Ana Sayfa / Yazarlar / Kerbelâ! Eyy Kerbelâ!

Kerbelâ! Eyy Kerbelâ!

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

Kerbelâ! Eyy Kerbelâ!

Üçüncü Nükte

اِلَّا الْمَوَدَّةَ فِى الْقُرْبٰى âyetinin bir kavle göre manası: “Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâm, vazife-i risaletin icrasına mukabil ücret istemez, yalnız Âl-i Beyt’ine meveddeti istiyor.”

Eğer denilse: Bu manaya göre karabet-i nesliye cihetinden gelen bir fayda gözetilmiş görünüyor. Halbuki اِنَّ اَكْرَمَكُمْ عِنْدَ اللّٰهِ اَتْقٰيكُمْ sırrına binaen karabet-i nesliye değil belki kurbiyet-i İlahiye noktasında vazife-i risalet cereyan ediyor?

Elcevap: Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâm, gayb-aşina nazarıyla görmüş ki Âl-i Beyt’i, âlem-i İslâm içinde bir şecere-i nuraniye hükmüne geçecek. Âlem-i İslâm’ın bütün tabakatında kemalât-ı insaniye dersinde rehberlik ve mürşidlik vazifesini görecek zatlar, ekseriyet-i mutlaka ile Âl-i Beyt’ten çıkacak. Teşehhüddeki ümmetin “Âl” hakkındaki duası ki اَللّٰهُمَّ صَلِّ عَلٰى سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ وَ عَلٰى اٰلِ سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ كَمَا صَلَّيْتَ عَلٰى اِبْرَاهٖيمَ وَ عَلٰى اٰلِ اِبْرَاهٖيمَ اِنَّكَ حَمٖيدٌ مَجٖيدٌ dir. Makbul olacağını keşfetmiş. Yani nasıl ki millet-i İbrahimiyede ekseriyet-i mutlaka ile nurani rehberler Hazret-i İbrahim’in (as) âlinden, neslinden olan enbiya olduğu gibi; ümmet-i Muhammediyede de (asm) vezaif-i azîme-i İslâmiyet’te ve ekser turuk ve mesalikinde enbiya-i Benî-İsrail gibi Aktab-ı Âl-i Beyt-i Muhammediye’yi (asm) görmüş. Onun için لَٓا اَسْئَلُكُمْ عَلَيْهِ اَجْرًا اِلَّا الْمَوَدَّةَ فِى الْقُرْبٰى demesiyle emrolunarak, Âl-i Beyt’e karşı ümmetin meveddetini istemiş.

Bu hakikati teyid eden diğer rivayetlerde ferman etmiş: “Size iki şey bırakıyorum. Onlara temessük etseniz, necat bulursunuz. Biri: Kitabullah, biri: Âl-i Beyt’im.” Çünkü sünnet-i seniyenin menbaı ve muhafızı ve her cihetle iltizam etmesiyle mükellef olan Âl-i Beyt’tir.

İşte bu sırra binaendir ki Kitap ve Sünnete ittiba unvanıyla bu hakikat-i hadîsiye bildirilmiştir. Demek Âl-i Beyt’ten, vazife-i risaletçe muradı: Sünnet-i seniyesidir. Sünnet-i seniyeye ittibaı terk eden, hakiki Âl-i Beyt’ten olmadığı gibi Âl-i Beyt’e hakiki dost da olamaz.

Hem ümmetini Âl-i Beyt’in etrafında toplamak arzusunun sırrı şudur ki: Zaman geçtikçe Âl-i Beyt çok tekessür edeceğini izn-i İlahî ile bilmiş ve İslâmiyet zaafa düşeceğini anlamış. O halde gayet kuvvetli ve kesretli bir cemaat-i mütesanide lâzım ki âlem-i İslâm’ın terakkiyat-ı maneviyesinde medar ve merkez olabilsin. İzn-i İlahî ile düşünmüş ve ümmetini Âl-i Beyt’i etrafına toplamasını arzu etmiş.

Evet, Âl-i Beyt’in efradı ise itikad ve iman hususunda sairlerden çok ileri olmasa da yine teslim, iltizam ve tarafgirlikte çok ileridedirler. Çünkü İslâmiyet’e fıtraten, neslen ve cibilliyeten taraftardırlar. Cibillî taraftarlık zayıf ve şansız, hattâ haksız da olsa bırakılmaz. Nerede kaldı ki gayet kuvvetli, gayet hakikatli, gayet şanlı, bütün silsile-i ecdadı bağlandığı ve şeref kazandığı ve canlarını feda ettikleri bir hakikate taraftarlık, ne kadar esaslı ve fıtrî olduğunu bilbedahe hisseden bir zat, hiç taraftarlığı bırakır mı? Ehl-i Beyt, işte bu şiddet-i iltizam ve fıtrî İslâmiyet cihetiyle din-i İslâm lehinde edna bir emareyi, kuvvetli bir bürhan gibi kabul eder. Çünkü fıtrî taraftardır. Başkası ise kuvvetli bir bürhan ile sonra iltizam eder.

***

بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ

“Cemel Vak’ası denilen Hazret-i Ali ile Hazret-i Talha ve Hazret-i Zübeyir ve Aişe-i Sıddıka (radıyallahü teâlâ aleyhim ecmain) arasında olan muharebe, adalet-i mahza ile adalet-i izafiyenin mücadelesidir.

“Amma, Hazret-i İmam-ı Ali’nin Vak’a-i Sıffin’de Hazret-i Muaviye’nin taraftarlarıyla muharebesi ise, hilâfet ve saltanatın muharebesidir. Yani, Hazret-i İmam-ı Ali, ahkâm-ı dini ve hakaik-i İslâmiyeyi ve âhireti esas tutup, saltanatın bir kısım kanunlarını ve siyasetin merhametsiz mukteziyatlarını onlara feda ediyordu.

Hazret-i Muaviye ve taraftarları ise, hayat-ı içtimaiye-i İslâmiyeyi saltanat siyasetleriyle takviye etmek için azimeti bırakıp ruhsatı iltizam ettiler, siyaset âleminde kendilerini mecbur zannedip ruhsatı tercih ettiler, hataya düştüler.”

“Amma Hazret-i Hasan ve Hüseyin’in Emevîlere karşı mücadeleleri ise, din ile milliyet muharebesi idi. Yani, Emevîler, devlet-i İslâmiyeyi Arap milliyeti üzerine istinad ettirip, rabıta-i İslâmiyeti rabıta-i milliyetten geri bıraktıklarından, iki cihetle zarar verdiler.”

(Bediüzzaman Said Nursi, Mektubat, 15. Mektup s, 68- 70

***

– Ehlibeyt nasıl sevilmeli?

– Elcevap: Muhabbet iki kısımdır.

“Biri: Mana-yı harfiyle, yani Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâm hesabına, Cenab-ı Hak namına, Hazret-i Ali ile Hasan ve Hüseyin ve Âl-i Beyt’i sevmektir.

Şu muhabbet Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâmın muhabbetini ziyadeleştirir.

Cenab-ı Hakk’ın muhabbetine vesile olur. Şu muhabbet meşrudur, ifratı zarar vermez, tecavüz etmez, başkalarının zemmini ve adâvetini iktiza etmez.

İkincisi: Mana-yı ismiyle muhabbettir..”

(19. Mektup)

***

Hz. Ayşe (ra) annemiz anlatıyor:

-Peygamber (asm) bir sabah, üzerinde kıl dokumalı nakışlı geniş bir aba olduğu halde dışarı çıkınca yanına sırayla; Hasan, Hüseyin, Fatıma ve Ali (ra) geldi hepsini abanın içine aldıktan sonra:

“Ey ehli beyt! Allah sizden kiri günahı gidermek ve sizi tertemiz yapmak ister” (Ahzap 33) ayetini okudu.

“Hasan ve Hüseyin’i seven beni sevmiş, onlara kin tutan bana kin tutmuş olur!”

“Hasan ve Hüseyin cennetlik gençlerin seyyididir!” dedi.

Ebu Eyyüb el-Ensari (ra) der ki;

“Birgün Resulullah’ın huzurundaydım. Hasan ve Hüseyin önünde oynuyordu.

“Ya Resulullah bunları çok mu seviyorsun dedim”

“Nasıl sevmem! Bunlar benim dünyada kokladığım reyhanım” buyurdu.

10 Muharrem Cuma günü Hicri 61, Miladi 680’de, Hz. Hüseyin (ra) 57 yaşında Kerbela’da çoğu aile fertleri olmak üzere 72 kişiyle şehit oldu.

 

Rabbim ehli beyte gani gani rahmet ve mağfiret etsin.

Nur talebeleri ve neslimizi ehlibeyt nesliyle karıştırıp kaynaştırsın. Hakiki ve manevi alibeytten eylesin. (Elfi elfü aamin)

Hz. Muaviye’nin hicri 51 yılında İstanbul’a gönderdiği ordu içinde; Hz. Hüseyin (ra), Ebu Eyyüp el-Ensari (ra) ve Yezit de vardı.

Hz. Hasan mecburen 6 aylık halifeliği Muaviye’ye bırakınca; Muaviye, Hz. Hasan ve Hüseyin’e sevincinden ikramlarda bulundu.

Bir gün iki bin altın verdikten sonra söylediği şu sözler “şuuraltı gerçeğini” ortaya serer.

“Alın bunu, ben Hind’in oğluyum!
Vallahi size; ne benden önce ne de benden sonra bu kadar çok ikramda bulunmamıştır” diyerek minnetle ezmek ister.

Hz. Hüseyin (ra) efendimiz ise şöyle mukabele eder:

“Vallahi sen de, ne senden önce, ne de senden sonra bizden daha üstün layık kimseye ikramda bulunmayacaksın!”

Bu ikram aslında; siyasetin parayı kullanarak; yeryüzünün en kutlu gençlerini psikolojik ezme ve ram etme taktiğiydi.

Üstad Bediüzzaman’a katiyyen ikram ve hediye aldırmayan sır burda saklı diye düşünürüm!..

Yani ikramını Allah adına değil, anasına dayandırıp; kabilecilik ruhunu fışkırtıyor ve onları ezip minnete sokmak istiyordu.

Muaviye ölüm döşeğinde; Şamlılara Yezid’i varis bıraktı ve biat ettirdi.

Sonra Yezid’e, Hüseyin’e iyi davranmasını öğütledi. “O senin üzerine yürür de galip gelirsen onu affet yumuşak davran” dedi.

“Hüseyin’den sana bir muhalefet görürsen, Onun babasını öldüren, kardeşini geri bırakan Allah sana kafi gelecektir!” dedi.

(Şam’da hicri 60.yılda öldü.)

Bu sözler; Muaviye’nin Hakka değil kuvvet ve galibiyete inandığını gösterir.

Yani kuvvet Hak’ta değil, Hak kuvvette demektedir.

Neden?

Çünkü; hem Hz. Ali ile Sıffin’deki savaşında, hem de açık biatla seçilen Hz. Hasan’a zorla halifeliği bıraktırmasını; “Allah sana kafi gelecektir!” diyerek; Allah rızasına bağlamaktadır.

Oysa galip ve güçlü geldiği; Sıffin’de de, Hz Hasan’a güç ve hile kullanıp elçektirdiği hilafet meselesinde de açık haksız idi.

Ayrıca; değil Hz. Hüseyin’in Yezid’in üzerine yürüyüp galip geldiğinde affetmek, -bırakın gideyim- sınırı boylarına gönderin dediği halde; Fırat’ın suyunu haram edip; 72 kişilik ehlibeyt ve sahiplerini; tüm zamanların en acıklı ve vahşi katliamıyla şehit ettirmiştir.

Kerbela’da hasta olan Ali Asgar/ Zeynelabidin (yaş 13) katliamdan kurtuldu ve alibeyt nesli varlığını onunla sürdürdü.

Rabbim ehli beyte gani gani rahmet ve mağfiret etsin.

 

Rabbim şefaatlerine nail eylesin. Ruhlarına El Fatiha..

***

“Ha göreyim seni gayret!”

Hz. Peygamber (sav) birgün musalla taşında oturuyordu.

Hz. Hasan ile Hz. Hüseyin döğüşmeye başladı.

Peygamberimiz gülerek:
“Ha gayret Hasan göreyim seni! Yakala Hüseyin’i” deyince Hz Ali ra,

“Ya Resulullah Hüseyini kayırman gerekmez miydi, Hasan büyük” dedi.

Allah Resulü sav:

“Baksana Cebrail de Hüseyin’e, ha gayret Hüseyin göreyim seni diyor” buyurdu.

“Hüseyin bendendir ben de Hüseyin’denim!”

Hz. Hüseyin sokakta arkadaşlarıyla oynuyordu. Hz Muhammed Mustafa (asm) ashabı geride bırakıp ellerini açarak Hz. Hüseyin’i tutmak istediyse de bir oraya bir buraya koştu ve sonunda onu tuttu.

Bir eliyle kafasının arkasından bir eliyle çenesinden tutup öptü.

Sonra, “Hüseyin bendendir ben de Hüseyin’denim!”

“Allah’ı seven Hüseyin’i sever!” buyurdu.

“Cennetlik gençlerin seyyidi.”

Bir gün Hüseyin (ra) mescide girince Resulullah:

“Cennetlik gençlerin efendisine bakmak istiyen şuna baksın!” buyurdu.

Cebrail veya yağmur meleği şehid olacağını haber veriyor!

Hz. Peygamberin eşi Ümmü Seleme validemiz anlatıyor:

“Resulullah birgün yan üstü yattı, kaygı ve üzüntüyle uyandı.

Sonra uyudu ve yine üzüntü ve kaygıyla uyandı.

Üçüncü defa yattı ve uyandığında; avcundaki kırmızı toprağı öpüyordu!

Nedir bu? diye sordum

Cebrail, Hüseyin’in Irak’ta öldürüleceğini haber verdi; bu oranın toprağıdır buyurdu.

Burası Fırat’ın batı kıyısındaki Kerbübela/ bela toprağıydı.

Enes bin Malik ra anlatıyor:

Birgün Cebrail veya Yağmur meleği Allah Resulü’nün yanına gelir.

Peygamber (asm)
“Ey Ümmü Seleme kapıyı kapat içeri kimseyi bırakma” buyurur.

O sırada Hz. Hüseyin koşarak gelir ve hızla kapıdan girip kendini dedesinin kucağına atar.

Allah resulü Hüseyin’i omuzuna alır, öper ve sever.

Melek peygamberimize:

“O’nu çok mu seversin?” der.

Peygamberimiz, “Evet” der.

Melek, “İyi ama ümmetin onu öldürecektir” der.

“Demek onu müminler öldürecek ha!” buyurur.

Melek, “İstersen öldürüleceği yeri sana göstereyim” der.

Peygamberimiz “olur” deyince melek; bir avuç kızıl ıslak toprağı Peygamberimize gösterir.

Peygamberimiz o toprağı eşi Ümmü Seleme’ye verirken:

“Bu toprak kana dönüşünce Hüseyin şehid edilir” buyurur.

Ümmü Seleme bu toprağı, toprak bir çanakta saklar.

Şehitler serdarı, Resulün reyhanı, cennetlik gençlerin efendisi, Peygamberimizin torunu, Hz. Fatıma’nın ciğerparesi, Şahımerdan Haydarıkerrarın gözbebeği Hz. Hüseyin Efendimiz’in şehit edildiği Hicri 61/Miladi 680’de Cuma öğleden sonra, bu kızıl toprak kana dönüştü.

(Hz. Hüseyin ve Kerbela Faciası- M.Asım Köksal, sayfa 38- 39)

(Şiiler bu taşı secdede alınlarının altına kor.)

Bugün 10 Muharrem bu ciğersuz vakanın yıldönümüydü.

Kerbela’ da 72 şehidin 23’ü aile halkından idi.
Hz. Zeynelabidin (ra) ve Hz. Zeynep validemiz katliamdan sağ kurtuldu.

Hüseyin Çeşitcioğlu

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

İlginizi Çekebilir

‘Salâvatın Mânâsı Rahmettir!..’ 

‘SALAVÂTIN MA‘NÂSI RAHMETTİR!..’  “(Ey resûlüm!)  (biz) seni ancak âlemlere bir rahmet olarak gönderdik!..” (Enbiya,107) “İşte seni …

2 Yorumlar

  1. avatar

    Bediüzzaman hazretleri Kerbela ey kerbela gibi duygusal tabirleri kullanmamış. Mantık, muhakeme, hikmet, imtihan gibi dairelere dikkat ederek bu hadiseleri izah etmiştir.

    O dönemin hadisatını aktarırken kaynaklara çok dikkat etmeniz gerekiyor. Asım Köksal hoca bile aktarsa tekrar tekrar kaynakları teyid etmeniz gerekiyor. Çünkü o hadisata Şia tarafından gelen pek çok rivayetin bulaşma ihtimali yüksek. O yüzden çok çok dikkat etmeliyiz.

    Hz. Muaviye (RA) de bir sahabe olduğu için ona da hürmette kusur etmemeliyiz. Ondan, sanki arkadaşımızdan bahseder gibi bahsedemeyiz.

    • avatar

      Üstad Bediüzzaman’ ın yazdıkları orda bu da benim yazdıklarım.Merhum Köksal’ ın eserinde sayfa numaraları belli.

      19.Mektup’ ta sadece 1 yerde o da ; Hz Hasan ile sulhu bağlamında; Hz.Muaviye ra denilmiş. Bunun dışında ya Hz.Muaviye veya sadece Muaviye yazılmış.Kendim de üstad Said Nursi’ ye uyarak; Hz Muaviye ve Muaviye şeklinde yazdım.

      4.Lem’ a Bediüzzaman ” …Fakat; maatessüf EHL-İ SÜNNET VE CEMAAT PERDESİ ALTINA, VEHHABİLİK VE HARİCİLİK FİKRİ KISMEN GİRDİĞİ GİBİ…”
      Demek ki; sünniler vehhabi ve hariciliğin kafa ve gönlüne girmesine çok dikkat etmeliler!

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Önceki yazıyı okuyun:
Bediüzzaman Said Nursi’nin bir prensibini bozan aşure

Bediüzzaman'ın bir düsturunu bozan aşure Kimseden hediye almayan, alsa bile karşılığını veren Bediüzzaman Said Nursi …

Kapat