Ana Sayfa / Yazarlar / Kazan Dibinde Mum Gibi – 3

Kazan Dibinde Mum Gibi – 3

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

Sovyetler dağıldıktan sonra  Rusya’da ziyaretler gerçekleştiren  heyetlerden birinde bulunan bir devlet büyüğümüzün tv ekranlarında anlattığı bir hatıra beni çok etkilemişti.

Tanıştıkları yaşlı sayılabilecek biri, misafirlerin Türkiye’den geldiğini öğrenince mutlu olmuş, “ben de sizler gibi müslümanım” diye gururla  tanıtmış kendisini..
Ve nasıl müslüman olduğunu anlatmış..

Stalin’in herkesçe bilinen vahşi, soykırıma varan göç ve sürgün politikaları döneminde  askerler/polisler Türk şehirlerini, köylerini, evlerini basıp, aileleri parçalayıp feyatlar, figanlar arasında sürgüne gönderirken o şahsın köyüne de gelmişler.

Polis/askerler çocuğu ailesinin elinden alıp götürürken dede; “evladım sakın unutma, sen müslümansın” diye haykırmış.
Yaşı belki yetmişe yaklaşmış bu insan, “ben hayatım boyunca dedemin o sözünü hiç unutmadım, ben de müslümanım” diyerek hayatını, müslümanlığının kökenini, mahiyetini özetlemiş.
Fakat yazık ki çocuk yaşta ailesinden kopartılıp dinsizlik propaganda merkezleri haline dönüştürülmüş Sovyet okullarında eğitim gören o adamın yüreğinde yankısı hiç dinmeyen dedesinin sözünden başka İslami hiç bir bilgisi, İslamın hayatında hiç bir izi olamamış.
Tıpkı köyün öbür ucundaki mum ışığıyla ısınmak, aydınlanmak gibi,
ağaca asılı kazanın altındaki mumun ateşiyle yemek pişirmek  gibi..
İslamın nuruyla aklı, kalbi, ruhu, ufku aydınlanmamış, Peygamberimizin öğrettiği ibadetlerle, güzel ahlakla hayatı, ahlakı pişememiş, can suyundan kana kana içememiş, içirilmemiş.
Bu uç bir örnek gibi görülebilir. Ama Orta Asya Türk toplumlarının İslam ve müslümanlıkla bağı tam olarak budur.
Sadece Sovyet esareti altındaki müslüman milletlerin değil, İslam coğrafyasının tamamının kaderi üç aşağı, beş yukarı yüz yıldır budur. 
İnsanlar, “ben de müslümanım” demenin ötesinde İslamın evrensel hükümlerini bilmiyor, hayatına İslama dair hiç bir iz sokamıyorlar.
Belki onlara zorla öğretilen komunizm, ateizm, sekülerizm, kapitalizm gibi izmlerle aklı, kalbi bulandırıldığı için  İslamın pek çok hükümlerine karşı saldırgan bir tutum bile sergileyebiliyorlar.

Yemeğin buharına ekmeğini uzatıp yiyen adamdan yemek parası isteyen lokantacı para alamayınca kadıya şikayete gider. Kadı olayı dinler, adamdan kesesini ister ve keseyi lokantacının kulağına yaklaştırıp sallar.
“Yemeğin buharın karşılığı paranın şıngırtsıdır.”
İslamın kokusunu, buharını bile çok gördüğümüz insanlardan alacağımız karşılık İslamın, ahlakın lafazanlığından, kuru gürüktüsünden başka bir şey olabilir mi?
Ateşi sadece uzaktaki mumda görmüş kazandaki yemek gibi çiğ, soğuk, tatsız, tuzsuz, lezzetsiz yemek gibidir müslümanların hali, ahvali, ahkakı.
Ve müslümanlar mağduru oldukları bu durumdan dolayı suçlanıyor, aşağılanıyor.

Bu olay, bizim ülkemiz insanına da tanıdık geliyor olmalı.

İkinci bir hatıra..
2017 yılında BBC kanalı bir araştırma yayınladı.
1942 yılında Nazi Alman ordusu esir ettiği  Sovyet askerlerini Hollanda’da bir esir kampına götürür.

Ruslar tarafından işgal edilmiş topraklarından zorla askere alınarak zulme uğrayan 101 müslüman Özbek askerine Almanlar diğer esirlerden farklı olarak çok kötü muameleler yaparak başka türlü bir zulmü daha yaşatırlar.
Bu esir müslüman askerler, diğer esirlerden çok daha az yemek alabilirken, çok daha ağır işlerde çalıştırılır, sürekli fiziki ve psikolojik şiddete maruz bırakılırlar.

Bir defasında haftalardır aç bıraktıkları, açlıktan haşerat yemek zorunda bıraktıkları müslüman Özbek askerler üzerinden propaganda filmi çekmek isterler.
Kameraların da hazır bulunduğu bir ortamda bu aç insanların önlerine az bir ekmek atılacak. Onlar ekmeği kapmak için kavga edecekler, birbirlerine saldıracaklar. Bunlar da, “insan altı grup” diye adlandırdıkları, insan bile saymadıkları Asyalıları ve müslümanları  “ekmek için kavga eden ilkel, barbar, mağara adamları” diye tanıtacak, tüm dünyaya İslam ve müslümanları kötüleyen bir görüntü sunacaklar…

Tüm tertibat, tüm plan hazırlanır. Kameralar önünde müslüman askerlerin önlerine sadece bir somun ekmek atarlar.
Müslüman askerlerden hiçbiri ekmeğe saldırmaz, koşuşturma, kavga, itiş kakış yaşanmaz. Askerlerden biri o somun ekmeği vakarla alır, asil bir tavırla orada bulunan kırk arkadaşına eşit miktarda bölüştürür.
Almanların planı suya düşer..

Bu olay da hepimize tanıdık geliyor.

Koskoca Afrika kıtası, Ortadoğu, Orta Asya, Sincar Uygur Cumhuriyeti, Filistin, Suriye, Irak, İran, Hindistan, Myanmar..
Yeryüzündeki tüm müslüman esir kampına dönüştürülmüş, insanlar, özellikle müslümanlar ikiyüz yıldır bilinçli ve sistemli bir şekilde aç bırakılmış.
Ortaya atılan küçücük kırıntılar yüzünden kavga etmeleri beklenmiş.
Olmamış, adamlarını sokarak kavgayı kendileri çıkartmışlar.
Bunca açlık, kıtlık, sefalete rağmen müslümanlar, içlerinde kalan iman, islam kırıntılarının verdiği insanlıkla kavga etmediler, etmiyorlar.
Oysa Avrupa yani Haçlı dünyası, birinci ve ikinci dünya savaşlarında yüz milyona yakın insan öldürdüler, soykırımlar yaptılar, atom bombalarını kullandılar.
Viyetnam, Kore, Bosna, Filistin, Myanmar, Uygur topraklarında galen yapıyorlar.
Fakat ne yazık ki medyayı sihirli bir dernek gibi kullanan bu ülkeler hokus pokus yaparak kendi yaptıkları vahşetleri ya hiç göstermiyor ya hemencecik örtüyor.
Dünyaya sürekli müslümanları kötüleyecek haberler, bilgiler, görüntüler servis ederek kendini perdeliyor.
Perdenin arkasını batı sermayeli, batının propaganda aracı tv ve gazetelerden, batıda okumuş, batılıkarın burslarıyla okumuş, maaşı ve itibarı batıdan alan yazar, çizer, sanatçı, akademisyenlerden öğrenemedik, öğrenemiyeceğiz.
Bunları okumak, araştırmak çok sıkıcı geliyor farkındayım.
Elimizin altında dövülmeye, sövülmeye hazır İslam ve müslümanlar varken Avrupa’yı eleştirmek yürek ister, vicdan ister, insanlık ister.
Dünyanın bütün suçları, pislikleri zorla müslümanlara ihale edilmiş, zimmetlenmiş. Bilinçaltlarımıza suçlu, cahil, fakir, miskin, çaresiz, pislik, barbar… insanlar ve nesiller olduğumuz işlenmiş, adeta iman ettirilmişiz.
Bir şey daha var;
Stalin ve Lenin dönemi Rusya’sında asker, polis zoruyla yapılan sürgünleri, çocukları ailelerinden kopartıp devşirmeyi, insanları zorla dininden, kültüründen, milli kimliğinden kopartma politikalarını batılılar da yaptılar, fakat başka bir taktikle..
Gazetelerle, tv lerle, sinema ile, tiyatro ile, komedilerle, güya özgürlük söylemleriyle güle oynaya yaptılar..
Niyet ve hedef aynı, taktik ve uygulama farklı idi. Sovyetler ve komunizm kötü polisi, kapitalim, materyalizm, liberalizm, sekülarizm vb iyi polisi oynayarak hedeflerine yürüdüler.

Nasreddin hoca’nın yorganı gibi. Onlar sadece bizim yorganımızı çalmanın hesabını, planını yaptılar, bazan yalandan bazan gerçekten kavgalar gürültüler çıkarttılar çaldılar yorganlarımızı..

İnsanlık âlemi, İslam alemi iyi olsun diye ağızları dolu dolu konuşanların çoğu yanlış yere çemkiriyorlar.
Boş konuşuyorlar. Boşluğa konuşuyorlar. Zira doğuda onların suçlamalarını hakedecek kimse yok. Batıda da onları dinleyecek insan yok.

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

İlginizi Çekebilir

‘Salâvatın Mânâsı Rahmettir!..’ 

‘SALAVÂTIN MA‘NÂSI RAHMETTİR!..’  “(Ey resûlüm!)  (biz) seni ancak âlemlere bir rahmet olarak gönderdik!..” (Enbiya,107) “İşte seni …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Önceki yazıyı okuyun:
Pandemi Günlerinde “Teknoloji” Dost mu, Düşman mı?

Teknolojinin hayatımızdaki yeri ve önemi yadsınamaz bir gerçek. Pandemi günlerinde artan teknoloji kullanımının sonuçları ve …

Kapat