Ana Sayfa / Yazarlar / Kırık Çeşmeli Değil, Kırk Çeşmeli Olsun!

Kırık Çeşmeli Değil, Kırk Çeşmeli Olsun!

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

Kırk Çeşmeli mi, Kırık Çeşmeli mi Olsun?

Kırkçeşme,
Kastamonu’muzun kadim mahallerinden birinin adıdır..

Mahallenin gerçekten kırk çeşmesi mi vardı, yoksa çokluktan kinaye olarak mı ‘Kırk Çeşme’ dediler bilinmez.
Mahalleye adını verenler, bu mahallenin çeşmeleri çoktur demek istemişler muhtemelen..
Belki otuz, belki altmış, belki yüz çeşmesi vardı, kimbilir..
Çeşmesiz mahallemizin olmadığı o güzel günlerde bile dikkat çekecek, fark oluşturacak kadar çok çeşmesi varmıştır mutlaka.
Yol kenarlarına, cami yanlarına o kadar güzel, estetik çeşmeler yapmış ki ecdat.
Kurt, kuş, kedi köpek, müslim gayri müslim ayrımı gözetmeksizin bir cana can suyu olsun diye adım başı çeşmeler yapmışlar.
Bazıları kaynayan bir pınarın başucuna yapılmış, bazılarının suyu kilometrelerce uzaklardan pişirilmiş topraktan yapılmış künklerle getirilmiş.

“Ve cealnâ mine’l-mâ-i kulle şey’in hayy” ayeti, alın yazısı gibi çeşmelerin kitabelerine, mü’minlerin yüreklerine öylesine işlemişti, mümin gönülleri öylesine güzelleştirmişti ki;
o nur, o ruh
şadırvanlarda, çeşmelerde şekle şemale bürünmüş, yaptıranı da, yapanı da, yapıldığı mekanı da nurlandırmış, hayatlandırmış, can katmıştı.
Ayakta durdukça ölmüşlerine ve öldüklerinde kendi kabirlerine rahmet vesilesi olur umuduyla adım başı bu çeşmeleri, şadırvanları yapmışlar, yaptırmışlar.
O çeşmeler akıttıkları sularla cana can kattıkları gibi sosyal hayatın merkezi de olmuşlar. Çeşme başlarında muhabbetler kurulmuş, dostluklar kurulmuş, belki yuvalar bile kurulmuş..
Herbiri mimari estetik açıdan da göz ve gönül doyuran, yüzyıllara meydan okuyacak kadar sağlam bina edilen çeşmelerimiz türkülere, manilere, ağıtlara, masallara bile konu olmuşlar.

Gün olmuş, devran dönmüş, şehirlerde evlere şebeke suları akmaya başlayınca çeşmelerin, şadırvanların önemi günden güne azalmaya başlamış.
Bir süre sonra ise tamamen lüzumsuz görülmeye başlanılmış.
Kiminin su tası kaybolmuş, kimin kurnası, çeşmesi bozulmuş, kiminin su kaynağı-su yolları bozulmuş.
Kimi arsızların, hırsızların hışmına uğramış, kiminin kitabesi kazınmış, kaldırılmış, hatta tahrip edilmiş, çalınmış..
Kimi zamanın hışmına uğramış, eskimiş, tahrip olmuş. Ama tamir eden, el uzatanı olmamış.
Kurumuşlar, kurutulmuşlar.
Bazıları yol için, bazıları inşaat için yıkılmış, talan edilmiş, yağma edilmiş.

İstanbul, Bursa Kastamonu gibi kadim şehirler “su medeniyeti” şehirleridir aynı zamanda.
Kastamonumuzun kadim mahallelerinde on dakika yürüseniz ve biraz dikkatle baksanız yol üzerlerinde  beş-on çeşmeye denk gelirsiniz.
Çünkü, canlılar su ile hayat bulduğu gibi, şehirler ve medeniyetler de su ile hayat bulur diye inanmış ecdadımız.
Su rahmettir, merhamettir..
Su nimettir.
İnsana, canlıya hürmettir.
Su temizliktir, nezafettir.
Su candır, canlılıktır.
Su akıştır, harekettir.
Su hayırdır, berekettir.
Su himayedir, hamiyettir.

Böyle inanmış ve inançları gereği yaşadıkları, ulaştıkları her yere su götürmüşler.

Korona virüs, günümüz mimarlarına, şehir plancılarına suyun, insan ve toplum için, şehir ve medeniyet için ne kadar önemli olduğunu yeniden hatırlattı.

Tüm sağlıkçılar, Korona dahil pek çok hastalıktan, salgından korunmak için temizliğin, suyun ve sabunun şart olduğunu söylüyorlar.
Elimize bulaşan, ağzımıza ve burnumuza giren virüslerin çoğalmadan yok edilebilmesi için sık sık ellerimizi, ağız ve burnumuzu temizlememiz gerektiğini ifade ediyorlar.
Peki bu temizliği nerede, nasıl yapabiliriz?
Milyonlarca insan sabah  evden çıktıktan sonra saatlerce dışarda bulunmak, dışarda çalışmak zorunda kalıyorlar. Terliyor,  kirleniyor ama temizlenecek bir yer bulamıyorlar.
Oysa bizim tarihi şehirlerimizde ve mahallelerimizde, yüz metre yürümeden bir çeşme-şadırvan  bulabiliyoruz hamdolsun.

“Çağdaş”  şehirler, mahalleler tasarlayıp inşa eden mimar ve mühendislerimizin, şehir plancılarımızın;
yollar, oyun alanları, parklar, otoparklar, AVM’ler gibi bin türlü şeyleri hesaplarken  suyu, çeşmeyi, temizliği unuttuklarını küçücük bir mikrop hatırlattı.

Sokak hayvanlarını, yazın sıcağında susayıp bir yudum su arayan çocuğu, yaşlıyı, evsizi, yolcuyu, misafiri, elini yüzünü yıkama ihtiyacı duyan birini hesaba katamayan, Türk-İslam medeniyetimizden beslenmeyen, bizim ruhumuza, iman ve ahlakımıza muhtaç mimarlık eğitimimiz, dersini bir mikroptan aldı, sillesini bir mikroptan yedi.
Yeniden kırk çeşmeli şehirler, mahalleler kurmayı öğrenmek, başarmak zorundayız.
Materyalizm ve kapitalizmden beslenen kültürler, yazık ki insana yolunacak kaz mantığıyla bakıyorlar. 
Tavuğa, ineğe yemi, Allah rızası için değil, şefkat ve merhametle değil, daha çok et-süt ve yumurta almak umuduyla veren kapitalist üretici kafasıyla evler, apartmanlar, rezidanslar planlayan mimarlar, müteahhitler çeşmeler planlamayı akledemiyorlar.
Akletseler bile angarya görüyorlar muhtemelen.  Kur’an ve sünnetten beslenen bizim medeniyetimiz ise insana bir annenin evladına baktığı gözle bakar, öyle besleyip büyütmek ister.
Materyalizm ve kapitalim ile İslam kültür-medeniyeti arasındaki bu bakış farkını eski ve yeni şehirlerin sokaklarında görememek mümkün değil.

Bizim milli kültürümüzde insan varlıkların en şereflisidir, şerefine layık bir hayata layıktır.
Evler, mahalleler, şehirler bu niyetle, insan ve İslam merkeze alınarak dizayn edilir, imar edilirdi.
Kastamonu’da yüzlercesi halen ayakta duran konaklardan, evlerden herbiri aslında birer akademik makale gibidir, doktora tezi gibidir. Ciddiyetle bakacak, okuyacak anlayıp uygulayacak öğrencilerini bekliyorlar.
Cadde, sokak ve mahalle planları da hakeza..

Sadece matematikten, geometriden, teknik resimden, betondan, demirden, pazarlamadan, kârdan anlayan ama insanı, hayatı, ahlakı, kültür ve medeniyeti umursamayan bu günkü ruhsuz, insansız, maneviyatsız  mimari tarzdan kurtulup yeniden kendi öz medeniyetimize bakarak medeni şehirler kurmayı öğrenmek, başarmak zorundayız.

Şükür ki Kastamonu’da halen Selçuklu’dan, Çobanoğulları döneminden, Candaroğulları döneminden ve Osmanlı döneminden kalma onlarca çeşme mevcut..
Bir kısmı halen faal, hayat bahşetmeye devam ediyor.
Bir kısmının binası var, taşı var suyu yok. Bir kısmı harabe, bir kısmının adı var kendi yok..

Belediyemizden, Kültür Müdürlüğümüzden, Vakıflardan beklentimiz;
öncelikle bu kadim hayrat çeşmelerinin asıllarına uygun, uyduruk, göstermelik olmayan bir çabayla tamir ve bakımlarının yapılması.
Sonra;
Çevre Ve Şehircilik Bakanlığımız, Meclisimiz ya da Belediyelerimiz yasal yetkilerini kullanarak şehir imar planları hazırlanırken belirli aralıklarla yol kenarlarına, çocuk parklarının yanlarına vb çeşme yapımı zorunluluğu getirmeliler.

Biz şehirlerimizi, insanlarımızı yani günlük hayatımızı yeniden su ile, temizlikle buluşturmak zorundayız..

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

İlginizi Çekebilir

‘Salâvatın Mânâsı Rahmettir!..’ 

‘SALAVÂTIN MA‘NÂSI RAHMETTİR!..’  “(Ey resûlüm!)  (biz) seni ancak âlemlere bir rahmet olarak gönderdik!..” (Enbiya,107) “İşte seni …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Önceki yazıyı okuyun:
İnfak Hakkında

Îmânın ilk meyvesi merhamettir. Ondan uzak bir gönül, zî-hayat (hayat sâhibi, canlı) sayılamaz. Her hayrın …

Kapat