Ana Sayfa / İLİM - KÜLTÜR – SANAT – FİKRİYAT / Makaleler / Kur’an Açısından Bitkileri ve Hayvanları Korumak

Kur’an Açısından Bitkileri ve Hayvanları Korumak

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

Kur’an Açısından Bitkileri ve Hayvanları Korumak

(…)

Hayvanları Koruma

İslâm dinine göre insanın, yalnız insan ve devletle olan ilişkilerini
değil, aynı zamanda tabiat ve çevre ile olan ilişkilerini de düzeltmesi gerekmektedir. Bu nedenle insan, tabiattan, çevrenin korunmasından, özellikle hayvan ve bitkilerden sorumlu tutulmuştur. Allah, hangi alanda olursa olsun, yeryüzünde çıkarılan hiçbir bozgunculuğu sevmez. Bu tür bozgunculuklarla kainat düzenini ve tabiat dengesini bozmaya çalışanları tenkit etmektedir:

“İnsanlar içinde, dünya hayatına dair sözü hoşuna giden kimse vardır; o, insanların en yalancısı olduğu halde, (seni etkileyebilmek için) kalbinde olan (yalana)a Allah’ı tanık tutar. (Senden) ayrıldı mı, ülkede bozgunculuk çıkarmaya ekini ve nesli yok etmeye çalışır. Allah ise, bozgunculuğu sevmez. Ona, “Allah’ın bilincinde ol!” denilince, gururu onu günaha sürükler. Böylesine cehennem yeter; ne kötü bir yataktır o!”

Bu ayette, tabiatın tüm dengelerinin korunmasının gereğine işaret edilmektedir. Haliyle hayvan ve bitkilerin koruması olayı, bu tabiat
dengesinde önemli bir yere sahip bulunmaktadır. Yine Kur’ân’a göre, Allah’ın koyduğu kâinât düzenini bozmaya çalışan, bu yolda hayvanlara eziyette bulunan, tabiatın güzelliğini altüst eden kişiler, Allah’a ortak koşanlarla beraber zikredilmekte ve bunların, şeytanın oyununa gelen
sapıtmış kişiler olduğu anlatılmaktadır:

“Allah, kendisine ortak koşulmasını bağışlamaz. Ama bunun dışında kalanı, dilediğine bağışlar. O hâlde kim Allah’a ortak koşacak olursa, (şunu çok iyi bilsin ki) o, doğru yoldan alabildiğince uzaklaşmış, sapıklığa batmıştır. İşte onlar, (Allah’a ortak koşanlar), O’nun dışında, ancak cansız birtakım putları çağırmakta ve (aslında böylece de) sadece Allah’ın lanetlemiş olduğu isyankar şeytanı çağırmış olmaktadırlar. O (şeytan Allah’a şöyle) demişti: “Ant olsun ki ben, kullarından belli bir pay alacağım. Onları saptıracağım, umutlandıracağım. Onlara, hayvanların kulaklarını
yarmalarını, Allah’ın yaratma (düzenini) değiştirmelerini fısıldayacağım.”
O halde kim, Allah dışında şeytanı dost edinecek olursa, (şunu çok iyi bilsin ki) o, apaçık bir ziyandadır. Şeytan onlara vaatte bulunur ve onları umutlandırır. Ama şeytanın onlara vaat ettikleri, aldatmacadan başka bir şey değildir. Çünkü onlar, varacakları yer cehennem olacak olanlardır ve oradan da (asla) kaçıp kurtulma imkanı bulamayacaklardır.”

Bu ayetlerde, şeytanın bazı insanları aldatıp yoldan çıkaracağı haber verilmektedir. Yoldan çıkıp sapıtan bu insanlar, çeşitli kötülükleri yapmakla beraber, hayvanların kulaklarını yaracaklar ve Allah’ın yaratma düzenini değiştirmeye çalışacaklar. Hayvanların kulaklarını yarmak, onlara eziyet olup onları çirkinleştirmektir. Allah, bunu yasaklamaktadır. Tevhit inancını bozmak, Allah’ın yaratma düzenini manevi yönden değiştirmek olduğu gibi, canlıların tabiî ve fizikî yapılarını bozmak da, Allah’ın yaratma düzenini değiştirmek demektir. Bu kavram, geniş kapsamlı olup çok yönlü
yorumlanabilmektedir. Bu, canlıları iğdiş etmek olarak yorumlanabilir.

İster insan olsun ister hayvan olsun, canlıyı iğdiş etmek caiz değildir.
Nitekim Hz. Muhammed (s.a.v.) de, insanları ve hayvanları iğdiş etmekten men etmiştir. Onları iğdiş etmek, nesillerinin kesilmesi demektir ve böyle bir uygulama, Allah’ın yaratmasına aykırı bulunmaktadır.

Allah’ın yaratma düzenini değiştirmek, cinsiyet değiştirme olarak da yorumlanabilmektedir. Kadının erkeklik taslaması veya erkeğin çeşitli ameliyatlarla kendini kadınlaştırmaya çalışması, Allah’ın yaratmasına bir nevi isyan etmek olup muhalefet etmektir. Ayrıca insan veya hayvan kopyalama olayı da, aynı şekilde Allah’ın yaratma düzenini değiştirmek olarak yorumlamak mümkündür. Çünkü bu tür davranışlar, beraberinde pek çok problemi de getirmektedir. Bu tür olayların gelişmesi, aile
mefhumunu, neslin kutsallığını altüst edebilir.

Allah’ın şefkat ve merhameti, her şeyin üzerindedir. O, insanlara merhametiyle muamele ettiği gibi, hayvanlara da merhamet etmektedir.
Yeryüzünde ve gökyüzünde bulunan tüm varlıklar Allah’ındır, O’nun himayesi altındadır ve O, hepsine merhametiyle muamele eder.

Kur’ân’da bu husus, şu bilgilerle dile getirilmektedir:
“De ki, “Şu göklerde ve yerde olanlar kimindir?” “Merhamet etmeyi kendine ilke edinen Allah’ındır” de. Ant olsun ki O, sizi, geleceği hakkında hiçbir kuşku bulunmayan kıyâmet gününde bir araya getirecektir.
Ancak, kendilerini boş yere harcayıp ziyan edenlere gelince, onlar, inanmayacaklardır.”

Hz. Muhammed (s.a.v.) de, Allah’ın rahmeti hakkında şu açıklamada bulunmuştur: “Allah, yaratmayı bitirince, ‘Rahmetim, gazabımı geçti!’
diye yazdı.” Allah, cehennemi yedi kapılı yaratırken, rahmetinin eseri olarak cenneti sekiz kapılı yaratmıştır. Allah’ın bu sonsuz rahmeti, insanlara, hayvanlara ve diğer tüm canlılara yöneliktir. O, insanlara merhametiyle muamele ettiği gibi, hayvanlara da merhametiyle muamele etmektedir. Dolayısıyla O, hem hayvanların hem de bitkilerin korunmasını istemektedir. Gereksiz yere herhangi bir şeyi
telef etmek, Allah’ın rızasına uygun düşmemektedir.

Kur’ân’ın açıklaması durumunda bulunan hadislerde de hayvan ve bitkilerin korunmasına ağırlık verilmiştir. Burada hayvanların korunmasını işlediğimiz için, konu ile ilgili bazı hadislere yer vermek istiyoruz:

“Kim haklı bir sebebe dayanmadan bir serçeyi, hatta ondan daha küçük bir canlıyı öldürürse, o canlı kıyamet günü davasını Allah’a götürür ve,
“Ey Rabb’im! Falan kimse beni, bir fayda olmaksızın öldürdü,” der.”

Rivâyet edildiğine göre Hz. Muhammed (s.a.v.), bir yuvadan aldığı yavruları torbasına doldurarak şehre getiren birine, onları derhal analarının yanına, aldığı yuvaya iade etmesi uyarısında bulunmuştur.

Hz. Muhammed (s.a.v.), çeşitli hizmetlerde kullanılan hayvanlara, insanlar gibi dinlenme hakkını temin etmiştir. Onun direktifleri üzerine, yolculuk esnasında yapılan dinlenmelerde önce hayvanların ihtiyaç ve istirahatları temin edilmiştir. Enes b. Malik, bu konuda şu bilgileri vermektedir: “Biz bir konaklama yerine geldiğimizde, hayvanların yüklerini çözmeden (onları istirahata terk etmeden) namaza başlamazdık.”

Hz. Muhammed (s.a.v.), bir kediyi bağlıyarak onu aç ve susuz bırakıp ölüme terk eden bir kadının cehennemi hakkettiğini bildirmiş ve herhangi bir hayvanı bir yere hapsederek veya bağlayarak onu silahla vurmayı da yasaklamıştır. Böylece o, hayvanlara yapılan işkence ve eziyetin her çeşidini men etmiştir.

Bir seferinde Hz. Muhammed (s.a.v.), susuzluktan ölmek üzere olan bir köpeği hayata döndüren bir günahkarın cenneti kazandığını haber vermiştir. Kendisini dinleyenler arasında bulunanlardan biri, “Hayvanlara
yaptığımız iyiliklerden sevap mı alacağız?” diye sorunca, o, şu cevabı vermiştir: “Her yaş ciğeri olana (ruh taşıyan canlıya) yapılan iyilikte sevap vardır.”

Hz. Muhammed (s.a.v.), Medine il çevresinin belli bir kesiminde
her tür avcılığı yasaklayarak bu kesimin hayvan ve bitki varlığını kesin korumaya almış ve Mekke’yi fethettikten sonra, aynı uygulamayı orada da başlatmıştır. Hz. Muhammed (s.a.v.)’in bu uygulaması, onun hayvan, bitki ve genel olarak tabiatı ne derece korumaya önem verdiğini açık bir şekilde ortaya koymaktadır.

Yine Hz. Muhammed (s.a.v.), çeşitli hadislerinde köpeklere, bu vesileyle hayvanlara iyilikte bulunmanın ve onları korumanın sevap ve önemine işaret etmiştir:
“Kötü yollu bir kadın, susuzluktan neredeyse ölecek olan bir köpeğin, bir kuyunun başında dolanıp durduğunu gördü. Ayakkabısını çıkarıp
örtüsünü urgan yaparak ona bağladı. Onunla kuyudan su çıkarıp köpeği suladı. Allah, bu yüzden kendisini affetti.”

Hz. Muhammed (s.a.v.), başka bir hadiste de bu hususta şöyle buyurmuş:
“Yolda yürümekte olan susamış bir adam, yol üstünde gördüğü bir kuyuya inip su içti. Adam çıktığında, susuzluktan soluyan bir köpek gördü, kendi kendine, “Bana ulaşan susuzluk, buna da ulaşmıştır” deyip kuyuya indi,
ayakkabısını çıkarıp su doldurdu, ayakkabıyı ağzı ile tutarak yukarı çıktı ve onunla köpeği suladı. Allah, ona teşekkür edip onu bağışladı.”

Hz. Muhammed (s.a.v.) bunu söylerken orada hazır olanlardan biri, “Ya Rasûlallah! Bu hayvanlara yapığımız iyilikten dolayı bize sevap verilir mi?” diye sormuş ve Hz. Muhammed (s.a.v.) onun bu sorusuna şu cevabı vermiştir: “Her canlı ciğer sahibine yapılan iyilikten dolayı, yapan kişiye
sevap vardır.”

Önemi nedeniyle fıkıh kitaplarında avlanma bölümlerine geniş yer verilmiştir. Hz. Muhammed (s.a.v.)’in hadislerini toplayan hadis kaynaklarında da aynı şekilde konu ile ilgili rivâyetler, özel başlıklar altında toplanmıştır. Yine hadis kaynaklarında, Hz. Muhammed (s.a.v.)’in tabiat ve canlıların hukuku ile ilgili açıklamalarının, hadis kaynaklarının edep, ilim ve yüksek ahlak anlamına gelen “el-Birr” başlığı altında bir araya getirildiğini görmekteyiz. Özellikle Buhârîde, hayvanlarla ilgili bazı bilgiler, “Bed’ü’l-Halk: Yaratılışın başlangıcı” başlığı ile tanıtılmaktadır.

Rahmetli Ömer Nasuhi Bilmen (ö. 1391/1971), “Hayvanatı Ehliyye Nafakaları” başlığı ile, İslam hukukunda hayvanları korumaya ve onların hakkına verilen önem hakkında geniş bilgi vermektedir. Onun bu konuda verdiği bilgileri, özet halinde vermek istiyoruz:

“Genellikle İslâm hukukçularına göre, hayvan sahiplerin, etleri yenilen cinsten olsun veya yenilmeyen cinsten olsun, sahip oldukları hayvanların nafakalarını temin etmeye mecburdurlar. Ancak bu hukukçuların konu ile ilgili görüşlerine göre, hayvan sahiplerine bazı seçenekler tanımalıdır. Sahip oldukları hayvanlarının nafakasını temine yanaşmayan kişiler, etleri yenilen türden olan hayvanlarını mülkünden çıkarma, kiraya verme ya da kesme şıklarından birini tercihe mecbur edilecekler. Etleri yenilmeyen türden olan hayvanlarını ise, mülkünden çıkarma yahut kiraya verme zorunda bırakılacaklar. Şafiî ve Hanbelî mezheplerini benimseyen hukukçulara göre, hayvanların bu yollardan biriyle nafakaları temin edilemez ve etleri yenilenlerin kesimi uygun ve mümkün görülmezse, onların nafakaları, sahipleri adına borç olarak devlet hazinesinden karşılanacaktır. Hatta Şafiî mezhebine mensup olan âlimlere göre, böyle bir durumda olan hayvan sahibi, sahip olduğu hayvanlarının nafakasını temin etmekten âciz olacak kadar yoksul ise, onun hayvanlarının ihtiyaçları, hazineden karşılıksız olarak karşılanacaktır. İnsanların, malları üzerindeki tasarruf hürriyetini en ön planda tutan meşhur hukukçu İmamı Azâm Ebû Hanife (ö. 150/767), hakime, hayvan sahiplerini hayvanlarının nafakasını temin etme hususunda sadece uyarma yetkisini verirken, onun talebelerinden ve Hârûn Reşit (ö. 194/809) devrinde kadı’l-Kudât (kadıların başı) olarak görev yapan Ebû Yûsuf (ö. 182/798), hayvan sahiplerini, onların
nafakalarını temine veya onları satmaya mahkemece mecbur tutmaktadır.

Irak’ta ortaya çıktıktan sonra bir ara Endülüs’te yayılan ve orada uygulama alanı bulan Zahiriye mezhebini benimseyen alimlerin görüşleri de, bu konuda Ebû Yûsuf’un görüşünden farklı olmamakta ve onun görüşü ile
aynı istikamette bulunmaktadır. Bu mezhebi benimseyen alimlere göre de herkes hayvanının nafakasını temine veya onu yaşayabileceği bir meraya salmaya mecburdur. Yine onların ileri sürdükleri görüşlere göre, bu ilkelere uymaktan kaçınan kişilerin hayvanları, hâkim tarafından sahipleri adına satılacaktır. Bu mezhebin ünlü hukukçusu İbn Hazm (ö. 456/1063)’a göre, hayvanı, yaşama ve gelişmesini sağlayan şeylerden mahrum bırakan kişiye kanunen müdahale edilir. Söz konusu mezhebe mensup olan alimler,
bu görüşlerini Kur’ân’a dayandırmaktadırlar. Onların bu konuda delil olarak ileri sürdükleri ayetlerde, inançsız ve kötü niyetli olup da idareyi ele geçiren ve ülkeye hakim olan güçlerin, ülke ziraat ve hayvancılığını ve bir diğer anlayışa göre de ülkenin genç nesillerini tahribe yönelecekleri
uyarısı yer almaktadır:

“İnsanlar içinde, dünya hayatına dair sözü hoşuna giden kimse vardır; o, insanların en yalancısı olduğu halde, (seni etkileyebilmek için) kalbinde olan (yalana)a Allah’ı tanık tutar. (Senden) ayrıldı mı, ülkede bozgunculuk çıkarmaya ekini ve nesli yok etmeye çalışır. Allah ise, bozgunculuğu sevmez. Ona, “Allah’ın bilincinde ol!” denilince, gururu onu günaha sürükler. Böylesine cehennem yeter; ne kötü bir yataktır o!”

Bütün bunlara ilave olarak çeşitli mezheplerden İslâm hukukçuları, sağmal hayvanların, yavrularına zarar verecek ölçüde sağılmamalarını ve kovanlardan bal alırken, arılara yeter miktarda yiyecek bırakılmasını gerekli görmektedirler ve bu tür ilkelere muhalefet etmeyi, dini açıdan
mekruh, yani istenmeyen bir tutum, bir davranış olarak kabul etmektedirler.
Yine onlar, hayvanlara güçlerini aşacak şekilde ağır yük yüklemeyi yahut onları çok yorucu yürüyüşlere zorlanmayı ve genel olarak hayvanlara eziyet olan her türlü muameleyi hayvan haklarına aykırı görürler ve bu tür davranışların, İslâm dininde istenmeyen şeyler olduğunu vurgularlar.

Hekimler başı Sinan b. Sabit’in, Müslüman olmayan insanlara sağlık hizmetlerini götürmelerinin görevleri arasında olup olmadığını bir yazıyla sorması üzerine, zamanın ünlü Abbâsî veziri Ali b. İsa, hekimler başına ilgi çekici bir talimat göndermiştir. O, bu talimatında, gezici sağlık
görevlilerinin din farkı gözetmeden insanları tedavi etmelerini istemiş ve bu hakkın, insanlardan sonra da hayvanlara geçtiğini bildirmiştir.

İslam dinine göre, canlı olan herhangi bir insana veya başka bir varlığa eziyette bulunmak, ona acı ve ızdırap verip onu rahatsız etmek, caiz değildir. Bu istikamette yapılan zulüm, haksızlık ve verilen acı, karşılıksız kalmayacaktır. Bu tür davranışların karşılığı olan ceza, dünya hayatında hukuk yolu ile uygulanmaktadır. Aksi takdirde, bu ceza ahiret hayatında verilecektir. Nitekim Hz. Muhammed (s.a.v.) bu hususta şu açıklamada bulunmuştur:

“Şu bir gerçektir ki, öteki hayatta hak sahiplerine bütün haklarını
ödeyeceksiniz. Hatta boynuzsuz koyun, kendisine vuran boynuzlu koyundan kısas yoluyla hakkını alacaktır.”
Hz. Muhammed (s.a.v.) bunu söylerken, insanlara sesleniyordu ve bu açıklamalarıyla onlara mesajlar veriyordu. Onun bu açıklamalarına göre işlene hiçbir zulüm, karşılıksız kalmayacaktır; sahip olduğu maddi veya manevi gücü kullanarak başkalarını inciten, onların hakkını çiğneyerek şu veya bu şekilde onları rahatsız eden kişiler, mutlaka yaptıklarının cezasını göreceklerdir. Bu haksızlığa uğrayanlar, hayvanlar bile olsa, onların hakkı yerde kalmayacaktır.

Bir rivâyete göre Hz. Muhammed (s.a.), dağlamak suretiyle yüzüne damga vurulmuş bir eşeği görünce, “Allah bunu dağlayana lanet etsin!”
diye buyurmuştur.

Kanuni Sultan Süleyman’ın, Şeyhu’l-İslâm Zenbilli Ali Cemali Efendiye şöyle bir soru gönderdiği kaydedilir:

Dirahtı (ağacı) sarınca karınca,
Vebal var mıdır karıncayı kırınca?
Zenbilli, Kanuni’nin sorusuna aynı estetik boyutta cevap verir:
Yarın Hakkın huzuruna varınca, Süleyman’dan hakkın alır karınca.

Hz. Ali (ö. 40/661), “Bütün dünyayı bana verseler ve buna karşılık bir karıncacığın ağzındaki taneyi almamı isteseler, bu zulmü yapamam” demiştir. Hz. Ali’nin bu sözünden etkilenen Firdevsî (ö. ), Farsça şu şiiri yazmıştır:
“Meyzâr mûrî ke dâne-keş est
Ke cân dâred o cân-i şîrîn hoş est.”
Bu şiirin Türkçe anlamı şöyledir: Tane çeken bir karıncayı bile incitme.
Çünkü onunda canı vardır ve tatlı can, hoştur!

Hüseyin Hatemi de Hz. Ali’nin, “Karınlarınızı hayvanlar mezarlığı kılmayınız!” dediğini kaydetmiştir. Hz. Ali’nin bu sözü, et yemede ifrata gitmemenin gerektiğini ifâde etmektedir. Günümüzde de bazı hukukçular, hayvan haklarının korunması üzerinde durmakta ve hayvanların, yaşama hakkı ile sınırlı olsa bile, bağımsız hak ehliyetine sahip olmalarının
gerektiğini savunmaktadırlar. Bu hukukçulara göre, “Bütün hayvanlar eşit doğar ve bu kanun hükümleri çerçevesinde yaşama hakkına sahiptirler!”

Paris’te 15 Ekim 1978’de UNESCO Evi’nde resmen ilan olunan “Hayvan Hakları Evrensel Bildirgesi”nin başlangıcında şu bilgilere yer verilmektedir:
“Bütün hayvanların haklara sahip olduğu,
Bu hakların tanınmamasının ve hor görülmesinin, insanların doğaya karşı ve hayvanlara karşı suç işlemelerine yol açtığı ve açmakta olduğu,
İnsan türü tarafından öbür hayvan türlerinin de var olma hakkının tanınmasının, dünyadaki türlerin birlikte var olup bir arada, yan yana yaşamasının temelini oluşturduğu,
Soykırımların (katliamların) insanlar tarafından işlendiği ve işlenmek tehlikesi olduğu,
İnsanların, hayvanlara saygı gösterirlerse, birbirlerine de saygı gösterecekleri,
Hayvanları gözetme, anlama, saygı gösterme ve sevme eğitiminin daha çocukluk çağından başlayarak verilmesi gerektiği gerekçesiyle aşağıdaki
ilkeler ilan olunur:” 

Bu girişten sonra on dört maddeye yer verilmiş ve bu maddelerden bazıları da, şıklar halinde sıralanmıştır. Burada bütün hayvanların eşit
doğdukları, var olma ve saygı görme hakkına sahip bulundukları belirtilmiş, konu, ciddi ve kapsamlı bir şekilde işlenmiştir.

Hüseyin Hâtemî, “Hayvanların etlerinden yararlanmamıza izin verilmesi, bu konuda canavarca davranmamıza izin verilmesi demek değildir. Domuz gibi, etlerinden yararlanmamıza izin verilmeyen hayvanlardan da nefret etmemize ve bu gibi hayvanlara zulmetmemize asla cevaz yoktur. Allah’ın her yaratığı, bir hikmet ile yaratılmıştır. Domuzun eti, elbette yenmez. Ancak bu hayvancağızın da çevre temizliğini sağlama, bazı organik atıkları ortadan kaldırma gibi bir görevi vardır. Kedi veya köpek eti de yemiyoruz. Ancak, bu hayvanlardan nefret ediyor muyuz? Hiçbir hayvan hususunda zulme izin verilmemiştir. Allah, zulmü sevmez” diyerek, tüm hayvanlara müşfik davranmamızın ve onlara zulmetmemizin gerektiğini anlatmıştır. (…) 

Bitkileri Koruma

Bitkiler, yeryüzündeki canlı varlıkların en büyük bölümünü
oluşturmaktadır. Onlar, hem hayvanlar hem de insanlar için yaratılmışlardır.

Bitkilerin bulunmadığı bir dünyada, hayvanlar ve insanlar için normal bir hayat düşünmek mümkün değildir. Bağ, bahçe ve sık ağaçların bulunduğu, çeşitli meyve, sebze ve tahılların yetiştiği, kuşların öttüğü, kelebeklerin uçuştuğu, koyun ile kuzuların yayıldığı, atların kişneyip koştuğu bir dünyada yaşamayı hayal etmek bile, insanı mutlu kılmaktadır. Bu nedenle bitkilerin korunmasına ciddi bir şekilde önem vermek gerekmektedir.

Yeryüzündeki diğer varlıklar gibi, bitkiler de sayılıdırlar. Mevcut olanlar korunmaz ve yenileri yetiştirilmezse, gün gelir bunlar da yok olup giderler ve böylece çeşitli bitkilerin nesilleri tükenir. Bu nedenle olacak ki, Allah, insanları bu konuda uyarmaktadır:

“Yere gelince, Biz onu yaymış, üzerine sabit dağlar yerleştirmiş ve orada her şeyi ölçülü bir biçimde bitirmiştik. Böylece Biz, orada hem sizin, hem de beslenmelerinde sizin yükümlü olmadıklarınız için yaşama imkanları sağlamıştık. Var olan hiçbir şey yoktur ki, kaynağı Bizim yanımızda olmasın! Bununla birlikte Biz, onu ancak belli bir ölçü doğrultusunda
indirmekteyiz. Biz, (bitkileri) döllendirmek üzere rüzgarlar göndermekte, susuzluğunuzu gidermek için gökten yağmur indirmekteyiz. Çünkü onun kaynağını elinde tutan, siz değilsiniz!”

“Sizin yanınızdakiler tükenir, Allah’ın katındakiler ise bitmez
tükenmez!”

Buna göre tabiattaki her şey, tükenebilir bir özelliğe sahip bulunmaktadır. Dolayısıyla biz, bizim için hayat kaynağı olan şeyleri canımız kadar değerli
kabul edip onları korumaya özen göstermeliyiz. Yukarıda, hayvanları korumanın önemini açıklamaya çalıştık. Bitkileri korumak da, en azından o kadar hatta daha fazla önemlidir. Kur’ân’da, yeryüzünde ekini bozmaya çalışanlar kınanmakta ve bu tür hareketlerde bulunanların, Allah tarafından sevilmediği açıklanmaktadır:
“İnsanlar içinde, dünya hayatına dair sözü hoşuna giden kimse vardır;
o, insanların en yalancısı olduğu halde, (seni etkileyebilmek için) kalbinde olan (yalana)a Allah’ı tanık tutar. (Senden) ayrıldı mı, ülkede bozgunculuk çıkarmaya ekini ve nesli yok etmeye çalışır. Allah ise, bozgunculuğu sevmez.
Ona, “Allah’ın bilincinde ol!” denilince, gururu onu günaha sürükler. Böylesine cehennem yeter; ne kötü bir yataktır o!”

Şafiî, Hanefî, Malikî ve Hambeli mezheplerine mensup âlimler, 
bu ayetlerde verilen bilgilere dayanarak, yeşilliklerin kuruyup telef olmalarına sebep olmayı, yeryüzünde fesat çıkarmak olarak kabul etmişler ve bu tür davranışların, Allah’ın rızasına aykırı olduklarını belirtmişlerdir.

Bununla beraber, yardıma muhtaç olan insanların, kendilerine ait arazileri ekmeleri hususunda zorlamaya, yapmadıkları taktirde, mahsullerinin bir kısmı karşılığında arazilerinin başkaları tarafından işletilmesine hükmetmişlerdir. Ayrıca, Zahiri mezhebinin meşhur âlimi İbn Hazm (ö. 456/1063), bu ayetlere dayanarak insanların, mahkeme tarafından kendilerine ait ekin ve ağaçlara bakmaya zorlanmalarının gerektiğini savunmuştur.

Hz. Muhammed (s.a.v.), bitkilerin, hem insanlar hem de hayvanlar için gıda maddesi olduğuna işâret ederek, onları korumanın ve onların devamını sağlamak için onları ekmenin, insanlar için bir hayır ve sevap olduğunu bildirmiştir:

“Herhangi bir Müslüman, bir ağaç dikse veya bir ekin ekse, onun ektiğinden bir insan veya bir hayvan yese, mutlaka kendisi için sadaka olur!”

Yine Hz. Muhammed (s.a.v.), “Merhamet etmeyene, merhamet olunmaz.” diyerek, bütün canlılara merhamet etmenin gerektiğini anlatmak istemiştir. Onun bu açıklamasına göre, İnsanın, çevresindeki insanlara, hayvanlara ve bitkilere şefkat ve merhametle yaklaşması gerekmektedir. Ayrıca bitkilere iyi davranıp onları yetiştirip korumak, hem hayvan hem de insanlara merhamet edip onlara iyilikte bulunmak sayılır.
Çünkü bitkiler, her iki sınıf için hayat kaynağıdır. Bitkilerin telef olması, hayvanların da insanların da telef olması demektir.

Ayrıca Hz. Muhammed (s.a.v.), Medine Şehrinin 12 mil genişliğindeki çevresini himâ (koruluk) adı altında korumaya almış ve buralardaki bitki ve hayvanlara herhangi bir şekilde zararlı olmayı yasaklamıştır.

Hanefî mezhebi âlimlerinden İmam Ebû Yusuf (ö. 182/798), Hz. Muhammed (s.a.a.v.)’in koruma altına aldığı bu yer hakkında şu bilgileri vermektedir:

“Hz. Muhammed (s.a.v.), Medine’nin ağaçlık kesiminden ve çevresinden 12 mil kadar bir kuşağı dokunulmaz (haram) bölge ilan etti. Bunun 4 mil genişliğindeki bir kesiminde ise (her çeşit) avlanmayı yasakladı. (Önceki) alimlerden bir kısmı, bunun, otluk ve ağaçlık kısımların olduğu gibi bırakılması demek olduğunu söylerler. Çünkü bu kısımlar deve, sığır ve koyun gibi hayvanların otlağıdır. İnsanların ihtiyacı, ancak süttür ve halkın
gıdaya olan ihtiyacı, oduna olan ihtiyacından daha önde gelir.”

İlmî kaynaklardan öğrendiğimize göre Hz. Muhammed (s.a.v.), şehir
çevresinin koruma altına alınmasını, yalnız Medine’de uygulamamıştır. O, Mekke’nin fethinden sonra, aynı şeyi orada da uygulamış ve Taif şehri
Müslümanların egemenliğinin altına girdikten sonra, oranın da çevresini koruma altına almıştır. Onun, Taif bölgesi için koyduğu yasağın metni şöyledir:

“Vecc (Taif) vadisinin dikenli ağaçları dahil olmak üzere (çeşitli) ağaçları tahrip edilmeyecek ve av hayvanları öldürülmeyecektir. Bunları yapan kişiler, kamçı ile dövülüp cezalandırılacak ve üstlerindeki elbiseleri soyulup alınacaktır. (Halkın arasında teşhir edileceklerdir). Bu suçu işleyenler, Peygamber Muhammed’e götürüleceklerdir. Bu emir, Peygamber Muhammed’dendir!”

Hz. Muhammed (s.a.v.), Yemen
tarafında da bu tür uygulamalarda bulunmuştur.

Hz. Ömer (ö. 23/643) döneminde de, çeşitli koruluklar himaye altına alınmış ve buralarda yetiştirilip elde edilen baldan öşür (zekat) alınmıştır.

Hz. Muhammed (s.a.v.), doğayı koruma altına almaya çalıştığı gibi, bizzat dikim işlerinde de bulunmuş ve, “Ülke topraklarından sahipsiz
ölü bir yeri ihya ve imar eden kişi, o yerin sahibi olacaktır” diyerek, bitki üretimine teşvikte bulunmuştur.

Hz. Ali (ö. 40/661), yağmur duasına çıktı zaman, duasına şöyle başlamıştır:

“Ey Allah’ım! Dağlarımız kurudu, topraklarımız tozlandı, hayvanlarımızın boynu büküldü, hepsi de oldukları yerde büzüldü, yavrularıyla melemeleri yükseldi. Otsuz otlaklarda şaşkın şaşkın  dolaşmaya, susuz pınarlara doluşmaya başladılar. Ey Allah’ım! Koyunların iniltisi, develerin böğürtüsü yüzü suyu hürmetine bize acı.” Hz. Ali, duasında bu durumu dile getirdikten sonra şöyle devam etmiştir:

“Ey Allah’ım! Senden bereketli topraklarımızı bitkilerle dolduracak,vadilerimizi canlandıracak, çevremizi yemyeşil edecek, meyvelerimizi bollaştıracak, hareketimize canlılık ve neşe katacak, en uzak yöndeki komşularımızı memleketimize çekecek, kuşluk vakti bizleri çevresine toplayacak bir su istiyoruz.”

Görüldüğü gibi Hz. Ali, yağmur duasında önce bitkilerin kurumasını dile getirmiş, ardından bu nedenle hayvanların perişanlık yaşadığını anlatmış, sonra da insan ve hayvanların rahat ve mutlu bir hayatı yaşamaları için, bitkilere canlılık verecek yağmurları dilemiştir.

Bu açıklamalardan anlaşıldığı gibi İslâm dini, hayvanları koruma konusunda olduğu gibi, bitkileri koruma konusunda da ciddi uyarılarda bulunmaktadır.

Tarihin çeşitli dönemlerinde Müslümanlar, hayvanları korumak için çeşitli vakıfları kurdukları gibi, ağaçları ve diğer bitkileri sulayıp korumak için ücretli işçi tutup bu hizmette kullanmışlardır. Müslüman olmayan insanlar bile bundan sitayişle bahsetmektedirler.

Mutlak ve olgun akıl, tüm evreni kuşatır, onun kuruluşunu düşünür, onun korunmasının yol ve yöntemlerini ortaya koyar. Ona göre akıl sahibi her kişinin, hayvan ve bitkileri korumanın önem ve lüzumunu anlaması ve bunun bilincinde olması gerekir.

Burada, Pir Sultan Abdal’ın şu şiirine yer vermek istiyoruz:

Bir aşkın deryasın boyla
Kıyısı öte mi dersin
Bir gerçeğe hizmet eyle
Emeğin yite mi dersin. (…) 

Sonuç
Kur’ân ölçülerine göre baktığımız zaman görüyoruz ki Allah, insanları diğer varlıklar arasında üstün bir derecede yaratmış ve diğer varlıkları, onun istifadesine sunmuştur.

İnsan, insanlığını bilirse ve insanlığının gereklerini yerine getirirse, meleklerden daha üstün olan şerefli bir varlık olur. Yok eğer insan, insanlığını idrak etmez ve insan olmanın gereklerini yerine getirmezse, derecelerin en aşağısına düşer.

Allah’ın yeryüzündeki halifesi olarak yaratılan insanın, Allah’ın överek takdir ettiği şerefli bir makama yükselmesi için, temiz bir inanca sahip olmakla beraber, çeşitli görevlerini de yerine getirmesi gerekmektedir.
İnsanın tabiatı koruması, çevreyi temiz tutması, bu kapsamda bitki ve hayvanları himaye etmesi ve onlara gereken özeni göstermesi, bu görevler arasında önemli bir yer tutmaktadır. Çünkü dünya ve içindekiler, insanlar için yaratılmıştır. İnsan olmazsa, yeryüzündeki bitki ve hayvanların ne önemi olur! Bitkiler ve hayvanlar, insanlar için vardır. İnsanlar, onlar için var değildir. Diğer çeşitli varlıklar gibi bitkiler ve hayvanlar, insanlar için yararlı olduğu sürece değerlidir. Buna göre şunu asla unutmamak gerekir ki doğa, bitki ve hayvanlar, insansız olabilir ama insan, hiçbir zaman doğasız
olamaz.

İnsanın, bu şekilde kainattaki diğer varlıklar arasında tabii bir üstünlükte yaratılması ve kendisine onlardan yararlanma imkanlarının verilmesi, onun,
onları hor kullanma ve insanların dışındaki canlılara işkencede bulunma hakkına sahip olması anlamına gelmez. İnsan, diğer canlılara işkence etme, onları, yaşama gereklerine uymayan kötü şartlar içinde yaşatma ve onlara acı verme hakkına sahip değildir.

Kur’ân, insan hayatındaki önem ve ehemmiyetleri nedeniyle hayvan ve bitkilere geniş yer vermekte, birçoğunu ismen zikretmekte, insanların dünya ve ahiret hayatlarındaki yerine işaretlerde bulunmaktadır.

Kur’ân’ın bu derece hayvan ve bitkilerden bahsetmesi, her şeyden önce bunların yaratıcı
olan Allah’ın varlığı, birliği, gücü, kuvveti ve yaratıcılığının insanlara anlatılmasını hedeflemektedir. Her sanatın bir sanatkarı bulunduğu gibi, yerden yetişen ve yeryüzünü süsleyen çeşitli bitkilerin, bu bitkiler arasında dolaşan ve havada uçuşarak süzülen çeşitli hayvanların da bir yaratıcısı
vardır. O da, her şeyi yaratan, sevk ve idâre eden Yüce Allah’tır.

Kur’ân’da hayvanlar ve bitkiler, insan hayatının ayrılmaz birer
parçası olarak tanıtıldığı gibi, ahiret hayatında da var olacakları haber verilmektedir. Kur’ân’ın çeşitli ayetlerinde bildirildiğine göre, cennet hayatında bitkilerin en güzelleri yer alacak, bu hayata tat ve güzellik katacaklardır. Cehennem hayatında da, dünya hayatında bulunan bitkilerin en verimsiz ve yararsızlarına benzer bitkiler bulunacaktır.

Bitki ve hayvanlar, insan hayatının her safhasında önemli yer almaktadır. İnsanlar, bitkilerden beslenip gıda aldığı gibi, onlardan çeşitli ilaçları da yapmaktadır. Bitkiler, çeşitli hastalıklara karşı korunmada ve onları tedavi etmede etkili olmaktadır. Hayvanlar da aynı şekilde insan hayatında önemli
bir yer tutmaktadır. İnsanlar, hayvanlardan beslenir, onlardan elde ettikleri yün ve cilt gibi şeylerle giyinir, onları tarım ve ulaşımda kullanırlar.
Ayrıca bitkiler de hayvanlar da dünya hayatının birer süsüdür. Yeşilliğin kapladığı, çiçeklerin süslediği, kuş ve kelebeklerin uçuştuğu ve çeşitli hayvanların yayılıp otladığı bir manzara, insana cennetten bir görünüm
arz etmektedir.

Hayvan ve bitkileri koruma, aynı zamanda insan hakları ile ilgili bulunan bir konudur. Çünkü, yeryüzündeki bitki ve hayvanlar, yalnız bizi değil, aynı zamanda diğer insanları da ilgilendirmektedir. Hem hayvanlardan hem de bitkilerden tüm insanlar yararlanmaktadır. Bunlara zararlı olmak veya bunları gereğinden fazla harcamak, başka insanların hakkını çiğnemek sayılmaktadır. Bitki ve ayvanları sevmeyen, insanları da sevmez. İnsanı seven, onun hakkını göz önünde bulunduran, insan hayatının devamında
önemli rol oynayan bitki ve hayvanları da sever ve korur.

Hz. Muhammed (s.a.v.) daha sanayileşmenin olmadığı dönemlerde çevreyi korumaya yönelik tedbirler alarak Mekke, Medine ve Taif bölgelerini harem alanı ilan ederek buralarda ağaç kesmeyi ve hayvan avlamayı yasaklamıştır.

Bugün için sanayi artıklarının doğayı büyük ölçüde kirlettiğini görmekteyiz. Bütün yetkililerin, bu konuda kendilerine düşen görevi yerine getirmek suretiyle tabiatın tahrip edilmesini önlemek için gereken tedbirleri almaları son derece önemli bir zorunluluktur.

Bu gibi nedenlerden dolayı, insan olarak çevreyi korumaya, hava kirliliğini önlemeye, tabiatın birer süsü olan hayvan ve bitkileri korumaya azami derecede özen göstermeliyiz. Yeryüzündeki bitki ve hayvanların sayısı, sınırlıdır. Onları azaltmamalı, çoğalmaları için katkıda bulunmalıyız. (…) 

Nurettin Turgay‘ın, “Kur’ân Açısından Hayvanlar ve Bitkiler” adlı makalesinden alınmıştır.

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

İlginizi Çekebilir

Leyle-i Berat Hakkında (Âyet, Hadis, Risale-i Nur)

BERAT: Nişan, rütbe ve imtiyaz için verilen resmî belge, kurtuluş. Sitemizde Berat Gecesi ile İlgili yazılar …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Önceki yazıyı okuyun:
Kürt Medreseleri ve Bediüzzaman

Kürdistan Medreseleri ve Bediüzzaman Bahaeddin SAĞLAM Medrese ders okutulan yer demektir. Arapça olan bu ders …

Kapat