Ana Sayfa / KASTAMONU / Kastamonu Bilgi-Belge / Kastamonu’da Bayramilik / Abdulhalim Durma

Kastamonu’da Bayramilik / Abdulhalim Durma

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

Kastamonu’da Bayramîlik

1869 tarihli salnamede, Kastamonu’da medfun bulunan evliyanın önde gelenlerinin adları verilirken Bayramiyye’den İsa Dede, Ahmed Dede ve Ali Dede’den söz edilir. Sonraki yıllara ait salnamelerde ise Bayramiyye adı geçmez. Abdülkerim Abdulkadiroğlu’na (1944-2006)göre, bunun sebebi, tarikatın Kastamonu’da son şeyhi olan Şemsizade Ahmed Ziyaeddin Efendi’den (1864-1946) önceki üç batında tarikat faaliyetlerine ara verilmesi ve temsilcisinin bulunmaması veya hizmetler yerine getirilse de, dışa karşı gizlenmeleri ile açıklanabilir. Salnamelerin bazılarında kelime olarak Bayramilik geçse de, diğerlerinde olduğu gibi mekanlarından, haftalık ayin günlerinden ve şeyhlerinden söz edilmez. Bunlar da şehirde ara ara varlığını gösteren bu tarikatın fazla canlı olmadığını, ya da sükut veya gizlenme dönemlerine tesadüf ettiğini gösterir. Bununla birlikte Bayramilik belki de en parlak dönemini son şeyhi olan halk arasında yaygın olduğu şekliyle Atabey Şeyhi zamanında yaşar. Çünkü Ahmed Ziyaeddin Efendi sadece sıradan bir şeyh olmamış, aydın ve bilgili kişiliğine ilaveten bir takım milli, harsi, vatani ve sosyal faaliyetlerin içinde, hatta başında bulunması bakımından, Kastamonu valisinden sıradan bir vatandaşa kadar, şehirde etkisini hemen hemen herkes üzerinde hissettirmiş biridir. Bu durum, ailede bulunan ve bir yaprağının dahi kaybolmadan korunduğu belgelerde açıkça görülür.

Abdülkerim Abdulkadiroğlu ‘Kastamonu’da Bayramilik ve Şemsizade Ailesi’ adlı eserinde,Kastamonu ve havalisinde Bayramilik’in fazla revaçta olmayışını, bu tarikatın onların bir karışımı diyebileceğimiz Nakşilik ve Halvetilik’in bölgede ağırlığını hissettirmesine ve hemen her ilçede bunlardan en az birer dergahın bulunmasına bağlar. Ayrıca bölgede tarikat faaliyetlerinin eski tarihlere kadar dayandırılmasına bir örnek olarak, bugün şehirleşmenin tamamen dışında kalmış, Araç ilçesinin Küre-i Hadid (demir küresi) köyündeki camide bulunan halvet odalarından da bu vesile ile söz eder. Tabiatıyla en ücra yerdeki durum böyle olunca gerisini düşünmek kolaylaşacaktır. Kastamonu merkezinde Halvetilik’in Şabaniyye kolunun kurucusu Şeyh Şaban-ı Veli ile öncesinde Seyyid Sünneti Efendi; ilin Kuzyaka bucağı Ahlat Köyü’nde medfun olup Nakşilik’in kendisi ile Kastamonu’ya getirildiği kabul edilen Benli Sultan Şeyh Muhiddin Ebu Şame (öl.1565) Hazretleri hatırlanmalıdır. Hayatın bir cilvesidir ki, bu dergahın son şeyhi Hacı Nureddin Karasu Hoca Efendinin hilafet merasimini Şeyh Şemsizade Ahmed Ziyaeddin Efendi yönetir, Sofuzade M. Tevfik Efendi de bu olaydan bahisle bir şiir ile süsler ve belgeler. Fakat Bayramilik, bölgede hepten bilinmiyor da değildir. Bölge ile ilgili yazılan kitapların bir kısmı Bayramilik’in Kastamonu’daki geçmişi hakkında kesin bir şey söyleyemezken bazıları da bu tarikatı ilk defa Şeyh Ziya Efendinin getirdiğini yazmaktadırlar. Burada tekkenin evrak-ı metrukesi arasında bulunan ve tekkenin kitapları hakkında muhtasar bilgilerin verildiği not, tarikatın ve bu ailenin ildeki eskiliğini belgeleyen bir yapraktır. Metin aynen şöyledir :”Kastamonu e’izze-i meşayıh ve eşraf-ı kibarından Şeyhzadeler demekle ma’ruf olup 1252 tarihinden bu zamana kadar silsile-i halefleri mütevasıl ve hala postnişin-i erkan-ı tarikat-ı aliye-i Bayramiyye Reşadetli Şeyh Ziya Efendi’nin ecdad-ı kiramlarının te’lif ve istinsah tarikıyla cem ettikleri ve Fatih Ata Bey Gazi Hazretleri türbe-i şerifesi sahasına vaz’ ile muhafazasını evladlarının eslah ve erşedine vasıyyet buyurdukları kütüb-i mevkufe-i Nefiselerin, Fatih hazretlerinin cami-i şeriflerinde cihet-i vakıfdan ve ashab-ı hayır taraflarından mevzu’ eşya-yı mevkufedir.”

Mehmet Behçet’in kitabının Atabey Camii kısmında caminin mihrabı civarındaki nefis levhalardan bahisle, bilhassa,

İyd-i subh-ı vuslata mihr-i celî

Kutb-ı alem Hacı Bayram Velî”

beyitinin de içinde bulunduğu levhadan söz edilerek, bu camide tayin edilmiş belirli vakitlerde Tarikat-ı aliye-i Bayramiyye’nin özel zikirleri icra edilmekte olduğundan bu cami Kastamonu’nun hal-i hazırdaki en mamur bir dini binası olmak üzere bilinip anılmağa değer niteliktedir, denilmektedir. Kastamonu’ya Bayramiliğin Şeyh Ziya Efendi tarafından getirilmeyip, evveliyatının oldukça eskilerde olduğunu göstermesi bakımından, sükut dönemlerinde yaşamış olan Şeyh Ziya Efendi’nin dedesi Mustafa Sabri Efendi’nin mezarı önündeki levhada, adının önünde Şeyh sıfatının bulunması da bunun delilidir.

Bu havalide Bayramilik’in izleri diyebileceğimiz bir husus da, aslen Taşköprülü olup İstanbul’da hayat sürmüş ve orada vefat etmiş olan Şeyh Ünsi Hasan Dede(öl. 1723) nin kendi ifadesiyle ailesinden ve babasından söz ederken , babasının bir Bayrami şeyhi olduğunu söylemesidir. Safranbolu’da kain Kalealtı Dergahı’nda Bayramilik ayinleri yapıldığını, mahallinde rivayeten söyleyenler ve bilenler vardır. Bununla birlikte, aile şeceresi üzerindeki notlara bakılırsa Şeyh Ziya Efendi’den yukarı doğru üç batın boyunca hizmetin akamete uğradığı, ya da sükut dönemlerinin yaşandığı ve Ziya Efendi ile yeniden canlandığı anlaşılır. Ayrıca olayların görgü şahidi ve çağdaşı Şaire Baharzade Feride Hanım’ın Divançesi’ndeki bir tarih manzumesi de bu konuya açıklık getirmektedir. Şiirin baş kısmında, epey zamandır münhal bulunan postnişinliğe Şemsizade Ziya Efendi’nin oturmasından duyulan memnuniyet belirtilmiş, olaya tarih düşürülerek belgelenmiştir.

Şemsizade ailesinin Bayramilik konusundaki hizmetleri ve tesirleri çok büyük olmuştur. Ancak söz konusu aile fertlerinin sülaleden gelen bir görev aşkıyla hizmeti ayakta tutmaya çalışmaları bir yana, Kastamonu’da Bayramilik’in beklenen düzeyde kabul gördüğü söylenemez. Bilindiği üzere Bayramilik, Nakşibendilik ile Halvetilik’in karışımından ortaya çıkmış olup, her iki tarikattan izler taşır.Halvetilik’in ana kollarından olan Şa’baniyye’nin merkezi Kastamonu’dur. Merkez dergahın bu ilde olmasına ilaveten Nakşibendilik’in ve şubelerinin de halk arasında fazla benimsenmiş olması, şehirde Bayramilik’in beklenen düzeyde canlanmasına fırsat vermemiştir, denilebilir.

Şemsizade ailesinin Kastamonu ve çevresinde çok etkin rolleri olmuştur. Bilhassa son şeyh Ahmed Ziyaeddin Efendi’nin örnek kişiliği din görevliliği ve şeyhliğine ilaveten şehirde oynadığı aktif roller bakımından, Kastamonu’nun mahalli tarihine ve kültür hayatına geçmiş biri olması, ailesinin içinde onun hayatını daha yakından ve imkan elverdiğince detaylarıyla birlikte bilmemizi gerektirecektir. Önce onun ismiyle ilgili bir hususu açıklamalıyız. Halk ağzında ve yazışmalarda adı, Şeyh Ziya Efendi, Şeyh Ahmed Ziya Efendi, Atabey Şeyhi Ziya Efendi, Atabey Şeyhizade ve benzeri olarak da geçmektedir. Aileden gelen ve son kuşağın elleri altında bulunan şecereye göre ailenin en büyüğü Şeyh Ali Dede’dir. Ailenin 1250 yılından beri bilindiği ve çok eskilerden beri hizmetleri yürüttüklerini anlarız. Menkıbevi bilgilere istinad ettirilen kayıtlardaki İsa Dede’den sonra yerine halife olan Şeyh Ali Dede vardır ki, bu iki ismin aynı kişi olmaları ihtimal dahilindedir. Keza şecere üzerindeki aileye ait nottan, dört batın sonra halife olan Şeyh Mehmed Şemseddin Efendi’den itibaren aile şöhretinin Şemsizade olduğunu, hatta Şeyh Şemsizade demenin daha uygun düşeceğini ve bu zatın cami bitişiğindeki türbede medfun olduğunu da öğreniyoruz. Ailede aynı isimler batın farkıyla birden fazla kimseye verilmiştir. Bunlar arasında Abdullah Vecihi, Mustafa Sabri, ve Mehmed Şemseddin de vardır. Burada söz konusu ettiğimiz Mehmed Şemseddin’den iki batın sonra yani torun mesabesinde aynı isimli biri daha bulunmaktadır ki, bu zat Şeyh Ziya Efendinin babasıdır. Jurnalden buraya aldığımız kayıt o güne kadar Mehmed Efendi olarak bilinen zatın ikinci adının Şemseddin olduğunu bildirmektedir. Yaklaşık 1800 yılından beri, yani 200 sene öncesinden itibaren aile lakaplarının artık Şemsizade olduğu söylenebilir.

Ailenin geniş şeceresinde köklere doğru Reisü’l küttab Hacı Mustafa Efendi yer alır ki, ailenin esas dağılımı bundan sonra başlamaktadır. Sicill-i Osmani’de hakkında yazılanlar şöyledir : el Hac Mustafa Efendi-Tavukçubaşı damadı. Kastamonu’nun Göl Karyesinden ayandan Emarzade Mehmed Ağanın oğlu. 1688’de doğdu. Babasını çok küçük yaşta iken kaybettiğinden İstanbul’a gelerek amcası Elmaspaşa Telhisçisi (Sadrazam tarafından padişaha yazılan yazıları kısaltan, gözden geçiren ve şekillendiren) Abdi Ağanın yardımlarıyla yetişti ve Tavukçubaşı Ali Ağa’ya damad oldu. Çevresindeki alimlerle münasebetlerini sürdürerek ve onlardan faydalanmasını bilerek 1730 yılında baş mukataacı (Hazine arazilerinin kesime verilmesi ve benzeri işlerle ilgili kalemin başı) oldu. Aynı senenin Cemaziyelevvelinde Viyana Sefiri olup 1731 Zilhiccesinde büyük tezkireci oldu.

Ahmed Ziyaeddin Efendinin Kastamonu Rüşdiyesindeki okul arkadaşlarından biri de ünlü bürokrat, şair, araştırmacı yazar Sadık Vicdani (1866-1939) dir. Daha sonra Namazgah Medresesindeki eğitimine devam eden Ziya Efendi, o zaman müftü olan A’mazade Mehmed Emin Efendi’den 1897 yılında icazet alır. Sadık Vicdani ise Ballıkzade Hafız Ahmed Mahir Efendiden icazet almıştır. Hocasından1892 tarihli bir davet mektubu almış ise de o tarihte Ziya Efendi resmen şeyhtir ve şehirde ismini duyurmaya başlamıştır. Hocalık hukuku bir yana, talebesi ile gurur duyarcasına ama nezaket ve karşılıklı hürmetin göz önünde bulundurulduğu bu mektup bir örnek metindir. Ziya Efendi, medrese eğitimini, ledünni ilmi tahsil edip şeyh olduktan sonra tamamlamıştır ki, onun hayatında bu döneminde de ders alınacak hususlar bulunmaktadır. Ziya Efendinin icazet hocası A’mazade Mehmed Emin Efendi dönemin Kastamonu müftüsüdür ve lakabı Büyük Müftü olarak geçmektedir. Kendisinden sonra her iki oğlu da sırasıyla müftülük yapmışlardır.

Ziya Efendinin eğitiminde üçüncü safha ledünniyat, ya da marifet ilmini tahsil olmuştur. Ancak yukarıda açıklanan medrese eğitimine ara vererek, hayatının baharında denecek bir yaşta aileden veraseten gelen görevi yerine getirmek için onun bu yolu tercih ettiği söylenebilir. Geçmişte tarikatın sükut devrelerinde dışa karşı daha dikkatli davranılmış, ama hizmetler aksatılmamıştır. Bu sebeple kendisinden öncekibir kaç batın dönemlerinde sessiz kalınmış olduğu görülür. Hizmetin durmadığını ve ailenin her ferdinin bunun şuurunda olduğunu ise yazışmalarda isimlerin önlerinde Şeyh sıfatının kullanılmasında görürüz.

Ziya Efendinin bu suskunluğa dur demeyi akıllıca başardığını anlıyoruz. Bunun için, tarikatın asitanesi hükmündeki genel merkezi olan Ankara’da Hacı Bayram Veli Dergahına bir yıl süre ile gelerek bu manevi yolda seyr sülükünü tamamlamış ve görevlendirildiği Kastamonu’ya dönmüştür(1889). Şeyh Ahmed Ziya Efendi’nin seyr ü sülükünü Ankara’da Şeyh Abdülhamid Babanın yanında bir sene aralıksız kalarak tamamladığı ve müddetin bitmesiyle halifelik verilerek Kastamonu’ya gönderilmiş olduğu söylenebilir. Babası ve amcasının vefatları dolayısıyla taziyet ifadelerinin yer aldığı iki mektubun bu tarihten sonra Ziya Efendi’ye gönderilmiş olduğu görülüyor. İlim ve irfanı ile meşhur olmuş Kastamonulu Baharzade Feride Hanım’ın (1837-1903) Ahmed Ziya Efendinin şeyh postuna oturması üzerine bir tarih manzumesi yazmış olduğu ve bu şiirin baş kısmındaki nottan, Bayramî şeyhliği görevinin bir hayli seneler tatil edilmiş olduğu, Ziya Efendi vesilesiyle yeniden ihya edildiği anlaşılıyor.

Ahmet Ziya Efendi müderrisliği ve daha sonraki yıllar Atabey Gazi Camii İmam Hatipliği gibi görevler bir yana, İstibdat ve Meşrutiyet devirlerinde aralıksız İdare Meclisi Azalığında; Meşrutiyet ve Cumhuriyet devirlerinde Kızılay, Çocuk Esirgeme ve benzeri hayır müesseselerinin aza ve reisliğinde bulunur. En büyük hizmeti İstiklal savaşı esnasında görülür. Atatürk’ün Müdafa-i Hukuk Cemiyetini kurması üzerine Kastamonu’da beş kişiden kurulan Müdafaa-i Hukuk Cemiyetinin reisliğine seçilir ve bu cemiyetin Halk Partisine dönüşmesine kadar aralıksız görevini sürdürerek önemli hizmetlerde bulunur. Adem Köprülüoğlu’nun, ‘Kastamonu Vilayet Gazetesinde MilliMücadelenin Yansımaları’ adlı yüksek lisans tezi’nden öğrendiğimize göre, 17 Eylül 1919 tarihinde vali vekilliğine getirilen Defterdar Ferit Recai Bey’in ilk icraatlarından birisi Müdafaa-i Hukuk Cemiyetlerinin kuruluşunu teşvik etmek olmuştur. Esasen, Sivas’a gönül bağlamış olan eşraf ve ileri gelenler Millî Mücadeleye destek için hazır vaziyette bulunduklarından aynı gün merkezdeki cemiyet teşekkül etmiş ve bugünkü müze binasının bahçesine katılmış olan Dârü’l Kurra Medresesi binasında şube açılır. Bununla ilgili haber Kastamonu Vilâyet Gazetesinde şu şekilde çıkmıştır:

“Komisyon Teşkili

Anadolu ve Rumeli Vilâyât-ı Muhafaza-i Hukuk Heyetinin Kastamonu Heyet-i Merkeziyesi Riyasetine (reisliğine) Atabeygâzi Dergahı seccâdenişin (şeyhi) eşraftan ve Nakibü’l eşraf Kâimmakamı(1) Şeyh Ziyaeddin Efendi..” getirilir.

Hilafet Ordusunun Safranbolu’ya geçtiği ve Araç üzerine yürümekte olduğu zaman, Kastamonu’da uyanan heyecan ve galeyan üzerine, teşkil edilen milli kuvvet Araç’a gittiğinde, menfi ruhlu birinin A. Ziyaeddin Efendi’nin yanına gelerek, “Hilafet Ordusu geliyor, ibtida sizi asacaklar…” demesi üzerine, “Ölüm mukadder bir hadisedir, er veya geç olacaktır. Millet ve memleket uğrunda ölürsem benim için bahtiyarlıktır.” cevabıyla karşılık verir; bunları söylerken onun azim ve iradesinde az da olsa bir sarsıntı görülmemiştir. Müdafaa-i Hukuk’un Halk Partisine dönüşümünde Vilayet İdare Heyeti müteşebbis azalığına seçilir; İstiklal Savaşında gösterdiği fedakarlık ve kahramanlıktan dolayı İstiklal Madalyası ile taltif edilir. Aynı zamanda Çocuk Esirgeme Kurumu Kastamonu Şubesi başkanıdır. Aslında o bütün bu hizmetlerini hiçbir maddi karşılık beklemeden yapmıştır.

Fazileti, temiz ve dürüst ahlakı, aşırı derecede cömertliği ile tanınmış olan Ahmed Ziyaeddin Efendi, fakirlere ve muhtaç kimselere daima yardımcı olmuştur.

Ankaraya gitmek mecburiyetinde olduğundan cenazesinde bulunamayan, fakat merasim esnasında okunması arzusuyla bıraktığı mesajında ilin valisi Dr. Midhat Altıok aynen şöyle demektedir:

“Arkadaşlar! Bütün beşeri ihtirasların sustuğu, fanileştiği, ebediyet yolunun başında bulunuyoruz. Fani hayata gözlerini yumarak şu anda aramızdan ayrılmış bulunan ve ebedileşen sabık Şeyh Bay Ziya’ya son hürmet vazifemizi ifa ediyoruz. Rahmetli, Kastamonu’nun en köklü ve asil ailelerinden biri idi. Hemen hemen emsalleri pek az kalmış yaşlılardan biridir. 82 yaşında devre-i hayatiyesini tüketerek Rabb’ın rahmetine kavuşmuştur. Rahmetli, bütün hayatı boyunca daima temiz ve asil kalpli, memleketine ve bilhassa hemşehrilerine daima faydalı olmuştur. Gına-yı kalb (kalp zenginliği) vardı. Bütün maddi varlığını Kastamonu’ya vermiş idi. Onun hizmetlerinin en değerlisi ve en büyüğünü inkılap davasının başında görüyoruz. Saray ve saltanatın hainleştiği, düşmanlarla birleşerek a’mal-i milliyenin ayaklar altı edildiği zamanlarda Müdafaa-i Hukuk Cemiyetinin başında bulunuyordu. Anadolu’nun ve Türk Milletinin sarayla ve padişahla alakasının kesilmesi icap ediyordu. Kastamonulular adına padişaha isyan telgrafını çeken ve bu telgrafa imzasını koyan biricik şahsiyet rahmetli Şeyh Ziya idi. Bu hadiseyi bugün burada anmamın belki ehemmiyeti olmadığı zannedilebilir. Fakat o karanlık ve meşkük anlarda böyle bir harekete teşebbüs ancak cesaret-i medeniye ile vasıflandırılabilir. Hayatını istihkarla tehlikeye koyması, o günkü şartlar karşısında büyük bir kahramanlıktır. Burada bu hatırayı tekrarlamakla rahmetlinin ruh-i pakinin şad olduğunu görür gibi oluyorum. Millet uğrunda, vatan uğrunda her tehlikeyi göze almak lazım geldiğini belirten bu kahraman ruhlu rahmetliyi gençlerimize, inkılap davası yolcularına bir örnek olarak göstermek istiyorum. Aziz ölü! Sen hayatında taşıdığın ruhun ve azmin kudretini arkada bıraktığın nesiller de taşıyacaklardır. Sana mağfiretler diliyoruz. Ebedi uykunda emin ve müsterih ol”.

Şemsizade Şeyh Ahmed Ziya Efendinin Gümüşlüce Kabristanındaki mezar şahide taşında şunlar yazılıdır:

Hüve’l-Baki

Bayrami Tacı Şeyh-i eşraf olan?

Ecdadın mesleği oldu Ziya Bey’de tamam?

Elli yıl oldu tarika rehber

Erişip himmet-i Hacı Bayram

Hüsn-i ahlak ile olmuştu kerim

Adet olmuştu onunçün ikram

Eylesin dar-ı Cemale isal

Rahmet-i Hazret-i Hallak-ı enam

Şemsizade Şeyh Ziyaeddin Bey’in

Ruhuna el-Fatiha

19 Nisan 1946 Rumi 1365 (17 Cemaziyelevvel 1365)

Nebiyye Hanımla evlenen Ahmed Ziya Efendi’nin bu evlilikten Hatice, Mustafa (Sabri), Mehmet, Hikmet ve Lütfiye adlarında çocukları olur.

Son yüzyılın kuvvetli saz şairlerinden olup 1894’te vefat eden Meydani’nin “Huzur-ı ali Reşadetli Şeyh Hafız (Ahmed Ziyaeddin) Bey’in canib-i alisine” başlıklı bir şiiri vardır. Bu şiirin sonlarına doğru, maddi sıkıntı içinde bulunan şairin dualarını da ekleyerek, açıkça yardım talep ettiği görülür.

Ziyaeddin Efendi şehirde kendisini öylesine kabul ettirmiştir ki, muhtemelen diğer tarikat şubelerinin halifeleri arasında, en gençlerinden biri olmasına rağmen, Reisü’l Meşayih seçilir. Bu yetki ile bulunduğu bir hilafet töreni, törenin bütün safahatını da içine alacak şekilde Sofuzade M. Tevfik Efendi’nin bir şiirinde anlatılır. Bu şiir geçmişe ait bir belge özelliği taşır; Abdülkerim Abdulkadiroğlu bu durumu şöyle kaleme alır. “Nitekim benim çocukluk yıllarımda, Kastamonu’da Büyük Şeyh olarak tanınıp itibar görmüş olan, ilin en büyük ve merkezi camisi Nasrullah Camii Başimam hatibi Hacı Nureddin Karasu Hocaefendi vardı. O zat şehrin 30 km. kadar dışında, Ilgaz dağlarının bir başka yamacı olan Kuzyaka bucağı Ahlat Köyü’ndeki dergahında medfun, halk arasında Benli Sultan olarak bilinen Şeyh Muhiddin Ebu Şame Hazretleri (öl.1565) ‘nin mensubu oldukları Halidiyye kolunun son şeyhidir. Nureddin Efendinin (1885-1953) babası ve dedesi de aynı yerde görev yapmışlardır. Dedesi anılan mekanda medfun Şeyh Şani Efendi; babası il merkezinde kain Ferhadpaşa Camii haziresinde medfun Şeyh Şadi Efendidir. .. Ondokuzuncu yüzyılın şairleri arasında mahallinde oldukça iyi bir isim bırakmış olan Şair Şadi’nin, Nureddin Efendi’nin babası Şadi olması kuvvetle muhtemeldir.

Sofuzadenin metnini aşağıya alacağımız şiirine Hacı Bayram Veli ile başlaması da boşuna olmamalıdır. Bayramiliğin Nakşilik ve Halvetilik tarikatlarının karışımından ortaya çıktığını biliyoruz. Böyle olunca bu her üç tarikatta yekdiğerinden bir takım izlerin olması tabiidir. Biraz daha yakın olmak durumunu da dikkate alır ve Benli Sultan çevresi ile Kastamonu’daki Bayramilikin münasebetlerinin daha sıcak olduğunu düşünürsek, Şeyh Ziya Efendinin burada taç giyinme merasiminde fiilen bulunup bu merasimin onun inisiyatifinde yapılmasının sebebi daha iyi anlaşılmış olur. İlaveten Ziya Efendi Reisü’l Meşayihtir. Böylece bu tören başka bir anlam kazanmaktadır.

Kutb-ı alem Gavs-ı a’zam Hacı Bayram Veli

Dide-i devran gösterdi yine burhanını

Kuvve-i kudsiyyesiyle yandırıp Ruşen çerağ

Eyledi bu yerde cari feyzini erkanını

Benli Sultan Veli Dergahına mihman olup

Sürdü ol Sultan-ı aşkın şevk ile devranını

İrtihal etmişdi şeyhi işbu ali-dergehin

Geldik iclas etmeye seccadeye derbanını

Hazret-i Müfti Efendi hazır u müşkil-küşa

Gösterip divan-ı şer’in hüccet ü bürhanını

Necli Bayrami-i Şeyh Ahmed Ziya el-Arifin

Eyledi sırr-ı tarikın münceli ahkamını

Çıktı Nureddin Efendi ceddinin meydanına

Taç giydi seyr edip ehl-i vela bayramını

Bezm-i Ehlu’llah’a gelmişti nice ihvan-ı din

Gördüler neymiş güruh-ı ehl-i Hak erkanını

Gonce-i gülzar-ı Sadeddin beha-i ehl-i dil

Halveti Ahmet Dede yandırdılar her yanını

Ser-te-ser ateş kesildi aşk ile Allah deyu

Şem’-i Hak yandırdı hep pervane-i hicranını

Sormadan Nuri Efendi’den hesab-ı masiva

İstedi vermek bu bezm-i aşka nakd-i canını

Eyledi Şeyhzade Hafız Bey gönülden ah u vah

Gaşy olup zikr-i Huda’dan kıldı ter damanını

İçti cam-ı aşkı Nureddin Ziyaeddin’den

Tuttu hep Nur u Ziya bu dergehin eyvanını

Benli Sultan Hacı Bayram –ı Veli hazırdılar

Ben de gördüm anların feyz-i safa-efşanını

Söyledim bu ayn-ı cem’in Hak deyip tarihini

Görmedim layık Huda hakkı anın nisyanını

Gevher-i Tevfik-i Hak’tan bir Ziya taban olup

Gark-ı envar oldu alem anmadık ahzanını

8.7.1910

Nureddin Efendi de Ziyaeddin Efendi gibi hayatının erken döneminde yani 25 yaşında iken bu makama gelmiştir.

Kastamonu’nun kültürel yapısını çok iyi bilenlerden merhum Hasip Yılanlıoğlu’nun, Kastamonu’da kütüphane müdürü olarak görev yaptığı dönemde M. Lütfi İkiz Bey’e anlattığı şu olay dikkat çekicidir. Kastamonu şeyhleri Atabey Camiinde ve Ziya Efendinin başkanlığında toplanırlar. Böyle anlarda sık sık bayılarak (veya bayılma numarası yaparak) güya cezbeye tutulmuş gibi kendini yerden yere atan bir dervişe Ziya Efendi bildiği bütün duaları okursa da bir türlü kendine getiremez. Yılanlı Şeyhi Şeyhzade Şevket Efendi dervişe yaklaşıp kulağına bir şeyler fısıldar ve derviş hemen kalkar. Ziya Efendi, “Pek çabuk oldu erenler”, der. Atabey Camiinden ayrılırlar. Yılanlı Şeyhi dervişe “Ulan ben senin niçin bayılma numarası yaptığını biliyorum. Bu çakıyı batırmadan kalk”, demiş. Meğer dervişin aniden ayılıvermesi o sebeptenmiş.

Sami Ceritoğlu(1925-1992) 1940’lı yıllarda tahsil için İstanbul’daki Haydarpaşa Lisesine gönderilirse de, Sami Bey başarı gösteremeyip Kastamonu’ya döner. Hoş sohbetliği ve muzip kişiliğiyle tanınan arkadaşı merhum Şekip Boyacıoğlu(1925-1963) Şeyh Efendi’yi ziyaretinde, “Efendi Hazretleri gözünüz aydın, torununuz Sami Bey gelmişler”, demesine cevaben, “Habis, mesruren değil, me’yusen gelmiş”, der.

Atabey Gazi Camii emekli müezzini Ahmet Dabancacıoğlu (babası merhum da aynı camide yıllarca imamlık yapmıştır), bir kısmı şifahi kültüre dayanan anonim anlatılar olmakla birlikte cami ve Şeyh Efendi hakkında şunları söyler: Atabey Gazi Camii, cami olarak kullanılmadan önce kilise olarak kullanılmaktaymış. Atabey tarafından şehir fethedilince cami olarak hizmete sunulmuş, ilk Cuma hutbesi kendisi tarafından okunmuş ve namazı da kılınmıştır. Atabey Gazi hutbeye çıktığında önüne bir yılan çıkmış, kılıcı ile o yılanı öldürmüştür. Bu olayı anlatmak üzere müezzinlik kısmının üzerine ağaçtan yapılmış yılan asılmıştır. O tarihten beri Cuma günleri hutbeye çıkılırken Atabey Gazi’nin temsili kılıcı ile çıkılır ve inilir… Yaklaşık 70 sene evvel caminin arka kısmı parmaklık ile çevrili idi. Mevlevi dervişleri Cuma akşamları bu parmaklıkların arkasında zikreder ve sabahları namazı müteakip Kur’an okurlardı. Ben o zaman 10-12 yaşlarında çocuktum ve gelip geçerken görürdüm. Dönemin imamı Hacı Latifoğlu’ndan duyardık. Daha sonra Şeyh Ziya Efendi, vefatından sonra oğlu imam olmuşlardır. Onlardan sonra da babam bu göreve atandı. Ben de bu camide müezzin olarak göreve başlayıp 37 sene hizmet verdim. Mevlevilerin ayinlerini yaptıkları parmaklıklar tamir esnasında kaldırılmış, takip eden yıllarda cami üç defa tamir görmüştür. Caminin çatısı önceden kurşunla kaplı idi. Bunlar sökülüp yerine Mevlevi tekkesinin kiremitleri getirildi. Daha sonra da metal saç kaplandı. Yağmur sızdırdığı için tekrar kiremite çevrildi.

Atabey Gazi Dergah Camiine genç yaşta Şeyh olan Ziya Efendi aynı zamanda encümen reisidir. Çok sevilmiştir. İyi Farsça bilirdi. Bayram sabahları bu camide Türkçe ve Farsça dilleriyle vaaz verir; bu esnada cami ağzına kadar dolar taşardı. Sabah namazından sonra dervişleriyle evrad okur; Cuma akşamları kendine ait konağında onlara yemek verirdi. Bayramlarda halk kendisini ziyarete gelirdi. Hizmetinde bulunan kahyasının adı Meded idi. Şehrin müftüsü ve diğer hocaları devamlı surette ziyaretinde bulunurlardı.

Ali Okumuş tarafından Latin alfabesine çevrilen Ömer Fuadi’nin kaleme almış olduğu Şeyh Şaban-ı Veli Menakıbında ise, kamil ve keramet ehli İsa Dede’nin Ankara’dan Kastamonu’ya halkı irşad etmek üzere gönderilmiş olduğunu görürüz. “Hilafetle gelip Kastamonu’ya girecekleri gün erbab-ı mükaşefeden ve Hacı Bayram Sultan silsilesinden velayetle meşhur İsa Dede Efendi (kuddise sirruhu) dervişlerine hitap edip; “Bolu canibinden Kastamonu’ya bir kamil boyacı geliyor” diye remz ü işaret etdiklerinde onlar dahi …Hasılü-l kelam ol dervişler aziz ile musafaha ve mükaleme etdiler. Velakin ağızlarından kemale ve hilafete delalet eder bir cevap alamadılar. Ve dahi kendiler murad ettikleri ve azizin haber verdikleri kimse değil diye tecessüs edip ve gayri kimse bulamayıp İsa Dede efendiye i’lam etdiklerinde fi’l hal sultanın halin ve muradın anlayıp ve “hal ü kemal mübarek olsun” deyip onlar dahi azizin sırrın sakladılar. Arifi sadık ve kemale layık olan dahi budur”. Bayrami tarikatı şeyhlerinden olan İsa Dede Hacı Bayram Veli Hazretlerinin halifesinin damadıdır. 1530’larda Şeyh Şaban-ı Veli Kastamonu’ya geldiğinde hayatta olup kendisini karşılamak üzere iki müridini gönderir. Fakat bu müridler belli etmediği için Şeyh Şaban-ı Veli’yi tanıyamazlar. İsa Dede vefat edince Atabey Camiinin hemen karşısında yer alan ve bugün kendi adıyla anılan türbeye defnedilir. İsa Dede’den sonra Kastamonu’da Şeyh Ali Dede, Müftü Şeyh Mustafa Efendi (muhtemelen Pişkürizade adıyla anılan ve Atabey Camii’nin kuzey bitişiğindeki hazirede medfun bulunan Kastamonulu şeyh), Şeyh Mehmet Efendi, Münzevi Şemseddin Efendi gibi halifeler tarikat postuna oturmuşlar, Ziyaeddin Efendi de, tekke ve zaviyelerin kapatılışına kadar son şeyh olarak görev yapmıştır.

Atabey Camiinin kuzey tarafındaki giriş kapısının hemen karşısında, yola cepheli, 30 metrekareden biraz büyükçe bir mekanı kaplayan bu türbe, üstü beşik ahşap çatı ile örtülü bir kemerden (eyvandan) ibarettir. Kemer kesme taştan diğer yerleri moloz taştan olup döşemesi tahtadır. Caminin ön cephesinde olması itibarıyle halk arasında Atabey Türbesi olarak da anılmaktadır. Kemer, yalnızca kapı ve pencere boşluğu bırakılacak şekilde sonradan duvarla kapatılmıştır. Türbe gerçekte Candaroğulları dönemine aittir ve bu kanaate götüren bir tarih mevcuttur. Tarih 1397 sonrasını göstermektedir. Ve kırık olan sonrası okunamamaktadır. Kemerin sağındaki kitabenin de Türkçe tercümesiyle yalnız “…yapılmasıyla emretti” kısmı okunabilmektedir.

Türbede yer alan üç adet tahta sandukadan birisinin içinden Candaroğulları dönemini hatırlatacak bir lahid çıkmıştır. Şahideleri okunamayacak durumdadır. Bu sandukalarda yatanların kimlikleri hakkında A. Gökoğlu, muhakkak ki bu beylik sülalesinden bazı önemli şahsiyetler olabilecekleri görüşünü ortaya koymuştur. Bu tahmin ihtiyatla kabul edilebilir. Ancak daha güvenilir bilgi ve belge bulununcaya kadar şimdilik elimiz altında buraya ışık tutacak bilgiler mevcuttur. İl Kültür Müdürlüğünce türbeye asılan kroki ve altındaki bilgilerden, bu türbede biri sağ uçta, arkasında yan yana iki ve üçüncü sırada da bir olmak üzere dört sanduka görülmektedir. Uçtaki sanduka Maden Dede’ye, arkasındakinin biri Veli Dedeye, üçüncü sıradaki ise İsa Dedeye aittir. Bir Hatun mezarı olduğu anlaşılan diğeri isimsizdir. Bu mezarda yatanın İsa Dede’nin hanımı olması ihtimal dahilindedir. Maden Dede hakkında ise şunlar anlatılır. Atabey Gazi Konya’da hüküm süren Selçuklu sultanı Alaeddin’in emirlerinden iken, İslam hudutlarının genişletilmesi düşüncesiyle bu havaliye gönderilir. Tesadüf eseri, aynı tarihte, bölgesinin tanınmış alimlerinden olduğu halde Maveraünnehir’den keza bu şehre hicret etmiş olan Ricalullahtan Maden Dede hazretleri ile birlikte eyalet merkezi olan Kastamonu’yu muhasara ile fethetmişlerdir. Caminin inşası bunu takiben olmalıdır. Maden Dedenin asıl adı Ebu Salih el-Münci dir. On ikinci asrın ikinci yarısında hayatta olduğu ve Seyyid Abdülkadir Geylani Hazretlerinin (öl.1166) kendisini ziyaret ettiği söylenir. Yaşadığı dönemde Şii faaliyetleri artmış olmakla şeyhi tarafından Anadolu’ya gönderilen halifelerden biridir. Madenler hakkında uzman olduğundan Kastamonu’da çeşitli madenleri keşfederek harp halinde bulunan zamanın hükümdarına yardımcı olmuştur ki, Maden Dede denmesinin sebebi budur. Sultan’ın emri ile Maden Dede bu camide Nakşibendi tarikatı üzerine irşad görevlerini yerine getirmiştir. Maden dede dünyasını değiştirdikten sonra oğlu Veli Dede irşad görevini yürütmüş; Sonra da İsa Dede Ankara’ya gelerek Hacı Bayram Veli’ye intisap etmiş, hilafet derecesini almış ve kızı ile de evlenmiştir. Böylece bu sülaleden gelen hayırlı evladlar nesilden nesile tarikat ayinlerini ihya etmişlerdir. Halbuki İsa Dede’nin Hacı Bayram Veli’nin vefat etmiş olduğu 1430 yılı ile kendisinin Kastamonu’da Şeyh Şaban-ı Veli’yi karşılamak için iki dervişini gönderdiği 1530 yılı arasındaki zaman farkı, onu Bayrami tarikatının kurucusunun müridi ve damadı olmasına izin vermez. İsa Dede, muhtemelen Hacı Bayram Veli’nin yerine geçen büyük oğlundan icazet almış ve onun damadı olmuş olmalıdır. Bu menkıbevi bilgilerin ışığında, İsa Dede’den sonra adları yukarıda yazılı olup Atabey Camii ile türbesi arasındaki geçiş bölümünde medfun bulunan beş zat halife olmuşlardır. Abdülkerim Abdulkadiroğlu, eserinde Yalova’nın Güney Köyünde medfun bulunan Şeyh Şerafeddin Efendi’ye atfen İsa Dede’den sonra Bayramiyye tarikatını ihya eden şeyhleri sayarak bunların mezarlarının Atabey Gazi türbesi civarında olabileceklerini ilave eder. Bu zatlar Şeyh Ali Dede, Müftü Şeyh Mustafa Efendi, Şeyh Ahmed Efendi, ikinci Müftü Şeyh Mustafa Efendi ve Şeyh Münzevi Şemseddin Efendilerdir. Dikkat edilirse türbenin söz konusu kısmında kimlere ait oldukları bilinmeyen beş sanduka vardır. Muhtemelen bu sandukalar adı geçen şeyhlere aittir (2008 Haziranında Atabey Gazi Camii ve türbesi ile ilgili restorasyon çalışmalarında bahsi geçen bu sonradan türbe ve cami ile irtibatlandırılmış bölümün yıkılarak ortadan kaldırıldığını, çalışmalar dolayısıyla hazirenin hiç de iç açıcı olmayan bir durum arz ettiğini söyleyelim. Sözü edilen beş sanduka muhafaza edilir ve yıkıntı halinde bulunan türbe, umulur ki,aslına uygun şekildeçinilerle kaplanır ve tarihi doku bir nebze de olsa eski haline döner.)

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

İlginizi Çekebilir

Mehmed Rıza Efendi

Mehmed Rıza Efendi   Doğum tarihi, tahsil hayatı ve hocaları hakkında bir bilgi bulunmayan Mehmed …

Önceki yazıyı okuyun:
Çankırı’dan Kastamonu’ya Bir Yol Hikâyesi / Melek Varvar

Çankırı'dan Kastamonu'ya Bir Yol Hikâyesi / Melek Varvar ..... İnsan bir yaprak misali… Hayatımın bir …

Kapat