Mehmet Nuri BİNGÖL |
Külliyatı Anlamaya Dâir-2
Mevzûnun asıl yönü herhalde şu olmalıdır; bilhassa “münevver” olma iddiasında bulunan kimselerin, Külliyat’ı takdir etmekle birlikte, onu anlamaya çalışmama gibi bir samimiyetsiz hâl içinde “hapsolmaları”dır. “Risale-i Nur’u anlamıyorlar, yahut anlamaya çalışmıyorlar” şeklindeki sayhalaşmış çığlık, meseleye ne güzel dikkat çeker. Aziz ve Muhterem Müellifin eserlerinin “dâvâ değil, dâvâ içinde bürhan” olduğunu, beyanla, en büyük kuvvetinin bundan geldiğini ifade etmesi, Külliyat’ı anlamak isteyenlerin, onun temel bakış açısını kavradıktan sonra harekete geçmelerinin mecburiyetini çok iyi anlatır. (Kastamonu Lahikası)
Eskilerin “şerh-i mütun” adını verdikleri metin tahlili ve kavrama, “anlama, tefhim” çalışması şu esası öngörmektedir. Bir eser-hele te’lif ettirilmiş ise-inceleyip “tefhim” edilmeye çalışırken, zuhur bulduğu günün-veya yılların-zorlayıcı şartları “tam olarak” anlaşıldıktan sonra işe girişmek gerekir, o eserdeki ifadeleri anlayabilmek ancak o zaman kabil olur. Eğer o metin veya eser, devrin “hakikî” zaruretleri, O husustaki “teklif” sırrını, mes’uliyeti kaldırıcı hâlleri-ihbar ve beyânları bilinip kavramadan “değerlendirilmeye”, referans alınmaya kalkışılırsa, böylesi bir gayretin neticesinin “müsbet” olacağı hayallenemez.
“Değerlendirme” mefhumu ile “tefhim”in eş mânalı olmadığını da hemen belirtmek gerekir. Değerlendirme, sübjektif ve oportünist “yaklaşımlara” çok daha açıktır, indî yorumlamaya dayalı gibidir. Söz konusu mefhum, meseleyi “kişinin kendi yaşadığı haller” ile, “maksat ve garaz” da denilmiş olan “ana fikrin” birbiriyle “uzlaştırmaya çalışma” hevesinden başka bir şey olmadığı bellidir, yani gerçeği incitici bir te’vil.
Bilhassa günümüzde, zihinlerde bulunan telâkkilerin tepe takla olduğunu söylemek, abartılı bir gözlem sayılmamalıdır. “Adalet külahını zulüm başına geçirmiş” ifâdesindeki gibi, telakki ve anlayışlar da yer değiştirmiştir. (Lemaat) Halbuki, böyle bir yer değiştirmemin, anlayışların başkalaşmasının, menfiye dönmesinin kabul edilemeyeceği hususların başında, İlahi Vahy’ile tespit edilmiş “nass”ların gelmesinden söz etmek, düşünce hürriyetinin de bir lâzımıdır. Aynı zamanda, bir topluluğu millet haline getiren değerler sisteminin, “modernleşme” yahut “yenileşme” gibi hududu muayyen olmayan sözlerle başkalaşmasına göz yummak, o milletin intiharıyla eş mânâya gelir. “Milliyetimiz bir vücuttur; aklı iman ve Kur’ân, ruhu İslâmiyettir.” (Münâzarat) izahında, değişmesi düşünülemeyen “realite”nin tanımı da verilmiştir. Külliyat’ta “millet” kelimesin-den neyin anlaşılması gerektiğini de belirten ifadeler, temel bakış açısının anahtarını da sunmakta değil midir? Demek oluyor ki, bugünün, zihnimize sonradan “dayatılmış” telâkkileri ile Risale’yi doğru anlamanın mümkün olamayacağını söylemek kötümserlik değil, yanlışlığı hatırlatıcı bir dost ikâzı olarak anlaşılmalıdır.
“Dünyevîleşme” ihlassızlığına kapılmamış ve kapılanmamış düşünceleri de anlayış “kuvve”miz içerisindeki denkleme dahil etmek, yolumuzdaki işaret taşlarından biridir. Ayrıca, dünya “yaşantı”sının zaruret ve “haklı mazeretleri”ni dikkate alarak, muhatap kitleleri ve dinleyici fertleri yerinde seçemeyiş de, Külliyat’ı “tefhim” edememek neticesini getirebilir. Çünkü Külliyat’ın “naşirliğini” üstlenmiş insanların, onu başkalarına duyurma isteği hissetmeleri hem kalbî ihtiyaçları, hem de “vazife”leridir. (Kastamonu Lahikası) Fakat, Külliyat’ı “neşr”, “Şerh ve izah” vazifesini yaparlarken, “anlatıcı” fonksiyonunu seçtiklerinden, muhatap aldıkları kimselerin zihinlerdeki “şüphe ve sualleri” ilk önce kendi nefislerinde cevaplamaları gereği doğacağı bedihîdir. Bu gereği yerine getirirlerse ne alâ, yok eğer tam tersi bir hâl görülürse, o “şüphe ve sual”lerle zihnin lekelenmesi gibi bir “varta” ile karşı karşıya kalacaklardır. Daha önce “dosdoğru” anladığı ve “güzel göründüğü”güzelce ve iyice görmek mânâsında diyoruz-hakikatleri, o andan sonra “kabulde ve tefhim etmede” zorlanacağını demek kehanet olmayacaktır. Demek ki, Külliyat’ı “gazete Bibi okumamak” mecburiyeti, aynı zamanda ferdî hayatımız için de bir “yükümlülük”tür.
***
KÜLLİYATI “tam” anlamanın yollarından biri de onun neden ve niçin “telif ettirildiğini” bilmekten, kabul etmekten geçiyor. Bir teknolojik cihazın “niçin ve hangi maksatla” icat edildiğinin farkında olmadan, ondan “tam mânâsıyla” istifade etmemiz çok müşkülleşir. Külliyat’tan “tam istifade”nin de bu mantalite ile olabileceği kanaatindeyiz.
Bediüzzaman Said Nursî’nin sadece İkinci Said devrine değil, hayatının “bütününe” baktığımızda, her zaman “âsâyişi” muhafazayı netice veren (Emirdağ Lahikası, s. 449) hizmetlerle meşgul olduğunu görmekteyiz. Bu “müsbet” meşguliyetin dinamiğini “kafa fenerimizle” aydınlatmaya çalıştığımızda, en iyi bir “zann”la varacağımız nokta, ya “maslahat” cihetinin ağır bastığıdır, ya da “Rahmet-i İlahî’den fazla merhamet, merhamet değildir” beyanatının varlığına rağmen, aşırı “şefkat”inden biriyle yaptığı neticesine varacağız.
Halbuki Hazret, “… dahilî asayişe bütün kuvvetimizle yardım etmek” ifadesiyle târif ettiği bu tavrını, “Hiçbir günahkâr başkasının günahını yüklenmez” mealindeki âyet-i kerime’nin emri ile açıklamaktadır. (Emirdağ; Lahikası, s. 455) Yoksa herhangi bir kurumu ayakta tutmak gibi bir yoz yorumu akla getirebilecek en ufak bir beyanı bile yoktur. Böylesi, kendi arzusu ve “görüşü” istikametinde davranan hodgam nefsi, Külliyat’la aramıza aşılması zor perdeler çekmekten alıkoymak, Külliyat’ı anlamanın temel şartlarından biridir; belki de en büyüğüdür.
- Cemaat Değil Cemaattan Yana Olmak - 19 Eylül 2024
- Müzeden Ayasofya-yı Kebir’e… - 12 Eylül 2024
- Romancı Olmak – Olmamak – Olamamak - 25 Ağustos 2024
- Vâizler Neden “Etkisiz Eleman”? - 22 Ağustos 2024
- Nur Üstad ve Abdülhamid Meselesi - 11 Ağustos 2024
- Bahardan Sonra Yaz (Öykü) - 5 Ağustos 2024
- Sahabe Bir Sıfat; Hataları İse Ferdidir. - 4 Ağustos 2024
- İsmail Tohumu Fidana, Ardından Ağaca Duracaktır. - 31 Temmuz 2024
- Bazı Dikkatler-2 - 30 Temmuz 2024
- Adem-i Îtimat Meselesi - 29 Temmuz 2024