Ana Sayfa / KASTAMONU / Kastamonu Bilgi-Belge / Kastamonu Küre Madenlerinin Tarihî Arka Planı

Kastamonu Küre Madenlerinin Tarihî Arka Planı

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

Kastamonu’nun Doğal Zenginliklerinden Küre Madenlerinin Tarihî Arka Planı

Doç. Dr. Cevdet Yakupoğlu
Kastamonu Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü

Özet: Büyük Selçukluların fethiyle birlikte Türklerin egemenliğine giren Kastamonu, XII. yüzyıldan itibaren gelişmeye başlamış; Çobanoğulları ve Candaroğulları beylikleri yönetiminde hızla gelişerek Anadolu’nun büyük
ve müreffeh kentleri arasındaki yerini almıştır. Osmanlı Devleti zamanında da bir süre gelişimini devam ettiren bu kent, XVII. yüzyıldan itibaren bütün Anadolu vilayetleri gibi durağan bir ekonomik sürece girmiştir. Kastamonu’nun son bin yıldaki ekonomik ve sosyal gelişimi içinde bu ilin yeraltı ve yerüstü kaynaklarının oynadığı rolleri belgeleyen tarihî dokümanlara ulaşmak mümkün olmuştur. Bu kaynaklar içinde en dikkate değer olanı şüphesiz ki Küre bakır madenleridir. Bu çalışmada Küre bakır madenlerinin Bizans, Selçuklular, Beylikler ve Osmanlılar devrindeki durumu üzerine bir değerlendirme yapılmış olup, ilgili madenlerin tarihî süreç içerisinde Kastamonu ilinin kalkınmasındaki rolü ele alınmıştır.

Giriş

Kuzeyi tamamen Karadeniz’le çevrili, güneyi ise bozkıra açılan Kastamonu vilayetinin coğrafi açıdan ana iskeletini, doğu batı istikametinde uzanan Küre (İsfendiyar) Dağları ile bunun güney paralelindeki Ilgaz Dağları oluşturmaktadır. Roma ve onun halefi olan Bizans devleti zamanında tarihî kayıtlarda fazla geçmeyen Kastamonu’nun bir vilayet olarak hudutları, Selçuklular zamanında ve XI. yüzyıl sonlarından itibaren şekillenmeye başlamıştır. Selçuklular öncesinde Kastamonu yöresine hâkim olan Doğu Roma (Bizans) döneminde, şehir hüviyetini haiz bir Kastamonu’dan ve ona tâbi kazalarından net olarak bahsetmek zordur. Türklerin Malazgirt Meydan Muharebesi’ni kazanmaları (1071) ve Anadolu’yu hızla istila etmeleri esnasında Bizans’ın elinde tuttuğu Kastamonu kalesi, Selçuklu komutanı Emir Kara Tegin vasıtasıyla Selçuklu idaresine geçmiş ve akabinde bu kent XII. yüzyıl boyunca Bizans- Selçuklu arasında birkaç kez el değiştirmiştir.1

XIII. yüzyıl başlarından itibaren Selçuklulara bağlı Çobanoğulları Beyliği idaresinde Bizans’a karşı gaza faaliyetlerinin organize edildiği bir “Uc” eyaleti olarak öne çıkan Kastamonu, bu yüzyıl boyunca birkaç mahallesi olan bir şehir görünümü elde etmiştir. Kırım-Anadolu- Mısır ticaret ve ulaşım yolu üzerinde olması dolayısıyla sosyal ve ekonomik bakımdan çok hızlı gelişen Kastamonu ile Taşköprü, Devrekâni, Araç, Daday gibi kazaları, Çobanoğulları beylerinin iskân politikaları sayesinde doğudan ve Karadeniz üzerinden gelen Türk boy ve topluluklarının, esnaf, zanaatkâr ve bilginlerinin uğrak ve sığınak mercii olmuştur. Anadolu’da Moğol işgal ve baskısı yüzünden Selçukluların parçalandığı XIV. yüzyıl başlarında, bu şehir ve çevresinde Çobanoğulları egemenliği yerine, siyasi anlamda yarı İlhanlı (Moğol) devletine bağlı, yarı olarak ise bağımsız
hareket eden Candaroğulları Beyliği teşekkül etmiştir. Kastamonu’yu başkent olarak seçen bu beylik, XIV. yüzyıl ikinci çeyreğinden itibaren tam bağımsızlığını kazanmış; giderek topraklarını genişletmiş ve Anadolu’da Karamanoğulları, Germiyanoğulları ve Osmanoğulları gibi beyliklerle boy ölçüşebilecek bir siyasi, ekonomik güce ulaşmıştır. Candaroğulları devrinde Kastamonu şehri, nüfusu 6 bini aşmış, elliye yakın mahallesi bulunan, kent merkezi mimari eserlerle donatılmış, ilmî ve kültürel faaliyetlerin canlı olduğu önemli bir Anadolu kenti
hüviyeti kazanmıştır.2

Miladi 1461 yılında Osmanlı hükümdarı Fatih Sultan Mehmed tarafından siyasi egemenliğine son verilen Candaroğulları yönetiminin devamında Kastamonu kesin olarak Osmanlı egemenliğine sokulmuş ve bu devletin bir sancağı yapılmıştır. XVI-XVIII. yüzyıllar arasında idari olarak yapısında bir değişiklik olmayan Kastamonu, XIX. yüzyılda bu günkü Sinop, Çankırı, Bolu, Karabük, Bartın, Zonguldak ve Düzce illerini içine alan bir vilayet – eyalet merkezi görevini üstlenmiştir. Cumhuriyet’in ilanı ile birlikte gerçekleştirilen yeni idari düzenlemede Kastamonu, toprakları büyük ölçüde küçülmek, nüfusu da aynı oranda azalmak suretiyle ve “il” statüsüyle varlığını devam ettirmiştir.

Selçuklulardan bu yana Kastamonu’nun ekonomik yapısını başlıca şu sektörler oluşturmuştur:

* Orman ürünleri
* Hayvancılık
* Tarım
* Ticaret
* Sanayi ve Madencilik.

Bu çerçevede Kastamonu’nun ekonomik değerleri içinde maden sanayii de yerini almış bulunmaktadır. Kastamonu’da maden sanayii denildiğinde hiç şüphesiz akla ilk önce “Küre” kazası, Küre denildiğinde ise “bakır” madeni gelmektedir. Bakır, insanoğlu tarafından kullanılan madenler içerisinde, uygarlıkların şekillendirilmesindeki rolü bakımından önde gelmiştir. Dünya madencilik tarihi, büyük oranda bakırın işlenmesi ile başlar. İnsanlar, bakırı günlük hayatlarında süs eşyalarında, silahlarda ve el sanatlarında kullanmışlardır. Medeni gelişmeler arttıkça bakıra olan ihtiyaç da artmıştır. Bakırın önemli bir özelliği, tüm diğer metaller arasında geri kazanımı en fazla olan metal olmasıdır. Mesela dünyada son yıllardaki tüm bakır tüketiminin %37’sini geri kazanılmış bakır oluşturmuştur.3

Saf halde iken, yumuşak olan ve bu nedenle dayanıksız olup tornaya da gelmeyen bakırın alaşım haline getirilmesi icap etmektedir. Saf haldekine nispetle daha sert, dayanıklı ve döküme de elverişli olan bakırın başlıca alaşımlarını gümüş para, nikel para, pirinç, bronz (tunç) vb. oluşmaktadır. Sonuç olarak bakırın, insanlık tarihi boyunca gördüğü işlevin önemi tartışılmazdır.

Küre (İsfendiyar) Dağları üzerinde bulunan ve bakır madeni ile var olmuş olan Küre’deki madencilik tarihi oldukça erken devirlerde başlamıştır. Ancak Roma, Bizans ve hatta Selçuklular döneminde Küre madenlerinin ne ölçüde işletildiğine dair net bilgilere ulaşmak fazla mümkün olmamıştır. Diğer taraftan Küre madenlerinin Selçukluların Kastamonu yöresindeki halefleri olan Çobanoğulları ve Candaroğulları beylikleri döneminde yoğun bir şekilde çıkarılmış ve işletilmiş olduğunu söylemek mümkündür. Küre-i Nühas (Bakır Küresi)’ın Çobanoğulları beyliği devrinde kesin bir şekilde Türklerin eline geçtiğini anlatan Sarı Saltuk menakıbında bu yöre Bakır Küresi olarak zikredilmiştir. Eserde yörenin fethi özet olarak şöyle anlatılır: Türkler karşısında bozguna uğrayıp kaçan Şibad adlı kâfir beyini takip eden Çobanoğlu beyi Melik Muzaffereddin sahile gelmiş; Şibad, pek muhkem olan kalesine çekilmiş, Melik Muzaffereddin Bakır Küresi’ni kuşatmış ve Şibad’ın kalesini otuz sekiz günlük bir kuşatmadan sonra ele geçirmiştir. Akabinde Melik Muzaffereddin, Atabey Gazi’nin yanına dönmüştür.4

Beylikler devrinde Kastamonu ve havalisinde maden sanayiinin bel kemiğini Küre bakır madenleri oluşturmuştur. Bu bölgenin ve Anadolu’nun bakır ihtiyacının mühim bir kısmını karşılayan, hatta İnebolu ve Sinop limanları vasıtasıyla Karadeniz’in kuzeyine ve Avrupa’ya dahi ihraç edilen Küre bakır madenlerine sahip olabilme uğruna Candaroğulları Beyliği ile Osmanlılar arasında mücadeleler olmuştur. Osmanlı hükümdarı Çelebi I. Mehmed (1413-1421), Candaroğlu İsfendiyar Bey (1385-1440) ile olan siyasi rekabeti esnasında, bu beyin elinde bulunan Küre bakır madenlerinin hasılatına el koymaya çalışmış (1416), ancak İsfendiyar Bey, Küre kazası gelirlerinin kendisinin mühim geçim kaynaklarından olduğunu ileri sürerek ve ek olarak da diplomatik bazı girişimlerde bulunarak Küre bakır madenlerini elinde tutmayı başarmıştır. Bu noktada Osmanlı kaynaklarının, İsfendiyar Bey’in Çelebi I. Mehmed’e gönderdiği haberde “Benim geçim kaynağım Kastamonu ile Bakır Küresi’dir. Bu illerin geliri öteki toprakların mahsulünün özüdür….” şeklinde sözler sarf ettiğini nakletmeleri; Candaroğulları Beyliği ekonomik girdileri ve beyliğin ömrünün devamlılığı bakımından Küre
bakır madeni gelirlerinin ne kadar büyük değer taşıdığına işaret sayılmıştır.5 Bununla birlikte Osmanlılar, Küre madenlerinden vaz geçmediklerini de kısa süre sonra göstermişlerdir. Nitekim 1423 yılında Osmanlı topraklarına taarruzda bulunan Candaroğlu İsfendiyar Bey’le yaptığı savaşı kazanan Osmanlı hükümdarı II. Murad, Kastamonu ve Küre çevresini Candaroğullarına bırakmasına rağmen, Küre madenlerinden elde edilen bakır hasılatından bir kısmının vergi olarak Osmanlılara bırakılması şartını İsfendiyar Bey’e kabul ettirmiştir. Osmanlı Devleti, Candaroğulları beyliğinin kesin olarak Osmanlı idaresine geçtiği tarihe kadar, Küre madenleri hasılatından bir miktar pay almayı sürdürmüştür. Nitekim Fatih Sultan Mehmed, 1460 yılında Trabzon’u almak maksadıyla çıktığı sefer esnasında Candaroğlu İsmail Bey’e gönderdiği mektupta, İstanbul’dan gönderilen gemilerin Sinop limanına uğrayacaklarını, Bakır Küresi’nden Osmanlı devletine tayin olunan akçe karşılığı bu gemilerin ihtiyacının görülmesi için bir miktar ödeme yapılmasını istemiştir.6

Candaroğulları devrinde, Küre’deki bakır madeni ocaklarının ürettiği bakırın, memleketin ihtiyacını karşıladığı gibi dış ülkelere yollanmakta bulunduğu ve Avrupa bakır madenciliğinin henüz Türkiye madenciliği ile rekabet edemediği bilinmektedir.7 Venedik senatosunun 18 Ağustos 1394 günlü bir kararında en iyi kalitedeki bakırın Kastamonu’da olduğundan bahsedilmesi ve yine aynı senatonun 1434 yılında Karadeniz’e gönderilen ticaret gemilerine yüklenecek Kastamonu bakırının navlun ücretini bile saptamış olmaları,8 Candaroğulları devrinde Küre bakırlarının, Venedik ve Cenevizliler gibi İtalyan tacirleri eliyle ve özellikle Sinop Limanı üzerinden Batıya ihracının yapıldığını göstermektedir.

XIV-XV. yüzyıllarda Kastamonu-Sinop havalisi üzerinden Anadolu dışına başlıca ipekli kumaşlar, yatak çarşafları, astarlar, kadifeler, cins atlar, av kuşları, tilki derileri, postlar, meşinler, şap, halılar, kilimler, yünlü ve pamuklu dokumalar, hasırlar, kereste, un, bal, balmumu ve Kastamonu sahtiyanı gibi eşya ve mallar yanında bakır ve bakırdan mamul kazanlar, ibrikler, taslar vs. ihraç edilmekte idi. Beyliğin iç piyasasında ise bakır, hemen hemen her sektörde mamul olarak kullanılmakta idi. Bakırcılar çarşısında işlenen bakır dışında bazı Candaroğlu hükümdarlarının kendi adlarına bastırmış oldukları paralardan bir kısmını bakırdan darp ettirdiklerine bakılırsa Küre bakırları beyliğin darphanesinde de işlem görmekte idi.

Candaroğulları hükümdarları Küre bakır gelirleriyle, yüksek düzey memurların, medrese hocalarının maaş ve ikramiyelerini de karşılamakta idiler. Mesela Candaroğlu İsmail Bey, devrin ilim adamlarından Hayreddin Halil b. Kasım’ı, Taşköprü’deki Muzaffereddin medresesine aylık 900 dirhem maaşla müderrisliğe getirmiş, bu zatın maaşına ek olarak Küre bakır madenleri gelirinden aylık 1500 dirhem daha maaş tahsisinde bulunmuştur. Candaroğulları döneminde Küre ve Kastamonu’da “bakır” madeni veya “bakırcılık” mesleğinin sosyal hayatta ne kadar etkili izler bıraktığını gösteren delillerden biri yörede karşımıza çıkan yer adlarıdır. Nitekim XV. yüzyılda Küre çevresinde Bakırluca Köyü (Azdavay), Bakırlu Köyü (Daday), Bakırcı-sini Köyü (Devrekâni), Bakırlı Zemini (Kastamonu) gibi yer adlarının, Küre’deki bakır madenine yakın yerlerde bulunması her halde gözden kaçmayacaktır.9

Osmanlılar, 1461 yılında Kastamonu ve Sinop’u kesin olarak egemenliklerine aldıktan sonra, Küre’deki bakır madenini doğrudan işletmeye başlamışlardır. Bu devlet, XV. yüzyıl ikinci yarısında Küre’deki bakır madenine büyük ehemmiyet vermiş ve çıkarılan bakır, gemilerle öncelikli olarak başkent İstanbul’a sevk edilmiştir.10 Sinop ve İnebolu limanı bu açıdan önem arz etmiştir. Madenin dışarıya ihracı da Osmanlılar zamanında sürmüştür.

1475 yılında, Anadolu’dan elde edilen vergi gelirlerinden olarak gösterilen cizye ve başlıca mukataalar içinde, Kastamonu ve Küre maden gelirlerinin 150 bin duka altını tuttuğu tespit edilmiştir. Gerçekten, Anadolu’nun diğer tarafları ile bir karşılaştırma yapıldığında Kastamonu ve Küre gelirlerinin ne miktarda olduğu anlaşılmaktadır. Bu yıllarda, Batı Anadolu bac ve tuzla gelirinden 32 bin, Alâiye bac ve öşründen 12 bin, Eski ve Yeni Foça cizyesi ile şap gelirinden 20 bin, Bursa bacı ve ipek gümrüğü resimlerinden 50 bin, Trabzon, Amasra ve Samsun’un gümrük resimlerinden 10 bin, Kefe gelirinden 10 bin, Karaman gelirinden 35 bin, Tuzlalardan 12 bin ve böylece toplam 331 bin düka altını gelir temin edilmekte idi.11 Diğer bir ifade ile Kastamonu ve Küre bakır gelirleri bu meblağın % 45’i idi ki, bu miktar Bursa gümrüğünün bile üç katı kadardı. Bütün bunların bir sonucu olarak Küre bakır madenleri sayesinde, Küre kazası ve Kastamonu merkezi hem Candaroğulları devrinde hem de Osmanlıların ilk egemenlik yıllarında giderek büyümüştür. Bu büyüme ise Kastamonu vilayetini ve Küre kazasını daha da mamur kılmıştır. Nitekim XV. yüzyılda Küre, Kastamonu’ya tabi kazalar içinde nüfus kesafeti açısından önde gelmekte idi. Osmanlıların Küre’deki ilk egemenlik yılları sayılan 1487 yılında Küre kaza merkezinde on ayrı mahalle bulunmakta idi. Bu mahallelerin hemen hemen tamamı Candaroğulları devrinde kurulmuştur.

Tablo 1. Küre’de Mahalleler ve Hane Nüfusları12

Tablodan da görüldüğü üzere 1487’de küçük çapta bir şehir kadar olan Küre kazası merkezinde askerîler, muaflar ve işçiler dâhil 3000 civarında bir nüfus bulunduğu anlaşılıyor. Bu yıllarda Küre merkezinde gayrimüslim nüfus bulunmamaktadır. Şehir merkezinde madencilerin de sakin olduğu bellidir. Küre kaza merkezinde oturan madenci nüfusunun köleler hariç yaklaşık 150-200 kişi olduğu söylenebilir. Bu rakam yıllara göre azalıp çoğalmıştır.13

XV. yüzyılda, Küre madeninde “ustabaşılar”, maden işleyiciler (küreciler), “kalcılar” (arıtımcılar) ve mühendisler de görev yapmakta idiler. Madende kölelerin çalıştırıldığı da bilinmektedir. Köleler daha çok derinden çıkarılan madende görevli olmuşlar, ağır işleri yapmışlardır. Bunun yanında maden için değişik hizmet alanlarında çalışan meslek grupları ve bunların tabi oldukları köyler, tahrir kayıtlarından çıkarılabilmektedir. Bunlar daha çok Devrekâni, Küre ve Daday’a tabi köylerdir. Bu köylerden Küre hizmetkârı olarak kaydedilmiş hanelerin “öşür verdikleri, rüsûm vermedikleri” kayıtlıdır. Köylülerden bir kısmı, maden ocağında kullanılmak üzere, kömür temini veya taşımasında çalışmakta; bir kısım köylüler ise maden ocağı için tahta, sırık ve odun, kütük taşımakta idiler. Bunlar hizmet sahalarına göre “Cemâat-i Kömürcüyân”, “Cemâat-i Tahtacıyân”, “Cemâat-i Sırıkcıyân”, “Cemâat-i Oduncuyân” şeklinde adlandırılmışlardır. Bazı köylüler ise “yamak” ve “kullukçu” olarak kaydedilmişlerdir. XVI. yüzyıl ilk çeyreğinde de bu hizmetlerin aynı kazalarda yaşayan reaya vasıtasıyla yürütüldüğü görülmektedir. Mesela Daday kazasından 386 hane, Küre madeni için lazım olan tahtanın hazırlanmasında görevli olup, bunlar avârızdan muaf idiler. Aynı dönemde 197 hane ise Küre madeni için muhtelif türlerde ağaç hazırlamakla mükelleftiler. Yine aynı kazadan Küre madeni için değişik alanlarda hizmet eden (Hizmetkârân-ı Küre, hane: 36; Küreciyân, hane: 28) reayadan kaynaklar bahsetmektedir.14 Köylülerin bu hizmetleri yerine getirebilmeleri için çok sayıda büyükbaş hayvana ihtiyaç olacağı aşikârdır.
Bölge halkının hayvancılığa önem vermesi bu açıdan da zaruridir. Köylerde ikamet edip de, madene hizmet edenlerin dışında bizzat Küre kasaba merkezinde oturan meslek erbabı da bulunmakta olup, bunlar daha çok teknik konularda ve yan sanayiinde hizmet vermişlerdir. Aşağıdaki tabloda, Küre bakır ocaklarının türlü ihtiyaçlarını temin için vazifelendirilmiş ve karşılığında bazı vergilerden muaf tutulmuş köyler ile bunların hane sayıları verilmiştir. Daha çok Devrekâni-Küre ve Azdavay yöresinden seçilmiş bu köylerin reayası Müslüman Türklerden oluşmakta olup, Küre madenine bu şekilde hizmet eden köylülerin toplam hane sayıları XV. yüzyıl sonları için yaklaşık olarak 1370 kadar idi. Dolayısıyla Küre ve çevresinde aileleriyle birlikte 6000 kadar kişinin bakır madeni ile doğrudan bağlantısı vardı.

Tablo 2. Küre Madeni Hizmetinde Bulunan Reaya (XV. yüzyıl)15

Küre maden ocakları, XVI. yüzyıl ilk yarısında bir durağanlığa girmiş bu yüzyıl sonlarından itibaren ise önemini bir nebze kaybetmiştir. Yukarıda verilen tablo 1’de görüldüğü üzere XVI. yüzyıl ilk çeyreğinde Küre’deki mahallelerin sayısında ve isimlerinde pek bir değişiklik olmasa da şehrin nüfusunda bir azalma olmuştur. Bunun bir sebebi; şehir, Candaroğullarının elinden çıktıktan sonra, Osmanlı döneminde Küre bakır madeninin ülkenin merkez bakır madeni ocakları statüsünde değerlendirilmeyişi olabilir. Hâlbuki bu madenler, Candaroğullarının en büyük devlet gelirini oluşturmakta idi. Diğer bir neden ise Osmanlı idari ve iktisadi düzenini meşgul eden iç ve dış meselelerdir. Savaşların uzun sürmesi, ticaret yollarının değişmesi, köle celbinin zorlaşması, bütçenin açık vermesi, köylünün toprağını terke başlaması bu meseleler arasında gelmektedir.

XVI. yüzyılda Küre madenlerine vergi muafiyeti karşılığı hizmet eden köylüler (hizmetkâran-ı Küre), eskiden olduğu gibi yine Azdavay, Hoşalay, Devrekâni ve Daday kazaları köylerine mensuptular. Bunlar yine eskisi gibi madenlerde ve arıtım tesislerinde çalışmakta; maden için odun, kömür, tahta temin etmekte idiler. Küre’de madende görevli kâtiplerden en fazla maaşı Osmanlı merkez hazinesine bağlı çalışan “hazine kâtibi” almakta idi ki, günlük 20 akçe yevmiye alırdı. Diğer kâtipler işlerde ona yardımcı olurlardı. Kâtiplerden biri bakır cevherinin arıtılmasında kullanılan odun kömüründen, bir diğeri ise maden tünellerini sağlamlaştırmakta kullanılan tahta payandalardan sorumluydu. Mağara adı verilen maden tünellerinin başında ayrı bir kâtip vardı. Bir kâtip de harcamalardan sorumluydu. “Mutemet” ve “hazine mühürdarı” adı verilen görevliler de harcamalara bakma, odun, odun kömürü ve tahta sağlanması gibi görevleri ifa etmekte idiler. “Karaboya”dan sorumlu bir mutemet daha olduğu anlaşılıyor. Mutemetlerin bir kısmı İnebolu’da otururdu. İstanbul’a ve gerek duyulduğunda doğuya gönderilen bakır, gemilere bu limandan yüklenirdi. İnebolu’daki görevlilerin biri olan muhasip Küre’deki meslektaşının hesaplarının denetlenmesi amacıyla çalıştırılırdı. Yüklenen bakırın ağırlığını denetlemekle görevli olduğu varsayılabilecek olan “vezzan”da mutemetler arasında sayılıyordu. İki muhafız ve bir mağara denetçisi vardı. 1582 tarihli tahrir defterine göre, biri İnebolu’da olmak üzere beş tane de bekçi (hafız) çalıştırılıyordu. Hafızlardan birine “maden kethüdası” deniyordu.16

Küre bakır madenleri Sivas, Tokat ve Amasya gibi şehirlerin bakırcı esnafına verilip, fazlası ise İstanbul’a sevk edilirdi. Kastamonu’da bakırdan imal edilmiş bazı alet edevat Osmanlı ülkesinin doğu eyaletlerinin ihtiyacını karşılamak içinde sevk ediliyordu. Mesela, 1573 tarihli bir Mühimme kaydında, Erzurum’da yapılan baruthanelere lazım olan kazan ve sair edevatın hazırlanıp Kastamonu’dan gönderilmesi hususu yer almaktadır. Küre’de çıkarılan bakır, hem Küre’de ve hem de Kastamonu’da mamûl hâle getirildikten sonra Karadeniz kuzeyine de ihraç olunurdu. Küre ham bakırının veya bu bakırdan mamul kapların, eşyaların ihracında deniz yolu kullanıldığında mecburen İnebolu ve Sinop limanları tercih edilmekte idi. Bu limanlar vasıtasıyla Kırım ve Kefe gibi Karadeniz kuzeyi memleketlerine bakır kaplar gönderilmekte idi. Kastamonulu bakırcılar, yaptıkları eşyaların, kap kacakların üzerine memleketlerini ve usta isimlerini yazarlardı. İç piyasada Kastamonu bakır kazan ve tasları Osmanlı başkenti İstanbul’da revaçta bulunuyordu. Bu yıllarda Osmanlı idaresi, Küre madenlerini işleten mültezimlere genişçe bir bölgede bakır satma salahiyeti vermişti. Mesela 1576 tarihinde Macaristan’dan çıkan bakır, Küre bakır madeni mahsulüne zarar vereceği gerekçesiyle, Anadolu ve Rumeli Kadılarına hüküm yollanmak suretiyle Anadolu’ya geçirilmemiş ve Rumeli’de sattırılmıştır. Buna göre, Küre’de çıkarılan bakır Macaristan’dan gelen bakırdan daha kıymetli bulunmaktadır. Diğer taraftan, Küre madenlerinin piyasadaki bakır talebini karşılayamama durumu da bu hadise ile ortaya çıkmaktadır.17

XVI. yüzyılın ikinci yarısında Küre’de eskisinden daha fazla bakır çıkarılamasa da bu kasabaya bakır işleyen bir kısım zanaatkârın yerleştiği anlaşılmaktadır. Bu yüzyıl sonlarında Küre’de Osmanlı merkezî idaresi için ibrik yapma ve ibrik onarma işi ile uğraşan ibrikçilerin varlığı bilinmektedir. Osmanlı idaresinin Küre zanaatkârlarına belli dönemlerde belli bir iş yükü yüklediklerini söylemek mümkündür. Mesela bu dönemde Küre’de ikamet eden üç usta 7.976 vukiye (10.209 kg) bakır kullanarak 47 yeni ibrik ve 17 ibrik altı yapma işini almışlardı.

Küre’nin XVI. yüzyıldaki kentsel gelişimini sağlayan faktörlerden biri zanaatkârların sayısının artmasıdır. Zira yüz yıl öncesine göre 1582’lerde Küre’de bakır üretiminde önemli bir artış olmasa da, bu yüz sene zarfında kent nüfusu iki kattan fazla artmıştır. 1582 yılı kayıtlarına göre Küre’de 1330 civarında vergi mükellefi yani yaklaşık 3500-4000 kişi arasında bir nüfus barınmakta idi ki, Küre şehrinde XXI. yüzyıl başlarında bile bu nüfus yakalanamamıştır. Bu yıllarda, tıpkı 1480’lerde olduğu gibi, Küre yöresinde kayıtlı vergi mükelleflerinin küçümsenmeyecek bir bölümü “hizmetkâran-ı Küre-i Mamure” sayılmakta idi. İki bini aşkın erişkin erkekten oluşan bu gruptaki kişilerin büyük çoğunluğu genel olarak işçi statüsünde idi.18

Padişah hassına dâhil olan Küre bakır madeni geliri, 1582 yılında yaklaşık 2.753.000 akçe tutarında idi. Bu rakam 1530 yılında 2.255.000 akçe civarında idi. Bu durumda elli yıllık döneminde, bakır madeninden elde edilen gelirde % 22’lik bir artış söz konusudur. Bu artış çıkarılan bakır madenindeki artıştan ziyade bakır madeninin fiyatındaki artıştan kaynaklanmış görünmektedir.

Küre ilçesi, Osmanlılar devrinde madenin çıkarıldığı bir yerleşim yerinden ziyade çıkarılan bu bakırın sanatsal olarak da işlendiği, şekil verildiği ve günlük kullanıma hazır hale getirildiği bir zanaat merkezi durumunda idi. Şehirde madencilerin günlük ihtiyaçlarını karşılayacak olan meslek erbabı da zamanla istihdam olunmuştur. Bu çerçevede bakkal, fırıncı, ahçı, helvacı, terzi, ayakkabıcı, oduncu, nalbant, eyerci, hamamcı, imam, müderris, muallim gibi meslek mensupları faaliyet göstermekte idi. Bu bağlamda şehirde cami, mescid, medrese, zaviye, hamam gibi sosyal tesislerin sayısı da artmıştır. XVI-XVIII. yüzyıllarda Küre madenlerinden elde edilen ham bakırın Kastamonu’da da işlendiği, mamul hale getirildiği ve buna dayalı zanaat kolunun bir hayli geliştiği söylenebilir. Bazı kimselerin bakıra altın yaldız işlettiği de olmaktaydı. Bu gibi durumların işitilmesi üzerine merkezî hükümet hemen harekete geçerek, bakırın kalaylanması durumunda altın yaldızın zayi olacağından bahisle, bunun önüne geçilmesi hususunda fermanlar yayınlamıştır. Kastamonu ve Küre yöresinde bakırcılıkla birlikte kalaycılık da gelişmiştir. Esasen kalaycılık, bakırcılıkla ilgili bir sanat koludur. Geçmişte evlerde kullanılan kazan, leğen, tencere, tava, sini, tepsi, sahan, semaver, tas, maşrapa, güğüm, bakraç, ibrik, şamdan, fanus vb. gibi eşyalar çoğunlukla bakırdan imal olunmaktaydı. Bakırın oksitlenmesi veya “bakır çalması” yüzünden bazı insanların zehirlendiğine şahit olunmasından dolayı, halkın gündelik işlerinde kullandığı kapların, “kalaylama” denilen işleme tabi tutulması gerekirdi. Bu işlemi yapana da “kalaycı” deniliyordu.19

XVI. yüzyıl ve devamındaki asırlarda top imalinde kullanılmak üzere her yıl Küre’den İstanbul’a bakır gönderilirdi. 1617-1720 yılları arasında Küre’de yılda yaklaşık 30 ton (3500-4000 batman) bakır üretilmekte olup, bu bakırın büyük kısmı deniz yolu ile İstanbul Tophanesine gönderilmekte idi. Esasen Küre bakır madenlerinin en büyük müşterisi Osmanlı merkezî idaresi idi. Mültezimler, iltizam usulü ile işletilen Küre bakır madeninden elde edilen hasılatı İstanbul’a gönderirler, ellerinde kalan bir miktar bakır ise onların kârı sayılırdı. Bazı yıllar devlet, bakır madenini iltizama vermezse veya gerekli sermaye sahibi bir mültezim bulamazsa kendisinin görevlendirdiği bir “emin”20 vasıtasıyla madeni işletir ve çıkarılan bütün bakırı İstanbul’a naklettirirdi. Bazen bu eminlerin devlet hazinesine bakır borcu kalır, devlet bu borçları tahsile çalışırdı. 1690’lı yıllarda, Tophane-i Amire (İstanbul Tophanesi) için çok miktarda (tahminen 10.000 kg.) bakır gerekmiş, bundan dolayı Küre eminlerinin zimmetlerinde olan bakırı tüccara, dükkânlara, Acem tüccarına satmayarak gerek kara ve gerekse deniz yoluyla derhal İstanbul’a göndermeleri hususunda Kastamonu ve Küre-i Ma’mûre Kadılarına emir gönderilmiştir. Yine aynı yıllarda Bağdad’a lazım olan 700 kantar (tahminen 36.000 kg.) bakırın Bakır Küresi’nden tedarik olunarak Birecik üzerinden Bağdad’a gönderilmesi emredilmiştir. Osmanlı başkenti İstanbul dışında, Kastamonu’daki bakırcı esnafı ve Tokat, Amasya ve Erzurum gibi Anadolu vilayetleri bakırcıları da Küre madeninden bakır almakta idiler. Sinop tersanesinde gemi inşasında kullanılan bir kısım bakır da Küre’den gitmekte idi. O yıllarda Anadolu halkı bakır kapları gerektiğinde para edecek birer yatırım aracı olarak da görmekte idi. Diğer taraftan Osmanlı hükümetinin, öncelikli olarak devletin bakır ihtiyacının, ikinci olarak esnaf ve zanaatkârın, daha sonra ise bakır tüccarının ihtiyacının karşılanması yönünde bir politika takip etmiştir. Özellikle devletin Safevilerle olan siyasi ve iktisadi mücadelesini sürdürdüğü dönemlerde İranlı tüccara bakır satışı yasaklanmıştır. Çünkü İran tarafından yüzlerce tüccar gelmekte ve bunlar çok miktarda bakır satın alma yoluna gitmekte idiler. Ayrıca Osmanlı idaresi, bakır almak için Sivas, Tokat ve Amasya tarafından gelen kazancı taifesinin, madene geldiklerinde, sancakları kadılarından temessük getirecekleri, giderken de ne miktar bakır satın aldıklarına dair ellerine temessük verileceği bildirilmiştir. Bu şekilde Amasya, Tokat, Erzurum üzerinden İran’a kayıt dışı bakırın gitmesi engellenmeye çalışılmıştır.21

XVII. yüzyıl ortalarında, Osmanlı merkezi idaresine Küre bakır madenindeki kürecilerin bazı şikâyeti aksetmiştir. Şöyle ki, Küreciler (küreciyan), madendeki zorunlu yatırımlar için bazı kişilerden borç aldıklarını, geçmişte böyle borçların uzun sürede ödenmesinin âdet olduğunu, oysa şimdi alacaklıların beklemeyi reddederek “küreciyan”ın maden bölgesindeki varlıklarına el koymaya başladıklarını belirterek, madenin düzenli bir biçimde işleyebilmesi için alacaklılara madenden çıkan bakırın satılmasını beklemelerinin emredilmesini istiyordu. Satılan her bakır batmanından 10 akçe, borcun ödenmesi için ayrılacaktı. Osmanlı idaresi, bu şikâyette dile getirilen problemi çözmeye çalışsa da uzun vadede sıkıntılar sürmüştür. Bazı durumlarda küreciler, mültezimlerden borç almışlar ve ödeyememişlerdir. Küre’deki bakır fırınları, genellikle özel kişilere aitti. 1645 yılında Küre’de zenburekleri (yüksek fırın) ve bakır cevheri olan bir adam, bu varlıklarını üç yıllık bir süre için, yılda 400 batman bakır karşılığında başkasına devretmişti. Cevher ve fırın üzerinde geçici kullanım hakkı elde eden kişi, mal sahibinin (ve Osmanlı devletinin) payını ödedikten sonra elinde kalan bakırla istediğini yapabilirdi. Bu tip ortaklıklar, mali kaynakları yetersiz olan küreci adaylarına maden ya da yüksek fırın işletmeye başlama fırsatı veriyordu.

XVII. yüzyılda Anadolu topraklarında, sadece Gümüşhane ve Küre’de bakır madeni üretilmekte olduğu görülmektedir. Ancak XVIII. yüzyılın sonlarından itibaren Ergani ve Keban madenleri, Osmanlı maden üretim merkezleri haline gelmişlerdir. Küre’de ise yüzeye yakın bakır madeninin zamanla azalmasıyla bakır verimi düşmeye başlamıştır. Bunun nedenleri arasında, teknik imkânsızlıklardan dolayı derinlerdeki galerilere inen yer altı sularının boşaltılmasının güçlüğü, yeterli havalandırmanın yapılamaması ve tenör oranı yüksek madenin derinlerden çıkartılamaması sayılabilir. Küre maden ocağında en iyi cevherin madenin dibinde olduğu ve yüksek nitelikli cevher elde etmek için derine gitmek gerektiği gerçeğini dile getirenler olmuştur. Ayrıca madenin derinlere inen ocaklarında çalıştırılan kölelerin sayısı da her geçen gün azalmıştır. Çalıştırılan kölelere ise yeterince ilgi gösterilememiştir. XVIII. yüzyıl belgelerinde kürecilerin köle gereksiniminin karşılanması gereğinden söz edilmesi, yeterli sayıda köle bulunmadığını göstermektedir. Kâtip Çelebi yeraltına inen ocaklardaki çalışma koşullarının ağırlığından, kir ve pastan dolayı buralarda çalıştırılan kölelerin cesede benzediklerinden bahsetmekte ve madendeki suların boşaltılması için açılan tünelin yıkıldığını belirtmektedir. Zamanla çalışma şartlarının ağırlaşması üzerine Küre ocaklarında çalışacak yeterli “küreci” de bulunamaz hale gelmiştir. Mesela 1719 tarihli bir belgeye göre, Küre madeninde çalıştırılacak işçi bulunamadığından maden battal duruma gelmiş, bu yüzden Küre halkının bir kısmı İstanbul gibi büyük şehirlere göç etmiştir. Osmanlı idaresinin Küre madenlerini ıslah için aldığı tedbirler de yetersiz kalmış; geçimi madenciliğe dayalı Küre kasabası, bakır üretiminin azalmasıyla eski canlılığını kaybetmeye başlamıştır.22

XIX. yüzyılın ilk yarısında artık Küre’de yer altı ocaklarından maden çıkarımı neredeyse tamamen durmuştur. 1840’larda Küre maden ocağında önceden çıkarılan cüruftan bakır elde edilmeğe çalışılmakta idi. Bu dönemde Küre bakırı, Kastamonu esnafının talebini karşılamaya yeter seviyede bile çıkarılamamıştır. Pek tabiidir ki Kastamonu bakırcı esnafı bu durumdan şikâyetçi olmuştur. 1257 (1841) tarihli bir ferman, Kastamonu’daki bakırcı esnafının bu şikâyetine örnek sayılabilir. Nitekim Kastamonu bakırcı esnafı, Küre-i Nühas madeni hâsılatından her ay kendilerine bahasıyla biner vukiyye bakır verildiğini ve kendilerinin de bu bakırı işleyip satarak geçimlerini temin ettiklerini; ancak bu bakırın kendilerine yetmediğini, bundan ötürü borçlarının fazlalaştığını dile getirmişlerdir. Bunun üzerine 1840 senesi hâsılatından olarak 10.000 vukiyye bakırın, beher kıyyesi 12 kuruştan, Kastamonu’daki bakırcı esnafına verilmesi hususunda ferman gönderilmiştir. Buna göre, Kastamonu’daki bakırcı esnafı yıl boyunca işlediği bakır miktarı 12.828 kg, yani 13 tona yakın olup, bu rakam Kastamonu’da bakırcılık sanayinin hacminin büyüklüğünü göstermektedir.23

1845 yılında Küre madenlerinin işletilme imtiyazı Hacı Kosti veya Bedos adıyla bilinen kişiye verilmiş, bu kişi çay kenarına kurduğu 17 fırından (Zemberek) bakır üretimi yapmıştır. Aynı tarihte Küre’de bir madenin çökmesi ile çok sayıda madenci hayatını kaybetmiş, geri kalanları da madene girmekten çekindiği için madencilik faaliyeti kesintiye uğramıştır.24

Osmanlı devletinin son yıllarında bazı yabancı şirketler Bakibaba çevresinde maden ocağı işletmişlerdir. Prospecting and Mining Ltd. Şirketi, cüruf yığınını şaftlar yardımıyla inceleyerek, burada, % 2-2,5 bakır içerikli 200.000 ton cevher olduğunu saptamıştır. I. Dünya Savaşı’ndan sonra, 1924’te, Fransız sermayesi ile kurulmuş olan Balya Kara Aydın Madencilik Şirketi tarafından eski üç seviyede çalışmalar yapılmış ve orta seviyeden cevher çıkarılmıştır. Türkiye Cumhuriyeti döneminde 1939’da, MTA yeni bir program başlatarak bölgenin jeolojisini inceletmiştir. 1941 yılı verilerinde Türkiye’de açık bulunan maden ocaklarından Ergani ve Kuvarslan Bakır Maden işletmelerinden bahsedilmiş, ancak Küre’den bahsedilmemiştir.25

1955’ten itibaren Küre- Aşıköy açık işletmesi Küre Pyrites-Turkish Joint Stock Company tarafından işletilmeye başlanmış, 1959’da Etibank’a devredilmiştir. Bu tarihte Türkiye’de bakır yatakları deyince Murgul, Ergani ve Küre gelmekte idi. Dünyada bakır üretiminde 1960 yılında 13. sırada olan Türkiye, 1970 yılında 17. sıraya düşmüştür. Dünya bakır üretiminin % 60’ını kalkınmış ülkeler gerçekleştirmiştir. Bu kalkınan ülkeler, bakırın % 90’ını tüketmişlerdir. 1930’lardan 1970’lere gelindiğinde dünyada bakırın fiyatı yaklaşık 12 misli artmıştır. 1970’lerde Türkiye bakır üretimi ihracata dönüktü. Üretilen bakırın % 70’i yurt dışına satılmakta idi. Ancak aynı dönemlerde Türkiye dışarıdan daha pahalıya mal olacak şekilde rafine ve yarı mamul bakır ithal etmiştir. 1970’lerde Türkiye’nin bilinen başlıca bakır yataklarının bakır metal muhtevaları sıralamasında Murgul 1. sırada idi. Bunu sırasıyla Çayeli, Ergani ve Espiye izlemiştir. Küre bakır madeni bunlardan sonra gelmiştir. Murgul yatakları muhtevası genel potansiyel içinde % 37 iken, Küre bakır yatakları % 3,7 civarındadır.26

2004’lü yıllara gelindiğinde dünya bakır piyasalarındaki hareketlenmeler sürmüştür. Bu tarihte Londra Metal Borsası’nda bakır fiyatı son iki yıla göre iki kart artmıştır. 2002-2004 yıllarında dünyada bakır fiyat artışı % 40 civarındadır. Aynı yıl, New York Ticaret Borsası’nda bakır fiyatı en çok artan 4. mal olmuştur. Bakır fiyatlarının bu denli yükselmesinin en önemli nedenleri arasında; özellikle Çin, ABD ve Japonya’daki tüketim artışları sonucu bakır stoklarının giderek azalması (2004 yılında bakır stoklarında % 89’luk bir azalma söz konusudur), önemli bir bakır tüketicisi olan Avrupa’nın para birimi Euro karşısında Doların rekor düşüşü ve son yıllarda Grasberg and Andina gibi bazı önemli bakır madenlerinin kapanması bulunmaktadır. Özellikle Çin ve diğer Güneydoğu Asya ülkelerindeki elektrik, iletişim ve ulaştırma sektörlerinde yaşanmakta olan gelişmelerle, bakır fiyatlarında gözlenen hareketlenme arasındaki doğrudan ilişki son derece açıktır. Bakır talebi, geleneksel tüketiciler olan Avrupa ve Kuzey Amerika’dan Asya’ya doğru yön değiştirmektedir.27

1994 yılında 9.74 milyon ton olan dünya blister bakır üretimi, 1998 yılında yaklaşık 11.03 milyon tona ulaşmıştır. Dünya bakır üretimi 2003 yılında 13.6 milyon ton olmuştur. Bu rakam 2010’larda daha artmıştır. En büyük bakır rezervleri Şili ve ABD.’dedir. Türkiye’de ise faaliyette olan dört ana bakır madeni kalmıştır. Bunlar; Murgul, Küre, Çayeli ve Ergani bakır madenleridir. Bu işletmelerden Murgul ve Ergani’de bakır rezervleri tükenmek üzere olduğu için yakın gelecekte ülkemiz bakır üretiminde önemli düşüşler olması beklenmektedir.

Ülkemiz bakır rezervleri ile ilgili çalışmalar MTA Genel Müdürlüğü, Eti Holding A.Ş., KBİ ve özel sektör tarafından yürütülmektedir. Türkiye, bakır rezervleri açısından Karadeniz ve Güneydoğu Anadolu Bölgeleri olmak üzere iki önemli bölgeye sahiptir. Türkiye görünür bakır rezervi, 2000 tarihi itibariyle Cu içeriği olarak 1,7 milyon tondur. Ancak ekonomik bakır rezervi 63 bin ton civarındadır. Bunun 12 bin tonu kadarı Küre Bakibaba ve Aşıköy ocaklarındadır.28 Günümüzde Türkiye’de madencilik sektöründe, “kamu madencilik kuruluşlarının özelleştirilmesi” düşüncesi ön plana çıkmıştır. Son yıllardaki uygulamalar en fazla Etibank’ı etkilemiş, bu kurum pek çok parçaya bölünmüştür. Bu süreçte, maden aramalarına kaynak ayrılmadığı gibi, maden işletmecisi olan kuruluşlarda gerekli olan yatırımlar da yapılmamıştır. Özel sermayenin ise kamudan boşalan yeri dolduramaması nedeniyle Türkiye, bakır konsantresi ve blisterelektrolitik bakır ithal etmektedir.29

Küre Bakır Maden ocaklarında, son yıllarda Eti Bakır (Eti Holding) A.Ş. üretim gerçekleştirmektedir. Aşıköy ve Bakibaba Maden sahalarından % 95’i açık ocak işletmeciliğinden üretilen yıllık ortalama 700,000 ton/yıl tüvenan cevher, 900,000 ton/yıl tesis kapasiteli maden sahası yanında bulunan konsantratör tesisinde ortalama % 15 Cu tenörlü yıllık ortalamada 42,000 ton/yıl bakır konsantresi üretilmektedir. Üretilen konsantre piyasaya serbest piyasa şartlarında satılmaktadır. Burada üretimin tam kapasite gerçekleştirilemediği ifade edilmiştir.30

Bakırın elektrik sanayi, elektronik sanayi, inşaat sanayi, ulaşım sanayii, endüstriyel ekipman, kimya sanayi, boya sanayi, turistik eşya sanayi vd. alanlarda tüketildiği de düşünülürse Kastamonu- Küre bakırının kıymeti daha da artmaktadır. Bu çerçevede Küre bakır madeni ocaklarının tam kapasite çalıştırılmaya ihtiyacı olacaktır. Atık durumda olan maden ocaklarının çevre düzenlemesi ile doğal görünümlerinin iyileştirilmesi de şarttır. Bu konuda çalışmaların yapıldığı söylenmektedir. İnebolu limanının Küre bakırının naklinde önemli olduğunu da belirtmek gerekir. Bakır süs ve kullanım eşyalarının Kastamonu ve Küre esnafı tarafından işlenerek turizmde kullanılmasına yönelik de projeler geliştirilmelidir.

Dipnotlar:

1 Cevdet Yakupoğlu: Kuzeybatı Anadolu’nun Sosyo-Ekonomik Tarihi (Kastamonu-Sinop-Çankırı-Bolu) XIII-XV. Yüzyıllar, Gazi Kitabevi, 1. Baskı, Ankara,2009, s.19-20.
2 Yakupoğlu: Kuzeybatı Anadolu, s.19 vd.
3 Nejat Tamzok: “Bakır Madenciliğindeki Son Gelişmeler ve Türkiye”, Madencilik, Maden Mühendisleri Odası Dergisi, Haziran, 2005, s.50. http://www.maden.org.tr/resimler/ ekler/ab3238922bcc25a _ek.pdf?tipi=23&turu=X&sube=0 (Erişim: 12.09.2012).
4 Destanda geçen Atabey Gazi; Çobanoğlu hükümdarı Hüsameddin Çoban Bey, Melik Muzaffereddin ise onun torunu olan Muzaffereddin Yavlak Arslan’dır. Destanlarda farklı dönemlerde yaşamış kahramanlar, bu şekilde aynı dönemde yaşamış gibi gösterilebilir. Bk. Yakupoğlu: Kuzeybatı Anadolu, s.307-318.
5 Hoca Sâdeddin Efendi: Tâcü’t-tevarih II., Haz. İ. Parmaksızoğlu, İstanbul,1992, s.94; Aşık Paşaoğlu Tarihi, Haz. H. N. Atsız, İstanbul,1992, s.88.
12 BOA. TD. 23M, s.325-332.; BOA. TD. 438, s.628.
13 S. Faroqhi: Osmanlı’da Kentler ve Kentliler, Çev. Neyyir Kalaycıoğlu, İstanbul,1994, s. s.217.
14 BOA. TD. 438, s.657,663.
15 BOA. TD. 23M, s.165-790.; İBK. MCO. 63,v.73a-80b.; İBK. MCO. 75, v.38a.
16 Faroqhi: Osmanlı’da Kentler ve Kentliler, s.214-217.
17 A. Kankal: Türkmen’in Kâidesi Kastamonu, Ankara,2004, s.120-125.
18 Faroqhi: Osmanlı’da Kentler ve Kentliler, s.217,223.
19 Kankal: Türkmen’in Kâidesi Kastamonu, s.124,128,129.; Faroqhi: Osmanlı’da Kentler ve Kentliler, s.222.
20 XVIII. yüzyıl son çeyreğinde Osmanlı idaresi adına Küre madenlerinin işletilmesinden sorumlu eminler arasında Mustafa Ağa, Tuzcuoğlu Hacı Mustafa, Seyyid Hacı Ahmed Ağa, Mehmed Ağa, Salih Ağa, Altıkulaçzade Hüseyin Ağa, Tosyalı Mustafa gibi şahıslar bulunmakta idi. Bk. Fahri Maden: XVIII. yüzyıl Sonlarında Kastamonu, Roza Kitabevi, İstanbul,2012, s.59-60.
21 Musa Güner, “Kuzey Türkiye”, Maden Teknik Arama Dergisi, 30 Mayıs 1980, s.66.; Şennur Şenel, Ş. Korkmaz: “XIX. yüzyıl Ortalarında Küre-i Nühas Kazasında Sosyal ve İktisadi yapı”, II. Kastamonu Kültür Sempozyumu Bildirileri, (2003), Ankara,2005, s.17.; Yaman: Küre Bakır Madenine Dair Vesikalar, s.273.; Kankal: Türkmen’in Kâidesi Kastamonu, s.122-124.; Faroqhi: Osmanlı’da Kentler ve Kentliler, s.217-218.
22 Yaman: Küre Bakır Madenine Dair Vesikalar, s.269,273.; Faroqhi: Osmanlı’da Kentler ve Kentliler, s.121-122,220-222.; Mehmet Beşirli, “Tokat Bakır Kalhânesi’nin Yönetimi (1793-1853)”, Fırat Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, Cilt: 14, Sayı:1, Elazığ 2004, s.230.; M. Cunbur: “Kastamonu Tarihinde Ahiler ve Esnaf Kuruluşları”, Türk Tarihinde ve Kültüründe Kastamonu, Tebliğler, (Ankara, 1989), s.13.
23 Ü. İbret: Küre, Bakır Diyarının Coğrafyası, Aktif Yayınevi, 2007, s.209.; Kankal: Türkmen’in Kâidesi Kastamonu, s.122.
24 Güner, “Kuzey Türkiye”, s.66.
25 Bk. “Umumi Maden Durumu: 1941 Yılının İlk Dokuz Ayında Madenciliğimiz”, Maden Tetkik ve Arama Dergisi, Yıl:
1942, Sayı: 26, s.3-15.
26 Yavuz Aytekin: “Karadeniz Bölgesi Bakır ve Bakıra Bağlı Kurşun- Çinko Potansiyeli ve Bu Potansiyelin Verdiği
İmkânlar”, s.1-6, http://www.maden.org.tr/resimler/ekler/0794e3b050f8153_ek.pdf (Erişim: 12.09.2012).
27 Tamzok: “Bakır Madenciliğindeki Son Gelişmeler, s.50.
28 DPT Sekizinci Beş Yıllık Kalkınma Planı, Madencilik özel İhtisas Komisyonu Raporu, Ankara,2001, s.56.
29 Tamzok: “Bakır Madenciliğindeki Son Gelişmeler, s.53.
30 DPT Sekizinci Beş Yıllık Kalkınma Planı, s.7.

Kaynaklar

438 Numaralı Muhasebe-i Vilâyet-i Anadolu Defteri (937/1530) I-II., Haz. Ahmet ÖZKILIÇ, Ali COŞKUN ve
Başk., BDAGM Yay., Ankara,1993-1994.
Akdağ, Mustafa (1995): Türkiye’nin İktisadî ve İçtimaî Tarihi, II., İstanbul.
.Aşık Paşaoğlu Tarihi (1992), Haz. H. N. Atsız, İstanbul.
Aytekin, Yavuz: “Karadeniz Bölgesi Bakır ve Bakıra Bağlı Kurşun- Çinko Potansiyeli ve Bu Potansiyelin
Verdiği İmkânlar”, s.1-6, http://www.maden.org.tr/resimler/ekler/0794e3b050f8153_ek.pdf (Erişim:
12.09.2012).
Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü Osmanlı Arşivi Tapu-Tahrir Defteri (Boa. Td.), Nr. 23m.
Beşirli, Mehmet (2004): “Tokat Bakır Kalhânesi’nin Yönetimi (1793-1853)”, Fırat Üniversitesi Sosyal Bilimler
Dergisi, Cilt: 14, Sayı:1, Elazığ, s.229-258.
Cunbur, M. (1989): “Kastamonu Tarihinde Ahiler ve Esnaf Kuruluşları”, Türk Tarihinde ve Kültüründe
Kastamonu, Tebliğler, Ankara.
DPT Sekizinci Beş Yıllık Kalkınma Planı, (2001), Madencilik özel İhtisas Komisyonu Raporu, Ankara,.
Faroqhi, S. (1994): Osmanlı’da Kentler ve Kentliler, Çev. Neyyir Kalaycıoğlu, İstanbul.
Güner, Musa (1980): “Kuzey Türkiye”, Maden Teknik Arama Dergisi, s.65-109.
Hoca Sâdeddin Efendi (1992): Tâcü’t-tevarih II., Haz. İ. Parmaksızoğlu, İstanbul.
İbret, Ünal (2007): Küre, Bakır Diyarının Coğrafyası, Aktif Yayınevi.
İnalcık, H. (2000): Osmanlı İmparatorluğunun Sosyal ve Ekonomik Tarihi, I, Eren Yay., İstanbul.
İstanbul Büyükşehir Belediyesi Atatürk Kitaplığı Muallim Cevdet Yazmaları (İbk. Mco.), Nr. 75.
İstanbul’un Fethinden Önce Yazılmış Tarihî Takvimler, Haz. O. Turan.
Kankal, A. (2004): Türkmen’in Kâidesi Kastamonu, Ankara.
Maden, Fahri (2012): XVIII. yüzyıl Sonlarında Kastamonu, Roza Kitabevi, İstanbul.
Neşrî Tarihi II. (1987), Yay. F.R. Unat, M. A. Köymen, İstanbul.
Şenel, Şennur, Ş. Korkmaz (2005): “XIX. yüzyıl Ortalarında Küre-i Nühas Kazasında Sosyal ve İktisadi yapı”,
II. Kastamonu Kültür Sempozyumu Bildirileri, 2003, Ankara, s.15-25.
Tamzok, Nejat: “Bakır Madenciliğindeki Son Gelişmeler ve Türkiye”, Maden Mühendisleri Odası, Haziran,
2005, s.50-53. http://www.maden.org.tr/resimler/ ekler/ab3238922bcc25a _ek.pdf?tipi=23&turu=
X&sube=0 (Erişim: 12.09.2012).
Turan, Şerafettin (1988): “Karadeniz Ticaretinde Anadolu Şehirlerinin Yeri”, I. Tarih Boyu Karadeniz Kongresi
Bildirileri, 1986, Samsun, s.147-158.
Umumi Maden Durumu (1942), 1941 Yılının İlk Dokuz Ayında Madenciliğimiz, Maden Tetkik ve Arama
Dergisi, Yıl:, Sayı: 26, s.3-15.
Yakupoğlu, Cevdet (2009): Kuzeybatı Anadolu’nun Sosyo-Ekonomik Tarihi (Kastamonu-Sinop-Çankırı-Bolu)
XIII-XV. Yüzyıllar, Gazi Kitabevi, 1. Baskı, Ankara.
—————— (1999): İsfendiyar Bey ve Zamanı, G.Ü. S.B.E., Yüksek Lisans Tezi, Ankara.
Yaman, T. Mümtaz (1935): Kastamonu Tarihi, Kastamonu.
—————— (1941): Küre Bakır Madenine Dair Vesikalar, Maarif Matbaası.

Kaynak: Kastamonu’nun Doğal Zenginlikleri Sempozyumu, 16–17 Ekim 2012

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

İlginizi Çekebilir

Kastamonu Yöresi Geleneksel Maşrapa Konuşturma ve Keloğlanın Evlenmesi Oyunu

Maşrapa Konuşturma Oyunu: Köy dışından yabancı misafir geldiğinde kadınlar arasında oynanan bir oyundur. Oyunbaşı, öncelikle …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Önceki yazıyı okuyun:
Yaratılış ve Çirkin

Bediüzzaman çirkin  bahsini farklı bahislerde işlemiş, ilk ele aldığımız yaratılıştaki çirkinin misyonu üzerinedir. Çirkin estetik …

Kapat