Ana Sayfa / KASTAMONU / Kastamonu Yazıları / İkinci Urfa: Kastamonu / Necmettin TURİNAY

İkinci Urfa: Kastamonu / Necmettin TURİNAY

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

İkinci Urfa: Kastamonu / Necmettin TURİNAY

Kuzeyden Küre dağlarının, güneyden ise Ilgaz dağlarının sarıp sarmaladığı emin bir yer burası!.. Belki de bu dağ silsilelerinin en çukur noktasında duruyoruz. Ne kuzeyin soğuk poyrazı, ne de güneyin sıcak iklimi kolay kolay ulaşamıyor buralara. Dolayısıyla kuytularda bir iklim!.. Tabiatı da durmaksızın yeşeriyor.

Sonra bu iklim ve coğrafyanın, daha başka imkânları da bulunmalı. Nitekim İttihatçılar 1915’te, İstanbul’un düşmesi ihtimali karşısında, orasını imparatorluğun yedek merkezi olarak düşünmüşler. Yani Selçuklu Sultanı Kılıçarslan’ın, Haçlı saldırılarına karşı verdiği gerilla mücadelelerinde olduğu gibi, yepyeni bir imkân arayışı.

Kuzeyden, güneyden, doğu ve batıdan bütünüyle ormanlarla kaplı buraları, imparatorluğun kurucusu ilk Osmanlılar için de yabancı değil. O ilk Osmanlılar ki, Selçuklu Kuzey komutanlık bölgesinin, batıdaki uç beyleri mesabesinde!.. Dolayısıyla, onlar, daha bu ilk yüzyıllardan itibaren, buraların yabancısı değil, hemşehrisi gibi bir şeydiler. İşte tarihin, yani Osmanlı tarihinin şuur altı kabul edebileceğimiz bu yanının, herhalde son Osmanlılar da şuurunda olmalıdır. Yoksa Anadolu’da niçin başka bir yeri değil de, burasını, son sığınak olarak seçsinler? Dolayısıyla bu tesbitin altında, ciddi yapılmış hesap-kitap dışında, biraz da anne karnına sığınmak gibi bir güvenlik sezgisi duyulmuyor değil.

Yani biz şimdi, Osmanlı tarihinin nirengisi kabul edebileceğimiz böyle bir noktada bulunuyoruz. Gün boyu bu tarihi şehri sokak sokak, mahalle mahalle dolaştık. Eski tabirle de bîtab bir halde, şehir dışındaki tarihî bir konağa uğramış, oradan önümüzdeki boşluklara, tabiata yani bitki örtüsüne ve karşımızda duvar gibi gerilen dağlara bakıyoruz. Hayır. Bakmıyor, adeta dalıp gidiyoruz. Git gidebildiğin kadar!.. Fakat nereye gidebilirsin? Zihnini ve hayallerini buralardan, bu tarihten koparmak mümkün değil ki?

İşte bir yandan ayağının tozu ile Mehmet Akif geliyor. Nasrallah Camii’nde, tarihî vaazlarından birini daha irad ediyor. Öbür yandan Hacı Bayram Veli, gepegenç damadını gönderiyor!.. Bayramilik uç vermeye başlıyor. Asıl önemli olanı, Halvetiliğin yeni müceddidi Şabanı Veli de yenice avdet ediyor. Osmanlılığın asıl mânâsını teşkil etmek üzere yepyeni bir tasavvufi hareket, buralardan gümrah çağlayanlar gibi, durmaksızın boşalıyor, çoğalıyor. Yani neredeyse tarih boyunca yolsuzluktan, ulaşımsızlıktan dünyaya kapalı kalmış Kastamonu, bir nevi Ashabı Kehf şartları altında öylece donakalmış!.. Beli bükülmüş, yüzleri pörsümüş, mecalsiz yaşlılar gibi yüzlerce, binlerce eski, tarihi bina, hep bunu söylüyor size!.. Ama hâlâ daha şehrin, o eski sahipleri ve misafirleri dolaşıyor ara sokaklarda!.. Kimseler fark etmese bile.

İşte nitekim camın önünden, ovalara ve dağlara baktığımız bu tarihi konak da, onlardan biri. Yanıbaşımda da, seksene varan yaşı, nurlu yüzü ve diri vücudu ile, Sabiha İzbeli hanımefendi!.. Ben diyeyim size Sabiha Teyze!.. İki-üç yüzyıllık bu konak, Osmanlı’dan her nasılsa olduğu gibi kalabilmiş, tarihi bir Tımar biriminin de merkezi!.. Yani Sabiha teyzenin kendisi bir tarih ve maneviyat. Konak dersen, o ondan daha tarih!..

Fakat bu sofaları, bu kerevetleri, bu odaları dolduran eşya da ne? Sanki üç-dört yüzyıllık bir hayatı idare eden sayısız eşya, hepsi birden cem olmuş!.. Avlularda koca koca kazanlar!.. Kalaylı-kalaysız sahanlar, tepsiler, tencereler!.. Sayısız odaların, kilerlerin, ahırların, cümle kapılarının küflü anahtarları!.. Şamdanlar, fanuslar, kandiller. Kimisi doru, kimisi kır, kimisi de siyah atlardan kalma üzengiler, attakımları!.. Eski asırlardan kalma kağnı ve araba tekerleri. Bunların bazıları da alttan ayaklar icad edilerek, verniklenip zımparalanarak masalara dönüştürülmemiş mi?

Yani İkinci Mahmut’la sona eren, tarihî Tımar geleneğinin bu son bir numunesi: safha safha, dönem dönem eşyası ile, burada üst üste binmiş, yığılmış, istif edilmiş!.. Kıymetli bir el vasıtası ile de bir haylisi kullanıma dönüştürülmüş, öylece duruyorlar!..

Bense hayrette, öyle şaşkın bir hal içindeyim. Bir yandan bu eşyaya, bir yandan da Kastamonu için numûnei imtisal teşkil eden bu yaşlı kadına bakıyor, bakıyorum!.. Bu eşyanın sırtına tarih; Sabiha teyzenin omuzlarına ve beyaz yaşmağına, attığı adımlara, kullandığı kelimelere ise zaman binmiş!.. Ha bire bastırıyor, ezmek istiyorlar o kadını!.. Onu tutup korumak istiyorum. Yani benim içim titriyor haliyle. Yani rikkatime dokunuyor bütün bu gördüklerim. Avcı Mehmet’ten kalma beratlar mı dersiniz, Nakibü’l Eşraf defterlerinden aktarılma taze bilgiler mi? İşte daha böyle uzun, uzun konuşmalar!..

Fakat ne olursa olsun!.. Bütün bu güzelliklerin bir yanı buruk olduktan sonra?.. Meşhur bir türküde söylendiği gibi: “Şol Revan’da (Erivan) balam kalmışcasına, buralardan öyle ayrılıyorum.”

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

İlginizi Çekebilir

Çatalzeytin’de Bayram

Çatalzeytin’de Bayram İlçemizin 41 adet köyü var. 1965 yılına kadar bu köylerin belki ancak on …

Önceki yazıyı okuyun:
Ne Olursun Alma! / Ubeydullah Garib

KABARCIK Ubeydullah GARİB Ne Olursun Alma! Elimdeki imkanlar bir an elimden çıkıverseydi… Mesela güneş doğmayıverse… …

Kapat