Ana Sayfa / İLİM - KÜLTÜR – SANAT – FİKRİYAT / Seçme Yazılar / Koşmayı Bırak, Dur ve Seyret / Zübeyir OVACIK

Koşmayı Bırak, Dur ve Seyret

“Zamanda yakınlık olmadıkça, bir yıl bir ay gibi, bir ay bir hafta gibi, bir hafta bir gün, bir gün bir saat gibi kısa gelmedikçe kıyamet kopmaz.”

Modern zamanların karakteristik özelliklerini anlatabilecek en bariz kelimelerden birsi de “hız” olsa gerektir.

Koşmayı Bırak, Dur ve Seyret / Zübeyir OVACIK

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

Koşmayı Bırak, Dur ve Seyret

“Zamanda yakınlık olmadıkça, bir yıl bir ay gibi, bir ay bir hafta gibi, bir hafta bir gün, bir gün bir saat gibi kısa gelmedikçe kıyamet kopmaz.”

Modern zamanların karakteristik özelliklerini anlatabilecek en bariz kelimelerden birsi de “hız” olsa gerektir.

İletişim ve ulaşım araçlarının öne çıktığı günümüz dünyasında bu araçlardaki hız unsurunun ne kadar ehemmiyetli olduğunu göz önünde bulundurursak bu durumu daha açık bir şekilde gözlemlemek imkanına sahip olabiliriz. Her şeyin hızlı bir tüketime tabi tutulduğu çağımızda, hız-tüketim kısır döngüsünün hayatın her alanında ortaya çıktığı görülmektedir. Öyle ki söz konusu hız fenomeninin, insanın biyolojik mahiyetine yönelik etkileri olan bir boyuta ulaştığı varsayımını dillendirmek bile çok yadırgatıcı olmasa gerektir. Zira çocukluktan ergenliğe geçiş örneğinde olduğu gibi bireylerin biyolojik gelişimlerinde ve nesiller arasındaki kültürel farklılaşmalarda olduğu üzere sosyal hadiselerde bile değişimlerin hızlı seyrine tanıklık etmekteyiz.

Kutlu elçinin “Zamanda yakınlık olmadıkça, bir yıl bir ay gibi, bir ay bir hafta gibi, bir hafta bir gün, bir gün bir saat gibi kısa gelmedikçe kıyamet kopmaz.” [Tirmizi]”, yine “Yakında büyük fitneler olacak, o fitnelerde (yerinde) oturanlar ayaktakilerden, ayaktakiler yürüyenlerden, yürüyenler koşanlardan, daha hayırlı olacaklar. Kim o fitne içinde bulunmuş olursa, ondan uzak dursun. O zaman bir iltica yeri, sığınacak mekan bulursa ona sığınsın.” [Buhari] sözlerinin bu çerçevede ne kadar da anlamlı olduğu anlaşılmaktadır. 

Peki böylesi bir manzaranın insanoğlunun varoluş amacına uygun bir hayatın tesisinde müspet bir etkiye sahip olduğunu söyleyebilir miyiz? Esasında hızın günümüz insanı için bir gaflet perdesine dönüştüğü görülmektedir. Öyle ki insanın başta kendi hakikati olmak üzere kainata ilişkin tüm işaretleri doğru değerlendirememesine, dolayısıyla doğru tavırlar ortaya koyamamasına sebep olmaktadır. Zira hayatın hıza teslim edilmesi tefekkürün ve huzurun kaybına yol açmaktadır. Oysaki modern insan bir sukûnet çağrısına ne kadar da çok muhtaç görünmektedir. Bu anlamda Kur’an’ın “fe eyne tezhebûn!(O halde Nereye gidiyorsunuz!)”[Tekvir, 81/26] hitap-sorusu, insana varoluş amacını hatırlatıcı ve doğru bir istikamet tayini imkanını barındırmaktadır.

Kaldı ki evrendeki bir çok ‘ayet’ insanoğluna bir ibret levhası olarak sunulmuştur. Nitekim, ”Göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelip gidişinde akıl sahipleri için gerçekten açık ibretler vardır” [Al-i İmran, 3/190] ayeti de buna işaret etmektedir. Bu eşsiz levhaların seyredilmesi ve bunlar üzerinde tefekkür edilmesi insana kendi varoluş amacını hatırlama imkanı verecektir. Fakat pozitivist bakış açısına sahip bilim çevrelerinin ideolojik bir bağnazlıkla bilimi kapalı devre bir sisteme dönüştürmeleri, mülkün sahibiyle (Maliku’l-Mülk) mülk arasındaki bağlantıyı gözden kaçırmaları, tefekkür imkanını heba etmektedir. Bununla birlikte insanoğlu, tefekkür için böylesi bir bilim anlayışının bakış açısına mahkum değildir. Nitekim önümüzde duran sayısız nice örnek bize eşsiz bir yaratıcının sanatlarını çok açık bir şekilde haykırmaktadır. Öyle ki şu satırları yazarken kullandığımız parmaklar, dolayısıyla el bile bize sanatı ilahiyenin eşsiz kudretini gösterme konusunda pek çok imkanlar sunmaktadır. 

Nitekim İslam düşünce tarihinin medarı iftiharı olan Gazali’ye göre bütün akıllılar bir araya gelip akıllarını bir araya getirseler, üstelik onlara mevcut ömürlerinden daha uzun ömürler verilse, bunlar insanın azalarından birisini, yaratılışında olduğu şeklinden çıkarıp daha iyi bir şekilde yapmayı düşünseler, yapamazlar! Örneğin bir elin beş parmağını incelediğimizde elin dört parmağının bir tarafta; baş parmağın ise onlardan biraz daha uzakta ve kısa olduğunu görürüz. Öyle ki bu baş parmak, diğer parmakların hepsiyle birleşebilir ve hepsinin üzerine gelebilir. Yine bütün parmaklar üç boğuma sahipken; 

başparmakta ise iki boğum vardır. El öylesine fonksiyonel yaratılmıştır ki onu ister avuç gibi, ister kürek gibi, ister tabak gibi veya sıkıp yumruk, ya da kevgir olacak şekilde kullanılabilinmektedir. Gazali’ye göre bütün dünyadaki bilginler, bu parmakların yaratılışında mevcut şeklin dışında bir başka şekil düşünseler, mesela hepsi aynı hizada, yahut üçü bir tarafta, ikisi bir tarafta, yahut beş yerine dört veya altı olması icap ederdi, yahut boğumlar daha aza veya daha çok olması lazım gelirdi deseler veya düşünselerdi, böyle düşünmeleri neticesinde Allah’ın yarattığından daha mükemmeline ulaşmaları mümkün olamazdı. Zira Allah’ın yarattığı bu şekil en mütekamilidir. 

Nihayetinde başta kendi varlığımız olmak üzere eşsiz sanat eserlerinin sergilendiği kainatta eşsiz tefekkür imkanları bizlere sunulmaktadır. Bu imkanların gaflet perdesiyle örtülmesinin önüne geçecek bir bilinç/iman, insan için hayati öneme haiz bir meseledir.


Tefekkür Dergisi

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

İlginizi Çekebilir

Saatler ve Manzaralar / Yahya Kemal BEYATLI

SAATLER VE MANZARALAR Yahya Kemal BEYATLI   Sütunların Dibinde Duâ Edenler Ayasofya’da, ikindiden sonra, yerle …

Önceki yazıyı okuyun:
Radikalin Ruh Hâli / İsmail ANBARLI

RADİKALİZM…. Radikalizm ve fanatizmde ihlâs ve samimi lillah için kulluk ve ubudiyet bulunmaz. Fanatizm veya Radikalizmde sadece ene ve enaniyetin bel ettiği, yani bütün duygu...

Kapat