Ana Sayfa / Yazarlar / Kırgız’a Bak Gör Kendini

Kırgız’a Bak Gör Kendini

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

Kırgız’a Bak Gör Kendini

Bir kaç yıl önce Kırgızistan’dan Kastamonu’ya öğrenim görmeye gelmiş bir kardeşimizle tanışmak kısmet olmuştu..
Türkiye’yi, Türkleri, Kastamonu’yu çok sevdiğini söylüyordu ve gerçekten seviyordu.
Yüzyüze pek konuşma fırsatımız olmasa da zaman zaman yazışıyor, telefonda sohbetler ediyorduk.
Zaman ilerledikçe dostluğumuz ilerliyor, konuştuğumuz konular çeşitleniyor, sohbetler derinleşiyordu..

Türkiye’yi ve Türkleri sevmesine, sevmek istemesine rağmen zaman zaman yaşadığı olumsuz olaylar, karşılaştığı yanlış insanlar yüzünden Türkler’e kırıldığını, içten içe darıldığını ifade edebiliyordu.

Türklerle yaşadığı sorunlar iç dünyasında Türkiye mi Rusya mı, Türkler mi, Ruslar mı daha iyi, sorusunu sorduruyor, zaman zaman Rus sevgisinin ağır bastığını gizleyemiyordu, gizlemiyordu..

Yüz elli yıldan fazla o coğrafyayı yöneten Ruslar, bu insanların hukuk sistemlerinden bürokratik sistemlerine, ekonomik sistemlerine, siyasal rejim ve ideolojilerine, medyalarına, sanatlarına, sporlarına, müziklerine, ders kitaplarının içeriğine varıncaya kadar eğitim sistemlerine hasılı her şeylerine, kafalarının, kalplerinin, ruhlarının derinliklerine kadar nüfuz etmişler, hükmetmişler, yön vermişlerdi.

İlkokul birinci sınıftan başlayıp ömürlerinin sonuna kadar Rusların tornasından, tezgahlarından geçen;
neyi bilip neyi bilmeyecegine, neye inanıp neye inanmayacağına, neyi/kimi sevip sevmeyecegine, ne yeyip ne içeceğine, hangi müziği dinleyecegine, ne giyeceğine varıncaya kadar Rusların karar verdiği insanların Ruslar hakkında kötü düşünmeleri düşünülemezdi zaten..

Rus, o coğrafyadan elini çekse bile, yüz-yüz elli yıl o çarktan, o tornadan geçen yüz neslin, ağacı kesen baltanın sapının da ağaç olması gibi, Rus’un etki ajanlığını yapması, Rus hayranlığını nesillerine, çevrelerine aktarması, Rus’un sömürü çarkını devam etitirmesi de gayet doğaldı bence ve yaşanan durum da tam olarak bu idi..

Sonuç olarak, Sovyet/Rus eğitim tornasından geçen bu kardeşimiz Rusya’yı ve Rusları samimi duygularla sevmekle birlikte Sovyetlerin dağılmasıyla kafalarını kaldırıp Türkiye’yi ve Türkleri el yordamıyla, biraz merak, biraz endişe, biraz korku, biraz kırgınlıkla tanımaya çabaladıklarını
ama ne yazık ki el yordamıyla tanımaya çalışırken bazen ellerine batan, acıtan, kanatan dikenlere denk geldikçe yine dönüp Ruslara sokulduklarını görebiliyordum.
O yüzden bu kardeşimizin halini anlayabiliyor, yargılamıyor, suçlamıyordum.

Aynı günlerde sosyal medyaya düştüğü kadarıyla Türkî cumhuriyetlerdeki gençlerin Türkiye ve Rusya hakkındaki duygu ve düşüncelerinin sorulduğu videolar buldum ve gördüm ki bizim din ve kan kardeşlerimiz olan Türkî cumhuriyetlerdeki genç nesillerin yarısı Türkiye derken diğer yarısı hiç tereddütsüz Rusya diyorlardı..

Rusların eğitim çarkından geçmekten nisbeten kurtulduğunu, yerli ve milli kalabildigini düşündüğüm iki grup insan olduğunu farkettim:
Biri Rus eğitim çarkında ezilmekten nisbeten kurtulmuş köydeki çiftçiler, dağında/yaylasındaki çobanlar..
Bir diğeri de gerçek ve derinlemesine tarihi ve dini okumalar yapmayı başarabilen az sayıdaki şuurlu insanlar..

Rusları insan olarak çok sevdiğini her fırsatta ifade eden Kırgız kardeşimizle sohbetler ederken kendisine, insanlarla devletlerin yani rejimlerin aynı şeyler olmadığını;
Bireylerin iyi olabilicegini ama devletlerin veya devleti yöneten kadroların sokaktaki sıradan insandan çok farklı olabileceğini, zaman zaman iyi insanlara da kötü şeyler yapmaya ikna edebileceklerini hatta kötü şeyler yapmaya zorlayabileceklerini anlatmaya çalıştım, olmadı..

İnsanların veya devletlerin iyi ya da kötü olduklarına karar verebilmek için sadece iyi günlerdeki, barış ve refah zamanlarındaki durumlarına bakmanın yeterli olmayacağını, yanıltıcı olabileceğini anlatmaya çalıştım, olmadı.
Zira barış zamanlarında, her şey güllük gülistanlık iken melek gibi olan insanların savaş zamanlarında, sosyal, siyasal, ekonomik kriz zamanlarında adeta canavara dönüşebileceklerini anlatmaya çalıştım, örnekler verdim yine olmadı..
Onun kafasındaki Rus kötü değildi, kötü olamazdı..

Elbette derdim Rus düşmanlığı yapmak, toptan Rus milletini kötülemek, karalamak değildi.
Her devlette, her millette her dönemde iyi insanlar da, kötü insanlar da vardı, olacaktı..
Toptancı bir bakışla, toptan kötülemek, ötekileştirmek bizde yoktu, olamazdı..

Bir defasında bu kardeşimize Rusların Kırgızlar’a ve esaret altına almaya, esaret altında tutmaya çalıştığı milletlere ve özellikle müslüman Türklere yaptıkları mezalim, soykırım, sürgün ve zorunlu göç/iskan politikalarından, icraatlarından bahsettim.
Kırgızlar’a yaşattıkları Ürkün mezaliminden veya soykırımdan bahsettim..
Hiç duymamıştı.
O da ne dedi.
Anlattım, inanmadı.
Belgeler gönderdim.
İtiraz edemedi ama beni derinden sarsan, asla unutamayacağım ve asla unutulmaması gereken bir söz söyledi;
“Ruslar böyle şeyler yapmamıştır.
Eğer yapmışlarsa bile bizimkiler suçluymuştur, bizimkiler haketmiştir..”

Aynı kardeşimizle diğer Türki Cumhuriyetler, Türk ve Müslüman topluluklar hakkında konuştuğumuz zaman özellikle Özbeklerden nefretle bahsettigini, tiksindigini üzülerek müşahede ettim..

Bu olay beni gercekten üzdü, derinden sarstı, uzun uzun düşündürdü..

Düşündükçe, araştırdıkça gördüm ki Dünyanın her yerinde aynı şablonun kullanıldığını, aynı durumların yaşandığını, yasatıldığını farkettim..
İngilizlerin işgal edip sömügeleştirdiği Hindistan, Pakistan ve Arap coğrafyasında aynı hal..
Portekizlerin, İspanyolların, Hollandalıların, Fransızların işgal ettikleri coğrafyalarda aynı hal..
Afrika’daki Zenci, Avustralya’daki Aborjin, Amerika Kıtası’ndaki Kızılderililer de Kırgız kardesimizle aynı haldeler, aynı kafadalar..
Efendilerine aşık ve hayran ama birbirlerine, kardeşlerine düşman insanlar, milletler, medeniyetler..

Peki ya biz?
Biz farklı mıyız?
Tıpatıp aynı, birebir aynı değil miyiz?
Kırgız kardeşimize göre Ruslar, bize göre de batılı insanlar son derece iyi, medeni, çalışkan, kültürlü, hümanist vs vs..

Kim kötü?
Biz kötüyüz..
Devletimiz kötü, sistemimiz kötü, devlet adamlarımız kötü, siyasetçimiz kötü, işadamımız kötü, din adamımız kötü..

Arap kötü, Kürt kötü, Türk kötü..
Tarih okumalarımızda bile aynı arızalı bakış hakim.
Bizim nesillerimizin Osmanlı’nın altı yüz yıl cihana hükmetmesine etki eden devlet sistemine, hukuk sistemine, sosyal, kültürel sistemine, eğitim sistemine dair zerre miktarı olumlu bir düşünce taşımasına, o medeniyetten günümüze olumlu birşeyler aktarılmasına asla izin verilmez..

Osmanlı’nın duraklamasında, gerilemesinde ve dağılmasında batılı devletlerin yüzyıllar boyu teker teker veya ittifaklar kurarak aralıksız sürdürdükleri savaşların, ekonomik, siyasal saldırılarının, içeri soktukları ajanların, satın aldıkları hainlerin, misyonerlerin, içerdeki gayrı müslim azınlıkların yıkıcı faaliyetlerinden nokta kadar, virgül kadar olsun bahsedilmez, bahsedilmesine izin verilmez..

Kim suçludur?
Padişahlar suçludur, sadrazamlar, vezirler, paşalar, askerler suçludur.
Bürokrasi suçludur.
Hanım sultanlar, şehzadeler suçludur.
Medreseler suçludur, alimler suçludur, tekkeler suçludur, zaviyeler suçludur, müslüman ahali suçludur.
Yani devletin asıl sahipleri, her zaman, her şart altında ve her şeyleri pahasına dinlerine, devletlerine, milletlerine, milli-manevî değerlerine, vatanlarına sahip çıkanlar suçludur; sadece ve sadece onlar suçlanmalıdır..
Batılılar suçlanırsa tılsım bozulur, oyun bozulur..
Köleler efendilerini suçlamaya, kötülemeye başlarlarsa sömürü çarkı işlemez, işletilemez, çark kırılır..

Herneyse.
Sözün özü Kırgız bir kardeşim bana ayna oldu, ayna tuttu, dünyanın halini, ülkemizin, devletimizin, milletimizin kültür ve medeniyetimizin halini o aynadan seyrettim..

Aynaya bak gör halini..

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

İlginizi Çekebilir

‘Salâvatın Mânâsı Rahmettir!..’ 

‘SALAVÂTIN MA‘NÂSI RAHMETTİR!..’  “(Ey resûlüm!)  (biz) seni ancak âlemlere bir rahmet olarak gönderdik!..” (Enbiya,107) “İşte seni …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Önceki yazıyı okuyun:
Üç Aylara Dâir

Üç Aylara Dair Yazar: Soner Duman   Yarın, “üç aylar” başlıyor. Halkımız arasında Receb, Şaban …

Kapat