Ana Sayfa / KASTAMONU / Kastamonu Bilgi-Belge / Kastamonu Şehir Merkezinin Teşekkülünde Ticaret Yapılarının Rolü

Kastamonu Şehir Merkezinin Teşekkülünde Ticaret Yapılarının Rolü

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

KASTAMONU ŞEHİR MERKEZİNİN TEŞEKKÜLÜNDE TİCARET YAPILARININ ROLÜ

Dr. Z. Kenan BİLİCİ

Sanat tarihi yazıcılığının, sanat adını verdiğimiz faaliyetin ürünlerini, insanlığın sosyal tarihi içerisinde ele alıp yorumlayan bir yönü var. Oysa Türkiye’de, ister bir müze deposundaki küçük eserler üzerinde çalışmak, isterse mimarî eserier ya da bunların oluşturduğu bir şehir dokusunu fizik-bütün olarak yorumlamak hâlâ çok güç bir iştir.

Gerçekten de mimarlık ve şehir tarihi araştırmalarında karşılaşılan güçlükler ve tahribatın boyutlan anlatmakla bitmez.

Görülen odur ki, eski şehirlerin bugünkü bireylerinde, şehirli bilinci eksiktir ya da yoktur. Bir başka deyişle, yüzlerce yıllık sosyal, ekonomik ve kültürel birikimlere sahip şehirlerimiz, bu dokuya titizlenecek ve sahiplenecek bireylerini kaybetmiş; son sahiplerinin hoyratça tutumlar sergilemesine ses çıkaramamış ve kadirbilmez bu kişilerin elinde giderek daha çok tahrip edilmiştir. Bugün artık, çoğunun sahibi bile belli olmayan harabe halindeki camiler, medreseler, türbeler, hanlar, hamamlar, çeşmeler, bu görüntüleri ile kimseyi rahatsız etmiyor; nisbeten sağlam kalabilmiş eserlerin orasını burasını kemirmek için, insanlarımız olağanüstü çabalar harcıyorlar. Görünüşe bakılırsa, kavramlaşma ve örgütleşmesini oldukça ilerletmiş, gereken yasal düzenlemelerini yapmış olan devlet de bunca olumsuz gelişmelere genellikle seyirci kalmakla yetinmiş; kamuoyu da bu konuda yeterince duyarlı olamamıştır. Artık bir mimari eserin geçmişini bütün yönleriyle anlayabilmek, restorasyonla bozuldukları için ilettikleri tarihî ve estetik mesajları yorumlayabilmek ya da bir şehir dokusunu ayrıntılarıyla ortaya koyabilmek, hattâ bütün bunların çok değil 50-60 yıl önceki durumlarını bile hayal etmek çok güçtür.

Oysa, Türkiye gibi, sanayileşen ve maddi çevresi daha hızlı değişen toplumların, kendi geçmişlerini bugünkü kimliklerinin tanımlanmasında kullanmak için, daha çok korumak ve gözetmek zorunda oldukları muhakkaktır. Fakat ülkemizde, sanayileşme, şehirleşme; şehirleşme ise tarihî anıtları giderek ortadan kaldıran çarpık bir modeli beraberinde getirdiğinden, maddi görüntülerin toplumdaki birleştirici ve bağlayıcı görevleri sona eriyor. Bugün artık, eski şehirlerimizi bilinçsiz ve gün görmemiş bir spekülasyona teslim etmenin görüntüsü, yüzlerce yıllık sosyal ve kültürel birikimlere sahip bu dokuları, sıradan apartman tarlalarına çevirmiştir.

Onun içindir ki, Türkiye’de, tarihî çevreye hayatiyet veren unsurların, giderek büyük bir hızla ve titizlikle, birer birer ayıklandığını söylemek için fazla cesur olmak gerekmiyor. Gerçi, çevrenin yeşili ile bütünleşmiş eski bir sokak, birbirine yaslanmış ahşap evler, şirin cumbalar gibi kimi şehir kesitleri hayallerimizi genişletip, hâlâ pastoral zevklerimizi tatmin ediyorsa da, bu maddi görüntülerin değişen şehir morfolojisindeki yerleri giderek daralıyor ve kıskançlıkla sahiplenmemiz gereken bu doku, orada bir ömür tüketenler için çoğu kez hiçbir şey ifade etmez oluyor.

Bu niye böyle oluyor ve insanlarımız mirasçısı oldukları tarihî çevreyi değiştirip, onu bütünüyle ortadan kaldıracak gücü kendilerinde nasıl bulabiliyorlar? Bu soruların cevaplarını sosyolojik etüdlerin ortaya koyacağına şüphe yok.

Türkiye gibi, bırakalım şehri ya da mahalleleri, küçük bir sokağı bile doğru dürüst korunamamış bir ülkede, anıtların, sadece şehirle bütünleşen ve ona karakter kazandıran birer öge değil, aynı zamanda arşivlerde’ günışığına çıkmayı bekleyen yüzlerce belgenin yazdığından daha çok tarihimizi yazdıkları anlaşılana kadar, korkarım iş işten geçmiş olacaktır.

Böylesine karmaşık ve trajik bir durumdan. Kastamonu da epeyce nasibini almıştır. Vaktiyle şehrin görkemli panoramasına tanıklık eden pek çok eser, zamanla birer birer ortadan kalkmış; geriye ancak kopuk kopuk bilgiler veren ve çoğu harabe halinde günümüze ulaşabilmiş eserler kalabilmiştir.

İtiraf etmek gerekirse, sadece bu eserler üzerinde çalışmak ve bunların şehirleşme mekaniğinde oynadıktan rolü tesbit etmek bile, neredeyse insan ömrüne sığmayacak kadar uzun, zor ve zahmetli mesaileri gerektiriyor. Bu eserler arasında dikkat çekici bir grubu da, ticaret yapılan oluşturmaktadır.

Kastamonu’da şehir merkezinin teşekkülü ve gelişmesinde ticaretin ve ticaret yapılarının her zaman büyük rolü olmuştur. Başka bir deyişle, şehrin varoşlarında ve sur içi yerleşmenin kimi bölümlerinde, yerleşmeye doğrudan etkisi olan dinî-sosyal nitelikli müesseseler, şehir merkezinin gelişmesinde aynı ölçüde etkili olamayıp, daima seconder bir konumda kalmış ; daha Selçuklu döneminde teşekkül eden bu kesim, esas İtibariyle Beylik ve Osmanlı döneminde inşa edilen eserler ile genişlemiş; XVIll. yüzyılın sonunda ise herhalde bugünkü sınırlarına yaklaşmış idi. Gerçi bugün şehir merkezinde yer alan 4 han ve 1 bedestene bakarak, şehrin şaşırtıcı zenginlikteki ticaret hayatını anlayabilmenin ve bu görkemli panoramayı gözlerimizde canlandırabilmenin imkânı yoktur. Oysa geçen yüzyılda burada 45 han bulunuyor ve çeşitli çarşı ve pazar yerlerinde de şehre büyük bir canlılık kazandıran yoğun bir ticaret hayatı hüküm sürüyordu Tarihî kaynaklar, eski yapıların kronolojisi, eski çarşı ve pazar yerlerine işaret eden kimi adlandırmalara dayanarak, şehir merkezinin teşekkülünde ve gelişmesinde ticaret yapılarının oynadıkları rolü şu şekilde belirlemek mümkündür:

Bilindiği üzere, XII.yüzyılın sonlarına doğru kesin surette Türklerin eline geçen Kastamonu, Xlll. yüzyılda etrafı surlarla çevrili bir Ortaçağ şehri haline gelmişti Ne yazık ki, bu surlardan günümüze hiçbir iz ulaşamamıştır Bu dönemde, eski yerleşmenin yoğunlaştığı İçkale’nin eteklerinden başka, yüzyılın ortalarında şehrin şimdiki Nasrullah Meydanı denilen merkeze doğru yayıldığı anlaşılıyor. Bugün için kesinlikle kanıtlanamaz da, şehrin buraya yayılmasında.-ihtimal, yüzyılın ilk yarısından kalma- bir Ulucami’nin etkili olduğu düşünülebilir. Nitekim, şimdi aynı meydanda bir restorasyon ayıbı olarak duran ve vaktiyle Çifte Hamam olarak inşa edilmiş hamamın bânîsi Frenkşah Cemaleddin tarafından tanzim ve tertip olunmuş bir vakfiyede hamamın yakınındaki dokuz dükkândan bahsedilmesi, çarşının bu civarda aranması gerektiğini gösterdiği gibi, bu çarşının teşekkülünde bir Ulucami’nin etkili olduğu anlamına da gelir.

XlV. yüzyılın ilk yarısında şehri dolaşan İbn Batuta, “hiçbir ülkede fiyatları bu şehirden daha ucuz bir ver görmediğini” söyledikten başka, “At Pazarı” diye bir pazar yerinden bahseder2. Yeri kesin olarak tesbit edilemeyen bu pazarın, şehrin dış kesiminde bulunduğu düşünülebilir.

XV. yüzyılda, İsfendiyaroğulları Beyliği zamanında, İsmail Bey’in inşa ettirdiği “kervansaray” (Resim 1-2), “Attarlar Çarşısında bulunuyordu.3 Sultan, “Buğday Pazarında bir dükkânı ve bahçeyi de bütün gelirleri ile yeni yaptırdığı külliyesine vakfetmişti”. Söz konusu pazarın. XVI. yüzyılda, Yakup Ağa’nın tanzim ettirdiği vakfiyede belirtilen ve şimdiki Arabapazan Çifte Hamamı’nın civarına isabet eden “Tahıl Pazarı”5 ile aynı yer olması pek muhtemeldir. Aynı dönemden, 1446-47 tarihli Hamza Ağa vakfiyesi, şehrin batısında, surlar dışında Bey Oğlu Mahallesi’nde “Yukarı Pazar’ denilen bir pazarın bulunduğunu göstermektedir6. Bu husus, bazı sicillerde “kale altında çarşı” diye zikredilen7 çarşının yerini de açıklar mahiyettedir.

Bunlardan başka, aynı dönemde Kastamonu’nun atlarının “pek meşhur ve yüksek fiyatlarla” satıldığını, ayrıca doğan ve şahin gibi av kuşlarının ihraç edildiklerini de biliyoruz8. Bunlara “Kastamonu sahtiyânı” denilen özel bir tür deri de9 dâhil edilebilir. Diğer taraftan, bu dönemde Sinop Limanı vasıtasıyla Karadeniz’deki Ceneviz kolonileri ile yakın ticarî ilişkilere girildiği; bakır ve demir ihracatı yapıldığı anlaşılmaktadır10.

Bu oldukça cılız sayılabilecek bilgiler, takdir edileceği üzere, şehrin Osmanlı hakimiyetinden önceki ticaret hayatının boyutlarını ve şehir estetiğine yön veren mimari faaliyetin düzeyini bütünüyle yansıtmaktan uzaktır. Buna karşılık, İsmail Bey Kervansarayı’nın bulunduğu şimdiki meydan başta olmak üzere, vaktiyle kuzeydeki sur kapısı, batıda ise “Mahkemealtı Sokağı” denilen kesime yayılan sahanın, çeşitli mesleklerden esnaf ve zanaatkârlarca işgâl edilen çarşı ve pazar yerleriyle, İsfendiyaroğulları dönemindeki yerleşim düzenini az çok koruduğu söylenebilir.

Osmanlı hâkimiyetinin ilk yıllarına ait Bedesten (Resim 3-4) ve “Balkapanı” diye anılan “II.Sultan Bayezid Kervansarayı”11 (Resim 5), vaktiyle şehrin ticaret merkezinin kilit yapısı durumundaki “İsmail Bey Kervansarayı’nın hemen yanıbaşında ve “Attarlar Çarşısı”nda inşa edilmişlerdir. Şehrin Osmanlı hakimiyetine geçmesinin akabinde bir bedestenin inşa edilmiş olması, hiç kuşku yok ki, ticaret hayatına büyük bir canlılık kazandırmış; bir süre sonra buraya katılan “Bayezid Kervansarayı” ile, yapıların çevresinde oldukça geniş ve birbiriyle bağlantılı büyük bir “iş merkezi” teşekkül etmiştir.

Böylesine geniş bir merkeze, daha sonraları iki yapının daha katıldığı dikkati çekiyor. Bunlardan biri, XVII. yüzyılın sonu XIII. yüzyılın başlarına tarihlendirebileceğimiz ‘Yanık Han” (Resim 6-7)12 diğeri de XVIII. yüzyılın ortalarından Reis’ül-küttab Hacı Mustafa Efendi Hanı’dır.13 (Resim8-9).

Şimdi tümüyle ortadan kalkan diğer yapılardan hiç değilse bir kısmının yerini tesbit etme imkânı hâlâ vardır. Sözgelişi bir 16. yüzyıl eseri olan ve yakın zamanlara kadar bir harabe halinde iken yıktırılıp ortadan kaldırılan Acem Hanı şimdiki Arabapazarı Çifte Hamamı’nın yakınında; XVII.yüzyıla ait bir sicilde geçen Çukur Han Frenkşah Hamamı yanında14; aynı yüzyıldan Hacı Ahmed bin İlyas tarafından inşa ettirilen “fevkânî ve tahtanî odaları hâvi” han, Haffaflar Sokağı’nda15; XVlll. yüzyıla ait Turşucu Hanı16 Topçuoğlu Camii civarında ve XlX. yüzyıla ait Müjdecioğlu Hanı17 ise Yakup Ağa Külliyesinin yerleştiği tepenin hemen altında, “Kömür Pazarında ve aşçı Hasan kârhanesi kurbünde” idi.

Hanların çevresinde, birbiriyle bağlantılı ve çok değişik meslek gruplarını barındıran çarşılar ve çeşitli ürünlerin el değiştirdiği pazar yerlerinin kümelendiği dikkati çekmektedir. Sözgelişi, bedestenin doğusunda, şimdiki Belediye caddesine paralel olarak uzanan ve güneyden İsmail Bey Kervansarayı ile sınırlanan sokakta “Terziler Çarşısının bulunduğunu biliyoruz18. Çarşının batı ucunda, çarşı esnafına tahsis edilmiş veya daha çok çarşı esnafı tarafından kullanıldığı için zamanla o çarşının adıyla anılagelmiş bir de mescit vardı19. Bedestenin hemen önünde iken, yakın bir tarihte yıktırılarak ortadan kaldırılan bu mescidin arsası, buradaki yaşlı esnaf tarafından hâlâ “Terziler Mescidi Yeri” olarak gösterilmektedir.

“Terziler Çarşısı”nın doğusunda ve Frenkşah Hamamı’nın kuzeyinde uzanarak şimdiki Belediye caddesine bağlanan sokak, tümüyle “Kasaplar Sûk’u” idi20. Caddenin karşısında ise, “Kuyumcular Çarşısı”nın bulunduğu anlaşılıyor21.Sözkonusu yerler, bugün de ‘Kasaplar Sokağı” ve “Kuyumcular Sokağı” diye anılmaktadır.

“Kuyumcular Çarşısı”nın (Kuyumcularbaşı) kuzey ucunda bulunan ve fakat şimdi tümüyle ortadan kalkmış “Yemeniciler Mescidi”22, bazı arşiv belgelerinde tesadüf ettiğimiz “Yemeniciler Çarşısı”nın da23, bu civarda bulunduğuna işaret eder.

Frenkşah Hamamı’nın güneyinde ise, hamam ile Nasrullah Şadırvanı arasında, vaktiyle bir “Bakkallar Sûk’u” bulunuyordu24.

Bedestenin güneyinde, bedesten ile şimdi “Balkapanı Ham” denilen “Bayezid Kervansarayı” arasındaki yol, XVII. yüzyılda “Çilingir Çarşısı’na25 bağlanıyordu. Bugün hanın güneyinde hâlâ “İplikçiler Çarşısı” diye anılan çarşı da, kanımca Osmanlı dönemindeki yerini korumuş olmalıdır.

“Çilingir Çarşısı’nın bulunduğu yerin hemen yakınında, şimdiki Kazancılar Mescidi’nin güneyinde, “Bakırcılar Çarşısı”26 ve “Kaz(g)ancılar Sûk’u”27 yer alırken, kuzeyde “Arabapazarı’nda Demirciler Sûk’u”28 vardı. Bunlardan hâlâ bakırcılıkla uğraşan bir grup esnaf, Bakırcılar Çarşısında ticaret yaparak geçimlerini sürdürüyorlar.

Bu kesimin güneyinde, Yakup Ağa Camisi ile Alaca Mescit arasından geçerek kuzeye doğru yönelen ve Alaca Mescit sokağının başında doğuya dönerek Mahkemealtı sokağına açılan yerde ise “Kömür Pazan”30 bulunuyordu.

Bunlardan başka, XVII. yüzyıla ait kayıtlarda rastladığımız “Pirinç Pazan’29 ve “Debbağ Pazarı’nın31 yerlerini kesin olarak tesbit etme imkânı yoktur. Bunlardan “Debbağ Pazarı”nın, H.1320/M. 1902-3 tarihli bir kayıtta tesadüf ettiğimiz “Cebrail Mahallesi’ndeki Debbağlar Camisi”32 ibaresinden hareketle, şehrin doğu yakasında bulunduğu tahmin edilebilir.

Kaynaklar, hanlar, çarşı ve pazar yerleri arasında sayısız berber, tuzcu, eskici, sabuncu, sarraf, tüfekçi, saraç ve bakkal dükkânları, tek veya iki katlı mağ(a)zalar, ayrıca fırınlar, kahvehaneler ve atelyelerin bulunduğunu; bunlardan bir kısmının da gayri-müslimler tarafından işletildiğini göstermektedir. Bunlardan başka şehirde “Boyacı kârhanesi” veya “Boyahane” denilen atelye ve imalâthanelerin sayısı da oldukça fazla idi. Nitekim “Mai boyacı taifesi tarafından tamga mukataası mutasarrıfı Ali Ağa hakkında fazla rüsûm alma davası” ile ilgili H. 1101/M. 1689-90 tarihli bir mahkeme sicilinden, XVll. yüzyılın sonlarına doğru şehirde 40 boyahane bulunduğu anlaşılmaktadır33. Bu imalâthanelerde değişik renkte boyalı iplikler üretiliyor; bunlar da XVIII. yüzyıla ait bir kayıtta rastladığımız gibi, “Penbeci Dükkânı”, “Maici Dükkânı”34 diye zikredilen ayrı ayrı dükkânlarda satılıyordu. XIX. yüzyılda şehri dolaşan Ainsworth’un şehirde, her birinde 4 ile 8 tezgâh bulunan 32 baskı evi ve ayrıca kırmızı renk için 6, mavi renk için 22 olmak üzere toplam 28 boyahanenin bulunduğundan bahsetmesi, atelye ve imalâthanelerin giderek azaldığını gösterir35.

Diğer taraftan, “menzil” diye anılan bir yapı grubu daha vardır ki, genellikle iki katlı ve ahşap olan bu yapılar, bir avlu etrafında dizilen dört veya beşer oda ile mutfak, ahır ve tuvaletten oluşmaktaydı ve şehre gelen tacirlere kiralanmaktaydı. H.1161/M.1748 tarihli bir vakfiyeden anlıyoruz ki36 bugün şehir merkezinde yer alan Reis’ül-küttab Hacı Mustafa Efendi Hanı’nın bulunduğu arsada, han yapılmadan önce vaktiyle birbirine bitişik dört menzil bulunmaktaydı ve sözkonusu yapılar adı geçen zât tarafından satın alınarak, arsaya “müceddeden kârgir bir han” inşa edilmişti.

Resimler

Kaynak: Vakıf Haftası Dergisi, 9. Sayı,1992

 

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

İlginizi Çekebilir

Kastamonu Yöresi Geleneksel Maşrapa Konuşturma ve Keloğlanın Evlenmesi Oyunu

Maşrapa Konuşturma Oyunu: Köy dışından yabancı misafir geldiğinde kadınlar arasında oynanan bir oyundur. Oyunbaşı, öncelikle …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Önceki yazıyı okuyun:
Nal Sesleri

NAL SESİ “At, Türk’ün kanadıdır.”                     …

Kapat