Ana Sayfa / İLİM - KÜLTÜR – SANAT – FİKRİYAT / Makaleler / Kıssa ve Menkıbelerin Faydaları, Kur’an Kıssalarının Önemi

Kıssa ve Menkıbelerin Faydaları, Kur’an Kıssalarının Önemi

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

KISSA VE MENKIBELERİN FAZÎLETLERİ

Peygamberlerin ve geçmiş tüm büyüklerin yani; sahâbe, tâbi’in ve tebe-i tâbi’în, evliyahullahın kıssalarını anmak, kalpteki imanı pekiştirir. Gönlü tatmin ve teskin eder. En mükemmeli ise; Mevlâ Te‘âlâ’nın rahmetini ve bereketini celbeder.

Nitekim Allâh-u Tebârake ve Te‘âlâ şöyle buyuruyor:

وَكُلًّا نَقُصُّ عَلَيْكَ مِنْ أَنْبَاءِ الرُّسُلِ مَا نُثَبِّتُ بِهِ فُؤَادَكَ

“Peygamberlerin haberlerinden senin kalbini (tatmin ve) teskin edeceğimiz her  haberi sana anlatıyoruz.” Hûd Sûresi, âyet:120

İbnü Cerîr et-Taberî, Câmi‘u’l-beyân adlı eserinde bu âyet-i kerimenin tefsirinde şöyle demiştir:

“Ey Muhammed (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)! Geçmiş peygamberler ve ümmetlerine ait olan haberleri sana anlatmamızın sebebi, senden önceki peygamberlerin ümmetlerinden neler beklediklerini bilmen ve kavminin seni yalanlamasından dolayı üzülmemen içindir. Peygamberlerin kıssalarını açıklayan bu surede sana, Rabbin tarafından gerçekler gelmiş, müminlere ise bir öğüt ve bir ibret gelmiştir ki Allah’a itaatten ayrılmasınlar.” (Ebû Cafer Muhammed İbnu Cerîr et-Taberi, Câmiu’l-Beyân fî te’vîli’l-Kur’an, Hûd Suresi, 120. ayetin tefsiri)

Süfyân İbni Uyeyne (Rahimehullâh) şöyle buyurdular:

عند ذكر الصالحين تنزل الرحمة

“Sâlihlerin anıldığı yere rahmet iner.” (el-Kâdı Iyâz, Tertîbü’l-Medârik 1/23)

Abdurrahmân el-Câmî (Kuddise Sırruhû) Allah dostlarının hayat hikâyelerini dinlemenin her mümine en azından şu faydayı verdiğini söyler:

“Onları tanıyan kimse, onlar gibi olmadığını anlar, kendi kusurlarını görür. Böylece nefsini beğenme, boş davalara girme, temenni ile oyalanma ve insanlara gösteriş yapma gibi hastalıklardan kurtulur.”

İmâm Cüneyd el-Bağdadî (Kuddise Sirruhû) şöyle dedi:

الحكايات جند من جنود الله تعالى، يثبت الله بها قلوب أوليائه

فقيل له: هل لهذا من شاهد؟ قال:  شاهده قوله تعالى: وَكُلًّا نَقُصُّ عَلَيْكَ مِنْ أَنْبَاءِ الرُّسُلِ مَا نُثَبِّتُ بِهِ فُؤَادَكَ

“Kıssalar, Allâh-u Te‘âlâ’nın (Celle Celâluhû) ordularından bir ordudur. Allâh-u Azze ve Celle o hikâyelerle dostlarının kalplerini tatmin ve teskin eder.

– Ona denildi ki: buna dair herhangi bir delil var mı?

– Evet, Allâh-u Te‘âlâ’nın (Celle Celâluhû) şu kavli buna delildir:

“Peygamberlerin başlarından geçenlerden, sana anlattığımız her şey, senin gönlünü pekiştirmemizi sağlar.” Hud Suresi, Ayet:120. dedi.” (Hâris el-Muhâsibî, Risaletü’l-müsterşidin, mukadimme sahife: 12)

Kur’ân-ı Kerîm’in de takip ettiği bir metot ve menhec olan kıssaları yâd etmek hakkında, İmâm-ı Âzam Ebû Hanîfe (Rahimehullâh) şöyle demektedir:

الحكايات عن العلماء ومحاسنهم أحب إليّ من كثير من الفقه، لأنها آداب القوم وأخلاقهم

وشاهده قوله تعالى: أُولَٰئِكَ الَّذِينَ هَدَى اللَّهُ فَبِهُدَاهُمُ اقْتَدِهْ

وقوله سبحانه: لَقَدْ كَانَ فِي قَصَصِهِمْ عِبْرَةٌ لِأُوْلِي الأَلْبَابِ

“(Sâlih) ulemânın güzelliklerini anlatan kıssalar, bana fıkhın çoğundan daha sevimli gelir. Çünkü bu kıssalar; bize Hakk’a yaklaşanların edep ve ahlâkını öğretir.”

Bunun delili Allâh-u Te‘âlâ’nın şu kavl-i şerîfidir:

“İşte onlar (o peygamberler), Allah’ın hidâyete erdirdiği kimselerdir; (Habîbim, yâ Muhammed!) Artık (sen de) onların hidâyetine tâbi’ ol!” (En’am Suresi, Ayet:90)

Başka bir âyet-i kerîmede:

“Muhakkak ki onların kıssalarında, (selîm) akıl sâhibleri için bir ibret vardır.” (Yusuf Suresi, âyet:111)

Yusuf (Aleyhisselâm)’ın kıssasından sonra zikredilen bu âyeti kerîme, izah edilen kıssanın ne kadar ibretli, uyanmaya ve istifade etmeye vesile olduğunu bildiriyor. İbretten maksat; kendisinden ders alınacak hâdisedir. Düşünce ve tefekkürdür. Ahlâkı süslemek için örnek edinmeye lâyık olan herhangi bir husustur. İnsan o sayede birçok şeyleri anlayıp keşfetmeye, kalbini aydınlatmaya, halini düzeltmeye muvaffak olur.

“Bir göz ki, onun olmaya ibret nazarında

Ol düşmanıdır, sahibinin başı üzerinde” (Ömer Nasuhi Bilmen, Kuranı Kerim’in Tefsiri ve Türkçe Meali Âlisi. Yusuf Suresi, Ayet: 111)

Mâlik İbni Dinâr Hazretleri de bu hususu şu son derece anlamlı ifadelerle açıklamıştır:

الحكايات تحف الجنة

“Sâlih kulların güzel kıssaları, âdeta cennet hediyeleridir.” (Hâris el-Muhâsibî, Risâletü’l-müsterşidin, tahkik: Abdulfettah Ebû Ğudde, mukaddime, sahife: 13)

İbret nazarıyla bakıldığında, kıssaların her biri, ruhlara huzur ve ferahlık, hasta gönüllere şifa, yorgun ve mahzun kalplere teselli bahşeder. Dolayısıyla bu kıssalar bizlere hediye edilmiş paha biçilmez inciler mesâbesindedir.

Nitekim geçmiş büyüklerimizden başka bir zat ise bu saddedde şöyle buyurmuştur:

استكثروا من الحكايات فإنها درر، وربما كانت فيها الدرة اليتيمة

“Ulemanın kıssalarını çokça zikredin. Zira o kıssalar inciler mesâbesindedir. Ve onlarda birçok sahibi olmayan inciler vardır.” (Abdulfettah Ebû Ğudde a.g.e., sahife: 13)

Muhammed İbni Yunus (Rahimehullâh) şöyle dedi:

ما رأيت أنفع للقلب من ذكر الصالحين

Salih zatları anmak kadar kalbe menfaat veren bir şey bilmem.” (Abdulfettah Ebû Ğudde a.g.e., sahife:12-13)

…İmam el-Berakî (Rahimehullâh) şöyle demiştir:

الحكايات حبوب، تصطاد بها القلوب

(Sâlih zatların) kıssaları, kalplerin kendisiyle avlandığı, (adeta gönlü yeşerten) tohumlardır. (Abdulfettah Ebû Ğudde a.g.e., sahife:13)

Hafız el-Kureşî (Rahimehullâh) “el-Cevâhiru’l Mudiyye” adlı kitabının giriş kısmında şöyle der:

“Selef ulemadan bazısı Allâh-u Te‘âlânın Kalbler, ancak Allah’ı anmak ile mutmain olur(Ra’d-28) âyet-i kerîmesinin tefsirinde şöyle demiştir:

Bu, Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in ashabının zikridir. Bu şeref onlara birkaç vecihten dolayı hâsıl olmuştur: Bunların en büyüğü ve en üstünü; Efendimiz (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)i görmek, ikincisi; O’ndan ilim almak, üçüncüsü ise; ona en güzel şekilde tabi olmalarıdır. Bunların dışında daha birçok vecihler de vardır. Durum böyle olunca, tâbiin tabakası da onlara bu hususta ortaktır. O halde onları anmakla da kalpler mutmain olur. Onlardan sonra, onlara en güzel şekilde tabi olarak gelenler de böyledir. (Hafız el-Kureşî, el-Cevâhiru’l Mudiyye, 3/1)

Hazreti Ömer (Radıyallâhu Anh) bu manayı şöyle ifade ediyor:

Dünyada kalmamı sağlayan şu üç şeydir:

Allâh-u Te‘âlâ yolunda asker teçhiz edip, at hazırlamak. Bol ecre ulaşmak için geceleri ihya edip, ibadetle geçirmek. İyi hurmalar adilerinden ayıklandığı gibi, kelamın pâk ve güzel olanını kötüsünden ayıklayan kimselerle oturmak olmasaydı dünyada kalmayı istemezdim/sevmezdim, (Abdulfettâh Ebû Ğudde a.g.e. sahife:20)

… 

“Hâce Yusuf el-Hemedânî Hazretlerine, Eğer zamanınızda Allah dostları gizli olur ve onları bulmak güçleşirse, ne yapmak lazımdır? diye sorduklarında, şöyle demiştir:

Allah dostlarının hallerini ve hayatlarını anlatan kitaplardan her gün bir miktar mesela yedi sayfa okuyun. Bunu, kalbi gaflet içinde olanlar için farz gibi gerekli görüyorum.”

Büyük Muhaddis Ahmed İbni Hanbel (Rahimehullâh) salih zatların isimleri anıldığı esnada, onlara olan saygı ve taziminden dolayı, uzanır veya yaslanmış bir durumda ise hemen kendini toparlar ve “Salihlerin anıldığı esnada, bir yere yaslı olarak durmak bize yakışmaz” derlerdi. (ez-Zehebî, Tezkiretü’l Huffâz, 1/213. el-Hafız İbni Hacer, Tehzîbu’t Tehzîb, 1/130. İmam İbni Muflih el-Hanbelî, el-Furu’, 1/190.) ( Bu bölüm, Mustafa Özdil Hocaefendi’nin Kıssaların Fazileti adlı makalesinden kısaltılarak alınmıştır. ismailaga.org.tr)

***

Büyük veli Ebû Ali Dekkak’a [kuddise sırrıhû],

“- İnsan hepsiyle amel etmese de salihlerin sözlerini dinlemesinin ve güzel hallerini okumasının ona bir faydası olur mu?

diye sorduklarında, hazret şu cevabı vermiştir:

“- Evet olur. Bunun iki faydası vardır: Birincisi, velilerin sözleri o kimsenin kalbini kuvvetlendirir, ölmüş duygularını harekete geçirir, gönlünde güzel şeylere karşı bir arzu meydana getirir. İkincisi, kibrini kırar, benliğini yıkar, boş davaları kalbinden atar. Ona ayna olur, halini gösterir. İnsan kör değilse, kendini görür.”

Yusuf Hemedanî hazretlerine gönül kulağımızı verelim. O büyük zata, “Allah dostlarına ulaşamıyorsak ve onlar gizlenmişse selamete ermek için ne yapalım?” diye sordular. Şöyle buyurdu: “Allah dostlarının sözlerinden her gün okuyunuz. Gaflet sahipleri hatta bunu vird edinsin.”

Şeyhülislâm Abdullah Ensarî k.s.: “Her pirden bir söz ezberleyiniz, buna gücünüz yetmezse isimlerini belleyiniz; zira bu isim sayesinde nasip alırsınız.”

Şöhreti asırları aşan Feridüddin Attar hazretleri de Tezkiretü’l-Evliya’yı niçin yazdığını anlatırken şöyle der:

“Kur’an ve hadisten sonra sözlerin en iyisi olarak onlarınkini gördüm. Sözleri tümüyle Kur’an ve hadislerin şerhinden, açıklamasından ibarettir. Her ne kadar onlardan değilsem de onlara benzemiş olayım diye kendimi bu meşguliyetin içine attım. Çünkü hadiste ‘Bir zümreye benzeyen onlardandır.’ buyrulmuştur.” (Semerkand Dergisi ve Takvimi) 

***

KISSALARIN FAYDALARI 

Fahruddin Er-Râzi

“Sana, kıssa olarak bildirmekte olduğumuz bu haberler, helák olmuş memleketlerin haberlerindendir ki, onların kiminin izleri ayakta kalmış, kimi de biçilmiş ekin gibi yok olmuştur. Onlara biz zulmetmedik, fakat onlar kendi elerine zulmettiler. Allah’ın dışında taptıkları yalana tanrılar, Rabbinin azâb emri geldiği zaman, onlara hiçbir fayda vermedi. Ziyanlarını artırmaktan başka bir şeye yaramadı” (Hud,100-101)

Bil ki Allah Teâlâ, evvelki kavimlerin kıssalarından bahsedince,”Sana kıssa olarak bildirmekte olduğumuz bu haberler, helâk olmuş memleketlerin haberlerindendir…” buyurmuştur.

Bu kıssaların zikredilmesinin faydası vardır:

Birinci Fayda: Sırf aklî delilden istifâde etmek, ancak kâmil kimseler için söz konusudur. Bu ise, çok nâdir olur. Ama, delilleri zikredip, sonra da onları, evvelkilerin kıssalarıyla tekid ettiğinde, bu kıssalar adeta o aklî delilleri akıllara sokan unsurlar olurlar.

İkinci Fayda: Allah Teâlâ, bu kıssalara, peygamberlerin tutunduğu çeşitli delilleri de karıştırmış, kâfirlerin o delillere karşı delil getirmelerinden o delilleri savuşturmak husunda ki şüphelerinden bahsetmiş, bazıları peşinden de, peygamberlerin o şüphelere karşı vermiş oldukları cevapları zikretmiş, daha sonra da küfürlerinde ısrar edip büyüklendikleri için, onların dünya azabına düştüklerini ve onların, hem dünyada ahirette lanet ve ceza içinde kalakaldıklarını belirtmiştir. Binâenaleyh, bu kıssaların ele alınması, delillerin ve şüphelere karşı verilen cevapların, münkirlerin girmesine, onların kalblerindeki katılık ve sertliğin yok olmasına vesile olmuştur. Böylece, Allah’a davet hususunda en güzel yolun, işte bu şey olduğu sabit olmuş olur.

Üçüncü Fayda: Hz. Peygamber (s.a.s), bu kıssaları, hiçbir kitap karıştırmadan ve hiç kimseden öğrenmeden anlatıyordu ki bütün bunlar, daha önce de anlattığımız gibi, O’nun peygamberliğine delâlet eden büyük bir mucize gibi olmuş olurlar.

Dördüncü Fayda: Bu kıssaları dinleyenlerin aklına şu husus yerleşmiştir: Sıddîkın zındıkın ve hakka uyanın, münafık olanın akibeti, er geç bu dünyadan ayrılmaktır. Ancak ne var ki mümin, dünyadan dünyada bırakmış olduğu güzet medihlerle ayrılır, ahirette de bol mükâfaat elde eder. Kâfir de, dünyadan, orada maruz kaldığı lanetlerle çıkar, ahirette de ilahî cezaya uğrar.

Binâenaleyh, dinleyenlere bu kıssalar tekrarlandığında, onların mutlaka kalblerinin yumuşaması, gönüllerinin boyun eğmesi, düşmanlıklarının da silinmesi gerekir ve onların kalblerinde, onları tefekkürde bulunmaya sevkeden bir korku meydana gelir. Bu, kıssaların zikredilmesinin faydalan hususunda, yazılmış olan güzel bir açıklamadır. (Fahruddin Er-Râzi, Tefsir-i Kebir Mefâtihu’l-Gayb, Akçağ Yayınları: 13/113-114 (ilimcephesi.com)

***

Konuyla ilgili bir makale:

KUR’AN KISSALARININ ÖNEMİ

Prof. Dr. İdris Şengül

Şu bir hakikattir ki; kâinatı yaratan ve dolayısıyla onun hakiki sahibi olan Yüce Allah’ın âlemdeki sayısız varlıklar içinden seçerek kendisine muhatap kabul ettiği, fıtrat itibariyle en mükerrem, en değerli bir şekilde yaratarak hilafete layık gördüğü, hatta ilim öğrenme ve ilim üretme cihetiyle meleklerden de üstün bir konuma oturttuğu müstesna varlık İNSAN‘dır. Kur’ân-ı Kerîm ise, yaratılışındaki üstün fıtratıyla müteal (aşkın) varlık olan, Allah’a muhatap olmaya layık görülen ve bizzat Kur’ân’ın beyanlarıyla üstünlüğü melekler, ruhaniler tarafından secde edilerek fiilen tasdik edilen insanoğluna Allah tarafından mahza rahmet olarak gönderdiği en son ilâhî Mesaj’dır.

Gerçekten Allah-insan ilişkisi çerçevesinde konu değerlendirildiğinde, yaşadığımız şu âlemde insan için ilâhî mesajların, özellikle en son ilâhî mesaj olan Kur’ân-ı Kerîm’in önemi ve zarureti inkâr edilemez bir hakikattir. Çünkü insan, her ne kadar fıtraten en üstün olarak yaratılmışsa da yaratılan olması sebebiyle aklı, idraki, bilgisi, gücü vb. kabiliyetleri cihetiyle eksik, kusurlu ve sınırlı bir varlıktır. Binaenaleyh kendisini yaratan mutlak ve müteal varlık olan Allah’a her zaman muhtaçtır.

İnsanlığın her devirde ilâhî vahye ihtiyacı, gecenin zifiri karanlığında yolunu kaybedip el yordamıyla yolunu bulmaya çalışan çaresiz bir insanın ışığa, nura ihtiyacı gibidir. İşte en son ilâhî vahiy olan Kur’ân-ı Kerîm de muhataplarına, gerek kendisini, gerekse kendisinden önceki ilâhî vahiy ürünleri olan mesela Tevrat’ı ve İncil’i tarif edip tanıtırken birçok ifadelerin yanında “Nur” ve “Dıya’=Işık” ifadeleriyle de özellikle tanımlamaktadır.(1) Hatta aynı anlam çerçevesinde ilâhî vahiylerin ve Kur’ân’ın insanları karanlıklardan nura çıkartan ilâhî bir kitap olduğu ısrarla vurgulanmaktadır.(2) İşte tarihî ve Kur’ânî gerçekler çerçevesinde sabittir ki, Kur’ân-ı Kerîm; insanlığa en doğru, en adil yolu tarif eden, her iki dünya saadetine hidayet eden, Allah’ın en son olarak gönderdiği, alternatifi olmayan din ve hidayet kitabıdır.

Kur’ân-ı Kerîm hidayet ve din kitabı olarak ilâhî mesajı insanlığa sunarken, tabiatıyla insanlık anlayış ve kültüründe var olan beyan ve üslupları ilâhî beyan ve üslûba yakışır en güzel ve harika şekillerde kullanmıştır. Bizzat Kur’ân-ı Kerîm; insanlar gerçeği daha iyi anlasın daha iyi ders ve ibret alsın, ilâhî mesaj ve hidayet yolunu daha kolay kavrasın diye çeşitli beyan ve üslup şekillerini kullandığını, çeşit çeşit örnekler ihtiva eden ayetleri açıkladığını önemle vurgulamaktadır.(3) Şüphesiz Kur’ân-ı Kerîm’in kullandığı birçok üslup şekilleri içinde en önemlilerinden birisi de “Kıssalar” üslûbudur.

Yaklaşık olarak Kur’ân’ın yarısını teşkil eden kıssaların mahiyetini anlamak ve Kur’ân’ın diğer bir önemli üslûb çeşidini, anlatım metodu olarak mesellerle karıştırmamak veya kıssa kelimesine, kök yapısında mevcut olmayan anlamlar yüklenerek edebiyattaki ‘hikâye’ türü ile karıştırmamak için kıssa kelimesinin sözlükteki ve Kur’ân ıstılahındaki anlamlarına işaret etmek uygun olacaktır.

Arapça’da kıssa kelimesi, (K.S.S) kökünden türetilen bir kelimedir, çoğulu kasastır. Kelimenin kökünde; anlatmak, haber vermek, bildirmek, rivayet etmek, sözü nakletmek, hikâye etmek, izlemek, iz takip etmek, kesmek, vb. anlamlar bulunmaktadır.

İslâmî literatürde veya Kur’ân ıstılahında kıssa denildiğinde, Kur’ân’da anlatılan tarihî olaylar ve peygamberlerin hayat hikâyeleri anlaşılmaktadır. Ancak Kur’ân-ı Kerîm’de söz konusu bağlamda bizzat kıssa olarak değil de aynı kökten gelen, aslında isim olup, mastar yerine de kullanılan kasas şeklinde geçmektedir.(4) Yine aynı kelimenin müştakları birçok yerde anlatmak, hikâye etmek; iki yerde de takip etmek, izlemek anlamlarında kullanılmıştır.(5)

Kur’ân’da önemli bir yekûn teşkil eden tarihî olaylara kasas denilmesi rastgele olmamıştır. Bu isim Kur’ân’da, tarihî olayların anlatılış keyfiyet ve boyutlarını gösteren çok ince anlamlar gözetilerek seçilmiştir. Bu gerçeği anlayabilmek için kıssa kelimesinin kökünde varolan şu dört temel anlamı unutmamak gerekmektedir.

Birincisi: İz sürmek, birini takip edip arkasından gitmek. Daha önce de ifade edildiği gibi söz konusu kelime bu anlamda Kur’ân-ı Kerim’de iki yerde kullanılmıştır.

İkincisi: Bir kimseye bir haber veya sözü bildirmek, açıklamak, anlatmaktır. Kelime bu anlamıyla da Kur’ân-ı Kerîm’de yaklaşık on yedi yerde geçmektedir.(6)

Üçüncüsü: Bir şeyi makasla kesmek, kırkmaktır. Yine Arapça’da Kusasetu’ş-Şa’ri tabiri, saçlardan kesilen bir miktarı ifade eder ki “Bir tomar saç” şeklinde tercüme etmek mümkündür.

Aynı kökün dördüncü anlamı olarak da aslında isim olup mastar anlamında kullanılan kasas ve kass kelimelerine baktığımızda; göğüs, göğsün başı, ortası ve göğüs kemiği anlamlarıyla bir şeyin önemli kısmı, belli bir bölümü, parçası anlamlarına geldiğini görmekteyiz. Bu son anlam, Arapların Kusasu’ş-Şa’ri tabirinde, alın kısmında saçların bitim noktası, ön cephede başın orta noktası, alın gibi anlamları ifade ettiğini görüyoruz.

Şimdi Kur’ân literatüründe kasas, kıssa veya kıssalar denildiğinde hemen Kur’ân’da önemli yer tutan geçmişe ait olayların anlatılması akla geldiği gibi, ilmî ve objektif bir nazarla dikkat edildiğinde aynı zamanda kelimenin kokünde var olan aslî dört manadan dolayı temel unsurlarıyla Kur’ân kıssalarının mahiyetini, gerçekliliğini yansıttığını da görürüz. Aynı gerçekten hareketle, Kur’ân’ın tarihî olaylar için kullandığı Kasas tabirine baktığımızda kıssaların dinî, edebî ve tarihî karakterini yansıtan en uygun bir isim olduğunu açıkça görebiliriz.

Bu özet açıklamalar ve Kur’ân’ın,

“Andolsun ki peygamberlerin kıssalarında aklı olanlar için ibretler vardır. (Vahye, Kur’an’a gelince) o hiçbir şekilde uydurulmuş bir söz olamaz.”(7)

“Şüphesiz bu anlatılanlar gerçek kıssalardır.”(8)

mealindeki ayetleriyle, benzer anlamdaki birçok Kur’ân ayetleri(9) mantukunca, Kur’ân ıstılahında Kasas veya Kıssa denildiğinde şunu anlamaktayız:

Tarihin derinliklerinde kaybolmuş, unutulmuş veya bazı izleri insanlığın hafızasında varlığını koruyabilmiş, her zaman için geçerli mutlak hakikatleri, yüksek dinî değerleri, yönlendirme, teşvik gibi unsurları başka kıssalarda bulunmayan bir şekilde ihtiva eden tarihî olayların, sözce kendisinden daha doğru bir kimsenin bulunmadığı Allah tarafından Kur’ân muhataplarına; adeta olaylara yeniden bir canlılık vererek anlatılmasıdır. Ancak hadiseler anlatılırken Kur’ân, tarih kitabı olmadığından, teferruat meselelerini, lüzumsuz kısımlarını terketmiş, -bir benzetme yapacak olursak makaslamış- sadece Kur’ân’ın hidayet rehberi oluşuna uygun bir şekilde muhatapları irşad edip aydınlatacak kısımlarını anlatmıştır. Bu anlatma şekli de olayların aslı Cenâb-ı Hakk’ın her şeyi kuşatan ilmiyle adım adım izlenerek, vak’anın aslında herhangi bir değişiklik yapılmadan ve Kur’ân’ın i’câz ve îcâzına paralel, iktiza-i hale mutabık olarak muhatapların ibret ve tefekkürlerine sunulmasıdır.

Kıssa kökünün lügat ve ıstılâhî manasıyla ilgili yukarıdaki açıklamalardan, Kur’ân kıssalarına niçin ilk bakışta daha uygun gözüken hikâye denmediğini kolayca anlamak mümkündür. Çünkü hikâye kelimesinin lügat manası; bir şeyin aynısını ve benzerini getirmek anlamına gelmektedir. Arapça’da “Hekâ anhu’l-hadîs” (Ondan sözü hikâye etti) deyince; söz, fiil ve diğer hususlarda teferruatta aynısını nakletti demek olur. Yine Arapça’da, ister vukû bulsun ister hayalî olsun anlatılan her şeye hikâye denir ki bu anlam Kur’ân kıssalarının mahiyet ve keyfiyeti ile asla bağdaşmaz.

Kur’ân-ı Kerîm’de kıssalar konteksi içinde geçmiş tarihî olaylar hakkında Kasas kelimesi dışında Nebe’ (çoğulu Enba’), Asr-ı Saadet’te vuku bulan hâdiseler için ise Haber (çoğulu Ahbâr) kelimeleri de kullanılmıştır. Ancak Kasas kelimesi dışında farklı kelimelerle de ifade edilen Kur’ân kıssalarındaki ortak ve değişmeyen nokta, vukuu kesin tarihî olaylar ve haberler olmalarıdır.

Daha önce de işaret ettiğim gibi, Kur’ân literatüründe kıssa üslûbu ile zaman zaman karıştırılan başka bir Kur’ânî üslûb da mesellerdir. Çünkü mesel kelimesi kıssalar siyakında ibret, örnek ve ders anlamında birkaç defa kullanılmıştır. Bu sebeple sathî bir nazarla bakıldığında kıssaların bir uzantısı gibi görünürler. Ancak dikkatle tetkik edildiğinde gerçek hiç de böyle değildir. Meseller veya başka bir deyişle Emsâlu’l-Kur’ân, Kur’ânî mesajın muhataplara ulaştırılması açısından kıssalar gibi aynı hedefe hizmet eden ve fakat yapı itibariyle kıssalardan tamamen farklı bir üslûb şeklidir.

Özetle Tefsir Usûlü İlmi’ne göre meseller denilince; hakikatte vukû bulmayan, ancak öğüt, ders, ibret, kastedilen mananın akla yakınlaştırılması ve mananın hissedilir şekilde tasviri gibi gayeler için Kur’ân’ın getirdiği misaller akla gelmektedir. Bu üslûbla birtakım önemli hallerin, olayların ve hakikatlerin gerçekte meydana gelmeyen suretler veya darb-ı mesellerle tasviri yapılarak, muhataba ulaştırılması istenen mana ve mesajlar zihne, anlayışa kolay bir tarzda sunulmaktadır.

Şimdi mesel kelimesi kıssalar siyakında ders, ibret veya örnek anlamında kullanıldı diye veya kıssa kelimesini hikâye kelimesiyle karıştırarak Kur’ân kıssalarını meseller gibi veya normal hikâyeler gibi tarihte gerçekten meydana gelmeyen rivayetler olarak görmek mümkün değildir. Böyle bir iddianın veya vehmin ne tarihî ve arkeolojik bilgiler, ne Kur’ân’ın hedef ve gayeleri, ne tarih felsefesi, ne de bu konudaki gayet açık Kur’ân ayetleri açısından kabul edilebilir bir yönü vardır.

Kesin bir delile dayanmaksızın sadece indî yorumlar veya vehmî düşüncelerle, birçoğu tahrif edilmiş de olsa semavî kitaplarda anlatılmış, tarih kitaplarına geçmiş, bazılarının yeryüzündeki izleri, kalıntıları muhafaza edilmiş, bir kısmı her şeye rağmen nesilden nesile gelerek insanların hafızalarında korunmuş tarihî şahsiyetleri, peygamberleri ve olayları inkâr etmenin hiçbir ilmî izahı olamaz. Mesela Kur’ân kıssalarına konu olan Hz. Adem, Nuh, Hûd, Salih, Lût, İbrahim, İsmail, İshak, Yusuf, Musa, İsa (aleyhimüsselam) kıssalarına, Firavun, Karun ve İsrailoğulları ile ilgili haberlere, hele hele Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellemin doğumundan birkaç ay önce meydana gelmiş Fil olayına vs. “Tarihen meydana gelmemiş, aslı olmayan hayalî veya temsilî kıssalardır.” demek, tarihi inkâr etmek demektir. Böyle bir iddia, aynı zamanda Kur’ân’ın -insanlık tarihinde gerçekten yaşanmadığı halde- insanlığı uyarmak, ders ve ibret vermek için birtakım roller ihdas ettiği, tarih uydurduğu anlamına gelir ki bu da yüce Allah’ın uydurma olaylarla Kur’ân muhataplarını korkutarak kandırmakta olduğu iftirasında bulunmak demektir. Vahiy karşısında her devirde aynı olan bu tür iftiraları bizzat Kur’ân birçok ayetleriyle peşinen teşhir etmektedir.(10)

Kur’ân’ın Kıssalar üslûbuyla ilâhî mesajları muhataplara sunarken, beşeriyetin özünde mevcut sosyal ve psikolojik yönleri de göz önünde tutarak anlatım ve ifadede daha cazip, daha canlı ve etkileyici bir üslup takip ettiğini görmekteyiz. Gerçekten insan fıtratı, anlayış ve kavrama yönünden kuru fikirleri dinlemekten ziyade müşahhas fikirlere mütemayildir. İnsanın yaratılışını göz önünde tutan Kur’ân-ı Kerîm, en güzel kıssaları gözlerimizin önünde cereyan ediyormuşcasına anlatır. Kıssalar diliyle fikirler adeta müşahhaslaştırılır. Dinleyenlerin kolay anlaması sağlanır. Çünkü devamlı çıplak hakikatler, soyut manalar aklı yorar, dikkatleri bir yerde dağıtabilir. Fakat kıssalar diliyle, yüksek dînî ve ilâhî mesajlar tecrübî olaylarla, amelî bir surette, adeta gözlere seyrettirilir, kulaklara işittirilir. Allah Te’âlâ’nın insana bildirmek istediği yüksek manalar akl-ı selimin idrakine kolayca sunulur.

İşte Kur’ân en üstün davet metodunu kullanarak, bir taraftan ilim ehline yüksek hakikatleri ve mücerret manaları sunarken, diğer taraftan da ekseriyeti teşkil eden avamı nazara alarak daha kolay anlaşılır bir tarzda -teşbihler, istiareler, meseller… gibi- kıssalar yoluyla da en güzel şekilde irşad eder. Tabiatıyla bu da Kur’ân’ın en önemli i’caz yönlerinden birisidir. Zaten belağatın gereği de budur. Çünkü “Belağat, iktiza-i hale mutabakattır.” diye tarif edilmiştir. Dolayısıyla Kur’ân-ı Kerîm’de kıssalar üslûbu gibi bir üslûbun bulunması

“Şüphesiz biz Kur’ân’ı öğüt için kolaylaştırdık. Öğüt alan yok mu?”(11)

âyetlerinin parlak bir yansımasıdır.

Kur’ân kıssalarına baktığımız zaman büyük bir ekseriyetle bu Kur’ânî üslûba konu olan malzemenin peygamberler ve bunların hak davalarının tarihi olduğunu görürüz. Bu ilâhî davetler karşısında insanların durumu ne olmuştur? Daveti kabul edenler, etmeyenler ve aralarında cereyan eden mücadelenin seyri ve sonucu Kur’ân muhataplarına öz olarak anlatılmaktadır. Gaye; Kur’ân muhataplarını, daha önce düşülen hatalara, İlâhî değerlere karşı olumsuz tavır sergileyen fertlerin veya toplumların durumuna karşı uyarmak ve aynı hatalara düşmekten onları kurtarmaktır. Kur’ân-ı Kerim kıssalar üslûbuyla peygamberler tarihi dışında, insanlık tarihi sürecinde meydana gelen inanç ve din konularında her zaman insanlık için ders ve ibret olacak bazı tarihî olay ve şahsiyetleri de anlatmaktadır. Bu sebeple Kur’ân-ı Kerim hem İlâhî davet kitabı, hem de onun tarihini anlatan bir kitaptır şeklinde bir tespite varmak yanlış olmasa gerektir.

İşte Kur’ân’ın, tarihî olayları, İlâhî mesajı muhataplarına ulaştırmak için araç olarak kullandığı bir gerçektir. Çünkü tarihî olayların asıl kahramanı insandır. İnsan da temel yaratılış özellikleri (fıtrat) itibariyle başlangıçtan bu yana hiç değişmemiştir. Dolayısıyla insanlık tarihindeki bütün sebep ve sonuç ilişkilerinde hâkim unsurlar da değişmemiştir. Bundandır ki, tarih tekerrürden ibarettir gerçeğini kabul etmeyen çıkmamıştır. Yine Kur’ân-ı Kerim bu gerçeğe işaret ederken bilinen realite de söz konusu hakikati teyid ve tasdik etmektedir.

Diğer taraftan Kur’ân-ı Kerim bir tarih kitabı da değildir. Dolayısıyla tarihi tarih için anlatmamıştır. Kur’ân’ın tarihi anlatma keyfiyeti, O’nun asıl hedefi olan dînî gayeyi gerçekleştirecek miktarda ve ölçülerde gerçekleşmiştir. Yani Kur’ân-ı Kerim bize şu maddî âleme ve kendi varlığımıza (nefsimize) dikkatlerimizi çekip Evren’deki varlıkları ve önemli olayları gözlerimizin önüne sererek varlık âlemini yaratan Allah’ın birliğini (Tevhid’i), O’nun yüce Kudreti’ni, eşsiz isim ve sıfatlarını anlamamızı istediği gibi, aynı şekilde peygamberler tarihinden, geçmiş bazı tarihî olaylardan bahsetmesiyle de sadece hidayet ve irşad çerçevesinde ders ve ibret almamızı istemektedir. Bu sebepledir ki, Kur’ân kıssalarında, bir tarihî olayın esaslarını oluşturan kahramanlar, zaman ve mekân gibi ana unsurlara genellikle yer verilmemektedir. Kur’ân-ı Kerim bazen bu tarihî unsurlara yer verip açıkladığında da hedefi, yine mesajı çarpıcı ve etkileyici bir tarzda muhataplara iletmektir.

Yine aynı gayeler doğrultusunda Kur’ân, kıyamete kadarki bütün devirlerde muhatap ve müntesiplerini ilgilendirmeyecek teferruat ve cüziyyata giren kısımlarla asla meşgul olmaz. Mesela Kur’ân, Nuh Tufanı’ndan ona (10) yakın yerde bahsetmektedir. Ancak Nuh Tufanı umumi midir? Yoksa bölgesel midir? Tennur’un mahiyeti nedir? Gemi’de taşınanların kimlikleri, kaç gün gemide kaldıkları, nereye indikleri, suyun istilasının kaç gün devam ettiği belli değildir. Boğulan kimselerin kurtulmak için gösterdikleri gayretler nelerdir? v.b. teferruat anlatılmamıştır. Aslında bu teferruatla ilgili bilgiler insan için meraklı konulardır. Fakat Kur’ân bunlardan hiçbirini açıklamaz. Çünkü Kur’ân kıssalarının anlatım metodu, muhatabın zihnini ve dikkatini dînî gayeden uzaklaştıracak tarihî tafsilattan kaçınmayı gerektirmektedir.

Kur’ân-ı Kerim; geçmiş tarihî olayları anlatma gaye, hedef ve metoduna paralel olarak tarihten kesitlere yer verirken aşırı gitmemiştir. Sadece İlâhî Mesaj’ın muhataplara sunulmasına yeterli ölçüde yer vermiştir. Bu noktaya bizzat Kur’ân-ı Kerim bazı geçmiş tarîhî olayları anlatmasının hemen akabinde açıkça işaret etmektedir.(12)

Kur’ân-ı Kerim’de kıssa üslûbu, birinci derecede mü’minlerin ruhlarına, kalplerine, akıl ve vicdanlarına inanç esaslarını sağlam bir şekilde yerleştirmek için etkili bir araç olarak kullanılmıştır. Bu sebeple bir kıssa veya kıssanın bölümleri münasebet gereği birçok sûrelerde dağıtılarak anlatılmıştır. Münasebet, ilgili husus tekrar ettikçe kıssadan halin gerektirdiği bölüm zikredilmiştir. Bu durum adeta uzun bir filmin çeşitli sahnelerini, hatta sahnelerin değişik pozlarını, farklı bölümlerini ayrı ayrı şekillerde, farklı gaye ve münasebetlerle göstermeye, seyircilerin dikkatlerine sunmaya benzemektedir.

Bu gerçeklerle beraber Kur’ân, temel esprisini gerçekleştirmek için tarihî olayların en çarpıcı ve ibretli olanlarını anlatırken öyle bir üslup takip eder ki, adeta ilgili ayetleri okurken verilen pozlar, sahneler arasındaki boşluğu doldurma görevini hayale, zihne vermekte, teferruata ait birçok sahneleri de doğru olarak izleme ufkunu açmaktadır. Bu yapısıyla Kur’ân kıssaları tarihteki olayların aynısı ve tümü olmamakla birlikte gayrısı da değildir ve vakaya uygundur. Belli kesitler alınmış teferruat terkedilmiştir. “Kasas” denmesi de bundandır. Çünkü “Kıssa” kökünde Kur’ân kıssalarının mahiyetini yansıtan anlamlar mevcuttur.

Bu şu demektir: Kur’ân, tarihî olayları doğru olarak fakat şeklî bir tasarrufla nakletmektedir. Bunun sebebi Kur’ân’ın bütün zamanlara hitap eden bütün insanları ilgilendiren evrensel İlâhî bir mesaj oluşudur. Kıssalar üslûbuyla Kur’ân’da anlatılan tarihî malzemenin şeklî bir tasarrufla muhataplara nakledilmesindeki gerçek; adeta bir kıssa yazarının veya belgesel bir televizyon program yapımcısının gerçek bir olayı, esası zedelemeden okuyucuya veya seyirciye olayın en çarpıcı ve canlı kısımlarını, herkesin ortak olarak ilgi duyacağı bölümleri canlı ve edebî bir üslupla, çarpıcı ifadelerle sunmalarındaki şeklî tasarrufa benzemektedir.

Buraya kadar özetle ifade etmeye çalıştığımız bilgilerden açıkça anlaşıldığı gibi, Kur’ân’ın İlâhî mesaj olma özelliğine paralel miktar ve ölçüde de olsa kıssalar üslubunda tarih de vardır. İnsanlar arasında yaygın olan tarih anlayışından farklı bir tarih anlayışı da şüphesiz sergilenmektedir. Bu tarihe ana hatlarıyla ve özetle insanlığın tarihi de demek mümkündür. İfade edilen ölçüde Kur’ân-ı Kerim’e tarihî bir kaynak olarak bakıldığında şüphesiz O, kaynakların en doğrusu, en muteber olanı ve metni güvenilir bir kitap olarak karşımıza çıkmaktadır. Çünkü Kur’ân’ın kaynağı vahiydir.

Kur’ân-ı Kerîm’in kendine has üslûbuyla tarihi anlatması O’nun bilgi kaynağı olarak tarihe ne derece önem verdiğini göstermektedir. Gerçekten Kur’ân-ı Kerim dikkatle okunduğu zaman bilgi kaynağı olarak etrafımızdaki dış âleme, bu âlemdeki bütün varlıklara, benliğimize, kendi varlığımıza yönelmemizi istemektedir. Fussilet sûresi 53. âyet ile Zâriyat sûresi 20-21. âyetlerde geçen “Ufuklarda, etrafınızda, dış dünyada” ve “Yeryüzünde” kelimeleri içinde mütala edebileceğimiz ve konumuz olan önemli bilgi kaynağı da; gerek rivayet yoluyla, gerek semavî kitaplar vasıtasıyla ve gerekse tarîhî izler, arkeolojik kalıntılar şeklinde kendini gösteren geçmiş tarihî hadiselerdir.

Kur’ân-ı Kerim bilgi kaynağı olarak tarihe, tarihin izlerine önem verirken, bununla da yetinmiyerek uygun siyaklarda zikredilen, özellikle on üç kadar ayet-i kerime ile de aynı bilgi kaynağına yönelmemizi çok açık ifadelerle istemektedir.(13)

Kur’ân kıssalarında görülen önemli bir tema da edebî yöndür. Kur’ân asıl hedefini gerçekleştirmede kıssalar diliyle muhataplarına hitap ederken, beşeriyetin özünde, yaratılışında mevcut sosyal ve psikolojik yönleri de göz önünde tutarak anlatım ve ifadede daha cazip, daha canlı ve tesirli üslup takip ettiğini görmekteyiz. Çünkü insan fıtratı, anlayış ve kavrama yönünden kuru fikirleri dinlemekten ziyade müşahhas fikirlere mütemayildir. İnsanın yaratılışını göz önünde tutan Kur’ân-ı Kerîm en güzel kıssaları adeta gözlerimizin önünde cereyan ediyormuşçasına anlatır. İnsanlık tarihini ana hatlarıyla bir sinema şeridi gibi seyircilerine sunmak suretiyle ibret alınacak ince noktaları dikkatlere arz eder. Böylece Kur’ân, Tevhid’i ve Tevhid istikametinde hayatı tanzim etme yollarını göstermektedir. Kıssalar diliyle fikirler adeta müşahhaslaştırılır, dinleyenlerin kolay anlaması sağlanır. Zihinde daha iyi yerleşir ve unutulması da zor olur. Bu üslûp, insanları davet ve irşadda etkili bir yoldur. Manalar karşısında insanı monotonluktan kurtarır. Çünkü devamlı çıplak hakikatler, soyut manalar aklı yorar, dikkatleri bir yerde dağıtabilir. Fakat kıssalar diliyle yüksek dinî ve ilahî mesajlar tecrübî olaylarla, amelî bir surette, adeta gözlere seyrettirilir, kulaklara işittirilir. Allah Teâlâ’nın insanlara bildirmek istediği yüksek manalar akl-ı selimin idrakine kolayca sunulur.

Kur’ân kıssalarında önemli ve asıl tema da dinî yöndür. Bu nokta özetle, “Kur’ân’ın temelde indiriliş gayesi ne ise, kıssaların da anlatılmasında asıl gaye odur.” şeklinde formüle edilebilir. Bu gerçeğe paralel olarak Kur’ân’ın en önemli konusu “Tevhîd’e (Allah’ın birliğine) iman” ise, kıssalar da aynı Tevhîd gerçeğini tarihî gerçeklik içinde, tecrübî bir şekilde anlatır.

Yine Kur’ân ahiret hayatını, ilahî sevap ve ceza müeyyidesini mücerret ayetleriyle ve diğer üsluplarla izah ediyorsa, kıssalar da aynı gerçekleri canlı ve pratik misallerle destekleyip ispat etmektedir. Mesela, Yâsin Sûresi’nde şehrin uzak yerinden koşarak gelen adam kıssasında(14), Bakara Sûresi’ndeki harap olmuş, yıkılmış bir kasabaya uğrayan adam kıssasında(15), Kehf Sûresi’ndeki Ashâb-ı Kehf kıssasında(16) ahirete iman konularını muhataba tarihî gerçekliliğe sahip olaylarla anlatıp ispat etmektedir.

Kur’ân, peygamberlik ve vahiy müessesesini Hak Din’in temel inançları olarak ele alıyorsa, kıssalar da anlatılan bütün peygamberlerin hayatlarını şahit göstererek bu konunun insanlık tarihinin değişmeyen bir gerçeği olduğunu, çarpıcı tablolar halinde insanlığın idrakine sunmaktadır.

Kur’ân birçok ayetleriyle Hz. Muhammed sallallahu aleyhi ve sellemin en son hak peygamber olduğunu, Kur’ân’ın da en son ilahî mesaj olduğunu beyan ediyorsa, Kur’ân’daki şekliyle kıssaların anlatılmasıyla da aynı gerçekler ispat edilmiş olmaktadır. Çünkü Kur’ân’daki birçok kıssanın -ayetler ile de açıkça belirtildiği gibi-(17) vahyin dışındaki bir kaynaktan öğrenilmesi imkansızdır.

Bu temel noktaların dışında kıssaların daha birçok anlatılış gayesi vardır. Bu gayelere bariz misaller olarak şunları sayabiliriz:

1. Zor şartlarda başta Rasûlullah (sav) olmak üzere her devirdeki müminlere teselli verip gönüllerini pekiştirmek.

2. İman esaslarını kalplere iyice yerleştirip sağlamlaştırmak.

3. İnsanlık tarihi boyunca gönderilen peygamberlerin davalarının birliğini, kısacası İslâm’ın evrenselliğini ortaya koymak.

4. Dünya ve ahirette başarı ve huzurun anahtarı olan tevekkül ve dua ile beraber Allah yolunda sabırla, bıkmadan usanmadan çalışmak, gayreti sonuna kadar devam ettirme zarureti gibi kanunlardır.

Kur’ân bunları ve daha birçok hayatî gerçekleri, prensipleri, yüksek dinî değerleri peygamberlerin ve kıssalarda anlatılan örnek kişilerin şahsında etkileyici bir üslupla anlatmaktadır.

Kur’ân’da şerdeki modeller olarak anlatılan Ad ve Semûd kavimleri, Eykeliler (Hz. Şuayb’ın kavmi), İsrailoğulları, Firavun ve Karun gibi kıssalarla da tarihte bizzat yaşamış millet ve fertlerin durumlarından, akıbetlerinden insanları sakındırıp uyarmaktadır. Daha birçok imanî ve ahlâkî değeri saymak mümkündür.

Sonuç olarak diyebiliriz ki Kur’ânî kıssaların anlatım, üslûb ve metodu incelendiğinde üç temel mu’cizeli temayı görmekteyiz.

Birincisi, Din’dir. Dinî mesajın verilmesidir.

İkincisi, parlak bir edebî üslûb ve belağatın hâkim olmasıdır.

Üçüncüsü, Kur’ân’ın temel gayesi ve çerçevesi ölçüsünde anlatılan tarihtir.

Edebî üslûb ve tarih, dinî gayeyi gerçekleştirmede bir araç olarak kullanılmıştır.

DİPNOTLAR:

1. bk. Maide 5/15, 44, 46; Tevbe 9/32; Enbiya 21/48; Saff 61/8
2. bk. Maide 5/16; İbrahim 14/1, 5; Hadid 57/9; Talak 65/11
3. bk. En’âm 6/46, 65, 105; A’râf 7/58; İsra’ 17/41, 89; Kehf 18/54; Tâhâ 20/113; Ahkâf 46/27; Furkan 25/50
4. bk. Âl-i ‘İmrân 3/62; Yûsuf 12/3; Kasas 28/25 ve diğerleri
5. bk. Kehf 18/64; Kasas 28/11
6. A’râf 7/176; Yûsuf 12/3; Kehf 18/13 ve diğerleri
7. Yûsuf 12/111
8. Âl-i ‘İmrân 3/62
9. Kehf 18/13; Kasas 28/3; Nisa 4/164; Mü’min 40/78
10. En’âm 6/25; Enfâl 8/31; Furkân 25/5 ve diğerleri
11. Kamer 54/17, 22, 32, 40
12. bk. Nisa 4/164; Mü’min 40/78
13. bk. Âl-i ‘İmrân 3/137; En’âm 6/11; Yûsuf 12/109; Nahl 16/36; Hac 22/46; Neml 27/69; ‘Ankebût 29/20; Rûm 30/9,42; Fâtır 35/44; Mü’min 40/21,82; Muhammed 47/10.
14. Yâsin 36/20-27.
15. Bakara 2/259.
16. Kehf 18/9-31.
17.Kehf 18/13; Hûd 11/49.

(Prof. Dr. İdris Şengül, A.Ü. İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi)

office 2019 mac satın al

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

İlginizi Çekebilir

Risâle-i Nur’da Ramazan Bayramı Bahisleri

RİSALE-İ NUR’DA RAMAZAN BAYRAMI BAHİSLERİ 28. Lema 10. Nükte Nev-i beşerin ağlanacak gülmelerine, endişe-i istikbal …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Önceki yazıyı okuyun:
Kıssa ve Hurâfe Nedir?

KISSA  Bir haberi nakletme, bir olayı anlatma hikâye etmek. Bu Arapça'da 'kassa kelimesiyle ifade edilir. …

Kapat