Ana Sayfa / Uncategorized / Koruyucu Kalkanımız ve Rusya’nın Kaşınması / Vehbi KARA

Koruyucu Kalkanımız ve Rusya’nın Kaşınması / Vehbi KARA

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

Koruyucu Kalkanımız ve Rusya’nın Kaşınması

Sibirya’ya yine bir göktaşı düştü. Gökyüzünü gündüz gibi aydınlatan bu göktaşı yakın bir süre önce de yine Baykal gölüne düşmüş benzer bir görüntüye neden olmuştu.

Bediüzzaman, Emirdağ Lâhikası isimli eserinde, Rusya’nın Vladivostok vilayetinde meydana gelen bir meteor hadisesine çok önem vermiş bununla ilgili olarak bir mektup kaleme almıştır.

İlginçtir 2. Dünya Harbi dâhil dünyaca önemli kabul edilen olaylara tenezzül edip bakmayan Bediüzzaman, gökten taş düşmesine dikkat eder hatta yazı yazar.

Rusya’daki bu meteor düşmesi olayını araştıran talebesinden aldığı bilgileri şu şekilde ele alır: “Bu baharda, Rusya’nın Vladivostok Ormanlarına, zemin yüzünde hiç emsali görülmeyen büyüklükte semadan taşlar düşmüş. Ve en büyüğü, yirmi beş metre uzunluğunda ve on metre boyundadır. Düştüğünde etrafındaki ağaçları devirmiş ve otuz kadar büyük çukurlar husule getirmiş. Tetkik edilen parçalarında demir, çelik ve başka maddeler, karışık olarak mizansız bulunmaktadır.”

Günümüzde meydana gelen göktaşı olayları 100 sene önce yine Rusya’da meydana gelmiştir. İlki 1908 yılında Tunguska bölgesinde, ikincisinin ise 1947 yılında Vladivostok’ta yaşanmıştır. Bahse konu mektupta geçen hadisenin 1947 yılında Vladivostok’ta yaşanan meteor düşmesi olduğu anlaşılmaktadır. Kaynaklarda bu olay; 12 Şubat 1947 tarihinde Rusya’nın güneydoğu bölgesinde Vladivostok şehri yakınlarında Sikhote-Alin Dağları’na demir meteoru düştüğü ve daha önce bu meteorların böylesi büyüğüne hiç tesadüf edilmediği şeklinde yer almıştır. 

Bediüzzaman aynı mektubunda bu olayla bağlantılı olarak Fîl Suresi’nin bir kısmına ait yaptığı tefsirinde cifr hesabıyla “Onlara ateşte pişirilmiş taşlar attılar.” (Fil Sûresi:4) cümlesinin 1359 (M. 1939) tarihine işaret ettiğini, yani 1939 yılında başlayan 2. Dünya Savaşı esnasında insanların başına uçaklardan bombalar atılacağını haber verdiğini izah etmektedir ki bu bombaların en dehşetlileri 1945 yazında Hiroşima ve Nagasaki’ye uçaktan atılan atom bombalarıdır. Uçaklardan atılan bu insanî bombaların, 1947’de Vladivostok örneğinde olduğu gibi melaike elleriyle atılacak olan semavî taşların öncüsü ve habercisi olduğu ifade edilmiştir.

Halep’te yaşanan insanlık dramı çoluk çocuk demeden yapılan bombardıman elbette arş-ı ala’ya dayanmaktadır. Bu nedenle Rusya’nın başına gelecek felaketlerin bir habercisi olarak bizde yakın zamanda geceyi gündüz gibi aydınlatarak düşen bu meteorları öne sürebiliriz. Zira 1947’de yaşanan bu meteor olayını Hz. Peygamber’in (a.s.m) doğduğu yıl veya ondan biraz önce vuku bulan Fîl Vak’ası yani Kâbe’yi yıkmaya gelen Ebrehe el-Eşrem ve ordusunun ebâbîl kuşlarının taşıdıkları siccîl denilen taşlarla helak edilmesiyle ilişkilendirilmesi pek manidardır. Dünyayı dine tercih eden ve dinsizliği esas tutan, menfaat ve kuvvet üzerine kurulmuş Batı medeniyeti hesabına insanlığı yoldan çıkaran masum insanları katledenlerin sonunun da buna benzer olduğunu Kuran ayetleri bize göstermektedir.

“Dalâlet içinde” (Fil Sûresi:2) ifadesinin ise 1380 (M.1960) tarihini gösterdiğini söyleyen Bediüzzaman, o an için ihbâr-ı gaybî olan mezkûr tarihte ve sonrasında göktaşlarının geleceğini haber vererek bu gelecek olayları ise kavm-i Lût’un başına gelen ahcâr-ı semâviye hadisesiyle ilişkilendirmiştir. Dalâletin bir cezası olarak aynı yolda yürümeye devam edenlerin de bu felâketlerle karşı karşıya kalacağı ifade edilmiştir. Kavm-i Lût’un hak yolu kabul etmeyerek eşcinsellik gibi insan fıtratına aykırı bir dalâlet yoluna sapması, işledikleri büyük günahın cezası olarak daha ölmeden gazâb-ı ilâhîyi celb etmiş bu kavim hak ile yeksan olmuştu.

Bu felâket ve helâketlerden kurtulmanın çaresi ise günah çukuruna batmış insanoğlunun derhal şirki bırakıp, şükre yönelmesi ve Kur’ân’ın hükümlerine boyun eğmesidir. Bu vesile ile farkında olmadığımız bir gökyüzü olayını ifade edelim:

Her gezegende olduğu gibi Dünya’ya da çok sayıda göktaşı düşmektedir. Diğer gezegenlere düştüklerinde dev kraterler açan bu göktaşları nedense dünyaya onlardaki gibi zarar vermez. Çünkü Dünya’ya zarar vermemelerinin nedeni, gezegenimizi saran atmosferin düşmekte olan göktaşlarına karşı büyük bir direnç göstermesidir. Göktaşı bu dirence fazla dayanamaz ve sürtünmeden dolayı yanarak büyük bir kütle kaybına uğrar. Böylece, büyük felaketlere yol açabilecek bu tehlike, atmosfer sayesinde savuşturulmuş olur. Kuran’da, atmosferin yaratılışındaki bu özelliği Allah mealen şöyle bildirmektedir: “Gökyüzünü korunmuş bir tavan kıldık, onlar ise bunun ayetlerinden yüz çevirmektedirler.” (Enbiya Suresi, 32)

Gökyüzünün “korunmuş bir tavan” oluşunun en önemli örneklerinden biri Dünya’yı saran manyetik alandır. Atmosferin en üst tabakası “Van Allen” adı verilen bir manyetik kuşaktan oluşur. Bu kuşak Dünya’nın çekirdeğinin sahip olduğu özellikler nedeniyle ortaya çıkmıştır.

Van Allen Kuşakları” denilen ve Dünya’nın manyetik alanından kaynaklanan bu tabaka da, gezegenimize gelen zararlı ışınlara karşı bir kalkan görevi görür. Güneş’ten ve diğer yıldızlardan sürekli olarak yayılan bu ışınlar, insanlar için öldürücü etkiye sahiptir. Özellikle Güneş’te sık sık meydana gelen ve “parlama” adı verilen enerji patlamaları, Van Allen Kuşakları olmasa, Dünya’daki tüm yaşamı yok edebilecek güçtedir. 

 

Dünya, Güneş sistemindeki gezegenler arasında en yüksek yoğunluğa sahiptir. Bu geniş nikel-demir çekirdeği büyük bir manyetik alandan sorumludur. İşte bu manyetik alan Van Allen radyasyon koruyucu tabakasını meydana getirir. Bu tabaka yeryüzünü radyasyon bombardımanından korur. Eğer bu koruyucu tabaka olmasaydı, Dünya’da hayat mümkün olmazdı. Manyetik alanı olan ve kayalık bölgelerden oluşan diğer tek gezegen Merkür’dür. Fakat bu manyetik alanın gücü Dünya’nınkinden 100 kat daha azdır. Van-Allen radyasyon koruyucu tabakası Dünya’ya özeldir. 

 

Geçtiğimiz yıllarda tespit edilen bir parlamada açığa çıkan enerjinin, Hiroşima’ya atılanın benzeri 100 milyar atom bombasına eş değer olduğu hesaplanmıştır. Parlamadan 58 saat sonra pusulaların ibrelerinde aşırı hareketler gözlenmiş, Dünya atmosferinin 250 km üstünde sıcaklık sıçrama yapıp 2.500 dereceye yükselmiştir.

Dünya Çekirdeği, demir ve nikel gibi manyetik özelliği olan ağır elementleri içerir. Ancak bunlardan daha önemlisi çekirdeğin iki farklı yapıdan oluşmuş olmasıdır: İç çekirdek katı, dış çekirdek ise sıvı haldedir. Çekirdeğin bu iki katmanı birbiri etrafında hareket eder. Bu hareket ağır metaller üzerinde bir çeşit mıknatıslanma etkisi yaparak bir manyetik alan oluşturur.

İşte Van Allen Kuşakları bu manyetik alanın, atmosferin en dışına kadar ulaşan bir uzantısıdır. Bu manyetik alan sayesinde Dünya, uzaydan gelebilecek olan tehlikelere karşı korunmuş olur.

Bu tehlikelerin en önemlilerinden bir tanesi de Güneş rüzgârlarıdır. Güneş, Dünya’ya ısı ve ışıktan başka, radyasyon ile beraber saatteki hızı 1.5 milyar kilometreyi bulan, proton ve elektronlardan oluşan bir rüzgar da gönderir.

Güneş rüzgârları şükürler olsun ki, Dünya’nın 40.000 mil uzağında manyetik halkalar çizen Van Allen Kuşaklarından geçemezler. Parçacık yağmuru şeklindeki güneş rüzgârı, bu manyetik alanla karşılaşır ve ayrılarak bu alanın çevresinden akar. Aurora adı verilen kutup bölgelerindeki ışımalar işte bu şekilde meydana gelir.

Güneş’ten gelen ultraviyole ışınlarının kalan kısmı ise atmosfer tarafından emilip canlıların yaşamasına uygun bir hale getirilmektedir. Bu emilme olmasaydı yeryüzünde hayat olması ise mümkün değildir.

Etrafımızı saran atmosferik kuşaklar, sadece zararsız orandaki ışınlar, radyo dalgaları ve görünür ışığın Dünyamıza ulaşmasına imkân verecek bir geçirgenliğe sahiptirler. Eğer atmosferimiz bu geçirgenlik özelliğinden yoksun olsaydı, ne haberleşme dalgalarını kullanabilir, ne de canlılığın temeli olan gün ışığını bulabilirdik.

Dünya’yı saran ozon tabakası da Güneş’ten gelen ve canlılar için zararlı olan morötesi ışınların yere kadar ulaşmasını önlemektedir. Güneş’ten gelen ultraviyole ışınları yeryüzündeki tüm canlıları öldürecek kadar fazla enerji yüklüdürler. Bu nedenle, Dünya’da yaşamın var olabilmesi için, gökyüzünün korunma kalkanına bir de ozon tabakası eklenmiştir.

Ozon, oksijenden üretilir. Oksijen gazının (O2) moleküllerinde 2 oksijen atomu bulunurken, ozon gazının (O3) moleküllerinde 3 oksijen atomu bulunur. Güneş’ten gelen ultraviyole ışınları, oksijen gazına bir atom daha ekleyerek ozonu oluştururlar. Ve ultraviyole sayesinde oluşan ozon tabakası, öldürücü ultraviyole ışınları tutarak yeryüzünde yaşamın en temel şartlarından birini oluşturur.

Kısacası; insanın yaşamı için “olmazsa olmaz” şartları olan bu koruyucu özelliklerin tümünü Allah var etmiş ve gökyüzünü, “korunmuş bir kalkan” olarak yaratmıştır.

Başka gezegenlerin bu tür korunmuş kalkanlardan yoksun olması, Dünya’nın insan yaşamı için özel olarak yaratıldığının bir başka göstergesidir. Örneğin, Mars gezegeninin çekirdeği katıdır ve bu nedenle etrafında da manyetik bir koruma söz konusu değildir. Mars’ın büyüklüğü Dünya’nınki kadar olmadığı için çekirdekte sıvı kısmı oluşturacak kadar bir basınç doğuramamıştır. Ayrıca gezegenin uygun büyüklükte olması da manyetik alan için yeterli değildir.

Diğer bir örnek ise Venüs gezegenidir. Çapı yaklaşık Dünya’nınki kadardır. Kütlesi Dünya’nınkinden ancak %2 daha azdır ve ağırlığı da hemen hemen Dünya’nınkine eşittir. Dolayısıyla hem basınç açısından, hem de diğer nedenlerle Venüs’te de metalik bir sıvı çekirdek kısmının oluşması kaçınılmazdır. Buna rağmen Venüs’te de manyetik alan yoktur. Bunun sebebi Venüs’ün Dünya’ya göre oldukça yavaş dönmesidir. Dünya kendi etrafındaki turunu 1 günde tamamlarken Venüs bir turu 243 günde tamamlar.

Dünya’nın “korunmuş kalkanını” oluşturan manyetik alanın var olması için, Ay’ın ve komşu gezegenlerin büyüklükleri ve Dünya’ya uzaklıkları da önemlidir. Komşu gezegenlerden birinin şimdikinden büyük olması, o gezegene büyük bir çekim kuvveti kazandıracaktı. Komşu gezegenin sahip olacağı bu büyük çekim kuvveti, Dünya’nın çekirdeğindeki katı ve sıvı kısımlardaki hareket hızını değiştirecek, bugünkü şekilde bir manyetik alanın oluşmasına engel olacaktı. Kısacası Dünya göğünün “korunmuş kalkan” özelliğine sahip olması, Dünya’nın çekirdeğinin yapısı, dönüş hızı, gezegenler arası uzaklık ve gezegenlerin kütleleri gibi pek çok değişkenin en uygun noktada birleşmesini  gerektirmektedir.

Yazar : Vehbi KARA

Dr. Vehbi KARA, 1965 Yılında İstanbul’da doğdu. İlk ve orta eğitimini yine İstanbul’da tamamladıktan sonra 1982 yılında Deniz Harp Okuluna girerek askeri öğrenci olarak eğitimine devam etti. 1986 Yılında Kontrol Sistemleri bölümünden Elektrik-Elektronik Mühendisi olarak mezun olduktan sonra Teğmen rütbesi ile Deniz Kuvvetleri Komutanlığı’na bağlı savaş gemilerinde ve karargâh birimlerinde deniz subayı olarak görev yaptı. Savaş gemilerinde güdümlü mermi ve top atışlarında birincilik kazanmıştır. 1997’de Yüzbaşı rütbesinde iken askerlik mesleğinden ayrıldı ve ticaret gemilerinde çalışmaya başladı. Gemi Kaptanı olarak çeşitli ülkelere ait 30’dan fazla ticari gemide görev yapmış çalıştığı firmalardan ödüller almıştır. 2011 Yılında Araştırmacı kadrosu ile İstanbul Üniversitesinde göreve başladı ve halen de bu üniversitenin Su Ürünleri Fakültesinde ve Mühendislik Fakültesinde denizcilikle ilgili meslek dersleri öğretmenliği görevini yürütmektedir. 1997 Yılında İstanbul Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Uluslararası İlişkiler Bölümünde “Petrole Dayalı Stratejiler ve Uluslararası İlişkilerde Petrolün Rolü” isimli çalışması ile yüksek lisans eğitimini tamamlamıştır. 2015 Yılında İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Çalışma Ekonomisi ve Endüstri ilişkileri Bölümünde “Çalışma İlişkileri Açısından Kapitalizm Sonrası Dönem: Malikiyet ve Serbestiyet Devri” başlıklı çalışması ile doktora eğitimini tamamlamıştır. Uzakyol Kaptanı yeterliliğinde gemi kaptanlığı, Denizci Eğitimci Belgesi ve Elektrik-Elektronik Mühendisliği sertifikaları mevcuttur. Denizcilik, askerlik, tarih ve iktisat konularında çeşitli dergi, gazete ve internet sitelerinde makaleler yazan Vehbi KARA’nın “Bahriyede 15 Yıl” ve “Altı Ayda Altı Kıta” isimli iki kitabı bulunmaktadır. Evli ve iki çocuk babasıdır.

Tüm Yazıları Göster
Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

İlginizi Çekebilir

‘Salâvatın Mânâsı Rahmettir!..’ 

‘SALAVÂTIN MA‘NÂSI RAHMETTİR!..’  “(Ey resûlüm!)  (biz) seni ancak âlemlere bir rahmet olarak gönderdik!..” (Enbiya,107) “İşte seni …

Önceki yazıyı okuyun:
Geleneksel Kastamonu Mutfağı ve Yemek Kültürü

Geleneksel Kastamonu Mutfağı ve Yemek Kültürü Muharrem AVCI* İlker ŞAHİN** Özet Bu çalışmadaki temel amaç, Kastamonu yemek kültürü ve yöresel tatlarını tarihsel süreç içinde değerlendirerek,...

Kapat