Kudüs Kırmızı Çizgimizdir

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

Dr. Ahmet Hüsrev ÇELİK

Mescid-i Aksa, Kudüs, Gazze veya Filistin, çoğaltılacak isimler etrafında cereyan eden hadiseler veya her birine özel olarak atfedilen problemler birbirinden bağımsız değildir. Soruna Filistin sorunu da denilse aslında özünde Mescid-i Aksa sorunudur. Kudüs sorunu da denilse aslında Mescid-i Aksa sorunudur. Gazze’deki sorundan da bahsedilse problemin mahiyeti aynıdır. Sorun Mescid-i Aksa olarak da adlandırılsa, bu defa Filistin’in bütününden bağımsız değildir.

Gazze’ye atılan fosfor bombaları da Kudüs için, Ramallah’da Filistinli gençlere sıkılan kurşunlar da Kudüs için, El- Halil’de çocukların taş atması da Kudüs için…

Kudüs’ün Kudsiyeti

Kudüs ve Mescid-i Aksa; tüm İslam Dünyası için mukaddes topraklardır. Burada iki hususa dikkat çekmek gerekmektedir.

Öncelikle, “İslam Dünyası” ifa­desi telaffuz edildiğinde, her bir birey fert fert bu kavramın kapsamına dâhildir. Bireylerin kendilerini soyutlayarak, soyut bir kavrama, problemi havale etmeleri anlamına gelmemekte veya sadece dünya liderlerine problemi tevdi etmeleri gerek­memektedir.

İkinci husus, “Mukaddesiyeti­dir.” İslam dünyasında Müslü­manların saygı duyduğu, mu­hab­bet beslediği muhtelif bel­­de­ler, mekânlar mevcuttur. Bun­ların bir kısmı zaman içeri­sin­de tezahür etmiştir. Ancak Ku­düs’ün kutsallığı doğrudan İla­hi irade tarafından irade edilen ve bildirilen bir kut­sal­lıktır.

İsra Suresi birinci ayette, “Ken­disine ayetlerimizden bir kıs­mını gösterelim diye, kulunu (Muhammed’i) bir gece Mes­cid-i Harâm’dan, etrafını mü­barek kıldığımız Mescid-i Ak­sâ’ya (İsrâ -gece yürüyüşü- ile) götüren (Allah, her türlü nok­sanlıktan) münezzehtir. Şüb­he­siz ki Semî’ (her şeyi işiten), Ba­sîr (hakkıyla gören), ancak O’dur” denilmektedir.

Bu Ayet-i Kerime’de mübarek kılındığı, bir kutsiyet atfedil­di­ği açıkça belirtilmektedir. İkinci bir husus daha dikkat çekmektedir. Mübarek kılınan yer sadece Mescid- Aksa değil­dir. Ayet-i Kerime’de etrafın­dan da bahsedilmektedir. Hem Mescid-i Aksa hem de çevresi mübarek kılınmıştır.

Peygamber Efendimizin (sav) Hadis-i Şeriflerine de mazhar olmuştur Mescid-i Aksa. “Yol­culuk ancak şu üç mescidden birine olur, benim şu Mesci­dime, Mescid-i Haram’a, Mes­cid-i Aksa’ya” (Müslim, Kita­bü’l-Hac)

Başka bir Hadis-i Şerifinde, Mes­cid-i Aksa’ya gidilip namaz kı­lın­masını buyurmuştur. “Eğer oraya gidemez ve içinde na­maz kılamazsanız, kandil­le­ri­ne yakılmak üzere oraya zey­tin­yağı gönderin.” (Ebu Davud, Kitabu’s -Salat)

Yine bir başka Hadis-i Şeri­finde, “Ümmetimden bir grup sürekli hak üzere hareket edecek, düş­manlarına üstün gelecek­lerdir. Allah’ın emri gelinceye kadar (onların bu cihadları devam eder,) kendilerine muhalefet edenlerin muhalefetleri onlara bir zarar vermez.” “Onlar ne­re­dedir Ya Rasulallah?” diye sor­dular. O da “Beyt-i Makdis’te (Kudüs’te) ve çevresinde.” dedi. (Ahmed İbn Hanbel, Müsned)

Bu Hadis-i Şerif’te de, sadece Mescid-i Aksa zikredilmemiş yine çevresiyle birlikte bir te­vec­cühe mazhar olmuştur.

Peygamber Efendimizin (asm) bura­dan Mirac’a yükselmesi, ilk kıb­le olması, Peygamberler di­yarı olması ve daha çok ge­rek­çeler ile Filistin, Kudüs ve Mes­cid-i Aksa bütün Müs­lü­manlar için kutsaldır.1

Kudüs Kırmızı Çizgidir

Bütün bu hususiyetler Kudüs’ü muhafaza edilmesi gereken bir mevkie taşımıştır. Mescid-i Ak­­sa ve çevresi olan Kudüs için kırmızı çizgiler, Allah ve Re­­su­­lü tarafından çizilmiş­tir. Bu çizgiler, Müslümanların za­­man içerisinde kendilerinin çiz­di­ği, kendilerinin atfettikleri, zaman içerisinde oluşmuş, oluş­tu­rulmuş değildir. Dolayısıyla hiçbir Müslüman bu çizgiler üzerinde değişiklik yapma yet­kisine, imtiyazına da sahip de­ğildir. Her bir Müslüman’a düşen, buna titizlikle riayet etmesi ve bir hassasiyet göster­mesidir. Nitekim İslam tarihi boyunca da öyle olmuştur.

Kudüs; Selahaddin-i Eyyubi’ nin ve ordusunun kırmızı çiz­gisi olmuştur. Kudüs Haçlı­la­rın eline geçtiğinde Selahaddin, “Kudüs’ü fethedinceye kadar bir daha üzerimdeki kara giy­sileri çıkarmayacak ve hiç gül­meyeceğim!” diye yemin etmiş, nihayetinde siyah sarığıyla gir­miştir Kudüs’e.

Kudüs, Osmanlı idaresine 1516’da girmiştir. 1917’ye ka­dar tam 401 yıl Osmanlılar tarafın­dan idare edilmiştir. Ku­düs tüm İslam dünyasına ait olmuş, tüm İslam Dünyası da Kudüs’le birlikte durmuştur. Kudüs Osmanlı’nın ve İslam Dünyasının, Sultan Abdülha­mit’in de kırmızı çizgisidir. Bu test edilmiştir. Theodor Herzl’in, “Eğer Sultan Hazret­leri bize Filistin’i verseydi, biz Osmanlı’nın bütün maliyesi­ni düzenleyebilirdik. Biz, As­ya’dan gelebilecek bütün bar­bar­­lı­ğa karşı bir ileri karakol ola­bi­lir­­dik”2 ifadelerini içeren tek­lif, Ab­dül­hamit’in kırmızı çiz­gi­sini geçememiştir.

Teklifle, tehditle geçilmesine izin verilmeyen kırmızı çizgi, can ve kan pahasına korunma­ya çalışıldı: Gazze Savaşları 1917 Birinci Gazze Muharebe­si içerisindeki taarruzlardan yine birisi, 27 Mart 1917’de, İngilizler tekrar taarruza kal­ka­rak Ali Muntar tepesini zap­tettiler, Türk kuvvetleri öğleden önce tepeyi ve Gazze’yi tekrar geri aldılar. İngilizler 2700 asker kaybetti, Türk kuvvetleri 2500 askeri şehit verdi. 1917 Eylül’ü İkinci Gazze Muharebesinde İngilizler 6000 asker kaybetti. Türkler 391 şehit verdi. Üçün­cü Gazze Savaşı; İngilizler 7 piyade tümeni, 4 süvari atlı tümen, 1 zırhlı savaş gemisi, 2 topçeker, 2 torpido ile 2 Kasımda İngiliz Kara ve De­niz kuvvetleri tekrar taarruza geçtiler. Türkler 9 piyade tü­meni ve bir süvari tümenine sahipti, ancak İngilizler kadar tüfek ve kılıç kuvvetine sahip değildi. 7 Kasım’a kadar üçte bir mevcutlarını kaybederek mevzilerini müdafaa ettiler.3 Kır­mızı kanlar toprağa düştü, kan tükendi, can tükendi, kır­mızı çizgi…

40 gün süren muharebeler sü­recinde Osmanlı 25 bin kayıp verdi. 8 Aralık günü Osmanlı­lar şehirden çekildi. Osmanlı Mutasarrıfı, şehrin belediye baş­­kanına İngilizlere verilmek üzere bir mektup bıraktı. Şeh­ri teslim eden mutasarrıf, şe­hir­deki kutsal mekânların za­rar görmemesi gerekçesiyle şeh­ri teslim etmiştir. “İngiliz Ku­man­­danlığı’na! Her milletçe kutsal sayılan Kudüs’teki yer­le­şim yerlerine iki günden beri obüsler düşmektedir. Osmanlı Hükümeti sırf dinî mekânların zarar görmemesi için kasabadan çekilmiş ve Kamame, Mescid-i Aksa gibi dinî mekânların ko­runmasına memurlar görev­len­dirmiştir. Tarafınızdan dahi bu yolda muamele edileceği ümi­diyle bu belgeyi Belediye Reisi Vekili Hüseyinzâde Hüseyin Bey eliyle gönderiyorum efendim. Ku­­düs Müstakil Mutasarrıfı İz­zet 8/9.12.33.”

Kudüs’ü İngilizler teslim aldı­lar. Hristiyanlar 730 yıl sonra Kudüs’e döndü. Avrupa’da bü­yük kutlamalar yapıldı. Gene­ral Allenby, 11 Aralık’ta törenle, kapısında Türk bayraklarının bulunduğu kapıdan Kudüs’e girdi.4

Aynı tarihlerde yine İngiltere’ nin rol oynadığı bir başka önemli gelişme daha yaşanı­yordu. İngiltere Dışişleri Ba­ka­nı Arthur James Balfour tara­fın­dan 2 Kasım 1917’de Rothschild’e yazılan ve tarihte Balfour Deklarasyonu olarak bilinen bir mektupla, Filistin Yahudilere bir vatan olarak vaad ediliyor ve buraya göç ede­bi­leceklerini belirtiyordu. Fi­listin’in, İngilizlerin idaresine geçmesine müteakiben hızla Ya­hudi göçü başlamıştır. Yahu­di göçünün artması yerli Arap­ları endişelendirmiş ve karşı­lıklı çatışmalara dönüşmüştür. 1920, 1921 ve 1929’da Arap ayaklanmaları olmuş, 1936-39 arası ayaklanmalar iyice art­mış­tır. 1918’de %2,5 olan Ya­hu­di toprakları 1948’de %6-7’lere çıkmıştır. 1922’de 83 bin Yahudi varken, 1942’de 484 bine ulaşmıştır.5 Bu göç ikinci dünya savaşından sonra daha da artmıştır. Bu süreçte İngilizlerin hem Araplar hem de Yahudilere karşı her iki tara­fı da idare etmeye çalıştıkları, ikili bir politika yürüttükleri söylenebilir.6

1947’de BM bir taksim pla­nı ile toprakların %56’sını Ya­hu­dilere verilmesi, Kudüs’te ulus­­lararası bir rejim kurul­ması ve BM gözetiminde yö­ne­til­mesi öngörülüyordu. İngil­te­re’nin 14 Mayıs 1948’de çekil­mesinden birkaç saat önce İs­rail devletinin kurulduğu ilan edildi. Önce ABD, daha sonra da Rusya İsrail devletini tanıdı. İsrail devletinin kurulmasının açıklanmasıyla birlikte Mısır, Suriye, Ürdün, Lübnan, Irak askerleri Filistin’e girdiler. An­cak savaştan en kazançlı çıkan İsrail oldu. Topraklarını %80’e çıkardı ve dahası Kudüs’ün yarısını elde etti. Kudüs İsrail ve Ürdün arasında paylaşıldı. Gazze Mısır’a kaldı.7 1964 yı­lında Arap Birliği Zirvesinde Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) Kuruldu. Bütün bu süreç içerisinde Araplar ile İsrail arasında yer yer çatışmalar devam etti.

1967 yılı 5 Haziran’ında İsrail aniden saldırıya geçti. Mısır’ın 360 uçağından 300’ünü daha yerdeyken vurdu, aynı şekilde Ürdün ve Suriye de ağır ka­yıp­lar verdiler. Savaş sonucu 1947’ye göre topraklarını İsrail 4 kat büyüttü. Dahası, İsrail Doğu Kudüs’ü de ele geçirdi.8

General Allenby şehre girdi­ğin­den ve Osmanlı askerleri­nin çekildiğinden itibaren prob­­lem, Yahudiler ve Araplar veya Arap–İsrail problemi­ne dö­nüş­müştü. Kudüs’ün İş­gal edil­mesiyle birlikte, Kudüs tek­rar mevzubahis edilmeye baş­landı. İsrail, Kudüs’te yeni yer­leşim yerleri açmaya başladı. Pakistan konuyu BM’ye taşıdı. BM, İsrail’i kınadı ve Kudüs konusundaki politikalarından vazgeçmesini talep etti. Bu sa­vaş Arapların direncinin kırıl­masında önemli bir rol oynadı. Ağır yenilgi alan Araplar, İs­rail ile külli şekilde uğraşma po­li­tikasından vazgeçip, kay­bet­tik­leri toprakları geri nasıl ala­bi­lecekleri zeminine kaydılar.

Aynı yıllarda, Filistin, Kudüs ve Mescid-i Aksa etrafından şekillenen problemin yönünü değiştirecek bir başka gelişme daha ortaya çıktı. 1969 yılında Filistin Kurtuluş Örgütü’nün (FKÖ) başına geçmiş ve Filis­tin direnişini örgütlemeye baş­­la­mış­tır. Hem gerilla saldı­rı­­la­rı düzenlemiş hem de ulus­­lar arası kamuoyunun önü­­ne çıkmıştır. “Artık bir mil­­yon Fi­lis­tinli işgal altında yaşı­­yor. Onlar İsyan edecekler. İs­yan­­cı ateş üzerinde oturuyor” “Onu­ru­muz­la savaşacağız. Arap ulu­su bizi izliyor. Bu yenilmez or­du mitine bir son vereceğiz”9 ifa­deleri ona aittir.

1968 yılında yapılan Filistin Ulusal Konseyi toplantısında yönetime gelen genç kuşak her türlü barış girişimine soğuk durmuş ve bildirgeye, “Silahlı mücadele Filistin’in kurtuluşu için tek yoldur” ifadesini ek­let­mişlerdir. “Filistin bir Arap vatanıdır” ifadesi de yerini, “Filistin, Filistinli Arap halkı­nın vatanıdır.” cümlesine bı­rak­­­mış­tır. Filistin, Kudüs ve Mes­­cid-i Aksa artık Arap-İsrail so­­ru­nundan Filistin-İsrail soru­nu­­na değişmeye başlamış­tır.

21 Ağustos 1969 tarihinde, İs­rail’in işgali altında bulu­nan Kudüs’teki, El-Aksa Mescidi’ nin yakılması üzerine, 22–25 Eylül 1969 tarihlerinde Ra­bat’ ta ilk kez İslam Zirve Konfe­­ran­sı düzenlenmiş, alınan bir ka­rarla İslam Konferansı Örgütü kurulmuştur. Bu bir tepki olmakla birlikte, bir reflekstir. Planlanmayan, aniden yaşanan hadiseye apar topar verilen bir tepki. Aslında bu tepki bile, İslam dünyasının, aniden harekete geçebilme potansiyeli olduğunu göstermektedir.

Burada şu hususu belirtmek gerekir. İsrail hep planlı şekil­de hareket etmiştir. Theodor Herzl tarafından yazılan Yahudi Devleti kitabında, İsrail dev­leti kurulmadan önce 1897’de devletin nasıl kurulacağı ince ince planlanmıştır. Planladığı ve hedeflendiği gibi 51 yıl sonra devlet kurulmuştur. Aynı şe­kil­de 1967 yılındaki 6 Gün Sa­vaşlarına da İsrail’in ince ince hazırlandığı anlaşılmaktadır.

Arafat önderliğinde yürütülen mücadele sonucunda, 15 Ka­sım 1988’de Filistin bağım­sız­­lık bildirgesini yayınlayarak bağımsızlık ilanında bulun­muş­tur.

9 Aralık 1987’de bir İsrail as­kerî aracının Gazze’de dört Fi­lis­tinlinin ölümüne sebep olan bir trafik kazasına karış­ması ve bu olayı protesto eden Filis­tinlilere İsrail askerleri ta­rafından ateş açılması sonu­cunda bir Filistinlinin daha şehit olması üzerine halk ayak­lan­mış ve Birinci İntifada baş­la­­mış­­tır, artık silahlara kar­şı ço­­cuk­ların, gençlerin taş­lar­la mü­ca­dele etme döne­mi baş­la­mış­tır. İntifada dönemin­de 1000’den fazla Filistinli şe­hid ol­muş­tur.

28 Eylül 2000’de eski İsrail Başbakanı Ariel Şaron’un Mes­cid-i Aksa’yı basması ve “Bu­rası hep bir İsrail bölgesi ka­lacak” sözlerini kullanması ile Kudüs’te İkinci İntifada baş­ladı. İkinci İntifada’da 4 bin 412 Filistinli şehid oldu, 48 binden fazla kişi de yaralandı. Bu intifadanın sembolü 11 ya­şındaki Muhammed Durra ol­du. Muhammed Durra ve 48 binden fazla yaralının ve 4412 şehidin kırmızı çizgisidir Kudüs.

Olabildiğince özetlemeye çalış­tığı­mız bu süreç, aslında bir dönüşümün de özetidir. İslam Dünyasının kırmızı çizgisi iken Arap Dünyasının kırmızı çizgisi haline dönüşmüş, Arap Dünyasının kırmızı çizgisi iken Filistin’in kırmızı çizgisine dö­nüşmüştür. Aslında taş atan çocukların kırmızı çizgisine dönüşmüştür.

Türkiye Bu Sürecin Neresinde

Türkiye, kurulacak Yahudi dev­­leti için BM’de yapılan oy­­la­­mada red oyu vermiştir. An­cak daha sonra tanıyan ilk Müslüman ülke olmuştur. 28 Mart 1949’da tanımanın ya­pıl­dığı gün Türkiye’de çı­kan gazetelerde “İsrail’in sulh un­su­ru olacağının ümit edildi­ği, her ne kadar Arapların dü­şün­cesi bu yönde olmasa da bu devletin memnunluk ile karşı­landığı, Ortada bir ha­kikatin olduğundan bahsedi­li­yordu.10

Mescid-i Aksa’nın yakılması üze­­rine 1969’da Rabat’ta dü­zen­­lenen İslam Zirvesine, Tür­kiye de davet edildi. Türkiye ka­muoyunda bu toplantıya ka­tıl­manın laiklik ilkesine aykırı olup olmayacağı tartışmaları baş­ladı. Cumhurbaşkanı başta ol­mak üzere birçok kesim bu kaygıyı dile getirdi. Türkiye, Dışişleri Ba­kanı düzeyinde ka­tıldı. Zirve esnasında Türkiye’ nin de içinde bulunduğu ül­kelerden İsrail ile olan iliş­ki­lerini kesmeleri talep edil­miş, Türkiye bu talebi ka­­bul etmemiştir. Kon­ferans so­nun­da yayınlanan bil­­diriye, Tür­­kiye’nin alınan ka­rarlara BM’ce uygun gö­rül­düğü ölçü­de katılacağı ifade edilmiş­tir. Bu toplantılara Baş­bakan düze­yinde katılınması 1980 yılını, Cum­hurbaşkanı dü­ze­yin­de ka­tıl­ınması ise 1984’ü bul­muştur.

1967 savaşında Araplara des­tek mesajını açıklayan Türkiye, 1973 Arap-İsrail Savaşında ta­raf­­sız kalmayı tercih etmiştir. FKÖ’yü 1975’de tanımıştır. Ge­­­nel olarak Türkiye-İsrail iliş­ki­­­leri inişli çıkışlı bir seyir izle­miş­­­tir. 90’lı yıllar, ilişkilerin iyi ol­­duğu yıllar olmuştur.

Kudüs Türkiye’nin Kırmızı Çizgisidir

Zaman içerisinde Arap Dün­ya­­sı­nın Kudüs’e, Filistin’e ve Mes­cid-i Aksa’ya ilgisi dü­şerken, Türkiye’nin ilgisi za­man içerisinde yavaş yavaş ar­tan bir seyir izlemiştir. Tanı­ma, tarafsızlık, Araplara düşük düzeyde diplomatik destek ve İsrail’i sert olarak hedef al­mayan söylem düzeyi terk edilmiştir. Bu terk devlet, hü­kü­met ve kamuoyunda eş za­manlı şekilde gelişmiş ve ge­­liş­­mektedir. Gelinen nok­ta­da Türkiye, İslam Dün­ya­­sı­­nın diğer ülkelerinden da­ha fazla Filistin’e sahip çık­­maya başlamıştır. 2006 yılın­­da Dışişleri Bakanı ve Baş­ba­kan Yardımcısı Ab­dul­­lah Gül, Fi­listin’in tapu­ları­nın Türkiye’de olduğunu belirtmiş, “Filistin ile Türki­ye ilgilenmeyecek de kim ilgi­le­ne­cek?” ifadesini kullan­mış­­tır. Gerek Mavi Marmara ve gerekse Davosta’ki ‘One Mi­nute’ olayları, Türkiye’nin ilgi­si­nin somut tezahürleri olmuş­tur.

ABD’nin 6 Aralık 2017 tari­hinde Kudüs’ü İsrail’in başken­ti olarak tanıyan kararının ar­dından, Türkiye 13 Aralık 2017 tarihinde İstanbul’da İslam İş­­birliği Zirvesi’ni olağanüstü top­lanmaya çağırmış ve Doğu Kudüs’ün Filistin’in başkenti olduğu kararını aldırmıştır. Bu, uzun yıllar sonra kınama me­sajlarından sonra, belki de alı­nan en somut karardır.

Türkiye artık konunun tara­fı olduğunu, kendisinin kır­mı­zı çiz­gisi olduğunu net ola­rak ifa­de etmektedir. İs­rail’e kar­şı söylemlerini de sertleş­tir­­mek­tedir. Türkiye’nin bu tu­tu­mu, İsrail karşısında ard ar­da yenilgiler yaşamış olan Arap Dünyasına da yeniden bir öz­güven kazandıracaktır. Tür­ki­ye bu anlamda sahaya yeni inmiş, oyuna yeni dahil olmuş­tur. Tür­­kiye’nin tepki ve reaksi­yo­nu­nun oluşturacağı etki Arap Dünyasının reaksiyon ve tep­ki­sinden daha farklı ve fazla bir etkisellik düzeyi oluştura­caktır.

Türkiye, sorunun tekrar İslam Dünyası tarafından sahiple­nil­mesi, hadisenin “Filistin-İs­rail” so­runundan çıkarılarak “İslam Dün­yası-İsrail” eksenine kaydı­rıl­­ma­sı, sorunun “Mescid-i Ak­sa ve Kudüs” sorunu ola­rak ta­nımlanması için önemli gi­ri­şim­ler ve söylemler üret­mek­tedir.

Kaynaklar:

1- Bu konuda daha detaylı bilgi için bakınız. Ahmed VAROL, Filistin Davasının İslami Temelleri, Madve Yayınları, Eylül 1996
2- Theodor Herzl, Yahudi Devleti, Ataç Yayınları, s. 42
3- Mirliva Sedat, Filistin’e Veda, Yeditepe Yayınları, İstanbul 2009, s. 56-62, 159
4- İsmet ÜZEN, İngilizlerin Ku­du­sü ele geçirmesi ve General Ed­mund Allenby’nin Kudüs’e Törenle Girişi (9-11 Aralık 2017), Fırat Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, c. 19, Sayı: 2, s. 329-344
5- Tayyar Arı, Ortadoğu, Alfa Yayınları, s. 200-210
6- Kadir Mısıroğlu, Filistin Dra­mının Düşündürdükleri, Sebil Yayınları
7- Tayyar Arı, s. 233
8- Tayyar Arı, s. 319
9- Ammon Kapeliouk, Yenilmez Arafat, İmge yayınları, 105,112
10- Dani Danış BARAN, Türkiye İsrail İlişkileri, İç Politik Etkilerin Dış Politikaya Yansımaları, Yayın­lanmamış Yüksek Lisans Tezi, Bey­kent Üniversitesi

İrfan Mektebi Dergisi, Ocak 2018

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

İlginizi Çekebilir

Leyle-i Berat Hakkında (Âyet, Hadis, Risale-i Nur)

BERAT: Nişan, rütbe ve imtiyaz için verilen resmî belge, kurtuluş. Sitemizde Berat Gecesi ile İlgili yazılar …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Önceki yazıyı okuyun:
Elvedâ Ey Mâh-ı Tâbân Elvedâ / Eşref oğlu Rûmî

Elvedâ ey mâh-ı tâbân elvedâ Elvedâ ey mihr-i Yezdân Elvedâ Elvedâ ey âfitâb-ı şer’-i dîn …

Kapat