Ana Sayfa / KASTAMONU / İz Bırakanlarımız / Kastamonulu Müderris Şeyh Muharrem Efendi

Kastamonulu Müderris Şeyh Muharrem Efendi

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

ŞEYH ŞÂBÂN-I VELÎ’NİN HALİFELERİNDEN, SÜLEYMANIYE CAMİİ’NİN İLK VAİZİ VE İSTANBUL SOFU MEHMED PAŞA DÂRÜLHADİSİ MÜDERRİSİ ŞEYH MUHARREM EFENDİ (ö. 983/1575-76)

Doç. Dr. Bekir TATLI
Çukurova Üniversitesi

Özet
Bu çalışmamızda, Süleymaniye Camii’nin ilk vaizi ve Şeyh Şâbânı Velî’nin cenaze namazını kıldıran meşhur Osmanlı hatibi Kastamonulu Ebû’l-Feyz Muharrem b. Pîrî Mehmed’in (ö. 983/157576) hayatı, ilmî kişiliği ve eserleri üzerinde durulmuş, son bölümde de bazı menakıbından söz edilmiştir. Şeyh Muharrem Efendi, aynı zamanda İstanbul Sofu Mehmed Paşa Dârülhadisi’nin hocalarındandır; bu nedenle söz konusu dârülhadisin diğer medreseler arasındaki konumu ve payesi hakkında da bilgiler verilmiş, ayrıca bu dârülhadiste okutulan dersler ve hadis kitapları üzerinde de durulmuştur.

GİRİŞ  

Mevlânâ Celâleddin (ö. 672/1273), Hacı Bektaş-ı Velî (ö. 738/1338) ve Hacı Bayram-ı Velî (ö. 833/1429) ile birlikte Anadolu’nun dört büyük manevî direğinden (evtâd-ı erbaa)12 biri olarak kabul edilen Şeyh Şâbân-ı Velî Hazretleri’nin (ö. 976/1568-69) cenaze namazını kıldıran Süleymaniye Camii meşhur vaizi, eşsiz hatip ve müderris, ömrü ilim tetebbuu, tedrisi ve telifi ile geçmiş büyük ilim adamı Şeyh Muharrem Efendi… 

Şunu açıklıkla belirtmek gerekir ki, Şeyh Şâbân-ı Velî’nin ilmî derinliği ulemadan birçok kişinin kendisine intisap etmesinde etkili olmuştur. Şeyhülislâm Ebu’s-Suûd Efendi’nin (ö. 992/1574) yakın arkadaşlarından olduğu belirtilen Süleymaniye Camii vaizi Kastamonulu Muharrem Efendi de bunlardan biridir. Muharrem Efendi, Şâbân-ı Velî’den hilâfet almış, vaizliğin yanı sıra İstanbul’da şeyhlik ve müderrislik yapmıştır.13 

Muharrem Efendi’nin bizzat kendisine ait Terğîbü’l-müteallimîn adlı eserinin ilk satırlarında müellif “eş-Şeyh el-Vaiz Muharrem b. Pîrî Mehmed b. Mezîd el-Kastamonî” diye tanıtılmıştır.14 Kâtip Çelebi ise Muharrem Efendi’nin nesebini eserinin bir yerinde, “Muharrem b. Pîr Mehmed b. Mürid el-Kastamonî”15, bir yerinde “eş-Şeyh Muharrem b. Pîr Mehmed b. Mezîd el-Kastamonî”16, diğer bir yerinde ise biraz daha uzun şekliyle “eş-Şeyh el-İmam Ebû’l-Feyz Muharrem b. Pîr Mehmed b. Mezîd” olarak kaydetmiş ve vefat tarihini de 983 hicrî (1575-6 miladî) olarak vermiştir.17

Hemen dikkat çekeceği gibi Şeyh Muharrem’in dedesinin ismi çoğu zaman “Mezîd” olarak yazılmışken, bazen de “Mürîd” şeklinde imlâ edilmiştir. Açıkça anlaşılacağı üzere, iki yazım arasındaki fark, biri noktalı diğeri noktasız yazılan مزيد “Mezîd” ve مريد “Mürîd” kelimeleri arasındaki imlâ benzerliğinden neş’et etmektedir. Noktalama ve harekelemenin şimdiki gibi yaygın kullanılmadığı eski metinlerde sıkça karşılaşılan bu durum muhtemelen müstensihlerden kaynaklanmakta olup, şimdilik hangi yazımın doğru olduğunu ortaya koyabilecek yeterli verilere sahip değiliz. 

Muharrem Efendi hakkında el-Ikdu’l-Manzûm müellifi Ali b. Bâlî’den (ö. 992/1584) öğrendiğimize göre; eş-Şeyh Muharrem b. Mehmed, güzel edası ve akıcı anlatımıyla vaaz ve öğüt meclislerinin meşhur vaizlerinden biri olup, Kastamonu’da doğmuş, orada yaşamış, asrının âlimlerinden ve önde gelenlerinden ilim öğrenmiştir. Bu meyanda Molla İsrafilzade18, Molla Çivizade19 ve Molla Sa’dullah20 gibi isimlerden istifade etmiştir. Akabinde tasavvufa ve bâtını tasfiye (manevî temizlik) işine önem vermiş, bu maksatla çeşitli beldeleri dolaşmış, ilk olarak da Halvetiyye şeyhlerine bağlanmıştır ki Şeyh Sünbül Sinan bunlardan biridir. Daha sonra pek çok Bayrâmî meşayihine hizmet etmiş, onlar vasıtasıyla arzularına ulaşmış ve ne elde etmişse onların yanında nail olmuştur. Bayrâmî Şeyhi Samî Efendi ona icazet vermiştir. Onların nurlu yolundan elde ettiği hayır neticesinde vaaz ve Tefsir mesleğini yol edinmiş, bunun için çeşitli beldelerde ilim meclisleri kurmuş, nasihat vermiş, anlatmış, emr-i bil-ma’rûf ve nehy-i anil-münker görevini üstlenmiş, sonra da İstanbul’a dönmüştür.21 Burada şöhreti artıp adı dillerde dolaşmaya başlayınca günlük 30 dirhem/akçe maaş karşılığında İstanbul Sofu Mehmed Paşa Medresesi’nde22 tedris (öğretim) vazifesiyle görevlendirilmiştir. Kanuni Sultan Süleyman’ın yaptırdığı meşhur Süleymaniye Camii tamamlanınca (Zilhicce 964/Eylül-Ekim 1557), oradaki vaaz kürsüsü günlük 20 dirhem/akçe karşılığında ona tevdi edilmiştir. Muharrem Efendi bazen ders verir bazen de va’zederdi, böylece Beyzâvî Tefsiri’ni ve Keşşâf’ı defalarca bitirmiş, fazilet sahibi geçmiş âlimlerin yolunu ihya etmiştir. Nihayet 983 senesinin Cemaziyelâhir (1575-76 Ağustos/Eylül) ayında yaklaşık 80 yaşında vefat etmiştir.23 Şeyh Şâbân-ı Velî’nin Kastamonu’daki beşinci postnişini ve ölümünden sonra onun menâkıbını yazan Ömerü’l-Fuâdî’nin (ö. 1046/1636) beyanına göre Muharrem Efendi, halen Süleymaniye Camii Şerifi yakınında bulunan mimarbaşı (Mimar Sinan) türbesinin yanında medfundur.24

İstanbul’un büyük şeyhlerinden olan ve “Muharrem Halife” namıyla da anılan bu zat, Halvetiyye tarikatının ulularından Kastamonulu meşhur velî Benli Sultan/Benli Muhyiddin Efendi’nin (ö. 971/1563)25 de müridi olmuş26, onun ölümünden sonra ancak Şeyh Şâbân-ı Velî’ye intisap etmiştir.27 

Muharrem Efendi adına Kastamonu’da yaptırılmış bulunan bir mescit bulunduğu şer’iyye sicillerinden anlaşılmaktadır. Cebrail Mahallesi Sucuoğlu sokağında milâdî 1557’den sonra, 1582’den önce yaptırıldığı tahmin edilen “Muharrem Efendi Mescidi” ile ilgili olarak 1115/1703 tarihli şer’iyye sicilinde “Vakf-ı Mescid-i Muharrem Halife” şeklinde bir kayıt bulunmakta olup, aynı mescitten 1170/1756 tarihli şer’iyye sicillerinde ise “Saray Camii” olarak söz edilmektedir.28 1965 yılında vakıfların kaydına geçen caminin bu tarihten itibaren bir süre aynı dairenin idare binası olarak kullanıldığı, ayrıca caminin bulunduğu mevkide tekke, imaret, medrese vb. sosyal ve ilmî tesislerin bulunduğu, bu meyanda 1334/1915 yıllarında Göbelek Tekkesi adıyla Nakşibendî, daha sonra da bir müddet Sâdî dergâhı olarak vazife gördüğü de dile getirilmiştir.29

Muharrem Efendi tarafından bir de hamam inşa ettirildiği, “Saray Hamamı” adı verilen bu binanın Saray Camii’nin vakfı olduğu ve 1575 yılından önceki bir tarihte yaptırıldığı; binanın günümüzde, çatıdan kalan kısımların çökmesiyle birlikte içine rahat girilemeyen dört duvardan ibaret bir harabe halinde bulunduğu ifade edilmiştir.30 Ancak Ahmet Kankal, Kastamonu ile ilgili hiçbir eserde hamamdan bahsedilmediğini ve Saray Hamamı’nı Muharrem Halife’nin yaptırdığı hususunun yanlışlıkla söylendiğini belirterek bu iddianın doğru olmadığını savunmuştur.31 Bununla birlikte Kankal’ın da kaynak gösterdiği üzere 1703 tarihli sicil kaydında: “Muharrem Halife Mescidi ve hamamı evkâfının mütevellisi el-Hâc Mustafa vefat ettiğinden, yerine oğlu Davud Halife’nin 3 akçe vazife ile tayin olunduğunun”32 yazılmış bulunması, her hâlükârda Muharrem Efendi adına yaptırılan bir hamamın mevcut olduğunu ortaya koyar mahiyettedir. 

Şeyh Muharrem Efendi hayatının önemli bir kısmını İstanbul Sofu Mehmed Paşa Dârülhadisi’nde vazifeli olarak geçirmiştir. Dolayısıyla bu medreseyi daha yakından tanımak ve orada okutulan dersleri görmek, gerek bu dârülhadisin eğitim-öğretim hayatındaki konumunu gerekse Muharrem Efendi’nin ilmî seviyesini anlayabilmemize yardımcı olacaktır. 

İSTANBUL SOFU MEHMED PAŞA DÂRÜLHADİSİ 

Bânisi, Kanuni Sultan Süleyman devri vezirlerinden Sofu Mehmed Paşa’dır (950/ 1543’ten önce).33 Dârülhadisin bulunduğu mevki, İstanbul Vilayet binası bahçesinin Ankara Caddesi’ne açılan Paşa Kapısı yanında, Nallı Mescid’in34 karşısında bir yer olarak tarif edilmekte ve bugün mevcut olmadığı belirtilmektedir. Mimar Sinan’ın eseri olan bu dârülhadisi, Şekâyık mütercimi Mecdî Efendi’nin ifadesiyle “ekâbir-i vüzerâdan Sofu Mehmed 

Paşa merhumun, mahmiyye-i Kostantiniyye’de, Tefsir-i Şerif ve Hadîs-i Münif naklolunsun deyû bina ettiği”35 yani tefsir ve hadis okutulmak üzere yaptırdığı söylenir. Sofu Mehmed Paşa Medresesi’nin inşa tarihi kat’i olarak bilinmemekle beraber ilk müderrisi olan Aydınlı Bedreddin Mahmud Efendi36 950/1543-44’te vefat ettiğine göre bu tarihten önce yapılmış olduğu tahmin edilmektedir. Paye bakımından Dârülhadisin konumunun 964/155657 tarihinden önce “otuzlu” olduğu ve 1060/1650 yılında “ibtidâ-i hariç” payesine yükseltildiği kaydedilmiştir.

Bu anlatımda geçen “otuzlu” ve “ibtidâ-i hariç” payelerinin ne anlama geldiğini daha iyi kavramak için, kısaca Osmanlı medreselerinin teşkilat yapısından bahsetmek de faydalı olacaktır. Medreseleri ilk teşkilatlandırma faaliyeti Yıldırım Bayezid (1389-1402) zamanında gerçekleştirilmiş, teşkilat faaliyetleri Fatih döneminde yeniden ele alınmıştır. Buna göre Osmanlı medreseleri aşağıdan yukarıya doğru Hâşiye-i Tecrid, Miftah, Telvih, Hariç, Dâhil ve Sahn-ı Seman olarak teşkilatlandırılmıştır. Daha sonraları ise ana teşkilatta bazı değişiklikler yapılarak Hariç, Dâhil ve Altmışlı medreseler İbtidâ ve Hareket adları ile ikişer kısma ayrılmış, ayrıca Mûsıla-i Süleymaniye ile Süleymaniye arasına Hâmise-i Süleymaniye adı ile yeni bir paye eklenmiştir. Bu düzenleme ile medreseler, Hâşiye-i Tecrid, Miftah ve Telvih medreseleri derecelendirme dışı bırakılarak, aşağıdan yukarıya doğru şu şekilde teşkilatlandırılmıştır: 

  1. İbtidâ-i hariç     7. İbtidâ-i Altmışlı 
  2. Hareket-i hariç  8. Hareket-i Altmışlı 
  3. İbtidâ-i dâhil      9. Mûsıla-i Süleymaniye 
  4. Hareket-i dâhil 10. Hâmise-i Süleymaniye 
  5. Mûsıla-i Sahn    11. Süleymaniye 
  6. Sahn-ı Seman    12. Dârülhadis-i Süleymaniye. 

Bu şekildeki derecelendirme aynı zamanda müderrislerin atanma ve terfilerinde de esas alınmış; bütün bu esaslar Tanzimat dönemi de dâhil Osmanlı Devleti’nin son yıllarına kadar özellikle müderris atamaları sırasında geçerliliğini korumuştur. 

Osmanlı devrinde hassaten hadis öğretimi yapılan müesseseler dârülhadislerdi. Fakat bu müesseselerde tatbik edilen programlar ve okutulan eserler hakkında ayrıntılı diyebileceğimiz ölçüde bir malumat yoktur. Bununla birlikte medreselerde öğretimi yapılan eserlerin dârülhadislerde daha detaylı olarak okutulmuş olması muhtemel görünmektedir. Çünkü bu müesseseler Osmanlı medrese hiyerarşisinin en üstünde yer almakta ve medreselerden sonra ihtisas kurumları olarak kabul edilmekteydi. Dolayısıyla dârülhadislerde uygulanan eğitim-öğretim programlarının, medreselerdekilerin devamı niteliğinde ve daha üst düzeyde olduğu düşünülebilir.  

Genel olarak medreselerin programları hakkında ayrıntılı bilgi sahibi değilsek de, özelde Fatih medreselerinin kuruluşundan itibaren devamlı bir programın kabul edilmeye başlandığı görülür. Hatta burada kabul edilen programlar bazı değişikliklerle beraber uzun müddet de devam etmiştir.  

Hadis ilmi, medreselerde talebelerin belli bir seviyeye geldiklerinde okudukları bir ders idi. Talebenin medrese eğitiminde okuduğu kitapların ilk sırasını sarf, nahiv ve mantık almakta, bunları takiben âdâb-ı bahs, vaz’, belağat, kelâm, hikmet, fıkıh, ferâiz, akâid ve usul-i fıkıh gelmekte, en son olarak da hadis ve tefsir bulunmakta idi. 

Tespit edebildiğimiz kadarıyla medreseler ve dârülhadislerde usul-i hadis, hadis ve siyer alanlarında okutulan bazı eserler şunlardır: Ulûmu’l-hadîs (İbnu’s-Salâh), Nuhbetü’l-fiker (İbn Hacer), el-Kifâye fî ilmi’r-rivâye (Hatibi Bağdâdî), Elfiye (Irâkî), Risâle fî usûli’l-hadîs (Birgivî), Sahîhu’l-Buhârî, Sahîhu Müslim, Câmiu’l-usûl (İbnü’l-Esîr el-Cezerî), Mesâbîhu’s-sünne 

(Beğavî), Mişkâtü’l-Mesâbîh (Hatib-i Tebrîzî), Meşâriku’l-envâri’nNebeviyye min sıhâhi’l-ahbâri’l-Mustafaviyye (Sâğânî), Mebâriku’l-ezhâr fî şerhi Meşâriki’l-envâr (İbn Melek), Şifâ-i Şerif (Kâdı İyaz), Kitâbu’l-erbaîn (Nevevî), Meşâriku’l-envâr alâ sıhâhi’l-âsâr (Kâdı İyaz), İnsânu’l-uyûn fî sîreti’l-Emîni’l-Me’mûn (Halebî), Şemâil-i Şerif (Tirmizî), Delâilu’nnübüvve (Beyhakî).42

Dârülhadislerin gerek öğretim ve gerekse hocalarının maaşı bakımından diğer medreselerin üstünde olduğu hususunda bazı misaller vermek gerekirse; mesela Osmanlı devrinde Sultan II. Murad tarafından Edirne’de kurulan ilk dârülhadis (838/1475) bu devirde medereseler arasında en mühimiydi. Edirne ve Bursa’da dârülhadislerin açılmasından sonra İstanbul’da ilk dârülhadis Sultan Süleyman tarafından 964/1556 yılında açılmıştır. Sultan tarafından kurulan ve kendi ismiyle anılan medreselerden dördü matematik, biri hadis, diğeri de tıp için tahsis edilmişti. Dört medrese ve tıp medresesi hocaları günde 60 akçe alırlarken, dârülhadis hocaları günde 100 akçe alıyorlardı. Dârülhadis hocaları protokol bakımından da diğerlerinden önde geliyordu. Sözgelimi, Sahn-ı Seman hocaları Şeyhülislâm’ı ziyaret etmek istedikleri zaman kendileri için tahsis edilen bir odada beklerken, Mûsıla-i Sahn hocaları bir koridorda oturuyorlar, bu esnada dârülhadis hocalarından biri hepsi namına konuşuyordu.43

Bu bilgiler ışığında Kastamonulu Şeyh Muharrem Efendi’nin görev yaptığı Sofu Mehmed Paşa Dârülhadisi’nin sıradan bir medrese olmayıp bir ihtisas medresesi olduğunu, özellikle 1060/1650 yılında “ibtidâ-i hâriç” payesine yükseltildikten sonra üst düzey medreselerin başlangıcı seviyesine eriştiğini, dolayısıyla orada görev yapan müderrislerin de üst düzeye yakın bir mertebede yer aldıklarını rahatlıkla söyleyebilme imkânına sahibiz. Ayrıca yukarıda adlarını kaydettiğimiz hadisle ilgili eserler de, medrese ve dârülhadislerde görev yapan hadis hocalarının ilmî seviyelerini tahmin etmemize imkân verebilecek bir mahiyet arzeder. Çünkü bunca eseri okutabilmek için gerçekten de üst düzey bir hadis birikimine ihtiyaç duyulacağı muhakkaktır. Tahminlerimize göre Şeyh Muharrem Efendi de bu bilgi birikimine sahip sayılı hocalardan biri durumundadır. 

MUHARREM EFENDİ’NİN ESERLERİ 

Eşsiz bir hitabet gücüne sahip olduğu anlaşılan Şeyh Muharrem Efendi, aynı zamanda ilmin inceliklerine vâkıf bir âlim olarak da tanıtılmaktadır.44 Onun bazı eserleri olduğuna dair çeşitli değerlendirmelere de rastlamaktayız. Mesela Ali b. Bâlî (ö. 992/1584), Muharrem Efendi’nin bir takım eserleri olduğunu sarih olarak söylemektedir.45 Değerli araştırmacı İhsan Ozanoğlu da Şeyh Muharrem Efendi’nin eserleriyle ilgili olarak: “Bu kıymetli âlimin Terğîbu’l-müteallimîn nam eserinden başka maalesef diğer telifâtı henüz elimize geçmemiştir.” demek suretiyle Muharrem Efendi’nin bazı eserleri olduğuna dair net ifadeler kullanmıştır.46

Tespitlerimize göre Kastamonulu Şeyh Muharrem Efendi’nin aşağıdaki eserlerin sahibi olduğu belirtilmiştir: 

1. el-Kavlu’l-bedî’ fî’s-salâti ale’l-Habîbi’ş-Şefî’( القول لادبي عفي ال الة على :(ل احبيب اشلفيع

Kâtip Çelebi, Şeyh Muharrem Efendi’ye ait kimi eserlerden söz ederken, vefat tarihini 983 hicrî (1575-6 miladî) olarak verdiği eş-Şeyh el-İmam Ebû’l-Feyz Muharrem b. Pîr Mehmed b. Mezîd’in el-Kavlu’l-bedî’ fî’s-salâti ale’l-Habîbi’ş-Şefî’ isimli47 bir eseri olduğunu belirterek, bu eserinde müellifin 40 hadisi bir araya getirdiğini, eserin başında şeyhlerinden birisi olarak Vaiz Molla Arab’dan48 söz ettiğini kaydetmiştir. Kâtip Çelebi’nin belirttiğine göre söz konusu eser: 

 الحمد لله الذي أعلْىَ قدر حبيبه إلى أوَْج الكمالات الخ

“Habibi (Muhammed)in derecesini kemâlâtın zirvesine çıkaran Allah’a hamd olsun…” cümleleriyle başlamaktadır.49 Eserin günümüze ulaşıp ulaşmadığı hakkında bir bilgiye sahip değiliz. 

2.1. Risâle (رسالة)

Kâtip Çelebi’nin söz konusu ettiği diğer bir eser Risâle’dir. Onun kaydettiğine göre eş-Şeyh Muharrem b. Pîr Mehmed b. Mezîd elKastamonî’ye ait olan bu eser on konuyu içermekte olup, müellifi o konuları insanları ilme teşvik etmek ve amele/eyleme yönlendirmek gayesiyle Tefsirlerden ve meşhur kitaplardan bir araya getirmiştir. Eser şu cümlelerle başlamaktadır: الحمد لله الذي علمّ القرآن الخ “Kur’ân’ı öğreten Allah’a hamd olsun…” Kâtip Çelebi bu risâleyle ilgili bilginin, ismi “tâ” harfi ile başlayan eserleri ele aldığı kısımda, Terğîbu’l-müteallimîn adlı eserden söz ederken geçtiğini dile getirmiş ve ayrıntıları oraya havale etmiştir.50

Kâtip Çelebi’nin buradaki ifadelerinden, Risâle ile Terğîbu’lmüteallimîn’in farklı değil aynı eser olduğu anlaşılıyor. 

2.2. Terğîbu’l-müteallimîn (ترغيابل متعلمين)

Az önce bahsi geçen kısımda Kâtip Çelebi, Kastamonulu vaiz Şeyh Muharrem b. Pîr Mehmed’in Terğîbu’l-müteallimîn (Öğrencileri Teşvik) adlı eserin sahibi olduğunu net bir ifadeyle haber vermektedir. Kâtip Çelebi’nin açıklamalarına göre müellif, muhtasar olan ve “Kur’ân’ı öğreten Allah’a hamd olsun…” şeklindeki cümle ile başlayan eserini insanları ilim ve amele teşvik için Tefsirlerden ve meşhur kitaplardan cem ederek on konu halinde tertip etmiştir. Bunlar sırasıyla şöyledir: İtikâdiyyât, İlmin Fazileti, Öğrencinin Fazileti, İlim ve Hoca Seçimi, Derse Başlangıç, Tevekkül, Ciddiyet, Vera’, Hafızayı ve Unutkanlığı Doğuran Şeyler, Rızkı ve Ömrü Artıran Şeyler.51  

Terğîbu’l-müteallimîn’in Kastamonulu Muharrem Efendi’nin bir eseri olduğuna dair daha pek çok kayıt vardır.52 Yukarıda da İhsan Ozanoğlu’nun Muharrem Efendi’nin eserleriyle ilgili olarak: “Bu kıymetli âlimin Terğîbu’l-müteallimîn nam eserinden başka maalesef diğer telifatı henüz elimize geçmemiştir.” dediğini53 zikretmiştik.

Bununla birlikte, Kâtip Çelebi ve Ozanoğlu’nun bahsettikleri Terğîbu’lmüteallimîn adlı eserin, incelemekte olduğumuz Kastamonulu Şeyh Muharrem Efendi’ye aidiyeti konusunda tereddüde düşürecek kimi bilgilere de rastlamaktayız. Yani adı geçen eserin sahibi olarak kaydedilen Muharrem Efendi’nin, Süleymaniye Camii meşhur vaizi ve Sofu Mehmed Paşa Dârülhadisi müderrisi Şeyh Muharrem Efendi ile aynı kişi olmadığını düşündüren bazı değerlendirmeler yapıldığı da olmuştur. Nitekim Bağdatlı İsmail Paşa, Kehhâle ve benzeri bazı isimlerin kaydettiği hususlar, konuyla ilgili kafa karışıklığını ortaya koyacak mahiyettedir. 

İsmail Paşa, “es-Sivâsî” (Sivaslı) nisbesiyle tanıttığı bir kişiyle ilgili olarak verdiği bilgide onu “Muharrem b. Ebî’l-Berekât Muhammed/Mehmed b. el-Ârif b. el-Hasen ez-Zîlî es-Sivâsî sonra el-Kastamonî Ebû’l-Leys elVâiz el-Hanefî el-Halvetî” diye kaydetmiş, onun hicrî 1000 (miladî 1592) senesinde öldüğünü söylemiş ve tasnif ettiği eserler arasında şunları zikretmiştir: İ’râbu’l-Fevâidi’z-Ziyâiyye (el-Câmî’nin (ö. 898/1492) nahivle ilgili eseri üzerine), Tercemetu Nefehâtu’l-üns (el-Câmî’nin Nefahât’ının Arapçaya tercümesi), Terğîbu’l-müteallimîn, er-Radâ’ muharrimu’l-cimâ bi luzûmi’l-inkıtâ’, el-Kavlu’l-bedî’ fî’s-salâti ale’l-Habîbi’ş-Şefî’ (40 hadis), Künûzu’l-evliyâ ve rumûzu’l-asfiyâ, Hediyyetu’-su’lûk şerhu Tuhfeti’l-mulûk (furû ile ilgili).54 

Aynı şekilde Ömer Rıza Kehhâle de muhtemelen Bağdadlı İsmail Paşa’dan alarak Muharrem Efendi’yi, Muharrem ez-Zîlî başlığı altında ele almış ve tam adını şöyle kaydetmiştir: Muharrem b. Muhammed/Mehmed ez-Zîlî es-Sivâsî sonra el-Kastamonî el-Hanefî el-Halvetî Ebû’l-Leys. Kehhâle’nin beyanına göre bu zat 1000/1592 yılında vefat etmiş fakih, nahivci ve çeşitli ilimlere ilgi duyan bir kişidir ve şu eserlerin sahibidir: İ’râbu’l-fevâidi’z-ziyâiyye (nahve dair), Hediyyetu’s-su’lûk şerhu Tuhfeti’lmülûk (Hanefî furû-i fıkhına dair), Künûzu’l-evliyâ ve rumûzu’l-asfiyâ, bir de Ebû Hanife ve iki talebesi Ebû Yusuf ve Muhammed b. Hasen’in menâkıbına dair bir kitap.55

Açıkça gördüğümüz üzere, Kâtip Çelebi’nin Kastamonulu Şeyh Muharrem Efendi’ye nispet ettiği Terğîbu’l-müteallimîn ve el-Kavlu’l-bedî’ fî’s-salâti ale’l-Habîbi’ş-Şefî’ adlı eserleri Bağdatlı İsmail Paşa, Zileli/Sivaslı Ebû’l-Leys Muharrem b. Muhammed’in telifâtı arasında saymıştır. Bağdatlı’nın aksine Kehhâle’nin bu eserleri Ebû’l-Leys Muharrem ez-Zîlî’nin telifâtı arasında zikretmemesi de oldukça dikkat çekicidir.  

Bu açıklamalara göre Terğîbu’l-müteallimîn adlı eserin müellifinin Ebû’lLeys Muharrem ez-Zîlî olması kanaatimizce zayıf ihtimaldir. Kütüphanelerdeki verilerin ve eserin ilk sayfasındaki müellif ismi kayıtlarının ortaya koyduğu yaygın kanaat onun Muharrem b. Pîrî Mehmed b. Mezîd el-Kastamonî’nin eseri olduğu yönündedir. Ebû’l-Leys Muharrem ez-Zîlî ise aslen Sivaslı/Zileli olup 1000/1592 yılında56 hayata veda etmiş ve muhtemelen sonradan Şeyh Muharrem Efendi ile karıştırılarak yanlışlıkla “el-Kastamonî” nisbesiyle anılmıştır.57 Çünkü Bursalı Mehmed Tahir’in de kaydettiği gibi Ebû’l-Leys Muharrem, Zileli’dir ve Zile’de âhirete irtihal eylemiştir.58 Onun “sonradan Kastamonulu” nisbesini almasını gerektirecek bir sebep gözükmemektedir. Şeyh Muharrem Efendi ise aslen Kastamonulu olup 983/1576-6 senesinde ölmüştür ve dolayısıyla birbirlerine yakın dönemlerde yaşamış olmaları hasebiyle (ikisinin vefat tarihleri arasında 16-17 yıl kadar bir süre vardır) ikisinin karıştırılması anlaşılır bir şeydir. Her ikisinin de Halvetî oldukları beyan edilen Ebû’l-Leys Muharrem ez-Zîlî daha çok nahivci ve fakih kişiliğiyle; Kastamonulu Şeyh Muharrem Efendi ise etkili hitabet gücü ve vaizliğiyle ön plâna çıkmış görünmektedir.

Bu değerlendirmeler ışığında Kâtip Çelebi ve İhsan Ozanoğlu’nun beyanları istikametinde bizce de Terğîbu’l-müteallimîn adlı eserin müellifi Zileli Ebû’l-Leys Muharrem değil Kastamonulu Ebû’l-Feyz Şeyh Muharrem Efendi’dir. 

2.3. Terğîbü’l-ilm ve’l-amel (ترغيب العلم والعمل): 

Balıkesir İl Halk Kütüphanesi’nde bulunan bu eserin müellifi olarak da Muharrem b. Pirî Mehmed el-Kastamonî gösterilmektedir. Giriş cümlelerinden açıkça anlaşılacağı gibi muhtemelen bu da Risâle ve Terğîbü’l-müteallimîn’in aynı olup farklı bir eser değildir. Nitekim eserin başlangıç cümleleri şöyle verilmektedir: 

“Hidayete erdiren Rahman ve Rahîm olan Allah’ın ismiyle… Dayanağım O’dur. Kur’ân’ı öğreten Allah’a hamd olsun. Allah’ın kulu ve O’na muhtaç olan eş-Şeyh Vaiz Muharrem b. Pîrî Mehmed b. Mezîd el-Kastamonî diyor ki…” Bu giriş cümleleri eserin önceki ile aynı olduğunu göstermektedir. 

2.4. Faziletü’l-ilm (فضيلة العلم):

Milli Kütüphane’de yer alan olan bu eserin müellif ismi de Muharrem b. Mehmed b. Mezid el-Kastamonî şeklinde kaydedilmiştir. Kanaatimizce bu da farklı bir eser olmayıp, bizzat Terğîbü’l-müteallimîn’in aynısıdır. Nitekim belirtilen yerdeki nüshanın bir sayfasında müellifin “…ve onu Terğîbü’lmüteallimîn diye isimlendirdim.” şeklindeki ifadesi de bunun bir ispatıdır. Eserin konusu olan ilmin fazileti, kataloglama esnasında yanlışlıkla bu eserin ismi olarak kaydedilmiş olmalıdır. 

2.5. Ta’lîmü’l-müteallim (تلعيم لامتعلم)

Bu eserin müellifi de Muharrem b. Pîr Mehmed b. Mezîd el-Kastamonî er-Rûmî el-Osmânî olarak kaydedilmiş ve yaşadığı dönem hicrî 12-13. asır olarak tahmin edilmiştir. Kastamonulu Muharrem Efendi’nin vefat tarihinin 983/1575-76 olduğunu daha önce zikretmiştik; dolayısıyla müellifin yaşadığı dönemle ilgili bu tahminin doğru olmadığı kanaatindeyiz.  

Ta’lîmü’l-müteallim’in eğitimle ilgili ve baş tarafının eksik olduğu belirtilmiştir. Bu eserin de Terğîbu’l-müteallimîn ile aynı olduğunu düşünüyoruz.  

2.6. Ta’lîmü’l-müteallim li terğîbi tâlibi’l-ilm ( تلعيامل متعلمل ترغيب طالبالعلم) 

Müellifi eş-Şeyh el-Vaiz Muharrem b. Pîrî Mehmed b. Zeyn elKastamonî olarak kaydedilen bu eser de Terğîbu’l-müteallimîn ile bire bir aynıdır. Elimizdeki nüshaların karşılaştırılması sonucu bunu net bir şekilde görmek mümkün olmuştur. 

3. Mültekadât (لمتقدات):

Konya Karatay Yusufağa Kütüphanesi’nde bulunan bu eserin ismi Mültekatad” ve müellifi “Muharrem b. Pirî b. Muhammed b. Mecid elKastamonî” şeklinde kaydedilmiştir. Doğrusu başlığımızdaki gibi Mültekadât ve Muharrem b. Pirî Mehmed b. Mezid/Mürid el-Kastamonî olsa gerektir. Eserin günümüze erişip erişmediği ve içeriği hakkında bir bilgiye sahip değiliz.

ŞEYH MUHARREM EFENDİ’NİN BAZI MENAKIBI 

el-Ikdu’l-Manzûm müellifinin beyanına göre Şeyh Muharrem Efendi yakışıklı, güzel ahlâklı, anlatım kabiliyeti yüksek ve Tefsir ilminde derinlik sahibi bir kişiydi. Hafızasından Kur’ân’ı okur ve sağlam bir şekilde müfessirlerin sözlerini aktarır, bu esnada sâlihlerin ve meşâyihin menkıbelerini, fazilet sahibi kişilerin, isyankâr nefisleri etkisi altında bırakan güzel öğütlerini anlatır ve kaskatı kalpleri yumuşatırdı. Meclislerine avam ve havastan pek çok kişi iştirak eder, onu dinlemek için izdihama sebebiyet verir ve ondan istifade ederdi.66 

Muharrem Efendi, Şeyh Şâbân-ı Velî’nin cenaze namazını kıldırmıştır. Onun o gün toplanan muhteşem kalabalığa irad ettiği vaaz uzun yıllar dillerden düşmemiştir.67 

Şâbân-ı Velî’nin halifesinin halifesi olan ve onun menâkıbını yazan Ömerü’l-Fuâdî’nin (ö. 1046/1636) naklettiğine göre, Muharrem Efendi, Hz. Aziz (Şeyh Şâbân-ı Velî)’nin, cehennemden kurtuluş ve rahmete vesile olan cenaze namazlarında imamlık yapmışlar; bunca mukaddes ruhlar, cinler, insanlar ve hesaba gelmez melekler de ona uyup namazını kılmışlardır. Ömerü’l-Fuâdî o günkü atmosferi şu şekilde satırlara dökmüştür: “Bu sırada orada bulunanların da bildiği gibi halka öyle bir manevî vecd ve hal geldi ki, hiçbir şekilde onun anlatılması mümkün değildir. Allahu ekber kebîrâ! Hatta hakir o zamanlar buluğ çağına yaklaşmış bir çocuktum, hâlâ o manevî hali düşündükçe, içime o an sanki oradaymışım gibi vecd ve hal gelir.”68 

Şâbân-ı Velî’nin vefatının ardından her tarafa haber verilmiş ve gelebilecek olan dervişler ve sevenleri gelsinler diye cenaze namazı Cuma namazından sonraya bırakılmış, uzaktakiler gelinceye değin iki namaz arasında bekletilmişti. Muharrem Efendi de camide halka vaaz u nasihatte bulunmuş; bu münasebetle tarikatın faziletinden ve velîlerin menkıbelerinden bahsetmiştir. Muharrem Efendi, söz konusu vaazında Şeyh Şâbân-ı Velî hakkında şu açıklamalarda bulunmuştu: “Müslümanlar! Şâbân Efendi Hazretleri, Peygamber Efendimizden bugüne kadar gelen, velâyet ve kerametleri bilinip Tezkiretü’l-Evliyâ isimli kitapta ve başkalarında kendilerinden bahsedilen, manevî hal ve kerametleri anlatılan mana sultanlarından biriydi. Ata binip ‘Falan yerde ilahî vuslata ermiş bir velî ve kâmil bir mürşid varmış’ diyerek aranıp bulunacak ve Hak yolunda irşâd etmesiyle nasiplenilecek ve murada kavuşulacak bir mana sultanı idi. Ne yapalım ki kıymetini bilemedik! Yazık ki bunun gibi bir kâmil mürşidi elden çıkardık!” Muharrem Efendi böyle söyleyerek bütün tâlibler adına üzüntüsünü dile getirmiş ve kendileri de Hz. Aziz’e yetiştiği ve muradına erdiği için Allah’a hamd ü sena etmiştir.69 

Şeyh Muharrem Efendi, halka hitabında Şâbân-ı Velî’nin cenaze namazını kılmanın sevabını anlatmış ve bu konuda da şu menkıbeyi aktarmıştı: “Hacı Bayram-ı Velî (k.s.) Hazretleri vefat ettiği gün, çiftçinin biri Ankara’ya saban demiri yaptırmaya geldi. Çarşıya varınca gördü ki dükkânlarda kimse yok. Meğer herkes Hacı Bayram-ı Velî’nin cenaze namazını kılmaya gitmiş. Çiftçi de saban demirini kuşağına koydu ve Hacı Bayram’ın cenaze namazına katıldı. Cenaze namazından sonra saban demirini yaptırmak için demirciye gitti. Demirci demiri ocağa koydu ve bir müddet ısınmasını bekledi. Çok vakit geçmesine rağmen demirin ısınmadığını gördüler. Bunun üzerine şaşırdılar ve kadı ve müftüye durumu bildirdiler. Ancak bu halin hikmetini açıklama konusunda kadı ve müftü de âciz kaldı. En sonunda Hacı Bayram Sultan’ın halifelerinden ledünnî ilim sahibi ve “…tarafımızdan ona bir ilim öğrettik.” (Kehf, 18/65) âyetine mazhar olan Hızır Peygamber’in (a.s.) sıfatında olan bir kıymetli şahsa durumu bildirdiler. O aziz de çiftçiye: ‘Saban demirini nereye götürdün?’ diye sordu. Çiftçi de demir yanındayken Hacı Bayram-ı Velî’nin cenaze namazına katıldığını söyledi. Bunun üzerine o hal ehli kıymetli şahıs da bu karışık işi çözdü ve ‘Bu durum tertemiz bir inançla Hacı Bayram-ı Velî’nin cenaze namazını kılan kimsenin, onun hürmetine cehennem ateşinde yanmayacağına işarettir.’ dedi.” Muharrem Efendi bu menkıbeyi anlattıktan sonra, “Ey Müslümanlar, işin aslı da böyledir.” diyerek halkı Hz. Aziz’in cenaze namazını kılmaya teşvik etti. Kastamonu halkının hepsinin daha buluğa ermemiş çocuklarını bile cenaze namazına getirmiş olmasına rağmen Muharrem Efendi’nin bu sözleri onları daha da teşvik etti. Hacı Bayram’ın ve Bâyezîd-i Bistâmî’nin cenaze namazı gibi izdiham oldu.

Muharrem Efendi ayrıca vaazında Şâbân Efendi Hazretleri’nin nâşını taşımanın ve cenaze namazını kılmanın faziletinden ve sevabından da bahsetmiş, bu konuyla alâkalı olarak velîlerin menkıbelerinden uygun olanları nakletmiştir. Muharrem Efendi onlardan birisini şu şekilde anlatmıştır: “Müslümanlar! Böyle bir sultanın cenazesini taşımanın çok sevap ve fazileti vardır. Bâyezîd-i Bistâmî (k.s.) Hazretleri vefat ettiği gece, Ebû Musa Hazretleri vâkıalarında (rüyalarında) Arş’ı taşıdığını gördü. Ebû Musa uyandığında bu rüyanın tabiri konusunda şaşkınlığa düştü. Allah’ın ilhamı ile aklına bu rüyanın tabirini Bâyezîd-i Bistâmî’ye sormak geldi. Ebû Musa bu rüyayı tabir ettirmek için Bistam’a geldiğinde Bâyezîd’in vefat etmiş olduğunu gördü. Cenazeye katılan Ebû Musa, halkın cenazeyi taşımaya rağbeti ve izdihamdan dolayı Bâyezîd’in tabutunu tutamadı. Sonunda tabutun altına girip, başı ile tabutu taşıdı. Ebû Musa dedi ki: ‘Bâyezîd’in cenazesini başımın üstünde taşıyordum. Bâyezîd-i Bistâmî Hazretleri bana tabutun içinden seslendi ve ‘Ey Ebû Musa! Rüyanda gördüğün Arş benim, ki şu an beni başının üstünde taşıyorsun.’ dedi. Ebû Musa’nın anlattıkları ile bilindi ki, Şâbân Efendi gibi büyüklerin cenazesini taşımak, Allah’ın Arş’ını taşımak gibi faziletlidir.” 

Muharrem Efendi Hz. Pir’in vefatından sonra şöyle bir anekdot/fıkra anlatmıştır: “İstanbul’a gitmek için kendisinden izin istediğimde bana ‘Muharrem kardeş, birkaç gün daha buralarda eğlen, namazımı kıl sonra git’ dedi. Hakîr de, ‘Hasta değiller ki vefat etsinler, ancak yaşlılıktan gelen zayıflık yüzünden savmaadan (hücresinden/inzivadan) çıkamamaktadır.’ dedim ve kastettikleri şeye de ihtimal verdim. Yirmi gün geçmeden bu hal ortaya çıktı. O keramet kaynağı sultanın kastettiği şeyin ne olduğu şimdi kesinleşti. Onlar size emanet, bize Kastamonu’da durmak artık haram oldu.” Muharrem Efendi bundan sonra halkla vedalaşmış, halk ise bu hâdise üzerine koyun kuzu gibi ağlaşmıştır.

Şâbân-ı Velî dergâhı son postnişini Atâ Armay şöyle rivâyet etmiştir:  

“Aziz efendilerimizden menkul olduğu üzere Şeyh Muharrem Efendi, Benli Sultan Hazretlerinin müridi ve Cenab-ı Pir Şâbân-ı Velî’nin medrese arkadaşı idi. Benli Muh(y)iddin Hazretleri her ikisinden de yaşlı idi. Bu zatın çok yaşayanlardan biri olduğu mervidir. Muharrem Efendi öyle bir hatib-i edib idi ki, eşini göstermek muhaldir. Nutka başladığı zaman sâmiîn akıl ve şuur kesilir, feyz almayan kimse kalmazdı. Zaman olur cemaatini ağlatır, mest ü beyhuş eder, sırası gelir güldürür ve çok defa herkesi olduğu yerde uyuştururdu.” 

“Hz. Pir Efendimiz kendisini Kastamonu’ya davet etmişti. O zaman Süleymaniye’de bir gün Tefsir okutur, bir gün Hadis, bir gün de mev’iza verirdi. Şeyh mezunen baba yurdu Kastamonu’ya hem Cenab-ı Pir’in davetine icabet, hem de sıla yapmış olmak için geldi. İki dost bir hafta hembezm-i sohbet oldular. Kendilerinden müstefiz olmak için hanekâhın her tarafı âşıklarla dolu idi. Muharrem Efendi’nin kürsiye çıkacağı şayi olunca etraftan binlerce cemaat tehacüm gösterdi. Ders günü cami, bahçe ve sokaklar dolu idi. Şeyhin feyiz ve neşve dolu va’zını dinleyenler dergâhın civarından ayrılmadılar; pervane gibi dolaştılar. Onu bir kere daha dinlemek bahtiyarlığına mazhar olabilmek için dergâhtan çıkmadılar.”74 

“Bir Cumartesi gecesi idi, yatsı namazını edadan sonra Hazreti Pir (Şeyh Şâbân-ı Velî) ve ders şeriki Muharrem Efendi istirahat mahalline çekildiler. 

Muharrem Efendi, Pir’den avdet için müsaade rica ediyordu. Şâbân-ı Velî Hazretleri: ‘Son vazifenizi de ifa ettikten sonra avdetiniz daha isabetli olur.’ diyordu. Muharrem Efendi bu manidar söz üzerine derin bir tefekkür ve murakabeye vardı ve yüreğine düşen ateşin alevi gözlerinden beyaz yüzüne ve gümüş sakalına doğru damla damla uzanıyordu ve artık dudaklar kımıldamadı, lisan hareket etmedi; gönüller dile geldi, perde, hicap, asvat ve elfaz kalktı. Ruhlar ayrılığın potasında kaynıyor, gönüller kucaklaşıyor ve ebedi hicretin gölgesi altında maddi varlıklar birer birer siliniyordu. 

Filhakika şafak sökerken Hazreti Şâbân-ı Velî, yavaş yavaş velayet semasından üfûl ediyordu. Muharrem Efendi zaten ta be sabah uyumamıştı. Bir gûna rahatsızlığı görülmemesine rağmen bu irtihalden duyulan hayret ve istiğrabı Muharrem Efendi izale etti: 

“Maşuk, âşıkını isteyince vasıta ve illete lüzum yoktur. Gel deyince icabet için mariz olmak gerekmez. Hayretiniz beyhûdedir. Ölüm bir sırdır. İdrâk olmayınca derk olmaz. Ölüm bir lezzettir, tatmayınca mahiyetine şuurun lâhık olması müşküldür. Hüküm kaza edilmiş, irade yerine gelmiştir. Sabırlı olunuz, feryad ü figân etmeyiniz.” 

“Gasil için icab eden hazırlıklar ikmal edilmişti. Pir’in na’ş-i pâkini Muharrem Efendi dökülen sulara gözyaşlarını katarak yıkadı. Kefenleyip tabutu musallâ taşına koyduktan sonra etrafa ilan edilip mev’iza dinlemeye ve Pir’in namazını kılmaya halk davet olundu ve Muharrem Efendi öğleden evvel hanekâhın bahçesine hazırlanan kürsüye çıkarak öyle bir vaaz verdi ki, on binlerce dinleyiciyi yaktı, yandırdı, yere serdi. Bilhassa Hz. Pir’in tabutunu göstererek:  

“Öksüz kaldınız ihvan! Öksüz kaldınız. Bu öyle bir hasret ki ayağınıza demir çarık giyip diyar diyar gezseniz bir daha bulamazsınız. Küçük bir tabuta sığdırdığınız bu manevî cihan, tecelligâh-ı Rabbânî, Hazreti Pir-i Şâbâni…” diye hitabete başlayınca âşıklar arasında niceleri sayha edip beyhuş oldu, niceleri hay diye nara urup can verdi… Müezzinin Allahü Ekber nidası, hatibin lisanından akan cavidanî lav seylabesini durdurdu. Cuma namazını müteakip Pir’in namazı eda olunarak Hazret, merkad-i mübarekine tevdi olundu. İşte gerçek hatip Şeyh Muharrem Efendi böyle harika bir varlıktı.
Cennetmekân…” 

KAYNAKLAR 

Aksoy, Hasan, “Şemseddin Sivâsî, Hayatı, Şahsiyyeti, Tarikatı, Eserleri”, Cumhuriyet Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, cilt: IX/2, s. 3, ss.1-43, Sivas, Aralık 2005. 

Ali b. Bâlî, el-Ikdu’l-Manzûm   zikri     efâdili’r-rûm, s. 478 

(Taşköprüzade’nin eş-Şekâiku’n-nu’mâniyye fî ulemâi’d-Devleti’lOsmaniyye adlı eseriyle birlikte), nşr. Dâru’l-Kitâbi’l-Arabî, Beyrut 1395/1975. 

Atâî, Nev’îzâde, Hadâiku’l-hakâik fî tekmileti’ş-Şekâik, s. 426, nşr. 

Abdülkâdir Özcan, Çağrı Yayınları, İstanbul 1409/1989. 

Aydemir, Halis, es-Sehâvî’nin (902/1496) el-Kavlü’l-Bedî’ fi’s-Salâti ale’lHabîbi’ş-Şefî’ Adlı Eserinin Edisyon Kritiği, Uludağ Üni. SBE., Bursa 2004. 

Ayverdi, Osmanlı Mimarisinde Fatih Devri, III, İstanbul 1973. 

Baltacı, Câhid, XV-XVI. Asırlarda Osmanlı Medreseleri-Teşkilat-Tarih, İrfan Matbaası, İstanbul 1976.

Bayram, Hülya Mercimekçi, Taşköprizade’nin eş-Şakaiku’n-Nu’maniye fi Ulemai’d-Devleti’l-Osmaniyye Adlı Eserinde Adı Geçen Muhaddislerin İncelenmesi, Yüksek Lisans Tezi, Selçuk Üni. SBE., Konya 2006. 

Baz, İbrahim,  Abdülehad Nûrî-i Sivâsî’nin Hayatı, Eserleri ve Tasavvufî Görüşleri, Doktora Tezi, Ankara Üni. SBE, Ankara 2004.  

Bursalı Mehmed Tahir, Osmanlı Müellifleri, I-IV, İstanbul 1333 h. 

Cebecioğlu, Ethem, Tasavvuf Terimleri ve Deyimleri Sözlüğü, İstanbul 2010.  

Cihan, Sadık, “Osmanlı Devrinde Türk Hadiscileri Tarafından Yazılan Usulü Hadis Eserleri, Risâleleri ve Nuhbetü’l-fiker Üzerine Yapılan Şerh ve 

Tercümeler”, Atatürk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, sayı: 1, ss. 

127-136, Erzurum 1975. 

Cürcânî, Ali b. Muhammed, Ta’rîfât, Beyrut 1405.  

Çifci, Fazıl, Kastamonu Camileri Türbeleri ve Diğer Tarihi Eserler, Türkiye Diyanet Vakfı Yay., Ankara 2000. 

Fuâdî, Ömer, Hz. Pir Şâbân-ı Velî- Menkıbeleri, sadeleştiren: Muhammed Bedirhan, Nefes Yayınları, İstanbul 2011.  

—————-, Menâkıbnâme-i Şa’bân-ı Velî, 94b, Mektebetu Câmiati’lMelik Suûd, Yazmalar Bölümü, no: 4679- 2/998 f. 

Furat, Ahmet Suphi, “Üsküp Medresesi’nde Hocalık Yapmış Osmanlı Âlimleri”, Güneydoğu Avrupa Araştırmaları Dergisi, sayı: 12, ss. 89-94, İstanbul 2010.  

Göktaş, Vahit, “Halvetiyye’nin Şâbâniyye Ekolü ve Kolları”, Süleyman Demirel Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, yıl: 2011/1, sayı: 26, ss. 133-162, Isparta 2011.  

Gül, Ahmet, Osmanlı Medreselerinde Eğitim-Öğretim ve Bunlar Arasında Dâru’l-Hadislerin Yeri, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara 1997. 

Hızlı, Mefail, “Osmanlı Medreselerinde Okutulan Dersler ve Eserler”, Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, cilt: 17, sayı: 1, Bursa 2008. 

—————-, “Eğitim-Öğretim Kurumları”, İslâm Kurumları ve Medeniyeti, Anadolu Üniversitesi Yayınları, Eskişehir 2010. 

İbnu’l-Gazzî, Divânu’l-İslâm, (Şamile-2 programı içinde). 

İsmail Paşa, Bağdatlı, Hediyyetu’l-ârifîn esmâu’l-müellifîn ve âsâru’lmusannifîn, İstanbul 1951. 

—————-, İzâhu’l-meknûn fî’z-zeyl alâ Keşfi’z-zunûn, I-II, Beyrut ts. 

Kankal, Ahmet, Türkmen’in Kaidesi Kastamonu (XV-XVIII. Yüzyıllar Arası Şehir Hayatı), Zafer Matbaası, Ankara 2004. 

Karabulut, Ali Rıza-Karabulut, Ahmet Turan, Mu’cemu’t-târihi’tturâsi’l-İslâmî fî mektebâti’l-âlem, I-V, Mektebe Yayınları, Kayseri ts. 

Karagöz, Nail-Karagöz, Adil, Gönüller Sultanı Benli Sultan- Hayatı, Külliyesi ve Menkıbeleri, Ekrem Matbaası, Adana 2011. 

Karatay, Fehmi Edhem, Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphanesi Arapça Yazmalar Kataloğu, I-IV, Topkapı Sarayı Müzesi Yayınları, İstanbul 1966. 

Kâtip Çelebi, Mustafa b. Abdillah, Keşfu’z-zunûn, Beyrut 1413/1992.  

Kehhâle, Ömer Rıza, Mu’cemu’l-müellifîn, I-IV, Beyrut 1414/1993. 

Kemikli, Bilal, “Türk Tasavvuf Edebiyatında Risale-i Devran ve Sema’ Türü ve Gaybi’nin Konuya İlişkin Görüşleri”, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, cilt: 37, ss. 443-460, Ankara 1997. 

Küçük, Hasan, Tarikatler, Tasavvuf ve Felsefe Münasebetleri, İstanbul 1985. 

Mecdî, Mehmed Efendi, Hadâiku’ş-Şakâik, Çağrı Yayınları, İstanbul 1409/1989.  

Muharrem b. Pirî b. Mehmed b. Mezid el-Kastamonî”, Mültekadât, Konya Karatay Yusufağa Kütüphanesi, arşiv no: 42 Yu 423/4. 

—————-, Terğîbü’l-ilm ve’l-amel, Balıkesir İl Halk Kütüphanesi, arşiv no: 10 Hk 69/1, istinsah tarihi: 1119/1706, istinsah yeri: Kırım, 1b-8b; Mektebetu Câmiati’l-Melik Suûd, Yazmalar Bölümü, No: 6455, f 6/1310, 1a-26b. 

—————-, Terğîbü’l-müteallimîn, Kastamonu İl Halk Kütüphanesi, 37 Hk 2396/2, 94a; Millî Kütüphane, 06 Mil Yz. A 7020/2, istinsah tarihi: 1135/1722, 63a; Kastamonu İl Halk Kütüphanesi, 37 Hk 2396/2, 94a; Millî Kütüphane Eskişehir İl Halk Kütüphanesi Koleksiyonu, arşiv no: 26 Hk 561/1, istinsah tarihi: 1094/1682, 1a-16b (başı eksik); İstanbul Yazma Eser Kütüphanesi Antalya Tekelioğlu İl Halk Kütüphanesi Koleksiyonu, arşiv no: 07 Tekeli 854/3, istinsah tarihi: ?, 119b-126a; İstanbul Millet Kütüphanesi Ali Emiri Koleksiyonu, arşiv no: 34 Ae Arabi 4349/2, istinsah tarihi: 1325, yaprak: 3-11; Konya Bölge Yazma Eserler Kütüphanesi, arşiv no: 42 Kon 660/4, istinsah tarihi: ?; Çorum Hasan Paşa İl Halk Kütüphanesi, arşiv no: 19 Hk 4353/4, istinsah tarihi: ?, yaprak: 54b-74b. 

Nev’îzâde Atâî, Hadâiku’l-hakâik fî tekmileti’ş-Şekâik, nşr. Abdülkâdir Özcan, Çağrı Yayınları, İstanbul 1409/1989.  

Ozanoğlu, İhsan, Biyoğrafik Risaleler Serisi: Kastamonu’nun Yetiştirdiği Meşhur Adamlar (Şeyh Muharrem), Doğrusöz Matbaası, Kastamonu 1959. 

Öztürk, Ali, XVI. Yüzyıl Halvetî Şiirinde Din ve Tasavvuf, Doktora Tezi, Ankara Üni. SBE., Ankara 2003. 

Sehâvî , el-Kavlu’l-bedî’ fî’s-salâti ale’l-Habîbi’ş-Şefî’, Manisa İl Halk Kütüphanesi, arşiv no: 45 Hk 1084, istinsah tarihi: 871/1466 (189 yaprak).  

Süreyya, Mehmed, Sicill-i Osmani- Osmanlı Ünlüleri, Kültür Bakanlığı ve Tarih Vakfı ortak yayını, İstanbul ts.  

Taşkın, Ünal, “Klasik Dönem Osmanlı Eğitim Kurumları”, Uluslararası Sosyal Araştırmalar Dergisi, cilt: 1, sayı: 3, Bahar 2008. 

Taşköprizâde, İsâmeddin Ahmed Efendi, eş-Şekâiku’n-nu’mâniyye fî ulemâi’d-Devleti’l-Osmâniyye, Dâru’l-Kitâbi’l-Arabî, Beyrut 1395/1975.  

Tatcı, Mustafa-Kurnaz, Cemal, “Şâbân-ı Velî” md., DİA,  XXXVIII, 209, İstanbul 2010.  

Uludağ, Süleyman, Tasavvuf Terimleri Sözlüğü, Marifet Yayınları, İstanbul 1991. 

Yardım, Ali, “Temel Kültür Müesseselerimizden Dârülhadisler” (Ayverdi, Ekrem Hakkı, Hatıra Kitabı içinde,  ss. 59-119), İstanbul Fetih Cemiyeti Yayınları, İstanbul 1995.  

—————-, “Dârülhadis” md., DİA, VIII, 531, İstanbul 1993. 

Yazar, L. Nihal, Halvetiliğin Şa’bâniyye Kolu- Menâkıb-ı Şa’bân-ı Velî ve Türbenâme, Mas Matbaacılık, Ankara ts.  

Zengin, Zeki Salih, II. Meşrutiyette Medreseler ve Din Eğitimi, Akçağ Yayınları, Ankara 2002.  

Ziriklî, Hayreddin, el-A’lâm Kâmûsu terâcim li eşheri’r-ricâl ve’n-nisâ mine’l-arab ve’l-müsta’ribîn ve’l-müsteşrikîn, I-VIII, Beyrut 2002. 

 Makalenin tamamını  indirip okumak için alttaki başlığı tıklayınız

ŞEYH ŞÂBÂN-I VELÎ’NİN HALİFELERİNDEN İSTANBUL SOFU MEHMED PAŞA DÂRÜLHADİSİ MÜDERRİSİ ŞEYH MUHARREM EFENDİ

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

İlginizi Çekebilir

Seyyid Hasan Efendi

Müftü es-Seyyid Hasan Efendi 1083/1673 yılında Kastamonu Müftüsü olarak görev yapan es-Seyyid Hasan Efendi, aynı …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Önceki yazıyı okuyun:
Takvâ Mertebeleri

Yazar: Metin UÇAR Takvâ ‘’vikaye’’ kelimesinden gelir. Gayet iyi korunup sakınmak ve sipere girip nefsi, …

Kapat