Dr. Ahmet Hüsrev ÇELİK
Mescid-i Aksa, Kudüs, Gazze veya Filistin, çoğaltılacak isimler etrafında cereyan eden hadiseler veya her birine özel olarak atfedilen problemler birbirinden bağımsız değildir. Soruna Filistin sorunu da denilse aslında özünde Mescid-i Aksa sorunudur. Kudüs sorunu da denilse aslında Mescid-i Aksa sorunudur. Gazze’deki sorundan da bahsedilse problemin mahiyeti aynıdır. Sorun Mescid-i Aksa olarak da adlandırılsa, bu defa Filistin’in bütününden bağımsız değildir.
Gazze’ye atılan fosfor bombaları da Kudüs için, Ramallah’da Filistinli gençlere sıkılan kurşunlar da Kudüs için, El- Halil’de çocukların taş atması da Kudüs için…
Kudüs’ün Kudsiyeti
Kudüs ve Mescid-i Aksa; tüm İslam Dünyası için mukaddes topraklardır. Burada iki hususa dikkat çekmek gerekmektedir.
Öncelikle, “İslam Dünyası” ifadesi telaffuz edildiğinde, her bir birey fert fert bu kavramın kapsamına dâhildir. Bireylerin kendilerini soyutlayarak, soyut bir kavrama, problemi havale etmeleri anlamına gelmemekte veya sadece dünya liderlerine problemi tevdi etmeleri gerekmemektedir.
İkinci husus, “Mukaddesiyetidir.” İslam dünyasında Müslümanların saygı duyduğu, muhabbet beslediği muhtelif beldeler, mekânlar mevcuttur. Bunların bir kısmı zaman içerisinde tezahür etmiştir. Ancak Kudüs’ün kutsallığı doğrudan İlahi irade tarafından irade edilen ve bildirilen bir kutsallıktır.
İsra Suresi birinci ayette, “Kendisine ayetlerimizden bir kısmını gösterelim diye, kulunu (Muhammed’i) bir gece Mescid-i Harâm’dan, etrafını mübarek kıldığımız Mescid-i Aksâ’ya (İsrâ -gece yürüyüşü- ile) götüren (Allah, her türlü noksanlıktan) münezzehtir. Şübhesiz ki Semî’ (her şeyi işiten), Basîr (hakkıyla gören), ancak O’dur” denilmektedir.
Bu Ayet-i Kerime’de mübarek kılındığı, bir kutsiyet atfedildiği açıkça belirtilmektedir. İkinci bir husus daha dikkat çekmektedir. Mübarek kılınan yer sadece Mescid- Aksa değildir. Ayet-i Kerime’de etrafından da bahsedilmektedir. Hem Mescid-i Aksa hem de çevresi mübarek kılınmıştır.
Peygamber Efendimizin (sav) Hadis-i Şeriflerine de mazhar olmuştur Mescid-i Aksa. “Yolculuk ancak şu üç mescidden birine olur, benim şu Mescidime, Mescid-i Haram’a, Mescid-i Aksa’ya” (Müslim, Kitabü’l-Hac)
Başka bir Hadis-i Şerifinde, Mescid-i Aksa’ya gidilip namaz kılınmasını buyurmuştur. “Eğer oraya gidemez ve içinde namaz kılamazsanız, kandillerine yakılmak üzere oraya zeytinyağı gönderin.” (Ebu Davud, Kitabu’s -Salat)
Yine bir başka Hadis-i Şerifinde, “Ümmetimden bir grup sürekli hak üzere hareket edecek, düşmanlarına üstün geleceklerdir. Allah’ın emri gelinceye kadar (onların bu cihadları devam eder,) kendilerine muhalefet edenlerin muhalefetleri onlara bir zarar vermez.” “Onlar nerededir Ya Rasulallah?” diye sordular. O da “Beyt-i Makdis’te (Kudüs’te) ve çevresinde.” dedi. (Ahmed İbn Hanbel, Müsned)
Bu Hadis-i Şerif’te de, sadece Mescid-i Aksa zikredilmemiş yine çevresiyle birlikte bir teveccühe mazhar olmuştur.
Peygamber Efendimizin (asm) buradan Mirac’a yükselmesi, ilk kıble olması, Peygamberler diyarı olması ve daha çok gerekçeler ile Filistin, Kudüs ve Mescid-i Aksa bütün Müslümanlar için kutsaldır.1
Kudüs Kırmızı Çizgidir
Bütün bu hususiyetler Kudüs’ü muhafaza edilmesi gereken bir mevkie taşımıştır. Mescid-i Aksa ve çevresi olan Kudüs için kırmızı çizgiler, Allah ve Resulü tarafından çizilmiştir. Bu çizgiler, Müslümanların zaman içerisinde kendilerinin çizdiği, kendilerinin atfettikleri, zaman içerisinde oluşmuş, oluşturulmuş değildir. Dolayısıyla hiçbir Müslüman bu çizgiler üzerinde değişiklik yapma yetkisine, imtiyazına da sahip değildir. Her bir Müslüman’a düşen, buna titizlikle riayet etmesi ve bir hassasiyet göstermesidir. Nitekim İslam tarihi boyunca da öyle olmuştur.
Kudüs; Selahaddin-i Eyyubi’ nin ve ordusunun kırmızı çizgisi olmuştur. Kudüs Haçlıların eline geçtiğinde Selahaddin, “Kudüs’ü fethedinceye kadar bir daha üzerimdeki kara giysileri çıkarmayacak ve hiç gülmeyeceğim!” diye yemin etmiş, nihayetinde siyah sarığıyla girmiştir Kudüs’e.
Kudüs, Osmanlı idaresine 1516’da girmiştir. 1917’ye kadar tam 401 yıl Osmanlılar tarafından idare edilmiştir. Kudüs tüm İslam dünyasına ait olmuş, tüm İslam Dünyası da Kudüs’le birlikte durmuştur. Kudüs Osmanlı’nın ve İslam Dünyasının, Sultan Abdülhamit’in de kırmızı çizgisidir. Bu test edilmiştir. Theodor Herzl’in, “Eğer Sultan Hazretleri bize Filistin’i verseydi, biz Osmanlı’nın bütün maliyesini düzenleyebilirdik. Biz, Asya’dan gelebilecek bütün barbarlığa karşı bir ileri karakol olabilirdik”2 ifadelerini içeren teklif, Abdülhamit’in kırmızı çizgisini geçememiştir.
Teklifle, tehditle geçilmesine izin verilmeyen kırmızı çizgi, can ve kan pahasına korunmaya çalışıldı: Gazze Savaşları 1917 Birinci Gazze Muharebesi içerisindeki taarruzlardan yine birisi, 27 Mart 1917’de, İngilizler tekrar taarruza kalkarak Ali Muntar tepesini zaptettiler, Türk kuvvetleri öğleden önce tepeyi ve Gazze’yi tekrar geri aldılar. İngilizler 2700 asker kaybetti, Türk kuvvetleri 2500 askeri şehit verdi. 1917 Eylül’ü İkinci Gazze Muharebesinde İngilizler 6000 asker kaybetti. Türkler 391 şehit verdi. Üçüncü Gazze Savaşı; İngilizler 7 piyade tümeni, 4 süvari atlı tümen, 1 zırhlı savaş gemisi, 2 topçeker, 2 torpido ile 2 Kasımda İngiliz Kara ve Deniz kuvvetleri tekrar taarruza geçtiler. Türkler 9 piyade tümeni ve bir süvari tümenine sahipti, ancak İngilizler kadar tüfek ve kılıç kuvvetine sahip değildi. 7 Kasım’a kadar üçte bir mevcutlarını kaybederek mevzilerini müdafaa ettiler.3 Kırmızı kanlar toprağa düştü, kan tükendi, can tükendi, kırmızı çizgi…
40 gün süren muharebeler sürecinde Osmanlı 25 bin kayıp verdi. 8 Aralık günü Osmanlılar şehirden çekildi. Osmanlı Mutasarrıfı, şehrin belediye başkanına İngilizlere verilmek üzere bir mektup bıraktı. Şehri teslim eden mutasarrıf, şehirdeki kutsal mekânların zarar görmemesi gerekçesiyle şehri teslim etmiştir. “İngiliz Kumandanlığı’na! Her milletçe kutsal sayılan Kudüs’teki yerleşim yerlerine iki günden beri obüsler düşmektedir. Osmanlı Hükümeti sırf dinî mekânların zarar görmemesi için kasabadan çekilmiş ve Kamame, Mescid-i Aksa gibi dinî mekânların korunmasına memurlar görevlendirmiştir. Tarafınızdan dahi bu yolda muamele edileceği ümidiyle bu belgeyi Belediye Reisi Vekili Hüseyinzâde Hüseyin Bey eliyle gönderiyorum efendim. Kudüs Müstakil Mutasarrıfı İzzet 8/9.12.33.”
Kudüs’ü İngilizler teslim aldılar. Hristiyanlar 730 yıl sonra Kudüs’e döndü. Avrupa’da büyük kutlamalar yapıldı. General Allenby, 11 Aralık’ta törenle, kapısında Türk bayraklarının bulunduğu kapıdan Kudüs’e girdi.4
Aynı tarihlerde yine İngiltere’ nin rol oynadığı bir başka önemli gelişme daha yaşanıyordu. İngiltere Dışişleri Bakanı Arthur James Balfour tarafından 2 Kasım 1917’de Rothschild’e yazılan ve tarihte Balfour Deklarasyonu olarak bilinen bir mektupla, Filistin Yahudilere bir vatan olarak vaad ediliyor ve buraya göç edebileceklerini belirtiyordu. Filistin’in, İngilizlerin idaresine geçmesine müteakiben hızla Yahudi göçü başlamıştır. Yahudi göçünün artması yerli Arapları endişelendirmiş ve karşılıklı çatışmalara dönüşmüştür. 1920, 1921 ve 1929’da Arap ayaklanmaları olmuş, 1936-39 arası ayaklanmalar iyice artmıştır. 1918’de %2,5 olan Yahudi toprakları 1948’de %6-7’lere çıkmıştır. 1922’de 83 bin Yahudi varken, 1942’de 484 bine ulaşmıştır.5 Bu göç ikinci dünya savaşından sonra daha da artmıştır. Bu süreçte İngilizlerin hem Araplar hem de Yahudilere karşı her iki tarafı da idare etmeye çalıştıkları, ikili bir politika yürüttükleri söylenebilir.6
1947’de BM bir taksim planı ile toprakların %56’sını Yahudilere verilmesi, Kudüs’te uluslararası bir rejim kurulması ve BM gözetiminde yönetilmesi öngörülüyordu. İngiltere’nin 14 Mayıs 1948’de çekilmesinden birkaç saat önce İsrail devletinin kurulduğu ilan edildi. Önce ABD, daha sonra da Rusya İsrail devletini tanıdı. İsrail devletinin kurulmasının açıklanmasıyla birlikte Mısır, Suriye, Ürdün, Lübnan, Irak askerleri Filistin’e girdiler. Ancak savaştan en kazançlı çıkan İsrail oldu. Topraklarını %80’e çıkardı ve dahası Kudüs’ün yarısını elde etti. Kudüs İsrail ve Ürdün arasında paylaşıldı. Gazze Mısır’a kaldı.7 1964 yılında Arap Birliği Zirvesinde Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) Kuruldu. Bütün bu süreç içerisinde Araplar ile İsrail arasında yer yer çatışmalar devam etti.
1967 yılı 5 Haziran’ında İsrail aniden saldırıya geçti. Mısır’ın 360 uçağından 300’ünü daha yerdeyken vurdu, aynı şekilde Ürdün ve Suriye de ağır kayıplar verdiler. Savaş sonucu 1947’ye göre topraklarını İsrail 4 kat büyüttü. Dahası, İsrail Doğu Kudüs’ü de ele geçirdi.8
General Allenby şehre girdiğinden ve Osmanlı askerlerinin çekildiğinden itibaren problem, Yahudiler ve Araplar veya Arap–İsrail problemine dönüşmüştü. Kudüs’ün İşgal edilmesiyle birlikte, Kudüs tekrar mevzubahis edilmeye başlandı. İsrail, Kudüs’te yeni yerleşim yerleri açmaya başladı. Pakistan konuyu BM’ye taşıdı. BM, İsrail’i kınadı ve Kudüs konusundaki politikalarından vazgeçmesini talep etti. Bu savaş Arapların direncinin kırılmasında önemli bir rol oynadı. Ağır yenilgi alan Araplar, İsrail ile külli şekilde uğraşma politikasından vazgeçip, kaybettikleri toprakları geri nasıl alabilecekleri zeminine kaydılar.
Aynı yıllarda, Filistin, Kudüs ve Mescid-i Aksa etrafından şekillenen problemin yönünü değiştirecek bir başka gelişme daha ortaya çıktı. 1969 yılında Filistin Kurtuluş Örgütü’nün (FKÖ) başına geçmiş ve Filistin direnişini örgütlemeye başlamıştır. Hem gerilla saldırıları düzenlemiş hem de uluslar arası kamuoyunun önüne çıkmıştır. “Artık bir milyon Filistinli işgal altında yaşıyor. Onlar İsyan edecekler. İsyancı ateş üzerinde oturuyor” “Onurumuzla savaşacağız. Arap ulusu bizi izliyor. Bu yenilmez ordu mitine bir son vereceğiz”9 ifadeleri ona aittir.
1968 yılında yapılan Filistin Ulusal Konseyi toplantısında yönetime gelen genç kuşak her türlü barış girişimine soğuk durmuş ve bildirgeye, “Silahlı mücadele Filistin’in kurtuluşu için tek yoldur” ifadesini ekletmişlerdir. “Filistin bir Arap vatanıdır” ifadesi de yerini, “Filistin, Filistinli Arap halkının vatanıdır.” cümlesine bırakmıştır. Filistin, Kudüs ve Mescid-i Aksa artık Arap-İsrail sorunundan Filistin-İsrail sorununa değişmeye başlamıştır.
21 Ağustos 1969 tarihinde, İsrail’in işgali altında bulunan Kudüs’teki, El-Aksa Mescidi’ nin yakılması üzerine, 22–25 Eylül 1969 tarihlerinde Rabat’ ta ilk kez İslam Zirve Konferansı düzenlenmiş, alınan bir kararla İslam Konferansı Örgütü kurulmuştur. Bu bir tepki olmakla birlikte, bir reflekstir. Planlanmayan, aniden yaşanan hadiseye apar topar verilen bir tepki. Aslında bu tepki bile, İslam dünyasının, aniden harekete geçebilme potansiyeli olduğunu göstermektedir.
Burada şu hususu belirtmek gerekir. İsrail hep planlı şekilde hareket etmiştir. Theodor Herzl tarafından yazılan Yahudi Devleti kitabında, İsrail devleti kurulmadan önce 1897’de devletin nasıl kurulacağı ince ince planlanmıştır. Planladığı ve hedeflendiği gibi 51 yıl sonra devlet kurulmuştur. Aynı şekilde 1967 yılındaki 6 Gün Savaşlarına da İsrail’in ince ince hazırlandığı anlaşılmaktadır.
Arafat önderliğinde yürütülen mücadele sonucunda, 15 Kasım 1988’de Filistin bağımsızlık bildirgesini yayınlayarak bağımsızlık ilanında bulunmuştur.
9 Aralık 1987’de bir İsrail askerî aracının Gazze’de dört Filistinlinin ölümüne sebep olan bir trafik kazasına karışması ve bu olayı protesto eden Filistinlilere İsrail askerleri tarafından ateş açılması sonucunda bir Filistinlinin daha şehit olması üzerine halk ayaklanmış ve Birinci İntifada başlamıştır, artık silahlara karşı çocukların, gençlerin taşlarla mücadele etme dönemi başlamıştır. İntifada döneminde 1000’den fazla Filistinli şehid olmuştur.
28 Eylül 2000’de eski İsrail Başbakanı Ariel Şaron’un Mescid-i Aksa’yı basması ve “Burası hep bir İsrail bölgesi kalacak” sözlerini kullanması ile Kudüs’te İkinci İntifada başladı. İkinci İntifada’da 4 bin 412 Filistinli şehid oldu, 48 binden fazla kişi de yaralandı. Bu intifadanın sembolü 11 yaşındaki Muhammed Durra oldu. Muhammed Durra ve 48 binden fazla yaralının ve 4412 şehidin kırmızı çizgisidir Kudüs.
Olabildiğince özetlemeye çalıştığımız bu süreç, aslında bir dönüşümün de özetidir. İslam Dünyasının kırmızı çizgisi iken Arap Dünyasının kırmızı çizgisi haline dönüşmüş, Arap Dünyasının kırmızı çizgisi iken Filistin’in kırmızı çizgisine dönüşmüştür. Aslında taş atan çocukların kırmızı çizgisine dönüşmüştür.
Türkiye Bu Sürecin Neresinde
Türkiye, kurulacak Yahudi devleti için BM’de yapılan oylamada red oyu vermiştir. Ancak daha sonra tanıyan ilk Müslüman ülke olmuştur. 28 Mart 1949’da tanımanın yapıldığı gün Türkiye’de çıkan gazetelerde “İsrail’in sulh unsuru olacağının ümit edildiği, her ne kadar Arapların düşüncesi bu yönde olmasa da bu devletin memnunluk ile karşılandığı, Ortada bir hakikatin olduğundan bahsediliyordu.10
Mescid-i Aksa’nın yakılması üzerine 1969’da Rabat’ta düzenlenen İslam Zirvesine, Türkiye de davet edildi. Türkiye kamuoyunda bu toplantıya katılmanın laiklik ilkesine aykırı olup olmayacağı tartışmaları başladı. Cumhurbaşkanı başta olmak üzere birçok kesim bu kaygıyı dile getirdi. Türkiye, Dışişleri Bakanı düzeyinde katıldı. Zirve esnasında Türkiye’ nin de içinde bulunduğu ülkelerden İsrail ile olan ilişkilerini kesmeleri talep edilmiş, Türkiye bu talebi kabul etmemiştir. Konferans sonunda yayınlanan bildiriye, Türkiye’nin alınan kararlara BM’ce uygun görüldüğü ölçüde katılacağı ifade edilmiştir. Bu toplantılara Başbakan düzeyinde katılınması 1980 yılını, Cumhurbaşkanı düzeyinde katılınması ise 1984’ü bulmuştur.
1967 savaşında Araplara destek mesajını açıklayan Türkiye, 1973 Arap-İsrail Savaşında tarafsız kalmayı tercih etmiştir. FKÖ’yü 1975’de tanımıştır. Genel olarak Türkiye-İsrail ilişkileri inişli çıkışlı bir seyir izlemiştir. 90’lı yıllar, ilişkilerin iyi olduğu yıllar olmuştur.
Kudüs Türkiye’nin Kırmızı Çizgisidir
Zaman içerisinde Arap Dünyasının Kudüs’e, Filistin’e ve Mescid-i Aksa’ya ilgisi düşerken, Türkiye’nin ilgisi zaman içerisinde yavaş yavaş artan bir seyir izlemiştir. Tanıma, tarafsızlık, Araplara düşük düzeyde diplomatik destek ve İsrail’i sert olarak hedef almayan söylem düzeyi terk edilmiştir. Bu terk devlet, hükümet ve kamuoyunda eş zamanlı şekilde gelişmiş ve gelişmektedir. Gelinen noktada Türkiye, İslam Dünyasının diğer ülkelerinden daha fazla Filistin’e sahip çıkmaya başlamıştır. 2006 yılında Dışişleri Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Abdullah Gül, Filistin’in tapularının Türkiye’de olduğunu belirtmiş, “Filistin ile Türkiye ilgilenmeyecek de kim ilgilenecek?” ifadesini kullanmıştır. Gerek Mavi Marmara ve gerekse Davosta’ki ‘One Minute’ olayları, Türkiye’nin ilgisinin somut tezahürleri olmuştur.
ABD’nin 6 Aralık 2017 tarihinde Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanıyan kararının ardından, Türkiye 13 Aralık 2017 tarihinde İstanbul’da İslam İşbirliği Zirvesi’ni olağanüstü toplanmaya çağırmış ve Doğu Kudüs’ün Filistin’in başkenti olduğu kararını aldırmıştır. Bu, uzun yıllar sonra kınama mesajlarından sonra, belki de alınan en somut karardır.
Türkiye artık konunun tarafı olduğunu, kendisinin kırmızı çizgisi olduğunu net olarak ifade etmektedir. İsrail’e karşı söylemlerini de sertleştirmektedir. Türkiye’nin bu tutumu, İsrail karşısında ard arda yenilgiler yaşamış olan Arap Dünyasına da yeniden bir özgüven kazandıracaktır. Türkiye bu anlamda sahaya yeni inmiş, oyuna yeni dahil olmuştur. Türkiye’nin tepki ve reaksiyonunun oluşturacağı etki Arap Dünyasının reaksiyon ve tepkisinden daha farklı ve fazla bir etkisellik düzeyi oluşturacaktır.
Türkiye, sorunun tekrar İslam Dünyası tarafından sahiplenilmesi, hadisenin “Filistin-İsrail” sorunundan çıkarılarak “İslam Dünyası-İsrail” eksenine kaydırılması, sorunun “Mescid-i Aksa ve Kudüs” sorunu olarak tanımlanması için önemli girişimler ve söylemler üretmektedir.
Kaynaklar:
1- Bu konuda daha detaylı bilgi için bakınız. Ahmed VAROL, Filistin Davasının İslami Temelleri, Madve Yayınları, Eylül 1996
2- Theodor Herzl, Yahudi Devleti, Ataç Yayınları, s. 42
3- Mirliva Sedat, Filistin’e Veda, Yeditepe Yayınları, İstanbul 2009, s. 56-62, 159
4- İsmet ÜZEN, İngilizlerin Kudusü ele geçirmesi ve General Edmund Allenby’nin Kudüs’e Törenle Girişi (9-11 Aralık 2017), Fırat Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, c. 19, Sayı: 2, s. 329-344
5- Tayyar Arı, Ortadoğu, Alfa Yayınları, s. 200-210
6- Kadir Mısıroğlu, Filistin Dramının Düşündürdükleri, Sebil Yayınları
7- Tayyar Arı, s. 233
8- Tayyar Arı, s. 319
9- Ammon Kapeliouk, Yenilmez Arafat, İmge yayınları, 105,112
10- Dani Danış BARAN, Türkiye İsrail İlişkileri, İç Politik Etkilerin Dış Politikaya Yansımaları, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Beykent Üniversitesi
İrfan Mektebi Dergisi, Ocak 2018
- Mehmet Nuri BİNGÖL”ün Edebî Yolculuğu - 30 Ağustos 2024
- Risale-i Nur’da ve Hatıralarda Kurban Bayramı - 15 Haziran 2024
- Ramazan’dan Sonra - 24 Nisan 2024
- Ramazan Bayramı ve Peygamber Efendimizin Bayramı - 9 Nisan 2024
- Kadir Gecesi ile İlgili Yazılar - 5 Nisan 2024
- Saatler ve Manzaralar / Yahya Kemal BEYATLI - 30 Mart 2024
- Peygamberimizin (asm) İtikâfı - 29 Mart 2024
- Aydınların Dilinden Bediüzzaman Said Nursî / Vefatının 64. Sene-i Devriyesi Hatırasına (video).. - 25 Mart 2024
- Sükûtun Zarâfeti / İmam Süyutî - 23 Mart 2024
- “Oruç, Bıçağa Gerek Duyulmayan Bir Ameliyattır.” - 20 Mart 2024