Ana Sayfa / RİSALE-İ NUR & BEDİÜZZAMAN / Bediüzzaman'ın Talebeleri / Bediüzzaman'ın Yakın Talebeleri / Kendi Dilinden Muhsin Alev (Abdulmuhsin Alkonavî) Ağabey
Abdul-Muhsin Alkonavi, Ayhan Efe’ye kitaplığında bulunan tarihi kitap ve belgeleri gösterip açıklarken

Kendi Dilinden Muhsin Alev (Abdulmuhsin Alkonavî) Ağabey

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

Abdulmuhsin Alev Anlatıyor:

1931 Konya doğumluyum. Baba tarafından aslımız Bulgaristan’a dayanır. Risale-i Nur’u 1946’da ortaokulda okurken Konya’da tanıdım. Lise eğitimimi de 1949’da Konya’da tamamladıktan sonra İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Felsefe bölümüne kaydoldum; fakat bu iş uzun sürecek diyerek Felsefe bölümünü bıraktım, Psikoloji ve Sosyoloji bölümlerinin imtihanlarına girerek sekiz, dokuz gibi notlarla bu bölümleri tamamladım. İstanbul’da 1954 senesine kadar hizmetlerle iştigal ettik. Üstad Hazretlerinin isteği ile 1951’de Gençlik Rehberi’ni matbaada tab ettirdim. Hz. Üstad mahkemeye verilince 1952’de İstanbul’a geldi. Bir sene sonra, Samsun davasından dolayı Üstad 1953’de tekrar geldi İstanbul’a. Her iki İstanbul ziyaretleri sırasında Üstad’la beraber bulundum. 1954 senesinde bizzat Hz. Üstad’ın talebiyle 3-4 ay kadar Isparta’da yanında teksir işleriyle meşgul oldum. Aynı sene içinde ani bir kararla Almanya’ya göç ettim. Berlin’de ikamet ediyorum. Almanya’da ekseri yeminli tercüman olarak çalıştım. Berlin Teknik Üniversitesi İnşaat Mühendisliği bölümünü de bitirdim. Bir ara inşaat mühendisliği de yaptım; üniversitede okul inşaatlarında mühendis olarak çalıştım. Risale-i Nur hakkında bir kitap yazdım, Almanca olarak basıldı. O kitap doktora olarak kabul olundu, doktorayı kazanmış oldum; fakat ben isim ve resim ile uğraşmıyorum. Kitabın adı: “Bediüzzaman Said Nursi Hazretlerinin yazılarındaki (Risale-i Nur’larda) diktatörlük ve anarşi veya kaosa karşı İslamî Cemiyet”

Muhsin Alev’in 1994 yılında doktora tezi olarak hazırladığı Almanca kitabın kapağı.
“Bediüzzaman Said Nursi hazretlerinin yazılarındaki (Risale-i Nur’larda) diktatörlük ve anarşi veya kaosa karşı İslamî Cemiyet”

ALMANYA’DA ADIMI ABDUL-MUHSİN ALKONAVİ OLARAK DEĞİŞTİRDİM

Resmi soyadım ‘Alkonavi’dir. Manası ‘Konyalı’ demektir. Konya’da Sadreddin Konevi diye tanınmış bir zat var ya; ona binaen eskiden ‘Alev’ olan soyadımı Almanya’da ‘Alkonavi’ olarak resmen değiştirdim. Bu isim nüfusuma, her yere geçti.

Abdulmuhsin Alev, kimlik kartında görüldü gibi ismini Almanya’da resmen “Abdul-Muhsin Alkonavi” olarak değiştirmiştir.

RİSALE-İ NUR’U İLK OKUDUĞUMDA BANA ÇOK TESİR ETTİ

Risale-i Nur’u, 1946-47 senelerinde Konya’da ortaokul talebesi iken ilk defa okumuş oldum. Gençlik Rehberi ile Asâ-yı Mûsa geçti elime. Bu kitapları Konya’da Ahmet Remzi Hatip (bkz. Ahmet Atak, Ağabeyler Anlatıyor-5) vermişti bana. Gençlik Rehberi, Ceylan Çalışkan tarafından Eskişehir’de matbaada bastırılmış. Asa-yı Musa ise gayet büyük teksir halindeydi; İnebolulu Ahmed Nazif Çelebi ile oğlu Selahattin Çelebi neşriyat yapıyorlardı, onlardan gelmiş…

Risale-i Nur’u ilk okuduğumda bana çok tesiri oldu. Muhtaç olduğum, alâkadar olduğum soruların cevaplarını bulmuştum. Risalelerin benim ve gençlerin ihtiyacını tatmin edecek, çok lüzumlu hakikatler olduğunu anladım ve dört elle yapıştım. Ve arkasını da takip ettim…

YARABBİ! SEN BU ZATI MADDİ-MANEVİ NİMETLERİNLE NE GÜZEL YARATMIŞSIN

1949 senesinde Konya’da liseyi bitirdim, İstanbul’a gittim, Hukuk Fakültesi’ne kaydımı yaptırdım. Ben İstanbul’a giderken Üstad daha Afyon hapishanesindeydi. O arada, benim trenle İstanbul dönüşümde Üstad hapishaneden henüz çıkmış, benim haberim olmamıştı. 1949 senesinin sonuydu, Ekim-Kasım ayları… Tren Afyon üzerinden gidiyordu Konya’ya.

Dönüş treni gece yarısı Afyon’a geldiğinde trenden indim. Ben daha Üstad hapiste diye, gece yarısı faytonla Zübeyir ağabeyin adresine gittim. Zübeyir Ağabey: “Kardeş ne yapıyorsun, Üstad hapisten çıktı, bu evde kalıyor. Sen şimdi otele git, yarın sabah gelirsin” dedi. Ve o şekilde otele gittim…

Sabahleyin geldim, Üstad’ımızın huzurunda oturuyorum. Üstad, Zübeyir abiye iltifat ediyor, şaka yapıyor, “Bir şeye ne güzeldir demeyin, ne güzel yaratılmış deyin” gibi bir şeyler öğretiyordu… Ben de böyle bakıyor, “Yarabbi! Sen bu zatı maddi-manevi nimetlerinle ne güzel yaratmışsın…” diye, bu şekilde düşünüyordum. O sırada Üstad’ı, manayı harfi ile Allah’ın kıymetli bir eseri olarak gördüğümü hatırlıyorum.

ÜNİVERSİTE KAYDIMI HUKUK’TAN FELSEFE’YE ALDIRDIM

Üstad’ın yanından dışarı çıktım. Zübeyir Ağabey bana: “Okul işini ne yaptın?” dedi. “Hukuk Fakültesi’ne kaydoldum” dedim. “Kardeş, ne yapacaksın oralarda, şimdi hizmet zamanı, Ziya Arun kardeşimiz tıbbiyeden felsefeye geçti, sen de onun gibi yap” dedi. Beni ikna etti… Ben de annemin bana verdiği bir kavanoz tereyağı kalmıştı, ona verdim. “Bu hediye değil, bizzat İktisat Risalesi’nin arttırdığı bir şeydir” dedim ve kabul ettirdim.

Sonra tekrar İstanbul’a gittim ve kayıtları Hukuk Fakültesi’nden Edebiyat Fakültesi’nin Felsefe Bölümüne aldırdım. Tabi arkadaşlar, ‘Herkes buradan oraya gitmeye çalışıyor, sen tersini yapıyorsun’ diye şaşırıyordu. Fakat az evvel anlattığım gibi sonradan, bu iş uzun sürecek diye felsefe bölümünü bırakıp, psikoloji ve sosyoloji bölümlerini sekiz, dokuz gibi notlarla tamamladım. Lisede de bütün notlarım hep 10, jimnastikten 9 idi.
Allah rahmet eylesin, Zübeyir Ağabey bana dedi ki: “Üç yüz lira verirsen, sana bir takım el yazması Risale-i Nur gelir.” Ben de parayı verdim ve Üstad’ın el yazısıyla tashihli risalelerden bir bavul dolusu kitap geldi. Bu bavulu daha sonra polis almıştı. Sonradan geri iade ettiler ama benim elime geçmedi. O zamanlar Ankara’da hizmet eden kardeşlerin eline geçmiş. Şimdi bavulun nerde olduğunu bilmiyorum. İnşallah hizmettedir…

KİRAZLI MESCİT SOKAKTA BULUNAN 46 NUMARALI DERSANEDE KALDIM

Ben 1949’da İstanbul’a gelince ilk olarak (Ahmed) Ramazan Tuncer ve Yusuf (Kenan Karaduman) diye iki arkadaşla beraber Kadırga Yokuşu’nda bir evde kalmıştım, sonradan Ziya Arun da geldi. Yusuf’un soyadını hatırlayamadım, Allah rahmet etsin bir kazada vefat etmiş. Daha sonra Süleymaniye Camii yakınındaki Kirazlı Mescit Sokağı’nda bulunan 46 Numaralı dersaneye geçtim. Ahmet Aytimur vardı orada. O hala oradaydı, sonradan yakınında bulunan başka bir yere taşınmış…

GENÇLİK REHBERİ DAVASINDA BEN ŞAHİT, ÜSTAD MAZNUNDU

Üstad 1951 senesinde, ‘Abdulmuhsin Gençlik Rehberi’ni bastırsın’ diye İstanbul’a haber göndermiş. Gençlik Rehberi eserinden Salih Midillioğlu’nun sahibi olduğu Tecelli Matbaa’sında iki bin adet bastırdık. Babıâli Yokuşu’nda bir handa ciltçi vardı, ben kitapları o ciltçiye götürüyordum. O sırada polisin matbaaya baskın yapacağı haberini aldık. Polis matbaaya gelmiş, burada Salih, Muhsin, Mustafa diye birileri var mı diye sormuş. Bize çırağı göndermişler. Çırak, matbaaya polis geldi diye haber verdi bize. O gece yarısı Gençlik Rehberi kitaplarını ben, Mustafa Oruç ve Salih Midillioğlu üçümüz sırtımıza yükledik, Babıâli Yokuşu’ndan ofise taşıdık. Ertesi günü polis matbaayı basmış. Bir tane kitap geçiyor ellerine, başka bir şey bulamıyorlar. Ciltçi ise kendisine bir tane Gençlik Rehberi ayırmış, onu da ondan almışlar. Altı ay beni yakalayamadılar…

Bir cumartesi günü, Kadırga Yokuşu’nda beraber kaldığımız ve bize tab işlerinde yardımcı olan Ramazan Tuncer, Beyazıt’ta kitapçılardan Üstad’ın eski eserlerini arıyormuş. Orada bir sivil polis, “Sende Gençlik Rehberi var mı?” deyip, bizim eve Gençlik Rehberi almaya geldiler. Ramazan Tuncer’in odasında 51 adet kitap buldular. Benim odam aranmadı. Ramazan, Büyük Doğu dergisinin neşriyat müdürlüğünü yapmıştı. Hakkında açılmış davalar olduğundan, hapse girmemek için Irak’a geçti .

Ramazan Tuncer’e geldikleri halde, bana gelmedikleri için beni aramayacaklar herhalde diye düşündüm. Ama belki ararlar diye, bende 50 tane Gençlik Rehberi vardı, onları götürdüm kendim polise serbest olarak verdim, hediye ettim. Polis beni ve Ahmet Aytimur’u aldı götürdü. Ben tabi Üstad’ın “Her söylediğin doğru olsun, her doğruyu söylemek doğru değildir” sözüne binaen polise fazla açılmadım. İşime geleni söyledim, alakam yok dedim; işin başında olduğum halde… Ben tabii suçlu olarak yakalanmadım. Sonradan polis o elli Gençlik Rehberi’ni Üstad’a iade edince, Üstad benim hayrıma dağıtmış onları.

Gençlik Rehberi’nin tabı’nı yaptığımız için mahkeme açıldı. Dolayısıyla Üstad 1952’de İstanbul’a gelmiş oldu. Altı ay içinde beni yakalayamadıklarından dolayı ben şahit olarak, Üstad da sanık müellif olarak muhakeme olunduk. Mahkemede şahit olarak konuştum; Gençlik Rehberi’ni okuduğumu, hoşuma gittiğini ve harçlığımla bastırdığımı söyledim. Eşref Edip kitabında yazdı bunları.

Besim isminde bir polis Üstad’ın yanına gitmiş, “Senin taleben Abdulmuhsin bana herşeyi söylemedi, beni kandırdı” diye Üstad’a şikâyet etmiş. Üstad beni müdafaa etmiş. Hiç hapis yatmadım.

Vatan Gazetesi’nde Ziya Arun ve Muhsin Alev’in evinin arandığı haberi

(…)

ÜSTAD 1952 VE 1953 SENELERİNE ÜÇER AY İSTANBUL’DA KALDI

Netice olarak 1952 İstanbul Gençlik Rehberi davası üç celsede beraatla sonuçlandı. Üstad bu mahkeme vesilesiyle üç ay İstanbul’da kalmış oldu.

Bir sene sonra 1953’de Samsun’da açılan bir dava sebebiyle Üstad tekrar İstanbul’a geldi. Sıhhatinin müsaid olmadığını belirterek rapor aldı, Samsun’a gitmedi. İkinci kere üç ay kadar daha kalmış oldu İstanbul’da. Bizler her iki gelişlerinde de hizmetlerinde bulunduk. Çok hatıralarımız var. Bazılarını anlatayım.

NECİP FAZIL BEDİÜZZAMAN’I ZİYARET ETTİ

Sene 1952. Üstad, Sirkeci’deki Akşehir Palas Otelinde kalıyor. O yıllarda Necip Fazıl Büyük Doğu dergisini çıkarıyordu. Ben, Kâmil Öztürk’le beraber bazen Necip Fazıl’ın yanına gidiyor, Risale-i Nur’dan bazı parçaların Büyük Doğu’da neşrini sağlıyorduk.

Bir gün Necip Fazıl, Üstad’ı ziyarete gelmişti. Üstad, kendisini alaka ile karşıladı, bir sandalyeye oturttu. Necip Fazıl, kendisinin yanına gelip giden gençleri Bediüzzaman’ın yanında ve hizmetinde görünce üzülmüş olacak ki, Üstad bunu hissetti. Necip Fazıl’a: “Üzülme! Üzülme! Ben Doğu’cuları, Risale-i Nur talebesi olarak kabul ettim. Ben seni Risale-i Nur’a yirmi sene hizmet etmiş olarak kabul ediyorum” dedi. Sonra şöyle dedi Üstad: “Biz aynı ağacın meyveleriyiz. Aramızda ayrılık-gayrilik yok, aynı yere gidiyoruz.”

BEDİÜZZAMAN PATRİK ATHENAGORAS İLE GÖRÜŞMÜŞ

Sene 1953. Üstad Çarşamba’da Mehmed Fırıncı’nın evinde kalıyordu. Dışarı çıkmak istedi. Ziya Arun’a, “Ben hizmet yapacağım burada, sen git” diye rica ettim. Ziya Arun gitmişti. Ziya Arun gelince anlattı bana. Dedi ki: “Giderken Athenagoras’a rastladık, Üstad onunla konuştu.” Ben bu hadiseye o şekilde vâkıf oldum. O gün Üstad’ın yanında değildim.

NEVRUZ MAHLÛKATIN BAYRAMIDIR

Bildiğiniz gibi Üstad Bediüzzaman Hazretleri bilhassa bahar ve yaz aylarında kırlarda, bağlarda gezmeyi çok severdi. Mahlûkatla baş başa kalır, onları seyredip derin derin tefekkür ederdi.

Sene 1953, Üstad İstanbul’da. 21 Mart Nevruz Günü geldi. Üstad’la beraber kıra gezmeye gittik. Kırda çok neşeliydi Üstad. “Bugün mahlûkatın bayramıdır” diyordu. Orada köpeklere ekmek parçaları verdi. “Bu Nevruz bayramından, bu köpeklerin bile bir hissesi vardır. Bahar mahlûkatın bayramıdır. Biz de onların bayramına iştirak edelim” dedi. Nevruz günü çok sevinçliydi Üstad…

SULTAN ABDULHAMİD’E ‘VELİ’ NAZARIYLA BAKIYORUM

Üstad Bediüzzaman İstanbul’da, ben de hizmetindeyim. Herhalde 1953 senesi olacak. Bir gün Eşref Edip bana: “Bir şahıs nurcularla görüşmek istiyor” dedi. O adamın Bab-ı Âli’deki bürosuna gittim. O, bir şeyler yazdığını söylüyordu. “Kimi kastediyorsun?” dedim. “Abdulhamid” dedi. Üstad’ın yanına gittiğimde, “Böyle bir şahıs, Sultan Abdulhamid’e ‘Kızıl Sultan’ diye şeyler söylüyor” dedim. Üstad: “Fesuphanallah! Sultan Hamid altmış milyon Müslüman’ın halifesiydi. Ben ona ‘Veli’ nazarıyla bakıyorum” dedi. Üstad çok üzüldü ve Abdülhamid Han hakkında bir lahika mektubu neşretti.

‘NUR ÂLEMİNİN BİR ANAHTARI’ KİTABINDA GEÇEN İKİ ÜNİVERSİTELİ

Sene 1953. Üstad’ımız Bediüzzaman’la beraber Bakırköy taraflarına kırlara çıkmıştık. Bakırköy’den dönerken Muammer Topbaş’ın arabasındayız. Arabada Musa Topbaş ve Mustafa Oruç (Ramazanoğlu) da vardı. O anda arabanın radyosundan mevlid-i şerif okunuyordu. Okunan mevlidi Üstad’la beraber dinleyerek takip ettik. Bu mevlidin bahsi, “Nur Âleminin Bir Anahtarı” isimli risalede geçmektedir . Orada iki üniversiteli diye Üstad’ın kastettiği; ben Edebiyat Fakültesi talebesi Muhsin Alev ile Tıp Fakültesi talebesi Mustafa Oruç’tur.

TEKSİR MAKİNESİNİ ISPARTA’YA GÖTÜRÜRKEN BAŞIMIZA GELEN İNAYET

Sene 1954. Üstad Hazretleri Isparta’da, ben İstanbul’dayım. Bende teksir makinesi ve daktilo vardı. Üstad, “Abdulmuhsin makineleri alsın gelsin” diye haber gönderdi. Ben de teksir makinesini bir bavula yatırdım, koydum. Ceylan Çalışkan ve Bayram Yüksel ile beraber trene bindik. O bavulu kompartımanın yukarı kanepesine koymuştum.

Kompartıman dolu, dışarısı dolu, omuz omuza ayakta bekleyenler var. Ben karşı taraftaki üst kanepede yatıyordum. Aşağıdaki kanepede de Ceylan Çalışkan ve Bayram Yüksel oturuyordu. Eskişehir’de, oradan birisi: “O bavulu indirelim, sen üzerine otur, biz de onun yerine…” dedi. “Bavula oturulmaz” dedim. Ceylan, Bayram; “Yapma” filan dediler bana. Adamlar kızdılar, “Herhalde o bavulda bir şey var, Afyon’da polise ihbar edelim” diye konuştular. Sonra hiç beklemediğimiz bir şey oldu; tren arıza yaptı, yolda kaldı, beklemeye başladık. O adamlar “Beklemekle olacak gibi değil” deyip, taksiye binip gittiler. Bizim bavul böylece kurtulmuş oldu. Risale-i Nur’un keramet oldu, elhamdülillah. Teksir makinesi yakalansa gizli neşriyat falan diye başımıza iş açılabilirdi…

ISPARTA’DA, ÜSTAD’IN YANINDA TEKSİR MAKİNESİYLE RİSALE ÇOĞALTTIM

İşte 1954 senesinde teksir makinesi ve daktilo ile beraber Isparta’ya vardık. Üstad Isparta’da Fıtnat Hanım’ın üç odalı evinde kalıyordu. Müze olan ev… Bu odaların birine makineyi koydum. Odanın birisinde Üstad kalıyordu. Üçüncü odada da Zübeyir Ağabey, Ceylan Çalışkan, Bayram Yüksel ve Ben beraber kalıyorduk. Yerde yataklar vardı, yan yana yatıyorduk. Orada üşürdük, ısınalım diye sırt sırta dayanıp yatardık bazen Bayram’la. Maşallah, hâlâ hatırlıyorum…

Hüsrev ağabeyin evinden mumlu kâğıda yazılmış sayfaları alıp, teksir makinesinin kolunu çevirerek basıyordum. Veya daktiloyla yazıp, teksir ediyordum. Orada o şekilde çalışıyorduk… Zühret-ün Nur Risalesi böyle basıldı orada. Altı ay kadar bu şekilde çalıştık Üstad’ın yanında.

ABDULMUHSİN’İN ELİ, DİLİ, KALBİ İYİDİR, FAKAT AKLINA KARIŞMAM

Ben 1954 senesinde Isparta’da Üstad’ın yanında teksir yaparken, Üstad talebeleriyle devamlı olarak umumi ders yapmazdı. Ben ayrıldıktan sonra ders yapmaya başlamış. Yalnız bir gün bana bir ders okuttu. 12. Söz’de geçen ehl-i felsefe ile ehl-i Kur’an’ın karşılaştırılmasını; ‘manayı harfi’ ve ‘manayı ismi’ ile ilgili dersi okuttu bana. Dedi ki: “Bunun hangisini daha iyi görüyorsun?” Ben ise Üstad’ın beklediği cevabı veremedim. “Üstad’ım gerek manayı ismi, gerekse manayı harfi her ikisini de gerek görüyorum” dedim. Üstad beni kırmadı… Sonra oturmuştuk bir odada. Orada birkaç kardeş daha vardı. Üstad dedi ki: “Abdulmuhsin’in eline, diline, kalbine itirazım yok, aklına karışmam.”

Eli iyidir derken şunu kastediyordu Üstad: Teksir makinesiyle yaptığım teksirler çok güzel oluyordu. Hakikaten benden sonra kardeşler teksir makinesi almışlar, “Yapamadık” dedi Bayram Yüksel.

Dili iyidir demek ise: İstanbul’da Cumartesi akşamları, Süleymaniye Camii’nin çok yakınında bulunan Tâhirî ağabeyin akrabası Atabeyli Nazif Çelebi’nin evinde (şimdi Suffa Vakfı’nın olduğu bina) toplanıyor, orada Risale-i Nur okuyorduk. Bir gün Ahmet Feyzi Ağabey İstanbul’a geldi, onunla orada görüştük. Ahmet Feyzi Ağabey, Üstad’a benim için: “Abdulmuhsin, Risale-i Nur’u bir nutuk gibi heyecanla okuyor” demiş. Dili iyidir bu manaya gelse gerek diye düşünüyorum.

Kalbi iyidir derken de: Babam Mevlevi olduğundan ben zikre alışmışım. Hatta çocukken bana sorarlarmış; “Baban ne yapıyor?” “Allah! Allah!”, “Annen ne yapıyor?” “Tesbih…“ Çok küçükken öyle dermişim. Ben de onlardan böyle alışmışım. Yolda bile giderken “Allah, Allah, Lâ ilahe illallah…” diye mırıldanırdım. Bir gün sokaktayım, Akşehir Oteli’ne doğru gidiyordum. Ben alışmışım ya, hafifçe başımı sallayarak “Lâ ilahe illallah” diyerek geliyorum. Üstad, ta dört kat yukarıdan beni görmüş. Çıktım yanına, dedi: “Keçeli sen zikrediyordun.” Üstad bu derece dikkatli ve anlayışlı idi.

BİR KERE TÜRKİYE’YE GİTTİM, BİR GECE KALDIM

1954 senesinden beri Berlin’deyim, Türkiye’ye sadece bir kere gittim, bir gece kaldım. Türk Hava Yolları uçağı ile İstanbul’a geldim. O gece (20 Temmuz 1969) Amerikalılar aya adam indirmişlerdi. Benim hanım, çocuklar İstanbul’daydı. Onlar tabi haber almamışlardı. Havaalanından herkes gitti, ben yalnız kaldım. Orada yatsı namazını kıldım, sonra bir taksiye bindim eve gittim. O gece evde kaldım, ertesi gün tekrar Berlin’e döndüm.

Türkiye’deki kardeşlere selam ediyorum. Bana da dua etsinler. Gelecek nesillere tavsiyem; “Risale-i Nur’u devamlı okumak, sadece okumak değil, oradaki hakikatlerin tatbikatına çalışmak” şeklinde olacaktır.

Muhsin Alev sağ başta ayakta Almanyalı gençlerle.

MUHSİN ALEV, EŞREF EDİP İLE İLGİLİ MEKTUBUN YAZILIŞ SEBEBİNİ ANLATIYOR

Ziya ve Abdulmuhsin’e hitaben yazılan mektup şöyle:

Aziz, Sıddık kardeşlerimiz Ziya ve Abdülmuhsin!

Üstadımız diyor ki:
“Eşref Edib kırk seneden beri iman hizmetinde benim arkadaşım ve Sebilürreşad’da makale yazan ve şimdi vefat eden çok kıymetli kardeşlerimin mümessili ve hakikî İslâmiyet mücahidlerinden bir kardeşimdir ve Nur’un bir hâmisidir. Ben vefat etsem de Eşref Edib, Nurcular içinde bulunmasıyla büyük bir teselli buluyorum.

Fakat Nur Risalelerinin ve Nurcuların siyasetle alâkaları yok ve Risale-i Nur, rıza-i İlahîden başka hiç bir şeye âlet edilmediğinden, mümkün olduğu kadar Risale-i Nur’un mensubları, içtimaî ve siyasî cereyanlara karışmak istemiyorlar. Yalnız Sebilürreşad, Doğu gibi mücahidler iman hakikatlarını ehl-i dalaletin tecavüzatından muhafazaya çalıştıkları için, ruh u canımızla onları takdir ve tahsin edip onlarla dostuz ve kardeşiz, fakat siyaset noktasında değil. Çünki iman dersi için gelenlere tarafgirlik nazarıyla bakılmaz. Dost düşman derste fark etmez. Halbuki siyaset tarafgirliği, bu manayı zedeler. İhlas kırılır. Onun içindir ki, Nurcular emsalsiz işkencelere ve sıkıntılara tahammül edip Nur’u hiç bir şeye âlet etmediler. Siyaset topuzuna el atmadılar. Hem Nur Risaleleri küfr-ü mutlakı kırdığı için, küfr-ü mutlakın altındaki anarşiliği ve üstündeki istibdad-ı mutlakı kırdığı cihetle, bir nevi siyasete teması var tevehhüm edilmiş. Halbuki Nur’un tercümanı, birtek mes’ele-i imaniyeyi dünya saltanatına değişmediğini mahkemelerde dava edip yirmibeş sene tarz-ı hayatıyla ve emarelerle isbat etmiştir.”

اَلْبَاقِى هُوَ الْبَاقِى

Kardeşleriniz
Sadık, İbrahim, Zübeyir
(Emirdağ Lâhikası 35)

Bu mektubun yazılış sebebini Muhsin Alev Ağabey şöyle anlattı: “Eşref Edip’in o zaman siyasete kayma ihtimali vardı. Üstad vaziyeti bildiği için bir mecburiyet olmadan, böyle bir işe girmeden anlattı. Bu mektup bize hitaben yazıldı. Çünkü Üstad, bizim Eşref Edip ile temasımızın olacağını bildiği için bize bildiriyor ki yanlış bir iş yapılmasın şeklinde… Ona hitaben değil, bize hitaben yazdırıyor. Üstad siyasetten çekilmişti. Ben Eşref Edip’le haftada bir iki defa görüşüyordum.”

NOT: Cevad Rıfat Atilhan liderliğinde 1 Ağustos 1951 tarihinde kurulan İslam Demokrat Partisi’ni; Eşref Edip’in çıkarmakta olduğu Sebilürreşad ile Necip Fazıl’ın neşrettiği Büyük Doğu dergileri bu partiyi destekleyen yazılar yayınlanmaya başlamıştı. Hz. Üstad nezih ifadelerle kadim dostunu incitmeden, nazikâne bu mektubu Eşref Edip’le münasebeti olduğunu bildiği Ziya ve Abdulmuhsin talebelerine hitaben; diğer talebeleri Sadık, İbrahim, Zübeyir imzalarıyla gönderiyor. İDP 22 Kasım 1952 tarihli Hüseyin Üzmez’in Malatya Hadisesi vesile edilerek temelli kapatılıyor. Ö. Özcan

Abdul-Muhsin Alkonavi, Ayhan Efe’ye kitaplığında bulunan tarihi kitap ve belgeleri gösterip açıklarken

ABDULMUHSİN ALEV’DEN BEDİÜZZAMAN’A MEKTUP

Bismihi subhanehu

Çok aziz, çok müşfik Üstadımız efendimiz hazretleri,

Evvela; binler selam ve hürmetlerimizle el ve ayaklarınızdan öperiz.

Saniyen; Bu Arabî Asâ-yı Mûsa’yı size getiren kardeşimiz (Üzeyir Şenler) aslen Kıbrıslı. Tam uyanık. İnşallah siz müşfik Üstadımızın kabul ve himmetleriyle hakiki bir nur talebesi olur diye takdim ediyor ve dua ediyoruz. Özer kardeşimizin tatili var. Mekteplerin açılmasına daha çok var. Müsaade ederseniz kalsınlar.

Üçüncü olarak; Gençlik Rehberleri için çalışıyoruz. Daha muvaffak olamadık.

Dördüncüsü; Necip Fazıl’ın, Cevad Rıfat’ın selamları var. Eşref Edip Tarihçe-i Hayat’ı çıkarınca ziyaretinize geleceğini söyledi.

Beşincisi; Serdengeçti’de çıkan size aid yazıda hülasa yapacağını söylüyordu. İtiraz edecektik. Çok şükür Ahmed Remzi beyin siz muhterem Üstadımızdan müsaade aldıklarını öğrendik.

Altıncısı; Çok kıymetli mektuplarınızı Isparta kahramanı ağabeyimiz Hüsrev beyin lütuflarıyla beş altı adet alıyor, bütün dostlara ve Müslüman muharrirlere okuyoruz. Dualarınızı bekler, ellerinizden öperiz efendim.

Kusurlu köleniz Abdulmuhsin.

Şimdilik ciltçiye yüz adet Asâ-yı Mûsa gelmiş. 50 adedin Urfa’ya gideceğini emirleriniz üzerine söyledik. Cevad Rifat o mektubunuzu neşrediyor. Daha çıkmadı, çıkınca takdim edeceğiz. Kusurlarımıza bakmayınız.

Muhsin ağabeyimizin mektubu böyle…
Abdulmuhsin ağabeyin Hz. Üstad’a yazdığı başka mektuplar da var. Mektupların altına “Ahmed, Abdulmuhsin” veya “Abdulmuhsin” diye imza atmış. Kendisini telefonla aradım, “Ahmed” ismini sordum. Ahmed Aytimur olduğunu söyledi. O tarihte Süleymaniye 46 numaralı dersanede beraber kaldıklarını anlattı.

(…) 

UFAK ŞİİR GİBİ MISRALARIM VAR. DAİMİ GURBETE, TESELLİYE NEFSİMİ ALIŞTIRDIM.

EuroNur-Avrupa Nur Cemaati’nin 2010 yılında Köln şehrinde tertip ettiği konferansta Abdulmuhsin ağabeyin okuduğu şiir:

Üstad’ım Said Nur
Onun kitapları var Risale-i Nur
***
Eline alır
Ve kırlara açılır
***
Güneş onu kucaklar
Rüzgârlar onu okşar
***
Çiçekler tebessümle ona doğru bakarlar, çünkü o kâinatta elemden, ayrılıktan bahsetmedi
Sevinçten, kavuşmaktan haber verdi
***
Böyle tes’îd eyledi
Nurunun bir bendesi Abdulmuhsin Alkonavi

Ben Konya’da doğdum. Babam Mevlevi tarikatındaydı. Mevlana Celaleddin-i Rumi neyden, dille ayrılıklardan şikâyet ediyor. Bu hava içinde yetişirken Risale-i Nur bize hayata çıkmanın zevkini, neşesini getirdi. Onun için bu şiirimi Mevlana’nın o şiirine mukabil ‘tes’îd eyledi Nurunun bir talebesi Abdulmuhsin Alkonavi’ dedim.

Çünkü Üstadımız firaktan, ayrılıktan, elemden bahsetmemiş. Sevinçten, kavuşmaktan, visalden haberler vermiş. Diyor ki: “Biz hiçlik âleminden bu varlık âlemine çıktık ve Allah’a ham ediyoruz.

Babam Mevlevi idi, Mevlana’ya hürmetim çoktur. Fakat o zaman onlar ayrılık eleminden bahsediyorlar. Fakat Bediüzzaman varlık âlemine çıkmanın neşesini yaşıyor ve bizlere onu yaşatıyor.

Elimi açtım; bu 81, diğeri 18, toplamı 99 eder. Dedim: “Yâ Rabbi! Bir şey yapamadım, bana uzun ömür ver, 90 yaşını geçeyim.” Sonra işittik, bir Müslüman âlim 148 yaşına gelmiş. Dedim: “Yâ Rabbi! Bana da uzun ömür ver. Bir şey yapamıyorum ama yetişen gençlerin faaliyetleri, gayretleri, hizmetleriyle sana şükredeyim.” Ben kaplumbağa gibi giderken onlar beni sağımdan solmadan geçiyorlar. Onları tebrik ediyorum…

Kaynak: Ömer ÖZCAN, Ağabeyler Anlatıyor-7’den

Buna da bakınız:

“Şimdi Hürmet Zamanı Değil, Hizmet Zamanıdır”

Yazar : Ömer ÖZCAN

1950 yılında Milas’ta doğdu. Ortaokul ve lise eğitimini İzmir’de tamamladı. 1968 senesinde lise ikinci sınıfta iken Risale-i Nur’u tanıdı. 1969’da ‘Ankara Erkek Teknik Yüksek Öğretmen Okulu’na (Bugünkü adıyla: Teknik Eğitim Fakültesi) kaydoldu… Ankara’da beş seneye yakın Bayram Yüksel Ağabeyin nezaretinde muhtelif Dersane-i Nûriyelerde kaldı. 1973 senesinde öğretmen olarak mezun oldu. 1973’den 1984’e kadar 11 sene Zonguldak’ta lise öğretmenliği yaptı. Sonra İzmir’e, mezun olduğu liseye öğretmen olarak atandı. 2000 senesinde aynı okuldan emekli oldu. Ömer Özcan evli ve iki kız babasıdır. Şimdi İzmir’de ikamet ediyor. Bütün mesaisini iman ve Kur’an hizmetlerine ayırmaya çalışmaktadır.
Ömer Özcan’ın Bediüzzaman Said Nursi ve talebeleri hakkında hatırı sayılır bir arşivi vardır. Kendisinde, Hz. Üstad’la görüşen veya görüşmeyen kadim ağabeylerden fotoğraf, ses, video veya yazılı olarak yaptığı kayıtlar mevcudtur. Ayrıca Risale-i Nur’un teksir veya matbaa olarak ilk baskılarının tamamına yakını Ömer Özcan’ın arşivinde bulunmaktadır. El yazılı orijinaller de vardır.
Ömer Özcan, Üstad Said Nursi Hazretleriyle hatıraları olan Ağabeylerle yaptığı röportajların bir kısmını kitaplaştırmıştır. “Risale-i Nur Hizmetkârları AĞABEYLER ANLATIYOR” adıyla seri olarak yayınlanmış sekiz kitabı bulunmaktadır. Yeni kitap hazırlıkları ve araştırma çalışmaları devam etmektedir.

Tüm Yazıları Göster
Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

İlginizi Çekebilir

“Bediüzzaman’a İlk Ziyaretimi Yeis İçinde Yaptım”

Merhum Prof. Dr. Zekeriya KİTAPÇI anlatıyor: BEDİÜZZAMAN’A İLK ZİYARETİMİ YEİS VE BİTKİNLİK İÇİNDE YAPTIM Bediüzzaman …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Önceki yazıyı okuyun:
Abdülmuhsin Alev (Alkonevî) Ağabey Vefat Etti.

Üstad Bediüzzaman Said Nursi Hazretlerini talebelerinden Abdülmuhsin Alkonavi (Muhsin Alev) vefat etti. 1931 Konya doğumlu …

Kapat