Ana Sayfa / İLİM - KÜLTÜR – SANAT – FİKRİYAT / Makaleler / Kelime Değişikliklerinin Kavramlar Dünyasına Etkisinin Ömer Seyfettin Hikâyeleri Örneğinde Değerlendirilmesi

Kelime Değişikliklerinin Kavramlar Dünyasına Etkisinin Ömer Seyfettin Hikâyeleri Örneğinde Değerlendirilmesi

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

Kelime Değişikliklerinin Kavramlar Dünyasına Etkisinin Ömer Seyfettin Hikâyeleri Örneğinde Değerlendirilmesi *

Yazar: Sebahat DEMİR *

Bir milletin yaşayış tarzı, gelenekleri, inançları ve tarih boyunca o toplumda meydana gelen çeşitli olaylar hakkında bilgi sahibi olabilmek için o milletin kullandığı dilin söz varlığı incelenmektedir. Dil canlı bir varlıktır ve teknolojik gelişmeler, kültürel farklılıklar, toplumsal ve ruhbilimsel nedenler dildeki kelimelerin değişmesine neden olmaktadır. Bu değişiklikler, dilin doğasına aykırı olmayan değişikliklerdir. Ayrıca Güncel Türkçe Sözlükte dolayısıyla yaşayan Türkçede yer aldığı hâlde dilin doğasına aykırı olarak yapılan değişiklikler bulunmaktadır. Ömer Seyfettin hikâyelerinde de bunun örneklerine sıkça rastlanmaktadır. Yazarın 1911’den önce yazdığı hikâyeleriyle sonra yazdığı hikâyeleri arasında yabancı asıllı kelime kullanımı açısından büyük farklar bulunmaktadır. Yazarın ilk yazdığı hikâyelerinde yabancı asıllı kelime ve tamlamaları sıkça kullandığı görülmektedir. Bu nedenle bu kelime ve tamlamalara uygun karşılıklar bulunarak cümleleri değiştirmek daha doğru olacaktır. Fakat 1911’den sonra dilde sadeleşme anlayışını savunarak yazdığı hikâyelerinde yabancı asıllı kelime ve tamlamalar bulunsa da bunlar metin içinde rahatlıkla anlaşılabilmekte dolayısıyla da değişiklik yapılmasına gerek duyulmamaktadır.

Kelimeler, kullanım alanı içinde değerlendirilmeli, bu nedenle de yazıldıkları döneme ait metinler içinde dikkatle incelenmelidir. Duman (2003)’ın belirttiği üzere, “kelime ve kurallar ancak metinlerde can bulur ve anlam kazanır. Metnin eğitim – öğretim açısından önemli materyaller olmasını sağlayan da budur” (s.151). Özellikle edebî metinler, ait olduğu toplumun sosyo – kültürel durumunu, yazıldığı dönemin özelliklerini yansıtan ana dilinin seçkin temsilcileridir. Bu metinlerin başında da okurların severek okuduğu hikâyeler yer almaktadır. Hikâye yazarlarının en önemli temsilcilerinden biri Ömer Seyfettin’dir. Dolayısıyla Ömer Seyfettin’in hikâyelerine müdahale edilirken hikâyelerin yazıldığı dönemdeki şartlar göz önünde bulundurulmalıdır.

Polat (2012, s.189) çalışmasında, “Ömer Seyfettin’in Yeni Lisandan önce Arapça köklerden türetilmiş fakat yaygın olmadığı rahatlıkla söylenebilecek bazı kelime ve tamlamalar kullandığını, söz konusu kelime ve tamlamaların bazılarının o günkü Türkçe sözlükte bulunmadığını, bazılarının sözlükte ifade edilen anlamının dışında kullanıldığını belirtmektedir. Polat’ın aynı çalışmasında, Ömer Seyfettin’in bazı terimleri Türkçenin imkânları içinde üretemediği durumlarda Arapça köklerden türetme yoluna gittiği belirtilmektedir. Ömer Seyfettin, bu kelime ve tamlamaları sık olmamakla beraber Yeni Lisandan sonra da kullanmaya devam etmektedir. Fakat bu kelime ve tamlamalar hikâyenin akışı içinde anlaşılabilmektedir.

Ergüzel ve Kirik (2012, s.52) tarafından yapılan çalışmada bir dili zenginleştiren, dilin gücünü artıran kelimeleri anlamak için dilin yazılı olduğu ürünü incelemek gerektiği, bir yazarın eserlerinde kullandığı dilin, üslubun onun ifade gücünü ortaya koyduğu belirtilmektedir. Bu durumda yazarın üslubunu yansıttığı, döneminden izler taşıyan eserleri, genel üsluba zarar vermeden değiştirmek gerekmektedir.

Zülfikar (1997)’ın belirttiği üzere, “Türkçesi varken Arap ve Fars dillerinin kelimelerini, o dillerin kurallarıyla yapılmış kalıpları kullanmak elbette kabul edilir bir durum değildir.

Öte yandan Türkçesini bulamadığımız bir kelimeyi metinden silmek veya aynı kavramı karşılamayan bir kelimeyle değiştirmek de dilcilikle bağdaşmaz.” (s. 37).

Türkçeyi kullanmadaki başarısı herkes tarafından kabul gören Ömer Seyfettin ve arkadaşlarının başlattığı “Yeni Lisan” hareketiyle Türkçenin tarihî gelişiminde yeni bir devir açılmış, yazı dili halkın konuştuğu dile yaklaştırılmıştır. “Yeni Lisan” hareketiyle birlikte dilde sadeliği savunmaya başlayan yazarın, ölümünden sonra basılan hikâyeleri incelendiğinde hikâyelerin yapı ve anlam bakımından bozulduğu görülmektedir. Özellikle son yıllarda hikâyelerde, sadeleştirme adı altında birçok değişiklik yapılmıştır. Yapılan değişikliklerle kelimeler ya tamamen eserden atılmış ya yerine anlamını karşılamayan kelimeler getirilmiş ya da cümleler tamamen metinden çıkarılmıştır. Böylece metnin anlamı daralmıştır.

Özdemir ve Süğümlü (2013, s.2293) çalışmasında bu konuyla ilgili şöyle bir açıklamada bulunmaktadır: “Kelimeler, halkın tüm geçmiş duygularını, düşüncelerini, yaşantılarını taşımaktadır. Bu sebeple kelimeler üzerinde tasarruf hakkı halka aittir. Günlük hayatta kullanılan kelimeler için “ben bunları attım” ya da “yerine başka karşılıklar buldum” demek doğru bir yaklaşım değildir. Yapılması gereken ne özleşme adına dili tehlikeye atmak ne de aşırı tutucu davranıp dili donmuş bir varlık gibi görmektir. Yapmamız gereken dile ilmi bir açıdan bakmak “Türkçeyi geliştirmek ve sonraki kuşaklara daha zengin bir dil bırakmak için neler yapılabilir?” sorusuna cevap aramaktır.

Filiz (2007) çalışmasında, eserler üzerinde yapılan değişikliklerin kavramlar dünyasına verdiği zararı belirtmek amacıyla Reşat Nuri Güntekin’in “Çalıkuşu” adlı romanının 1928 baskısından bazı cümleleri örnek vermiştir:

“Yahu küçük hanım, şu kızı kandırıp Müslüman edelim… Sevaplı iştir.”

“Allah sana da ona da Hak dininde can vermek nasip etsin.”

“Yaz kızım, yaz… Hem dinini seversen, benden de selam yaz…”

“Gelir gelmez dua edersen daha makbule geçer.”

İlk iki cümle bugünkü baskılarda bulunmamaktadır. Böylece dönemin anlayışını ve dinî inancını yansıtan iki cümle hafızalardan silinmiştir. Diğer iki cümle ise değiştirilmiştir:

“Yaz kızım, yaz ve beni seversen benden de selam yaz.”

“Gelir gelmez Zeyni Baba’yı ziyaret edersen daha makbule geçer.”

“Dini sevmek” yerine “bir şahsı sevmek” veya “kendisine dua edilen Allah’ın” yerine “Zeyni Babanın” konulmasının doğru olmadığı düşünülmektedir.

Filiz (2007) çalışmasında, Ömer Seyfettin’in eserlerinde de cümle atmalara şahit olunduğunu, kitapların öğrenciler için basıldığı düşünülerek anlaşılır kılmak adına yazarın diline her türlü müdahalenin yapılmasının doğru kabul edildiğini belirtmektedir.

Ömer Seyfettin 1911 yılından başlayarak ortaya koyduğu yapıtlarda, Türk dilindeki sözcüklerin, tasvirlerin, atasözü ve deyimlerin kullanımına büyük önem vermiş, yazı dilini büyük bir özenle biçimlendirmiştir. Bir kelimenin birden fazla anlam ifade etmesi, Türkçenin söz varlığını ve ifade zenginliğini göstermektedir. Tasvirler de bu zenginliği sağlayan temel unsurlardandır. Ömer Seyfettin hikâyelerinde tasvirler başarılı bir şekilde kullanılmaktadır. Bu nedenle de Ömer Seyfettin hikâyelerinin, kavramlar dünyasını zenginleştirmek için araç olarak kullanılabilecek eserler olduğu söylenmektedir. Ömer Seyfettin’in hikâyelerinde özenle seçilmiş birçok kelime ve kelime grubu bulunmaktadır:

“Azat etmek, hampur çekmek, afyonu patlatmak, eteğini öpmek, rükû, azamet, bellemek…” Ömer Seyfettin hikâyelerinde yer alan bu kelime ve kelime grupları insanları sözlüğe yöneltmektedir. Sözlükte de kavramlar dünyasını zenginleştiren başka kelime ve kelime gruplarıyla karşılaşılmaktadır. Yazar hikâyeleriyle hem okuyucuya Türkçeyi sevdirmek hem de okuyucuların kavramlar dünyasını zenginleştirmek istemektedir. Fakat bilinçsizce yapılan sadeleştirmeler nedeniyle yazarın amacının gerçekleşmesi engellenmektedir. Sonuç olarak değişime uğrayan hikâyelerin bazı kısımları Ömer Seyfettin’in hikâyecilik anlayışını yansıtmamaktadır.

Apak (2013) çalışmasında, “Ömer Seyfettin’in 1911’den sonra yazılan eserlerinde kullandığı dilin son derece duru ve döneminin dil özelliklerini yansıtması bakımından çok değerli olduğunu belirtmektedir” (s.117).

1911 öncesinde yazdığı eserlerde, hikâyelerin yazıldığı dönemde dahi sıkça kullanılmayan kelime ve tamlamalar bulunmaktadır. Bunları değiştirirken dikkat edilmesi gereken hususlar, Duman (2010, s.289)’ın çalışmasından yola çıkılarak şu şekilde belirtilmektedir:

1. Metne mümkünse yazarı müdahale etmelidir.

2. Metnin üslup özellikleri korunmalıdır.

3. Ses özellikleri dikkate alınmalıdır.

4. Kelime seçimine önem verilmelidir.

5. Noktalama işaretlerine dikkat edilmelidir.

6. Metnin ana fikri ve anlam bütünlüğü korunmalıdır.

7. Metnin yeni oluşturulan şekli yanında aslı da verilmelidir.

Bütün bu ilkelere dikkat edilse de kaleme alınan her metin yazıldığı dönemin tanığıdır. Yani eserler dönemi yansıtması açısından çok değerlidir. Bu nedenle değişiklik yaparken önemli olan hikâyenin anlamının korunmasıdır. Sadeleştirme adı altında yapılan değişikliklerde yerine konulan kelimelerin yazarın anlatmak istediklerini tam olarak karşılayıp karşılamadığı tespit edilmelidir.

“Çocuklarımızın daha iyi anlaması için yalınlaştırıyoruz.” savunması geçerli bir mazeret teşkil etmez. Bazı liselerimizde yabancı dille eğitim veriyoruz. Çocuklarımız gramer mantığına daha da önemlisi mecazlarına yabancı oldukları bir yabancı dille anlatılan ders konularını anlıyorlar ama otuz yıl önce kaleme alınmış, çoğu çarşıda pazarda kullanılan Türkçenin seçme metinlerini anlamıyorlar öyle mi? (Özüdoğru, 2004, s. 42).

Özüdoğru’nun bu yorumu, Ömer Seyfettin’in 1911 sonrasında yazdığı eserleri için yerinde bir yorumdur. Fakat ilk yazdığı eserlerin denk geldiği yıl aralığı sadeleştirmeye ne kadar ihtiyaç duyulduğunu göstermektedir. Önemli olan bu ihtiyacı karşılarken metnin anlam bütünlüğüne dikkat etmektir.

Ercilasun (1984, s.20-23)’a göre sadeleştirme çalışmalarının dilimizde meydana getirdiği tahribatın en önemli yönlerinden biri Türkçenin kelime kadrosunu yoksullaştırmasıdır.

Dilde yoksullaşmanın iki boyutu vardır:

1. Kelime ve kavramların yok olması,

2. Pek çok kavram için tek kelime kullanılmasıdır.

Birinci maddeye “müptedi” kavramı örnek verilmektedir. TDK bu kelimeyi “başlayıcı, bir ey öğrenmeye yeni başlayan” şeklinde açıklamaktadır. Aslında bu kelimenin anlamı “ilim tahsiline veya bir iş ve sanata yeni başlayandır.” Bu kavram artık kullanılmamaktadır.

Diğer bir boyutta pek çok kavram için tek kelime kullanılmasıdır. Ercilasun, bunun için “aşama” kelimesini örnek göstermektedir. Türkçe sözlükte “aşama” kelimesi, “merhale, derece, kademe, hamle, safha, rütbe, mertebe, paye” kelimelerinin yerine kullanılmaktadır. Bu da gösterir ki tek kelimeyle sekiz kavram karşılanmakta ve yedi kavram kelime hazinemizden silinmekle karşı karşıya kalmaktadır.

Geçgel (2010, s.164) tarafından yapılan çalışmada, Ömer Seyfettin’in yazdığı hikâyelerin çocuklara okuma zevk ve alışkanlığı kazandıracak en uygun eserler arasında yer aldığı belirtilmektedir. Bu hikâyelerde dürüstlük, yalan söylememe, iftira atmama, yapılan iyilikleri başa kakmama, büyük sözü dinlemenin önemi gibi ahlaki değerler üzerinde durulduğu ifade edilmektedir.

Tekşan (2013, s.58) tarafından yapılan çalışmada ise, Ömer Seyfettin’in hikâyeleri, toplumun her kesiminden insanı ele alarak yaşanan olumsuzluklardan bir ders çıkarma eğilimi taşımaktadır. Ayrıca çocukların hikâyenin bütününden ya da hikâyedeki kahramanların konuşmalarından kendilerine ders çıkarmasının öngörüldüğü belirtilmektedir.

 Bu derece önemli ahlaki değerleri öğreten, çocukların kendilerine ders çıkarmalarını sağlayan, Türkçe eğitim ve öğretimi açısından değeri tartışılamayan, şekil ve içerik bakımından sağlam bir dilin kullanıldığı hikâyelerde yaşayan Türkçede yer aldığı hâlde yapılan kelime değişiklikleri, bir toplumun yaşayış tarzına, hayata bakış açısına, maddi ve manevi değerlerine, inançlarına kısacası kültürüne ilişkin ilk bilgilerin elde edildiği söz varlığına zarar vermektedir. Ayrıca yapılan bu değişikliklerin, hikâyelerin okurlar üzerindeki etkilerini azalttığı da düşünülmektedir.

Ergüzel ve Kirik (2012)’in belirttiği üzere “bir dilin söz varlığı aynı zamanda o dili konuşan toplumun kavramlar dünyası, dünya görüşünün bir kesitidir” (s.51). Dolayısıyla söz varlığına verilen zarar kavramlar dünyasını da etkilemektedir. Bu da nesiller arasındaki bağlantının kopmasına neden olmaktadır.

İncelenen hikâyelerde kavramlar dünyasına verilen zarar, anlamda daralma konularıyla ilgili şu cümleler örnek gösterilmektedir:

“Efruz Bey” adlı hikâyeden alınan cümlede yazar, padişahı zorba, baskıyı seven bir kişi olarak göstermek adına “müstebid” kelimesini kullanmıştır. Bu kelimenin değiştirilmesi kavramlar dünyasından “müstebid” kelimesinin “zorbalık” anlamının silinmek istendiğini göstermektedir. Bu da kavramlar dünyasına zarar vermektedir.

POLAT (2011) “Sonra bu tünelden geçerek bir gece müstebidi sarayının bir odasında yapayalnız yakalamak” (s.1130).

K (2008) “Sonra bu tünelden geçerek bir gece padişahı sarayının bir odasında yapayalnız yakalamak” (s.193).

“Efruz Bey” adlı hikâyeden alınan diğer cümlede de “Hampir çekmek” deyiminin cümleden çıkarılması, o dönem halkının yaşam biçiminin göz ardı edildiğini ve kavramlar dünyasından o döneme özgü bir deyimin çıkarılmak istendiğini göstermektedir.

POLAT (2011) “…bu tekliften bir şey anlamayanlar hücum edenleri sarhoş sanarak ellerinden biraz “mangiz koparmak” hülyasıyla “keriz atıyorlar…”, “hampur…” çekiyorlardı” (s.1153).

K (2008) “…bu tekliften bir şey anlamayanlar hücum edenleri sarhoş sanarak ellerinden biraz para koparmak hülyasıyla hile yapıyorlar… Palavra atıyorlardı” (s.219).

“ilk Namaz” adlı hikâyeden alınan cümlenin orijinali, “kâinatın melül karanlığına karşı sabahleyin soğuktan büzülmüş ve düşünceli ruhumu titreten ezanı dinlerken, on beş senedir kalkabildiğim bu duygu dolu sabahların birincisini düşünüyordum.” şeklindedir. ikinci cümlede ise zaman kavramını belirten ifadeler cümleden çıkarılmış ve anlamda daralma meydana gelmiştir.

Polat (2011) “Soğuktan büzülmüş ve mütefekkir, bu kâinat-ı melûl û esmere karşı unutulmaz bir hitab-ı ulûhiyetin hatırası gibi derinden âkisi ve ruhumu lerziş-i haşyet eden ezanı dinlerken, on beş senedir kalkabildiğim bu büyük ve meşbu-ı ruhaniyet sabahların birincisini düşünüyordum” (s.58).

ATK (2011) “Soğuktan büzülmüş ve düşünceli ruhumu titreten ezanı dinlerken, bu namaza kalktığım sabahların ilkini düşünüyordum” (s.37).

“And” adlı hikâyeden alınan cümlede “yarım azat etti” ifadesini kullanan yazar, günlerden perşembe olduğunu ve okulun öğleden sonra tatil edildiğini, böylece bir buçuk gün tatil yapılacağını sezdirmektedir. Bunun yerine kullanılan “öğleyin dersi tatil etti” ifadesi ise anlamı daraltmakta sadece o gün öğleden sonra yapılacak derslerin olmayacağı anlamını vermektedir. Ömer Seyfettin hikâyelerinde farklı ifadelerle karşılaşan okuyucu, bu ifadeleri merak edecek böylece yaptığı araştırmayla bir kelimenin anlamını öğreneceği sırada kavram dünyasına onlarca yeni bilgiyi katmış olacaktır. “Azat etmek” ifade kalıbı da bu şekilde kavramlar dünyasını zenginleştirecek söz gruplarındandır.

Polat (2011) “Büyük hoca bizi yarım azat etti” (s.224).

ATK (2011) “Büyük hoca, öğleyin dersi tatil etti” (s.21).

 “Gizli Mabed” adlı hikâyeden alınan cümlenin orijinalinde oda, kutsal bir mekân olarak tasvir edilmektedir. Değiştirilen cümlede ise oda, sıradan bir mekân olarak algılanmakta, sadece iplerin üzerinde ölülere ait olduğu düşünülen bazı eşyaların olduğu belirtilmektedir. Yani cümle manevi havasından uzaklaştırılmış, anlamda daralma meydana gelmiştir.

Polat (2011) “Mabedin içinde manasını anlayamadığım bir nispet dâhilinde ipten birtakım dıl’ılarla zaviyeler gerilmiş. Bu mukaddes zaviyelerin üzerinde şüphesiz ölülere ait olan birtakım relikler asılı” (s.1099).

ATK (2011) “Mabedin içinde ipler gerilmişti. Bu mukaddes iplerin üzerinde şüphesiz ölülere ait olan birtakım şeyler asılı” (s.28).

Ömer Seyfettin’in incelenen hikâyelerinde yabancı asıllı kelime ve tamlamalardaki değişiklikler dışında daha öncede belirtilen birtakım değişiklikler yapılmıştır. Bu değişiklikler sadece kelime ve cümle düzeyinde kalmamıştır. Bağlaç, edat, ek ve noktalama işaretlerinde de yapılan değişikliklerle hikâyeler, biçim ve içerik açısından pek çok darbe almıştır. incelenen hikâyelerde biçim ve içerikle ilgili yapılan değişikliklerin bazıları listelenmiştir:

“Efruz Bey” hikâyesinden alınan cümlede noktalama yanlışlığı yapıldığı tespit edilmiştir. Gibi edatından sonra virgül kullanılamaz. Cümlenin orijinalinde de virgül kullanılmadığı gözlenmektedir:

Polat (2011) “Artık tamamıyla akşam olmuş, sakin semada yıldızlar, bu nümayişin azametinden mahzuz oluyor gibi pırlanta şuleleriyle titremeğe başlamışlardı” (s.1141).

K (2008) “Artık tamamıyla akşam olmuştu, sakin gökte yıldızlar, bu gösterinin ululuğundan üzülüyor gibi, pırlanta ışıklarıyla titremeye başlamışlardı” (s.206).

Orijinalinde ara söz olarak verilen ve uygun noktalama işaretleri kullanılan bir tamlama ikinci cümlede normal bir tamlama hâline dönüştürülmüştür:

Polat (2011) “Efruz Bey üçüncü gününü de alkış, şâbâş, nümayiş, azil, nasp, hitap içinde… -halkın mabudu olarak- tıpkı rüya gibi geçirdi” (s.1156).

K (2008) “Efruz Bey üçüncü gününü de alkış, beğeni, gösteri, görevden alma, atama, hitap içinde… Halkın Tanrısı olarak tıpkı rüya gibi geçirdi” (s.223).

“Bomba” hikâyesinden alınan cümlede de “ve” bağlacından sonra iki nokta konulduğu gözlenmektedir. Bu bağlaçtan sonra noktalama işareti kullanılmamaktadır. Zaten cümlenin orijinalinde “ve” bağlacından sonra herhangi bir noktalama işareti kullanılmadığı gözlenmektedir:

Polat (2011) “Ve derin, behimî, muhrik bir hırsla güzel kadına baktı ve “Ah, vakit olsaydı…” müteessif oldu” (s.216).

Akçağ (2010) “…ve derin, hayvanca, kışkırtıcı bir hırsla güzel kadına baktı ve: “Ah, vakit olsaydı!” diye kederlendi” (s.188).

“Efruz Bey” adlı hikâyenin orijinalinde olumsuzluk belirten ek, daha sonraki basımında değiştirilmiştir:

Polat (2011) “…mabeynin emri üzerine diplomasıyla altın maarif madalyası verilmediğini söylerdi. Amirlerinin itikadınca bu “altın madalya diploma” Mabeynde, başkâtip paşa hazretlerinin çekmecesindeydi” (s.1123).

K (2008) “…padişahın emri üzerine diplomasıyla altın eğitim madalyası verildiğini söylerdi: Amirlerinin düşüncesine göre bu “altın madalyayla diploma” sarayda, başkâtip paşa hazretlerinin çekmecesindeydi” (s.184).

“İlk Namaz” adlı hikâyenin orijinalinde “evlerin arasında” şeklinde yazılan tamlama, daha sonraki basımda “evlerinin arasından” şeklinde yazılarak tamlama yanlışlığı yapılmıştır:

Polat (2011) “Evlerin arasında fakir ve naçiz, fakat bir azamet-i manevîye ile semaya doğru yükselen eski caminin küçük ve ihtiyar minaresi daha boştu” (s.57).

ATK (2011) “Evlerinin arasından gökyüzüne doğru yükselen eski caminin küçük ve yaşlanmış minaresi daha boştu” (s.37).

“And” adlı hikâyenin orijinalinde “ahenkli ve taninli idi” ifadesi kullanılırken daha sonraki basımda bu tamlama “uyumlu bir sözcüktü ki” şeklinde değiştirilmiştir:

Polat (2011) “Bu kelimeyi söylerken sanki mütelezziz olur ve hep tekrarlardım. O kadar ahenkli ve taninli idi” (s.223).

ATK (2011) “Bu sözcüğü söylemekten büyük tad alır, hep tekrarlardım. Öylesine uyumlu bir sözcüktü ki” (s.19).

“Falaka” adlı hikâyenin orijinalinde “güfteleri idi” şeklinde yazılan tamlamaya daha sonraki basımda “gibi” edatı eklenmiş ve tamlama “güfteleri gibiydi” şeklinde yazılmıştır:

Polat (2011) “Bütün derslerimiz yeknesak ve umumi bir bestenin asla manalarını anlamadığımız güfteleri idi” (s.464).

Akçağ (2010) “Bütün derslerimiz tekdüze, genel bir bestenin hiç anlamlarını bilmediğimiz güfteleri gibiydi” (s.27).

Bu örnekler, yazarın ilk basıldığı haldeki hikâyeleriyle ölümünden sonra basılan hikâyeleri arasında biçim ve içerik açısından birçok değişiklik yapıldığını göstermektedir. Bu çalışma, değiştirilen kelimelerin anlamının tam olarak karşılanıp karşılanmadığını ve değişen kelimelerin anlamında daralma meydana gelip gelmediğini tespit etmek amacıyla yapılmıştır. Bulgular kısmında Güncel Türkçe Sözlüğe göre yaşayan Türkçede yer alan kelime ve söz grupları üzerinde yapılan değişikliklerin, kelimelerin anlamında daralma meydana getirdiği tespit edilmiştir. Hikâyelerde yaşayan Türkçede yer almadığı için değiştirilmesi gereken kelime ve söz grupları da bulunmaktadır. Bunlar, okuyucular tarafından anlaşılamamakta, dolayısıyla da değiştirilmesi gereken kelime ve söz grupları arasında yer almaktadır. Fakat çalışmada, özellikle 2008, 2010 ve 2011 yıllarında yayımlanan baskılarda, bu kelime ve söz gruplarında yapılan değişikliklerin doğru olmadığı, değiştirilen kelime ve tamlamaların yerine uygun karşılıklar bulunamadığı, anlamda daralmaya neden olacak şekilde değişiklikler yapıldığı tespit edilmiştir. Yapılan çalışmada Ömer Seyfettin hikâyelerinde yaşayan Türkçede yer alan kelime ve söz gruplarının değiştirilmesinin gereksiz olduğu ve bu değişikliklerin kavramlar dünyasına zarar verip anlamı daralttığı ifade edilmiş, döneminde dahi sıkça kullanılmayan yabancı asıllı kelime ve söz gruplarının uygun karşılıklarla değiştirilmesi gerektiği belirtilmiş ve metne müdahale edilirken dikkat edilmesi gereken hususlar üzerinde durulmuştur.

Hikâyelerde kelime düzeyinde yapılan değişikliklerin metnin işaret etmeyi amaçladığı kavram alanını daraltmak yahut değiştirmek suretiyle metne zarar verdiği, uygun olmayan karşılıklarla yapılan değişikliklerin ve cümleden çıkarılan sıfatların yazarın hayal ve duygu dünyasının hikâyelerinde yansıtılmasını engellediği, bu tarz değişiklikler hikâyenin bütünlüğüne zarar verdiği için metne müdahalenin bütünlüğü koruyarak yapılması gerektiği sonuçlarına varılmıştır.

* Yazarın, “Kelime Değişikliklerinin Kavramlar Dünyasına Etkisinin Ömer Seyfettin Hikâyeleri Örneğinde Değerlendirilmesi” adlı yüksek lisans tezinin sonuç bölümünden alınmıştır.

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

İlginizi Çekebilir

Leyle-i Berat Hakkında (Âyet, Hadis, Risale-i Nur)

BERAT: Nişan, rütbe ve imtiyaz için verilen resmî belge, kurtuluş. Sitemizde Berat Gecesi ile İlgili yazılar …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Önceki yazıyı okuyun:
Kur’ânî Kelimeler Hedef Alınıyor, Çünkü Din Dilde Yaşar

DİLİN ÖNEMİ VE ÖZELLİKLERİ NELERDİR? Yazar: Osman Nuri Topbaş Dil Şuuru nedir? Kur’ânî kelimeler dilimizden …

Kapat