Ana Sayfa / İLİM - KÜLTÜR – SANAT – FİKRİYAT / Makaleler / Kendini Bilmek, Kendinde Olmak ve Kendine Bakmak

Kendini Bilmek, Kendinde Olmak ve Kendine Bakmak

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

Prof.Dr. Ali AKPINAR yazdı

Meşhur bir sözde “Kendini bilen Rabbini bilir”[1]denmiştir. Evet, kim olduğunu, niçin yaratıldığını bilen kişi, sorumluluklarını bilir, yaratıcısını tanır. Yaratıcısına ve insanlara karşı yükümlülüklerini bilir ve onların gereğini yerine getirir. Aynı şekilde, kendini bilmeyen, taşıdığı misyondan habersiz olan, kendini basit gören yahut kendini olduğundan fazla görüp kibirlenen kimse de layıkıyla Yaratıcısını tanımaz ve O’na karşı sorumlulukların yerine getirmez. Bu yüzden kişinin kendisini bilmesi, kendini tanıması ve haddini bilmesi son derece önemli ve gereklidir.

Bugün pek çok insanın sahip olduğu konumdan, taşıdığı değerden ve yüklendiği misyondan haberi yoktur. Bu nedenle insanlar kendilerini ihmal ederler, hem cinslerini hakir görürler, insana değer vermezler, yaratılanları sevmezler; sonuçta yaratılanlara karşı görevlerini yerine getirmedikleri gibi Yüce Yaratıcıya karşı sorumluluklarını da yerine getirmezler. Oysa insan tanındıkça insana saygı ve sevgi artar.

Burada şöyle bir soru akla gelebilir: Tabipler, insan fizyolojisini en iyi tanıyan kimselerdir. Ama onlar içinde Yüce Yaratıcıyı tanımayanlar da vardır? Evet, insanı bir ya da birkaç yönüyle tanımak yetmiyor. Zira insan çok yönlü bir varlıktır. Onun hem bedeni vardır, hem ruhu, hem arzuları vardır, hem duyguları, hem gönlü vardır hem de beyni.. O, bütün yönleri ile ne kadar iyi tanınırsa, Yüce Yaratıcı da o ölçüde tanınmış olur.

İnsan, âlemin bir özetidir. O da âlem gibi pek çok sırlarla doludur. Yüce Yaratıcı elleriyle ve özenerek yarattığı insan ve âleme kendi imzasını atmış, kendi varlığının âyetlerini işlemiştir. İnsan kendini tanımakla âlemi ve âlemlerin yaratıcısını tanımaya adım atmış olur. Şöyle ki: Yaratılışındaki mükemmelliği gören kimse, Yüce Yaratıcının erişilmez gücünü anlar. Kendi acziyetini bilen kişi, Rabbin engin kudretini daha iyi anlar. Kendi kusurlarını gören, Rabbin kusursuzluğunu idrak eder. Kendi fâniliğini bilen, Rabbin bakîliğini kavrar.

İnsan, kendini küçük görmemeli, olduğundan fazla büyük de. Varlık âleminde insan, ne ise odur. Bunun için insan hakkında: “Ey insan, küçük görme kendini! Zira sen de bir âlem gizlidir” denmiştir. Yine insan hakkında şöyle denmiştir: Ey insan! Sen niçin büyükleniyorsun? Başlangıcın bir damla kirli su (meni), sonun ise kabirde bir leş!”  Aslında bu iki söz de insanın olduğu gibi tanınmasına katkı sağlamaktadır. İnsanın olduğundan küçük görünmesi, ona gereken değeri vermemeye götürür; onun olduğundan fazla büyük görünmesi ise kibirlenmeye ve onu tanrılaştırmaya götürür. Birincisi insan neslinin yok edilmesi, ikincisi ise Yüce Yaratıcının hiçe sayılması demektir. Her ikisi de yanlış ve sapmadır. İnsanı doğru ve tam olarak tanımayan, onu olduğundan farklı gören anlayışlardan sapkın ideolojiler doğmuştur. Din, bu çeşit sapmaları ortadan kaldırmak için gelmiştir.

Bu nedenle Kur’ân’da insanı tanıtan pek çok ayet yer almıştır. Bu ayetlerde hem insanın güzelliklerine hem de onun zaaflarına dikkat çekilmiştir. Böylece ondaki güzelliklerin artırılarak korunması, zaaf ve eksikliklerin ise tespit edilerek tashih ve tamamlanması hedeflenmiştir.

  1. İnsanın Temel Güzellikleri:

İnsan yeryüzünün halifesi olarak yaratılmıştır.[2]Yüce Yaratıcı insanı en donanımlı[3]bir biçimde kendi elleriyle bizzat yaratmış[4], ona kendi ruhundan üfürmüş[5] ve melekleri ona saygı secdesinde bulundurarak[6] onun üstünlüğünü âleme tescil ettirmiştir. İnsana düşen ise, kendisine bahşedilen bu misyonun hakkını vermek, kendisine uygun görülen bu konumun saygınlığını korumak ve o makamın adamı olmaya çalışmaktır

“Andolsun ki Biz insanı şerefli kıldık.”[7] O halde insan bu şeref ve saygınlığını korumalıdır. Bu ise Yüce Allah’a karşı yükümlülükleri yerine getirdiği ölçüde yani takvaya sarıldıkça mümkün olacaktır. Zira bunun formülü de açık bir şekilde Kur’ân’da belirtilmiştir: “Allâh yanında en üstün olanınız, günâhlardan en çok korunanınızdır.”[8]

“Andolsun ki Biz insanı en güzel bir biçimde yarattık.”[9]İnsan kendisine lütfedilen bu fizikî ve ruhî güzellikleri korumasını bilmelidir. Bunun için de Allah’ın dininin ölçülerine uygun bir hayat yaşamalıdır. Çünkü Yüce Allah’ın insana hayat düsturu olsun diye belirlediği dinin ölçüleri, insanın bu özellik ve güzelliklerini korumaya yöneliktir.

“Andolsun Biz insanı, zorluklar içerisinde ve zorluklara dayanma gücü içerisinde yarattık.”[10] İnsan kendisine verilen bu güzellikleri korumak, bu konum ve saygınlığını artırarak devam ettirebilmek için zorlu bir sınava tâbi tutulmuştur. Bu sınav, göklerin, yerin ve dağların kaldıramayacağı kadar zorlu olsa da altından kalkılamaz değildir. İnsan isterse, azmederse bu zorlukları aşabilir, onlarla baş edebilir ve sınavın zor sorularından başarıyla çıkabilir. Yüce Yaratıcı, insanı tabi tuttuğu bu sınava uygun bir donanımda yaratmıştır. Çünkü Allah, hiç kimseye gücünün yetmeyeceği şeyi yüklemez[11] ve O, kulları için kolaylıklar diler, asla zorluk dilemez.[12]

Doğrusu insan kendi nefsini görür. [13] Evet insan kendi kendinin şahididir, kendini kontrol eder, gözetler, o nefsine hakim olabilir ve kendini istikamet çizgisinde tutabilir. Yüce Yaratıcı ona, kendini istikamette tutabilecek bir irade ve güç bahşetmiştir.

Özetleyecek olursak, varlıkların en şereflisi olarak yaratılan insan, ruhen ve fiziken en mükemmel bir donanımda yaratılmıştır. O, bu donanımını Yüce Yaratıcıya bağlı kalarak korumalı ve onu en mükemmele taşımalıdır. Bunun için de O’nun ölçüleri doğrultusunda bir hayatın adamı olmalıdır. Bu, insan için zor ve yaşanamaz değildir. O, isterse bu sınavı başararak değerine değer katabilir, hem Yüce Allah katındaki değerini artırabilir, hem de diğer varlıklar yanındaki saygınlığını artırabilir, konumunu güçlendirebilir. İnsanın yatılışındaki eşsiz güzellik, onu azgınlık ve taşkınlık yapmaya götürmemelidir.

İnsanın Temel Zaafları:

İnsan zayıf yaratılmıştır.[14]İnsan yaratılışça zayıftır, sabırsızdır, nefsin eğilimlerine ve şehvetine düşkündür. Ama o bu acziyet ve zafiyetini vahyin ölçülerini kuşanarak yenebilir. Gönlünü, beynini, dilini vahiyle besleyip donatan insan güçlüdür. Böyle bir kişi, nefis ve şeytan başta olmak üzere tüm iç ve dış düşmanlarıyla baş edebilir, onları yenebilir.

Doğrusu insan çok cahildir.[15] İnsan bu cehaletini, bilgi ile yenmeli, bunun için ilk emre kulak vermeli, Yüce Yaratıcının eğitim halkasına girmelidir. İlk emri ‘oku’ olan bir dinin muhatapları için cahillik ve cehalet söz konusu olamaz.

Doğusu insan çok nankördür.[16] Nimeti örtmek ve onu görmezden gelmek (küfran-ı nimet), gerçeği ötmek ve onu inkâr etmek (küfür-inkar) şeklinde kendisini gösteren bu nankörlükten kurtulmalı. Bunun için hakikatin tanıkları olmalı, nimetlere şükredilmelidir.

İnsan pek acelecidir.[17]İnsan, zamanı iyi kullanmadığı için, yapması gerekenleri vaktinde yapmadığı için acele eder. Bunun için kendisine emanet edilen zaman nimetini yerli yerince ve en güzel bir biçimde kullanmalıdır. Kur’ân adamı, vaktin çocuğu (ibnü’l-vakit) olmalıdır.

Gerçekten insan pek zalimdir.[18] O halde insan zulmün her çeşidinden uzak olmalı, her alanda ölçülü olmalı, adaleti ayakta tutanların yanında yer almalıdır. İnsan isterse âdil olabilir. Bunun yolu ise, Adil-i Mutlak olan Yüce Yaratıcıya bağlanmak ve O’nun adalet ölçülerini uygulamaktır.

Gerçekten insan çok cimridir.[19]İnsan, bu cimriliğini, kendisine emanet edilen nimetleri başkalarıyla paylaşarak yenmelidir. Sahip olduğu nimetlerin asıl sahibinin Yüce Allah olduğunu, o nimetlerin elinden alınıvereceğini asla unutmamalıdır.

İnsan, tartışmaya her şeyden daha çok düşkündür.[20]İnsan, kendi eksiklerini ve kusurlarını örtmek için savunma mekanizmalarına sığınır, yaptığı yanlışları savunabilmek için çırpınır durur Oysa ona düşen, doğruya teslim olmak, hep doğruları konuşmak ve doğruları işlemektir. Yanlışta ısrar etmeyip hatadan dönmek de en büyük erdemlerdendir.

İnsan, şimdi apaçık bir hasım kesildi.[21]Onun düşmanlığı yaratıcısına ve hemcinslerine karşıdır. Oysa insan Yaratıcısına bağlı ve O’na teslim olmakla huzur bulacak, hem cinslerini kardeş bilmekle rahata erecektir. İnsan düşmanlık tutkusunu, şeytan başta olmak üzere tüm kötülük odaklarına saklamalıdır.

Doğrusu insan hırslı ve huysuz yaratılmıştır.[22]İnsan günaha, harama, kötülüğe, cimriliğe düşkündür. Ama bu insanın bir yönüdür. O, isterse bu hırs ve düşkünlüğünü hayra ve güzelliklere yöneltebilir. Bu ise, vahyin aydınlığında yönünü Yüce Yaratıcıya çevirmekle, O’nu sevmekle, O’nun huzuruna çıkacağı günü düşünüp buna hazır olmakla mümkündür. Yüce Allah’ın hoşnutluğunu gaye edinenler, hayır ve güzelliklerin tiryakisi olurlar. Böyleleri için ibadet ve taat  anları en fazla haz ve lezzet aldıkları anları olur.

Kendisine kötülük dokundu mu sızlanır.[23]Oysa insan, önce iyilik ve güzellikleri hak etmek için çalışmalı, sonra da karşılaştığı olayları hayra yormasını bilmelidir. Şer gördüklerinde hayrın, hayır gördüklerinde ise şerrin olabileceğini asla unutmamalıdır. Bir de başına gelenlerin kendi elleriyle işledikleri yüzünden olduğunu, her insanın kader kuşunun kendi boynunda asılı olduğunu göz ardı etmemelidir.

İnsan, kendisini Rabbinden müstağni görür ve bu yüzden azar.[24]Oysa Rabbine varan yolda çabalayıp durmakta olan insan, sonuçta O’na dönüp varacaktır.[25] İnsan her zaman ve her şartta Allah’a muhtaçtır. O’nun maddî gıda ve nimetlerine muhtaç olduğu gibi, O’nun manevî gıda ve nimetlerine de muhtaçtır. İnsan, Rabbinin bu maddî ve manevî gıdalarından beslendiği ölçüde güçlü ve üstün olacaktır. Onlara karşı duyarsız ve kayıtsız kaldığı zaman ise, gücünü kaybedecek, insanî saygınlığını yitirecek, aşağılara yuvarlanacak, cehalet ve günah çukurlarında kalacaktır.

Doğrusu insan hep zarardadır.[26]Ancak bu zarardan kurtulmanın yolu açık ve nettir: İman edip salih amel işler, hep hakkı tavsiye eder ve bu uğurda karşılaştığı güçlüklere katlanıp başkalarına da sabrı tavsiye ederse.. İşte o zaman zarardan kurtulmuş olur.

İnsan, kendindeki bu zaafları önceden bilirse onların etkisinden kurtulmak için önlem alır, eksikliklerini tamamlayamaya çalışır. Zira tarih boyunca pek çok insanın ayağının kaymasına bu zaafları sebep olmuştur.

  1. İnsan Önce Kendine Bakmalı

Konuyla ilgili olarak bir ayetinde Yüce Allah şöyle buyurur:

“Ey İnananlar! Siz kendinize bakın; doğru yolda iseniz sapıtan kimse size zarar veremez. Hepinizin dönüşü Allah’adır. O, işlemekte olduklarınızı size haber verecektir.”[27]

Ayeti doğru anlayabilmek için önceki ayetlerde neden bahsedildiğine bakalım:

Yüce Allah, surenin 102. ayetinde inkârcılardan, lüzumsuz sorular sorup inkâra düşen Yahudiler’den[28] 103 ve 104. ayetlerde din adına asılsız şeyler uydurup Allah’a iftira eden, atalar dinini Allah’ın kitabına ve Peygamberine uymaya tercih eden inkarcılardan bahsetmektedir. Bundan sonra ise şu ayet gelmektedir: “Ey inananlar! Siz kendinize bakın; doğru yolda iseniz sapıtan kimse size zarar veremez.” Ayetten anlaşılabilen mesajları şöyle sıralamamız mümkündür.

1- İslâm toplumu, başkalarından etkilenmeyen güçlü bir toplumdur:

Ey iman edenler! Siz kendinize bakın, başkalarının sapıklıkları sizi korkutmasın, yıldırmasın, yolunuzdan alıkoymasın. Bir başınıza da olsanız, siz hakta kalmaya bakın. İman sizin yolunuzdur, siz onda kalın ki sapıklıktan ve sapıklardan etkilenmeyin. “Ey inananlar! Allah’tan sakının; herkes yarına ne hazırladığına baksın; Allah’tan sakının, çünkü Allah işlediklerinizden haberdardır.”[29] “Herkes kazancına bağlıdır.”[30]

Siz başlı başına bir toplumsunuz. Sizin her şeyiniz var. Ferdî, ahlakî, ictimaî, iktisadî, siyasî her alanda size ışık tutan, yol gösteren mükemmel bir dininiz var. Sizin dininizin ihmal ettiği bir alan yok ki, başkalarından etkilenesiniz ve herhangi bir konuda başkalarından bir şeyler alasınız, Siz dini, bütünüyle anlayıp yaşarsanız, hayatınızda herhangi bir boşluk kalmayacağından, başkalarından etkilenmeniz söz konusu olamaz.

2- İslâm’ın insanı, önce kendini kurtaran bir kurtarıcıdır:

Başkalarını kurtarmak için kendinizi ihmal etmeyin, kendinizi tehlikeye atmayın. Kendinizi başkalarına kurban etmeyin. Kendinizi kurtarmadan başkalarının kurtarıcılığına soyunmayın. Çünkü gerçek kurtarıcı, önce kendini kurtarandır. Kendine hayrı olmayanların başkalarını kurtarması bir ütopyadır. Bu anlamda ayet, başkalarının yanlışlarını düzeltmek için uğraşırken kendi yanlışlarını göremeyenler için bir uyarıdır. İslâm insanı, önce kendini düzeltmekle ile başlamalıdır. Özellikle imânî bakımdan kendi nefsinde ve hayatında sağlam bir altyapı oluşturduktan sonra başkalarını düzeltmeye çalışmalıdır. Zaten hal ile tebliğ, kendi hayatında İslâm’ı örneklendirdikten sonra, başkalarını İslâm’a çağırmak en güzel ve en etkili tebliğ biçimidir. Peygamberler başta olmak üzere, kitleler üzerinde etkin olan tüm davet önderleri, insanları çağırdıkları gerçekleri önce kendi nefislerinde yaşamışlardır. Davet adamının özellikle inanç konusunda herhangi bir eksikliği, yanlışı ve zafiyeti olmamalıdır. Aksi takdirde davet yolunda karşılaşacağı şeylerden etkilenip zarar görmesi söz konusudur. Bu yüzden Islahçı ol ki ıslah edesin! Mürşid ol ki, irşad edesin! Doğru ol ki doğrultasın! denilmiştir.

3- İslâm toplumu hep birlikte ve bütünüyle İslâm’ı yaşarsa, başkaları onlara bir zarar veremezler:

Ayette ‘Ey İnananlar!’ buyrularak çoğul bir ifade kullanılmıştır. Buna göre mânâ şöyle olur: Topyekün müminler olarak siz kendinize bakınız. Siz İslâm’ın öngördüğü toplumu oluşturursanız, yoldan çıkmış sapıklar size bir zarar veremez. Size egemen olup, sizi etkileyemez. Ama siz, bu özelliğinizi sergileyemediğiniz sürece, başkalarına mahkum olmaya, onlardan etkilenmeye ve onlardan zarar görmeye devam edeceksiniz demektir. Başka bir deyişle, siz başkalarından etkilenip bir zarar görüyorsanız biliniz ki, güçlü bir İslâm toplumu oluşturmamışsınız, demektir. Bu konuda İbn-i Abbas şunlar söyler: “Allah diyor ki: Kul emrettiğim şekilde helalleri işler, yasakladıklarımdan kaçınırsa sapıklar ona bir zarar veremez.”[31] Zaten iyiliği emretme ve kötülükten sakınma görevi, İslâm toplumu içerisinde bireylerin birbirlerine karşı yapacakları bir görevdir. Bu görev, müslüman oldukları halde günah işleyen müslümanlara karşı yapılır. Eksik müslümanlıkları düzeltme adına yapılır. Müslüman olmayanlar ise, önce dine davet edilir. Onlar için ilk etapta iyiliği emretme ve kötülükten sakındırma hem söz konusu değildir, hem de sağlıklı bir sonuç vermez. Zaten eylemleri değerlendiren imandır. İnanmayan bir kişinin kötülüklerden kaçınıp birtakım güzellikleri işlemesi ona Allah katında bir şey kazandırmaz. Çünkü inkarcıların tüm yaptıkları boşa gidecektir.[32]İşte müslümanlar birbirlerine karşı bu görevi layıkıyla yerine getirdikleri zaman müşrikler, münafıklar ve başkaları onlara bir zarar veremez. Nitekim ayetin iniş sebepleri arasında zikredilen şu rivayet, ayeti anlamamıza yardım etmektedir:

“Bir kişi müslüman olduğunda kafirler ona şöyle diyorlardı: ‘Sen atalarını küçük düşürdün, onları sapıklıkla itham ettin, şöyle yaptın böyle yaptın!’ işte bunun üzerine bu ayet indi. Yani sen doğru yola girdikten sonra, geçmişindeki sapıklıkların sana bir zararı olmaz.”[33] Gerçekten de ayetten önceki ayetlerde inkârcı, müşrik ve yahudilerden bahsedilmesi bu mânâyı desteklemektedir. Onların yaptıkları kendilerinedir, hidayette olduğunuz sürece onların sapıklıklarının size bir zararı dokunmaz.

4- İyiliği emretme ve kötülükten sakındırma görevi, doğru yolda olmanın temel şartıdır:

Bazılarının sandığı gibi ayet, şartlar müsaitken, ‘iyiliği yayma ve kötülükten alıkoyma’ görevini terk etmenin delili değildir. Nitekim böyle bir yanlış anlaşılmayı Hz. Ebubekir şu sözleriyle düzeltir:

“Ey insanlar, sizler ‘Ey İnananlar! Siz kendinize bakın; doğru yolda iseniz sapıtan kimse size zarar veremez’ ayetini okuduğunuz halde onu yanlış anlıyorsunuz. Ben Peygamberimizin şöyle buyurduğunu duydum:‘İnsanlar kötülüğü gördükleri halde onu değiştirmezlerse, Allah’ın hepsini cezalandırmasından korkulur.”[34]

Abdullah b. Mesud da bu ayeti gerekçe göstererek ‘iyiliği yayma ve kötülüğe engel olma görevini terk etmek isteyenlere şöyle demiştir: “Gönülleriniz ve emelleriniz bir olup ayrılığa düşmediğiniz zaman siz iyiliği emredin, kötülükten menedin. Gönülleriniz ve emelleriniz ayrılığa düşer ve birbirinizi yemeye kalkarsanız işte o zaman herkes kendine baksın.”[35]

Peygamberimiz de şöyle buyurur: “Siz iyiliği emredip kötülükten alıkoymaya devam edin! Ta ki, kendisine uyulan bir cimrilik ve arzular, etkilenilen bir dünya anlayışı söz konusu olduğu ve herkesin kendi görüşünü beğendiği bir ortam görürsen, işte o zaman sen kendine bak, başkalarını bırak…”[36]

Said b. el-Müseyyeb de aynı anlamda şöyle der: “Sen iyiliği yapıp kötülükten alıkoyduğun zaman, senin doğru yolda oluşuna sapıtanlar bir zarar veremez.”[37]

Demek oluyor ki, iyiliği yayıp kötülükten alıkoyma görevi doğru yolda olmanın temel şartıdır. Hidayet onunla tamamlanır. Bu yüzden şartlar oluştuğu ve imkan bulunduğunda bu görevi terk etmemelidir.

5- İnkarcıların inkarı, müşriklerin şirkine, günahkarların günahlarına üzülüp yapacaklarımızı aksatmamalıyız:

Ayet, inkarcı sapıkların durumuna üzülüp kendini yiyip bitirmeyi yasaklamaktadır. Nitekim bu konuda başka ayetler de vardır: “İnanmıyorlar diye nerdeyse kendini mahvedeceksin.”[38]

6- Olağanüstü durumlarda iyiliği emretme ve kötülükten sakındırma görevi terk edilmez, tehir edilebilir.

Ayet, bu görevi yerine getirdiği halde olumlu bir sonuç alamayan fitne ve fesat dönemi kimseler için bir teselli mesabesindedir. Yani siz görevinizi yerine getirin, sizin çağrınızla sapıklar doğru yola gelmeseler bile, size bir zarar veremezler.

Ayet, iyiliği emredip kötülükten alıkoyma görevini yerine getirebilmek için şartlar oluşmadığı zaman, bu görevi tehir etmeye ruhsat vermektedir. Nitekim yukarıdaki hadislerde de buna işaret edilmektedir. Çünkü olağanüstü durumlarda yapılan iyiliği emretme ve kötülükten alıkoyma mücadelesi başarısızlıkla sonuçlanabilir ve bu mücadeleyi yapanların başına bir zarar gelebilir. Ayette söz konusu edilen zarar, fikrî ve amelî her türlü etkilenmeyi içine alır.[39]

7- Ayetin ‘Hepinizin dönüşü Allah’adır. O, işlemekte olduklarınızı size haber verecektir.’ cümleleriyle bitişi son derece anlamlıdır. Buna göre gerçek müslüman, hesabını ahirete göre yapmalıdır. Geçici dünyanın bayağı dünyalıkları adına kalıcı hesapların ve icraatların yapılması akılkârı bir şey değildir. Müslümanın dünyadaki tüm iş ve eylemlerinde amaç Allah’ın hoşnutluğu ve ahiret yurdunu kazanmak olmalıdır. Ahirete iman ve O’na döneceğimizin şuurunda olma, bizleri inanarak ve içtenlikle Allah için yaşamaya götürecektir. Evet bizler Allah içiniz, her şeyimizle O’na aidiz ve yaptıklarımızdan hesaba çekilmek üzere O’na döneceğiz. O halde O’na ait olan şeyleri, O’nun yolundan kıskanmanın kime ne yararı olabilir ki?..

Öyleyse öncelikle kendimize bakmalıyız, kendimizi bilmeliyiz, kendimizi donatmalıyız. Sonra sahiplendiğimiz güzellikleri başkalarına taşımalı ve onlarla paylaşmalıyız. İnsanı yaşatmalıyız ki toplum/devlet huzur içerisinde yaşasın. Böylece hem dünyamız kurtulsun, hem Ahiretimiz.

[1] Bu sözün Yahya b. Muaz er-Râzî’ye ait olduğu söylenmiştir. Bkz. Aclûnû, Keşfü’l-Hafâ, II, 361-362.

[2] Bakara 2/30, Enâm 6/165, Araf 7/69, 74, Yunus 10/14, Neml 27/62,  Fâtır 35/39, Sâd 38/26.

[3] “O Rab ki seni yarattı, seni düzenledi, sana ölçülü bir biçim verdi. Senin organlarını dilediği şekilde birbirine ekledi.” İnfitar 82/7-8.

[4] “Rabbin ona dedi ki: ‘Ey İblis, iki elimle yarattığıma secde etmekten seni alıkoyan nedir? Büyüklük mü tasladın, yoksa yücelerden mi oldun?’ ” Sad 38/75.

[5] “Onu düzenleyip insan şekline koyduğum ve ona ruhumdan üflediğim zaman hemen ona secdeye kapanın!” Hıcr 15/29, Sad 38/72, Secde 32/9.

[6] 2 Bakara 2/34, Araf 7/11, İsra 17/61, Kehf 18/50, Taha 20/116.

[7] İsra 17/70.

[8] Hucurat 49/13.

[9] Tin 95/4.

[10] Beled 90/4.

[11] Bakara 2/233, 286, Enam 6/152, Araf 7/42,  Müminun 23/62.

[12] Bakara 2/185, Talak 65/7, İnşirah 94/5-6.

[13] Kıyame 75/14.

[14] Nisa 4/28

[15] Ahzab 33/72

[16] İbrahim 14/34, İsra 17/67, Hac 22/66, Şura 42/48, Zuhruf 43/15, Adiat 100/6.

[17] İsra 17/­­11, Enbiya 21/37.

[18] İbrahim 14/ 34, Ahzab 33/72.

[19] İsra 17/100.

[20] Kehf 18/54.

[21] Yasin 36/ 77

[22] Mearic 70/19.

[23] Mearic 70/20.

[24] Alak 96/5-6.

[25] İnşikak84/ 6.

[26] Asr 103/2.

[27] Maide 5/ 105

[28] Bkz. Mevdudî, Tefsir, I, 516

[29] Haşr 59/18

[30] Tûr 52/21, Müddessir 74/ 38

[31] İbn Kesir, Tefsir, II. 109

[32]  “İçinizden dininden dönüp kafir olarak ölen olursa, bunların işleri dünya ve ahirette boşa gitmiş olur. İşte cehennemlikler onlardır, onlar orada temellidirler.” (Bakara 2/217)

“Onlar, dünya ve ahirette işleri boşa çıkacak olanlardır. Onların hiç yardımcıları da yoktur.” (Alu Imran 3/22)

“Kim imanı inkar ederse, şüphesiz amelleri boşa gider. O, ahirette de zarar edenlerden olacaktır.” (Maide 5/5)

[33] Kurtubî, Tefsir, VI, 344.

[34] İbn Kesir, Tefsir, II, 109; Kurtubî, Tefsir, VI, 342-343

[35] İbn Kesir, Tefsir, II, 110.

[36] İbn Kesir, Tefsir, II, 109

[37] İbn Kesir, Tefsir, II, 110

[38] Şuara 26/3; Kehf 18/6

[39] . Alusî, Tefsir, V, 65-66; Tabatabaî, Tefsir, VII, 16

aliakpinar.com

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

İlginizi Çekebilir

Kur’ân ve Sünnet Perspektifinde Nur Talebelerinin Namaz Tesbihatı

KUR’AN VE SÜNNET PERSPEKTİFİNDE NUR TALEBELERİNİN NAMAZ TESBİHATI   Tesbihat, Allah ile kul arasındaki irtibatı …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Önceki yazıyı okuyun:
Kelime, Tefekkür ve Medeniyet

Ahmed Said GÜNDÜZ  yazdı. İnsanlar kelimelerle düşünmekte, düşündükleri nispette de değer kazanmaktadırlar. Gelişmiş ülkelerde günlük …

Kapat