Keklik Yumurtası

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

Prof. Dr. Yaşar Kandemir

Güzeller Güzeli Efendimizin hayalî resmini çizmeye çalışan Şemâil ve Hilye kitapları, saadet devrine eremeyen mahzun gönüllere soğuk su serperler. Bu değerli eserleri yazanlar, bize adeta bir fincan su gösterip derler ki:

-Sizin gibi sonradan gelenleri, okyanusa kadar götürme imkanı yok. Hiç değilse şu bir fincan suya bakarak okyanusun mahiyetini anlamaya çalışın.

İşte bize Cihan Güneşi Efendimizin mübarek vücudunu tasvir etmeye çalışanların yaptığı bundan ibarettir.

Onu anlatmak zor iş

Aslına bakılırsa, o Nebiler Şâh’ının vasıflarını ilk dile getiren ashâb-ı kiramın da, onların verdiği bilgileri değerlendirmeye çalışan Şemail ve Hilye yazarlarının da işi oldukça zordur. Cenâb-ı Hakk’ın insanoğluna lütfettiği bütün güzellikleri şahsında toplayan o eşsiz vücudu noksansız tarif etmek olacak iş değildir. Zira Hakânî’nin dediği gibi:

Gelmemiştir bilir eşya anı
Yaradılmışta O’nun akranı

Peygamber aşıklarından Şeyh Osman Şems O’nun mübarek vücudunun Allah Teâlâ’nın yeryüzüne indirdiği semavî bir kitap olduğunu söylemekle, bu mükemmel vücudu anlatmanın zorluğunu belirtmek istemiştir. “Yaptığı her işi sünnete uygun olarak yaptığını” İbnülemin Mahmud Kemal Bey’den öğrendiğimiz Şeyh Osman Şems diyor ki:

Vücudun bir kitâb-ı âsumânı ya Resûlallah
Ki tenzîl etti Mevlâ arza anı ya Resûlallah

Resûlullah Efendimizi anlatmak elbette kolay iş değil. Bursa’da doğup İstanbul’da vefat eden (1900) ve Senîh-i Mevlevî diye tanınan mutasavvıf şair Senih Süleyman Efendi’nin dediği gibi O, hakkında “seni alemlere rahmet olarak gönderdik” âyeti inen ve Hak Teâlâ’nın insanlara en büyük ihsanı olan bir peygamberdir:

Kelâmı “rahmeten lil-âlemîn” vasfında münzeldir
Hudâ’nın en büyük ihsanı sensin yâ Resûlallah

Yozgatlı şair Muhammed Said Fennî‘nin dediği gibi, hakkında bin kitap yazılsa bile, O Yüce Pâdişah’ın bütün vasıfları ortaya konulamaz. Buna kimsenin gücü yetmez. Ona ancak arz-ı hal edilebilir:

Ey padişah-ı âlü’l-âl Maksûdum ancak arz-ı hâl
Evsâfını yazmak muhal Tasnif olunsa bin kitab

O’nu anlatmaya neden kimsenin gücü yetmez? Neden O bütün özellikleriyle anlatılamaz? Çünkü yegane anlatma vasıtası olan ağız ve dil, onun güzelim dudaklarına aşıktır. O parıldayan Güneş’e hem şu yeryüzü, hem de şu akıp giden zaman aşıktır. Neccarzâde Şeyh Rıza böyle diyor:

Lebin vasfında sultanım dehan âşık, zeban âşık
Sana ey mihr-i tâbânım zemîn âşık, zaman âşık.

Aziz okuyucularım! Birkaç sayı boyunca, Şemail-i Nebevi’nin sadece bir cephesini, Resûl-i Muhterem Efendimizin vücut özelliğini ve güzelliğini anlatmaya çalışacağız. Kainatın Güneşi’ni anlatmanın zorluğunu, bunu denemeye kalkan aşıkların itirafından öğrenmiş bulunuyoruz. Bu sebeple görülecek kusurlarımın samimiyetime bağışlanmasını niyaz ediyor ve Efendimizin âşıklarından Muhammed Fennî’ diliyle O’na saygımızı sunarak konumuza geçiyoruz. Fennî Resûlullah Efendimizin her türlü saygı, tâzim ve medhü senaya layık olduğunu, Kendisine Muhammed adını vermekle onun şanını ve şerefini Cenab-ı Hakk’ın herkesten üstün tuttuğunu şöyle ifade ediyor:

Her türlü tahiyyât ü teâli sana mahsus
Her medh ü sitâyiş sana lâyıktır Efendim.

Etmiş seni Hak nâm-ı Muhammed ile tevsîm
Kadr ü şerefin cümleye fâiktir Efendim.

Peygamberlik mührü

Nebiyy-i muhterem Efendimizin sırtında et beninden oluşan ve ashab-ı kiram tarafından hâtem yani mühür diye anılan Peygamberlik mührü vardır. Câbir İbni Semûre bu mührü gördüğünü ve onun güvercin yumurtası kadar olduğunu anlatır.

Medineli Saib İbni Yezid Peygamber aleyhisselam vefat ettiğinde daha yedi yaşında bir çocuktu. Bir gün Saib hastalandı. Teyzesi onu alıp Resûli Ekrem’in yanına götürdü ve yeğeninin rahatsız olduğunu söyledi.

Kainatın Güneşi Efendimiz Saib’in başını okşadı. Ona hayır ve bereket diledi. Resûlullah abdest alınca Saib onun abdest suyundan içti. Sonra arka tarafına geçti ve orada ayakta durdu. Bu sırada Fahr-i Cihan’ın iki omuzu arasında yeni evliler için kurulan “Çadır düğmesi” gibi olduğunu söylediği peygamberlik- mührünü gördü.

Eme binti Halid babasıyla birlikte peygamber Efendimizin yanına geldiğinde küçücük bir kızdı. Üzerinde sarı bir elbise vardı. Resûl-i Ekrem (s.a) elbisesinin pek güzel olduğunu söyleyerek Eme’ye iltifat etti. Yavrucağız bu Peygamber sıcaklığından cesaret alarak Efendimizin arkasına geçti ve peygamberlik mührüyle oynamaya başladı. Babası onun bu yaramazlığına kızarak Eme’yi azarlayınca, Sevgi Şelalesi Efendimiz, “bırak çocuğu!” diyerek Eme’nin nübüvvet mührüyle oynamasına izin verdi.

Abdullah İbni Sercis Efendimizi gören bahtiyarlardan biridir. Bir gün Efendimiz ashabıyla sohbet ederken Abdullah İbni Sercis Efendimizin yanına yaklaşıp arka tarafına geçti ve sırtındaki nübüvvet mührünü gördü. Onun tasvirine göre nübüvvet mührü hafif kabarıkça olup yumruk şeklindeydi. Etrafında da inciler gibi benler vardı.

Medineli hanım sahabilerden Rümeyse de peygamberlik mührünü çok yakından gördüğünü, hatta istese onu öpebilme şansına bile sahip olduğunu söylerdi.

Peygamberlik mührünün üzeri ipek gibi tüylerle kaplıydı.

Onu yakından görme konusunda en talihli sahabilerden biri Ebu Zeyd el-Ensarî idi. Efendimiz onun nübüvvet mührünü görme arzusunu sezince kendisine:

– “Yaklaş Ebu Zeyd! Dokun sırtıma” buyurdu. Ebu Zeyd künyesiyle meşhur olmakla beraber asıl adı Amr ibn Ahtab olan bu bahtiyar sahâbi olayın gerisini şöyle anlattı:

– Hemen elimi sırtına sürdüm ve parmaklarım peygamberlik mührüne temas ediverdi.

Ebu Zeyd’i hayranlıkla dinleyen bir sahabi merakla sordu:

– Peygamberlik mührü nasıl bir şeydi? Ebu Zeyd:

– Bir araya toplanmış kıllardan ibaretti, cevabını verdi. Ebu Zeyd’den daha talihlisi herhalde Selman-ı Farisi‘dir. Selman (r.a) bir zamanlar hizmetinde bulunduğu Hıristiyan papazından ahir zaman peygamberinin alametlerini öğrenmişti. Papaz ona:

– Yakında ortaya çıkacak Peygamber sadaka kabul etmeyecek, ama hediye alacak. Bir de iki omuzu arasında peygamberlik mührü olacak, demişti.

Selman’ın dilinden

Efendimiz Medine’ye hicret ettiği zaman Selman Hıristiyan bir köleydi. Resûlullah’ın Medine’ye geldiğini duyunca çok heyecanlandı. Acaba bu zat gerçekten o muydu? Gelmesi beklenen peygamber miydi? Hıristiyan papazından öğrendiklerini denemek isteyen Selman, bir gün işi olduğunu söyleyerek Efendisinden izin aldı. Elinde bir kap yemekle Resûl-i Ekrem’in huzuruna geldi:

– Buranın yabancısı sayılırsınız. Sadaka olarak hazırladığım şu yemeği size takdim etmenin daha uygun olacağım düşündüm. Buyurun yeyin. dedi.

Peygamber Efendimiz Selman’ın getirdiği yiyeceğe dokunmadı. Fakat arkadaşlarına:

– Buyurun, siz yeyin, dedi.

Bu hali gören Selman kendi kendine “Tamam. Papazın dediği birinci özellik bunda var.” dedi.

Birkaç gün sonra yine bir yiyecekle çıka geldi. Onu Peygamber aleyhisselamın önüne koyarak:

– Geçen gün getirdiğim sadakadan yemediğinizi görünce, size bunu hediye etmek istedim. Buyurun, yeyin, dedi. Hediyesini Resûl-i Ekrem Efendimizin kabul edip onu arkadaşlarıyla birlikte yediğini görünce “onda ikinci özellik de var” dedi kendi kendine. Acaba üçüncü özellik olan peygamberlik mührüne sahip miydi?

Bir başka gün yine sahibinden izin aldı. Doğruca Resûlullah Efendimizin yanına geldi. Efendimiz ashabıyla birlikte o gün vefat eden bir zatı kabristana götürüyordu. Selman peşlerine takıldı. Nebiy-yi Muhterem Efendimizin arkasından hiç ayrılmıyor; acaba sırtı açılır da görebilir miyim diye fırsat kolluyordu.

Selman’ın maksadını anlayan Resûlullah (s.a) sırtındaki örtüyü açıverince “Hatem-i nübüvvet” dediğimiz peygamberlik mührü ortaya çıkıverdi. Aradığı üçüncü alameti ayan beyan gören Selman, bir çocuk gibi hıçkıra hıçkıra ağlayarak Efendimizin sırtına kapandı ve o kuş yumurtası büyüklüğündeki beni heyecanla öperek kelime-i şahadet getirmeye başladı.

Resûl-i Ekrem Efendimiz Selman-ı Farisi’yi karşısına aldı. Ashabıyla birlikte onun heyecanlı hayat hikayesini dinledi.

Kirpiklere benzer ince kıllar

Bursa Meb’usu merhum Mustafa Fehmi Gerçeker’in Hilye-i Fahr-i Âlem adlı eserinin muhtelif sayfalarında hatem-i nübüvvetle ilgili pek güzel ifadeler vardır. Sohbetimizi bu güzel beyitlerle bitirelim:

Derler di ki hâtem-i nübüvvet
Sırtında onun mühim bir âyet 

….

Bir gudde ki cildi rengin almış
Gül goncasıdır ki, nura dalmış

Kirpiklere benzer ince kıllar
Sarmış onu gölgesinde saklar

….

Üst üste duran sevimli benler
Çoktur onu öpmek isteyenler

Yaklaştım o mühr-i âbdâre
Gördüm dedi Saib, âşikâre 

Temsîline buldu hem vesiyle
Keklik kuşunun yumurtasiyle

….

Ya düğme misalidir müzeyyen
Gerdek çadırında düğmelerden

….

Mevzi-i hâtem ise yağrının
Sağ yanına karîb idi anın

….

Dediler onu edenler ta’rîf
Bir büyük hâl idi ol mühr-i şeîif

Kim siyahı sarıya mâil idi
Ona dikkatle nazar müşkil idi.

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

İlginizi Çekebilir

Leyle-i Berat Hakkında (Âyet, Hadis, Risale-i Nur)

BERAT: Nişan, rütbe ve imtiyaz için verilen resmî belge, kurtuluş. Sitemizde Berat Gecesi ile İlgili yazılar …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Önceki yazıyı okuyun:
Risâle-i Nur’da ve Hatıralarda Kurban Bayramı

RİSÂLE-İ NUR’DA KURBAN BAYRAMI "...bayramlarda gaflet istilâ edip gayr-ı meşru daireye sapmamak için, rivayetlerde, zikrullaha ve …

Kapat