Ana Sayfa / Yazarlar / Kızartılmış Tavuk / Ahmet KATIN

Kızartılmış Tavuk / Ahmet KATIN

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

İzmir Uluborlulu Kayhan Kütahya’da havacı başçavuştu. Sosyete hayatı yaşar; dine, diyanete iltifat etmezdi. Babası tâ ızmir’den ziyaretine gidip kapısının zilini çaldığı, oğluna selâm verip hal hatır sorduğu halde evine girmez, ekmeğini yemez, “Baba gel, ekmeğimizi, yemeğimizi ye, çayımızı iç” dese de yukarı çıkmaz, “Gâvurun ekmeği yenmez” deyip çekip giderdi.

Bir gün bir başçavuş arkadaşı evine davet etmiş Kayhan’ı. Bir güzel tavuk kızarttırmış, ikram etmiş ona. Yemişler, içmişler. Sonra da kırmızı kaplı bir kitap getirmiş arkadaşı ve okumaya başlamış. Tam gece 12.00’lere kadar. Böyle tam altı gece devam etmiş. Yine tavuk yemiş, çay içmiş, kitap okumuşlar. Fakat her seferinde uyuyup kalırmış Kayhan. Arkadaşı da bıkmadan, usanmadan, sabırla okurmuş. Yedinci gün davet ettiğinde de, Kayhan, “Abi ben gelmeyeceğim. Utanıyorum artık” demiş. “Niçin?” “Uyuyorum hep.”

Sabırlı arkadaşı, “Kayhan, farzet ki senin her tarafın yara bere içinde. Ağrıdan, sızıdan uyuyamıyorsun. Doktora gitsen, o da sana faydalı bir ilâç, bir merhem verse, ilâcı içsen, merhemi sürsen, rahatlar, uyuyup kalır, acıları duymazsın değil mi?”

“Abi, ben şimdi yaralı mıyım?”

“Evet, sen mânen yaralısın. ışte bu kitaplar senin manevî yaralarına bir merhem, ilâç oluyor, onun için uyuyorsun. Yoksa uyuyamazsın.”

“Ver öyleyse şu kitabı” diyor Kayhan. Alıyor ve eve gidip gece geç vakitlere kadar okuyor. Sabah ezanı okunurken kitap bitiyor. Ertesi gün tekrar bitirince, “Başka kitap var mı abi?” diye soruyor Kayhan.

“Var” diyor arkadaşı ve Külliyatı alıp getiriyor. “Heyecan ve merakla beş defa mı, altı defa mı baştan sona okudum, bilemiyorum” diyor Kayhan ve devam ediyor: “Kendi kendime şu kanaate vardım. Demek ben boş yaşıyormuşum bu dünyada. Hanımı çağırdım. ‘Hanım,’ dedim. ‘Bu zamana kadar ne yaptıysak yaptık. Artık bundan sonra 180 derece dönüş yapıyorum ıslâma. Varsan benimle, başım gözüm üstünde yerin var. Yok ben bunu yapamam dersen güzellikle ayrılalım’ dedim. Hanım, ‘Efendi, bu zamana kadar ne dedin de yapmadım’ dedi. Birlikte çarşıya gittik. Başörtüsüne varıncaya kadar ıslâma uygun tesettür kıyafetleri aldık. Kendime de cübbe, takke, tesbih… Artık yarışa girmiştik. ıbadette ve kitap okumakta yarışıyorduk birbirimizle. Kılmadığımız namazları kaza ediyorduk. Bu sıralarda babama bir mektup yazdım. ‘Baba acele gel.’ Mektubu alır almaz babam telâşlanmış. ‘Mutlaka bu çocuğun başına birşey geldi. Yoksa mektubu niye yazsın?’ diyerek acele olarak gelmiş. Zili çalmış, kapıdan başı kapalı biri çıkınca şaşıran babam, ‘Burası Kayhan’ın evi değil mi?’ diye sormuş.

Kapıyı açan aslında gelinidir. “Evet, baba” der. “Beni herhalde tanımadınız. Ben sizin gelininizim. Biz ıslâmî hayata girdik de böyleyiz. Buyur eve” der. Baba eve girer. Seccadeyi, takkeyi, tesbihi görüp, gelininden de “Baba biz dinimizi öğrenmek için kırmızı kitapları okuyor, Allah’ımızı, Peygamberimizi, hayatı öğreniyoruz. Birkaç günlük birden de kaza namazı kılıyoruz” sözlerini işitir. O kadar memnun kalır ki, “Kızım, ben abdest alıp iki rekât şükür namazı kılayım” der ve sevinç gözyaşlarıyla namazını eda eder. Bir süre sonra oğlu gelir. “Kayhan’ım!” deyip öyle bir kucaklar ki, sevinç gözyaşları döker, hem ağlar, hem gülerler. Babası sorar:

“Oğlum seni bu hâle sokan ne?”

“Altı tane kızartılmış tavuk baba. Sonra da olan oldu.”

“Oğlum keşke on tane, yüz tane tavuk yeseydin. Ben senin üzerinde az mı durdum? Âlimi, vaizi, hocası daha nicelerini getirdim dinini öğretmek için. Ne kadar uğraştım. Ama birşey yapamadım. Peki, dâvet etsek gelir mi bu arkadaşın?”

“Gelir baba.”

“Öyleyse dâvet et de, gelsin bakalım.”

Gelir arkadaşı. Babası, “Evlâdım, sen ne yaptın da Kayhan’ı bu hâle getirdin?” der.

“Ben bir şey yapmadım amca. Sor oğluna” der. Sonra da Kayhan’a dönüp “Kayhan, ben mi seni bu hâle getirdim, eserler mi?” diye sorar.

“Eserler” der Kayhan. Babasına da dönüp “Yalnız tavukları yediren de o baba!” diye lâtife yapmaktan kendini alamaz.

Babası, büyük bir sevinçle, “Allah razı olsun oğlum senden” deyip şu önemli gerçeğe dikkat çeker: “Benim oğlumu ıslâh eden bir eserin dünyada düzeltemeyeceği insan olamaz.”
***
Bu hadiseyi anlatan Merhum Vahşi Şaban Ağabeyimiz ve yazıya döken Şaban Döğen Ağabey’in ve tüm Nur Talebelerinin Ruhları için El FATİHA

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

İlginizi Çekebilir

‘Salâvatın Mânâsı Rahmettir!..’ 

‘SALAVÂTIN MA‘NÂSI RAHMETTİR!..’  “(Ey resûlüm!)  (biz) seni ancak âlemlere bir rahmet olarak gönderdik!..” (Enbiya,107) “İşte seni …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Önceki yazıyı okuyun:
“Önce hak ve hakikatı tahsil ediniz, sonra herkese ve herşeye o noktadan bakarsınız” / Eyüp EKMEKÇİ

MANA-YI HARFİYLE BAKMAK ŞAHIS İÇİN DE MEVZU-U BAHİSTİR. İnsanlar bazen taşa, ağaca, en değersiz şeylere …

Kapat