ankara 1989 582 Pelin İSKENDER
Ekim 2005 Cilt:13 No:2 Kastamonu Eğitim Dergisi
4. AKDAĞ Mustafa, Türkiye’nin İktisadî ve İçtimaî Tarihi, C. ll, İstanbul 1979
5. BARKAN Ö. Lütfü, “Öşür”, İslam Ansiklopedisi, C. lX
6. ÇAĞATAY Neşet, “Osmanlı İmparatorluğunda Reayadan Alınan Vergiler ve
Resimler”, AÜDTCFD, C.V / 5, Ankara 1947
7. ÇETİN Atilla, Başbakanlık Arşivi Klavuzu, İstanbul,1979
8. DARKOT Besim, “Kastamonu”, İslam Ansiklopedisi, C. Vl
9. ERYILMAZ Bilal, Osmanlı Devleti’nde Millet Sistemi, İstanbul 1992
10. GÜÇER Lütfi, XVl-XVll. Asırlarda Osmanlı İmparatorluğunda Hububat ve
Hububattan Alınan Vergiler, İstanbul 1964
11. GÜRKAN Feyyaz , “Şer’iyye Mahkemeleri Sicilleri Üzerine Bir Araştırma”,lX.
Türk Kongresi Kongreye Sunulan Bildiriler (21-25 Eylül 1981 Ankara), Cilt
ll, Ankara 1988
12. İLGÜREL Mücteba, “Şer’iyye Sicillerinin Toplu Kataloguna Doğru” , İÜEF
Tarih Dergisi, S. 28, İstanbul 1975
13. İNALCIK Halil, “Osmanlılarda Raiyyet Rüsumu”, Belleten, C. XXlll / 9, Ankara
1959
14. GÖKBİLGİN Tayip, “Nahiye”, İslam Ansiklopedisi, C. lX
15. İSKENDER Pelin, XVll. Yüzyılın İkinci Yarısında Kastamonu Şer’iyye Sicili
(Basılmamış Yüksek Lisans Tezi), C.l-ll, Samsun 1994
16. MİROĞLU İsmet, Kemah Sancağı ve Erzincan Kazası (1520-1566), Ankara 1990
17. ORHONLU Cengiz, Osmanlı İmparatorluğu’nda Aşiretlerin İskanı, İstanbul 1987
18. ORTAYLI İlber, Türkiye İdare Tarihi, Ankara 1979
19. ÖZDEMİR Rıfat , XlX. Yüzyılın İlk Yarısında Ankara (1785-1840), Ankara 1986
20. ŞEMSEDDİN SAMİ, Kamûsü’l-A’lâm, C.V, İstanbul 1994
21. ÖZKAYA Yücel, Osmanlı İmparatorluğunda Âyânlık, Ankara 1994
22. PAKALIN M. Zeki, Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü, C. ll,
İstanbul 1993
23. PARMAKSIZOĞLU İsmet, İbn Batuta Seyahatnâmesi’nden Seçmeler, Ankara
1999
24. SEVİNÇ Necdet, Osmanlılarda Sosyo-Ekonomik Yapı-l, 1978
25. UZUNÇARŞILI İ. Hakkı, Osmanlı Devletinde Merkez ve Bahriye Teşkilatı,
Ankara 1984
26. ________________, Osmanlı Devleti’nin İlmiye Teşkilatı,Ankara 1988
27. ÜNAL M.Ali, XVl. Yüzyılda Harput Sancağı(1518-1566),Ankara 1989
28. _____________ ,“XVll. Yüzyılın Başlarında Harput Mukata’asına Ait Bir İcmal
Muhasebe Defteri”, OMÜEFD, Samsun 1988, S. 3
29. YEDİYILDIZ Bahaeddin, “Vakıf”, İslam Ansiklopedisi, C. Xlll, İstanbul 19
*O.M.Ü. Eğitim Fakültesi, O.S.A.E.B., Tarih Eğitimi Anabilim Dalı, Samsun.