Ana Sayfa / İLİM - KÜLTÜR – SANAT – FİKRİYAT / Makaleler / Kur’an-ı Kerim’de İman Kavramı

Kur’an-ı Kerim’de İman Kavramı

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

İki makaledir.

Kur’an-ı Kerim’ de İman Kavramı – 1

İnsanın, Yüce Allah’la daimi bir iletişim kurabilmesinin ilk basamağını ve şartını oluşturan iman konusu; Kur’an’da emir tekrarının da en çok yapılmış olduğu alandır. Tüm Kur’an’ın yaklaşık dörtte üçünü oluşturur. Bunun anlamı; iman olmadan ne insanın ne de onun yapıp ettiklerinin bir değeri yoktur. Kişi iman etmekle, kendisine ait olan varlık alanını, cansız maddelerden, bitkilerden ve hayvanlardan ayırır. İnsaniyet konumuna yücelir.

Bu hakikati bilen İslâm bilginleri iman konusuyla ilgili erken dönem çalışmalarını başlatmışlar ve binlerce cilt kitap yazmışlardır. Bu çalışmalarda hem İslâm’ın inanç esasları anlatılmış hem de zaman içerisinde ortaya çıkan İslâm karşıtı düşüncelere, karşı görüşler üretmişlerdir. Kelam çalışmalarına baktığımızda görürüz ki, İslâm karşıtı görüşlerin bir kısmı bugün yoktur. Tarih içerisinde kaybolmuştur. İlimler tarihi çalışmalarında bilmek önemli olsa da; bugün, onlara verilen cevapları çok canlı tutmanın faydalı olduğunu söylemek mümkün değildir.

Zamanımız Müslümanlarının çoğu pozitivist kültürle içiçe yaşamakta ve batının ürettiği her türlü felsefeyle yüz yüze gelmektedir. Bu insanlar İslâm dışılığı ve hurafeciliği olmuş bitmiş tarihsel bir olgu olarak kabul ederlerse, yaşamış oldukları süreçte kendilerini hiçbir zaman Kur’an’ın ölçülerine vurmazlar. Allah’la iman temelli bütüncül bir iletişim kurmadan ve O’na göre hayatı anlamlandırmadan yine de Müslüman olduklarını iddia ederler.

Kimsenin amacı, birilerini haksız yere tekfir edip, dini tekeline almak değildir. “Kişinin mü’min olarak sabahlayıp kafir olarak akşamlayacağı” (Darimî, Sünen, I, 109) günlerin varlığını hissettirdiği dönemlerde insanlara faydalı olmak ve imanı, Kur’an’daki keyfiyeti üzerine anlatmak Hz. Peygamberden biz ümmetine kalan en önemli bir sünnettir. Hz. Muhammed, peygamberlik sürecinde en çok bu konu üzerinde durmuştur. Dolayısıyla, Muhammedî Sünneti diriltmek, imanın hakikatiyle kitleleri yüz yüze getirmekle mümkün olur.

İman eksenli sünnetin ihyası çerçevesinde düşünülen bu çalışma, konuyla ilgili ayetleri esas almaktadır. Kelam çalışmalarından alıntılar yaparak eskinin tekrarını yapmak yerine, modernitenin dayatıldığı ve globalleşmenin sonucu olarak batı kültürünün inanç alanlarını belirlemeye çalıştığı bir dönemde Müslüman kalabilmenin tek yolunun Kur’an’a teslim olmaktan geçtiğini anlatmaya çalışmaktadır. “İmanı muhafaza etmenin kor ateş tutmak gibi zor olduğu” bir zamanda, inanç alanımızın mutlak belirleyicisi olarak Kur’an’ı ve Hz. Muhammed’in örnek duruşunu kendimize referans edinmekten başka kurtuluş yolu yoktur. Kur’an’a ve Sünnete uygun olarak varlık kazanan bir hayat, ideal hayattır. Bu çalışmayla Kur’an’ın emrettiği iman alanına, hakkı tavsiye kabilinden bir ışık yakabildiysek ne mutlu.

Çalışmak insanlardan, yardım ve hidayet Allah’tandır.

GİRİŞ

Yüce Allah insanı halife olarak yaratmıştır. Halife olmak, yaratana karşı mutlak anlamda bağımlı olmaktır. İnsan bu bağımlılığını, kendisini yaratan Allah’la sürekli bir iletişim kurmak suretiyle kanıtlar. Bu iletişimin Allah’tan insanlara doğru olan ilahi bildirisine din denir. Bu din, akıl sahiplerine hitabeden, özgür irade beyanına dayanan ve insanlığı, her türlü emniyetin garanti altına alındığı bir dünyayı kurmaya teşvik eden Allah’ın doğal yasalarıdır.

Allah, Hz. Adem’le bu yasalarını insanlığa göndermeye başlamış ve Hz. Muhammed’le sona erdirmiştir. Hayatın üç boyutunu; uzunluk, genişlik ve derinlik alanlarını kuşatabilen ve bağlayıcı kurallar içeren ilahi din (ler)in hepsinin ortak adı İslâm’dır. Allah, İslâm adını taşımayan bir din göndermemiştir. Bu adı özünde barındırmayan; tahrif olmuş dinlerin hiç birisi İslam nazarında kendisine meşru bir zemin bulamaz.

Yukarıda belirtildiği gibi, hayatın üç boyutunu da düzene koymak isteyen İslâm; yeryüzünün selametini, güvenliğini ve insanın var olma bilincine uygun tavırlar sergilemesini tehdit eden her şeye karşı duyarlı olmayı istemektedir. İnsanın, Allah’la kurmuş olduğu iletişim veya bu iletişimin hayata yansıma biçimleri ihlal edildiği zaman İslâm, cihadı bir ibadet olarak mü’minlere emretmektedir. Bu ve benzeri ibadetlerin yerine getirilmesi, İslâm’ın diğer kurallarının hayata aktarılması insanın hayata bakışıyla ilgilidir.

Müslüman bir insanın hayata bakışı “teocentric”tir. Yani, Allah merkezli bir bakıştır. Buna göre, var olan her şeyin merkezinde Allah vardır. Varlık Onunla anlam kazanır. Kur’an okunduğu zaman görülür ki, Allah imajı, Kitabın tümüne sirayet etmiştir. Hiçbir şey Onun bilgisini ve takdirini aşamaz. Hiçbir kavram Allah’tan bağımsız değildir.

“Allah Merkezli” bir söylemle hayatı anlamlandırmayı öğütleyen tüm peygamberlerin insanlığı çağırmış oldukları ilk şey; yalnızca Allah’ı rab edinmek ve “Yaratmayı da emretmeyi de” Ona has kılmaktır. Kur’an’ın çağrısındaki emir tekrarlarının çoğunluğunu; bütün peygamberlerin ortak çağrısı olan “İman alanı/Dini Allah’a has kılma alanı” oluşturmaktadır. Bu konudaki ayetlerin Mekkî surelerde daha yoğun olduğunu söyleyebiliriz. İman alanıyla ilgili ayetler aynı zamanda ahlâk, ibadet ve hukuki kurumlarla ilgili ilahi isteklerinde alt yapısını oluşturur. İman alanının önemini; gelen ilk emirler olması ve ayetlerin çoğunluğunu oluşturması bakımından şöyle bir şemayla göstermek mümkündür:

Bu şemaya bakıp sonra da, dini hükümlerin birbirinden kesin çizgilerle ayrıldığını düşünmek yanlıştır. İslâm dininde her emrin ve yasağın imani bir yönü olduğu gibi inançla ilgili ayetlerin de ahlaki ve ibadet boyutu vardır. Fakat bilinmesi gereken en önemli şey; imanla ilgili ayetler hayata anlam kazandırır. Bu anlamla kişi mü’min olur. İmanla ilgili ayetlere göre bir karar alanı oluşturup hayata anlam vermedikçe, yapılan hiçbir salih amelin de değeri yoktur.

İman konusunun önem ve hassasiyetinden dolayı, insanın kendisini sürekli denetim altında tutması gerekir. Özellikle de İslâm’ın sosyal hayatta belirleyici olmadığı şartlarda bu denetimin daha da ciddi olması gerekir ki küfür tehlikesinden insan kendini koruyabilsin. Aksi halde, “günün akşamında veya sabahında” bilerek veya bilmeyerek insanın imanla ilgisi kesilir de ebedî olarak hüsrana uğrayanlardan olur. Böyle tehlikeli bir an yaşamamak için iman kavramını Kur’an’dan öğrenmek ve hayatı ona göre düzenlemek gerekir. Bu açıklamalardan sonra Kur’an’daki iman kavramının izahına geçebiliriz.

KAVRAMSAL ÇERÇEVE

“Küfür” sözcüğünün karşıtı olan “iman” mutlak tasdik anlamındadır. “Eman” ve “emanet” ile aynı anlamda kullanılır ki, eman korkunun, emanet de hıyanetin karşıtıdır. İman sözcüğünün hemzesi geçişli olduğu zaman ‘eman vermek’ ‘emin kılmak’ demektir. Allah’ın güzel isimlerinden el-Mü’min bu anlamdadır. Geçişsiz olduğu zaman da, “emin olmak” “güven duymak” manasına gelir. Sözlüklerden yola çıkarak anlam verdiğimizde mü’min; iman etmek suretiyle Allah’tan eman alan ve onun emniyetini elde eden insandır. İman ettiği değerlerle de küfürden ve cehennemden emin olur. Kişi imanı daimi bir oluşum olarak yaşar ve her an yenileyecek olursa, güvenilen ve emniyet duyulan örnek bir Müslüman olarak etrafına da güven telkin eder.

İmanın terim anlamı ise, Hz. Muhammed’in, Allah katından getirmiş olduğu dine kalp ile inanmak ve inanılan bu dine olan bağlılığı yeri geldiğinde dil ile söylemektir.

Kişi, şehadet getirir ve bazı dini hükümleri uygular fakat iman etmezse münafık, inanır; şehadet getirir ama İslami hükümleri yapmazsa fasıktır. İnanmaz ve şehadeti reddederse kafirdir.

İnsana Müslüman muamelesinin yapılabilmesi için kalbiyle tasdik ettiği dini hükümleri yeri geldiğinde diliyle de açıklaması, iman ettiğini duyurması gerekir. Ömrü boyunca, hiçbir özrü olmaksızın ikrar etmeyi yani; iman ettiği dine olan bağlılığını diliyle söylemeyi gerçekleştirmeyen bir insan Müslüman değildir. İnsan, imanını ikrarına göre toplumsal hayatta; siyasi, hukuki ve sosyal olaylarda Müslümanca muameleye ehliyet kazanır. Aksi halde bu ehliyeti kaybeder ve kendisine Müslüman muamelesi yapılmaz. Diliyle ikrar etme hususunda bir özrü olan, Müslümanlarla cemaaten yapılan ibadetlere katılarak Müslümanlığını ispat eder. Müslümanların kalp ve hayatlarında karar bulan imani hükümler dışarıya bir yansıma gösterirse (ki göstermelidir), buna bağlı olarak oluşan kimlik toplumsal değişimi de beraberinde getirir.

İmanın kendisinde karar kıldığı kişiye göre sınıflamasını yapan İslâm bilginleri, önümüze şöyle bir iman sıralaması çıkarmışlardır:

1. Matbu İman: Meleklerin imanıdır. Çünkü melekler, Allah’ı bilme ve Allah’a kamil anlamda kulluk üzerine yaratılmışlardır.

2. Masum İman: Peygamberlerin imanıdır. Onlar hayatın her alanında olduğu gibi iman etme yönünden de “üsve – model”dirler. İmanlarının gereği olarak sürekli etkenlik içerisinde bulunurlar. Hayatı ‘şahid’ olarak denetlerler ve imani değerlerin tebliğini yaparlar. Onların masum olması, peygamberler vasıtasıyla bize gelen dinin her türlü hatadan korunmuş olmasıdır.

3. Makbul İman: İnsanların özgür tercihleri sonucunda elde edilen imandır. Yapılan tercih sonucunda kişi, “Yaratmada ve emretmede Allah’tan başka otorite tanımıyorsa” mü’min olma vasfını kazanır. Böyle bir imanın devamı için, ibadetlerin ihsan ve murakabe bilinci içerisinde yapılması, iman edilen varlık; Allah Teâlâ’nın isteklerine mutlak teslimiyet çerçevesinde bir hayat yaşanması gerekir. İman edilen varlığın istekleriyle yaşanılan hayat arasında bir uygunluk yoksa makbul bir imandan bahsetmek söz konusu olmaz.

4. Mevkuf – kopuk iman: Bid’atçi kişilerin; sapıkların imanıdır. Bidatçi düşüncede, ortaya konulan değerlerle ya Allah’ın otoritesini sınırlama veya bu değerlerin Din’e karşı din olma iddiası vardır. Bu bakımdan bidatçilerin imanında tevhidî değerlere kesintisiz bir şekilde inanma söz konusu değildir.

5. Merdut – İman: Münafıkların imanıdır. İmanın asıl rüknü olan kalbî tasdik olmadığı için Allah tarafından kabul edilmeyip reddedilmiştir. İmanın kalpte karar kılması ve buna göre bir hayat tanzimi münafıkların davranışlarında gözükmez. Onlar dünyevî çıkarlar ve bir takım nimetleri elde etmek için Müslüman olduklarını sadece dilleriyle söylerler. “İnandık demekle kurtulacaklarını mı zannederler”ayeti münafıkları söz ve eylem uygunluğuna davet etmektedir. Halbuki gerçek mü’min inancının bir bedeli olduğunu bilir ve bu bedeli her an yerine getirir.

İman eden varlıkların kalbî durumlarına göre yapılan derecelendirmeden bir sonuç çıkarırsak; masum iman peygamberlerle, matbû iman da meleklerle ilgilidir. İnsan iman alanında peygamberlere benzemeye çalışıp, inançta bidatçi ve münafık olmaktan şiddetle sakınmalıdır. Kamil bir iman sahibi olup o hâl üzere ölmeyi ideal haline getirmelidir.

Bakara 2/30

Cürcanî, Seyyid Şerif, Târifat, Beyrut, 1995, s. 105.

Bk: Bakara 2/131, 136; Âl-i İmran, 3/52, 73; En’am, 6/14; Yunus, 10/72, 84…

Enfal 8/39

İzutsu, Toshıhiko, Kur’an’da Dinî Ahlâkî Kavramlar, s. 38.

A’raf, 7/54.

Paçacı, Mehmet, Allah’ın Krallığı Sendromu ve Günümüz Müslümanları, İslâmî Araştırmalar, VII, S. 2, 1994 Ankara.

İbn-i Manzur, Lisânu’l-Arap, I, 140-1.

el-Isfahânî, Rağıb, Müfredât, Beyrut, 1992, Daru’l-Kalem, s. 90.

el-Isfahânî, a.g.e, s. 91.

Cürcânî, Târifât, s. 40.

el-Kârî, Ali, Şerhu Kitabu’l-Fıkhı’l-Ekber, Beyrut, 1995, s. 26.

7/A’raf 54.

Bk: Taberi, Ebu Cafer Muhammed b. Cerir, Câmiu’l-Beyan, Beyrut, 1992, c.V, s. 514.

Cürcani, Târifât, s. 40.

29/Ankebut 2-3.

Bk: 2/Âl-i İmran 102.

☆☆☆

Kur’an-ı Kerim’de İman Kavramı – 2

Bu ayetin nüzul sebebiyle ilgili olarak şöyle bir olay nakledilir. Abdullah b. Selam (ö: 43/663) iki kardeşini İslam’a davet etmiş ve onlara şöyle demiştir: “Allah Tevrat’ta ‘İsmail oğullarından adı Ahmed olan bir peygamber göndereceğini, kim ona iman ederse hidayette olacağını, kim de iman etmezse sapık olacağını’ buyuruyor. Sizler de bu peygambere inanın.” Kardeşlerinden biri iman etmiş diğeri ise inkar etmiştir.viii Bu olay da gösteriyor ki, İslam mutlak doğruyu temsil etmektedir. Onu hiçbir din ve ideolojiyle aynîleştirmemek gerekir. Yahudiliğin İbrahimî temeli olsaydı Abdullah b. Selam kardeşlerini Hz. Muhammed’e iman etmeye çağırmazdı.

Tüm bunlardan hareketle şunu söylemek mümkündür; Allah katında ne tahrif olmuş Yahudilik ve Hıristiyanlığın, ne de kutsal kitapları insan eliyle yazılmış Budizm, Konfüçyanizm ve Taoizm gibi dinlerin geçerliliği olmadığı gibi, kutsalı olmayan tanrı tanımaz dünya görüşlerinin ve bir kutsalı olsa da Allah’ı ciddiye almayan ama kendilerini ideolojilere mahkum eden kişilerin bağlı oldukları dinlerin de bir geçerliliği yoktur.

3. Tevhîdî düşünmek: Kur’anıkerim’de birçok ayet, Allah’ın insana olan yakınlığından söz etmektedir. Konuyla ilgili şu ayetleri örnek olarak verebiliriz: “Siz nerede olursanız olun, O sizinle beraberdir…”ix İnsana, eylemlerini kontrol etmesi için güçlü uyarılarda bulunan bu ve benzeri ayetler, her türlü kayıtsızlığa karşı daha sorumlu bir hayatı öğütlemektedirler. Şu ayetle bu sorumluluk duygusu zirvelere taşınmaktadır: “Andolsun, insanı biz yarattık ve nefsinin ona ne vesveseler vermekte olduğunu biliriz. Biz ona şah damarından daha yakınız”x

Allah’ın kendisine bu kadar yakın olduğunu bilen bir kişi, değil eylemlerini, iç dünyasını; gönlünü ve zihnini de temiz tutar. Kafasını ideolojilerin atık mekanı olmaktan koruduğu gibi, zihninde ilahi olanın karar kılması için de gayret gösterir. İnsanın “Her yaptığı eylemin kayda geçilmesi”xi davranışlarında güzellikleri ortaya çıkarır. “İçinden geçenlerden bile hesaba çekilme”xii endişesi ise kalbinin güzelleşmesine sebep olur.

4. İbadetlerde devamlılık ve istek: Kur’an ve Sünnet, ibadet terimine dar bir anlam yüklememiştir. İbadet; hem namaz, cihad, oruç, hac ve zekat gibi ritüel alanı içerir hem de mükellefin, tutku ve nefsinin basit isteklerine karşı gelerek Rabbini ululamak kasdıyla yapmış olduğu tüm fiilleri kapsar. Allah’a ibadet etmenin özünde, “ezelde verilen söze/ahd ve misaka riayet”, koymuş olduğu şerî sınırlara uymak, var olana rıza gösterip, kaybedilenlerden dolayı sabretmek vardır.xiii

İbadetlerin kabul olması ve sahibine fayda vermesi için yerine getirilmesi gereken bazı şartlar vardır. Bunlar:

1. Allah’ın isteklerini ihlaslı bir şekilde yerine getirme ve dinin belirlemiş olduğu sınırlara uymak.

2. İbadetlerde samimiyet ve ihlas yoksa, dinin belirlemiş olduğu şekle de uymuyorsa yapılanların bir değeri yoktur.

3. Kişi ibadetinde çok samimi olur fakat yaptıkları Kur’an’a ve Hz. Peygamberin uygulamalarına benzemezse yine geçerliliği yoktur.

4. Yapılan ibadet, şeklî olarak dine uygunluk arz eder fakat Allah’tan başka birinin rızası aranırsa; o ibadetin de hiçbir geçerliliği yoktur.xiv

Kur’anıkerim amellerin arzı konusunda tek varlık olarak Allah’ı göstermiş ve ibadeti O’nun zatına tekelleştirmiştir. Bunun bir göstergesi olarak da mü’minleri Allah’tan başkasına ibadet etmeme konusunda uyarmıştır. Bu çerçevede Yüce Allah şu tenbihatta bulunmuştur.

1. Şeytana ibadet etmeyin: İnsanın ezelî düşmanı olan şeytana karşı sürekli uyanık olması gerekir. Ona ibadet etmek, sembolik hareketler yaparak tapınmak anlamına gelse de, esasında, onun vermiş olduğu vesveseleri vahyin önüne geçirmek suretiyle hayatı anlamlandırmaktır. Böyle vahim bir durumun oluşmaması için Allah Teâla şu uyarıyı yapmıştır: “Ey Adem oğulları, ben size and vermedim mi ki: – şeytana kulluk etmeyin, çünkü, o, sizin apaçık düşmanınızdır.”xv

2. Bir krala, hayatınıza hükmeden bir monarka ibadet etmeyin: Hayatı Allah’a rağmen düzenlemek isteyip bu davranışlarıyla tanrılık iddiasında bulunan kimselere tabi olmak; o kişilere ibadet sayılır. Toplumuna, “Ben sizin en yüce rabbinizimxvi diyen Firavun hem kendisini tanrı olarak görüyor hem de toplumsal itaat bekleyerek kendisine ibadet edilmesini istiyor. İbadetin yalnız Allah’a yapılacağını söyleyen ve tek ilah olarak Allah’a iman eden Hz. Musa’yı işkenceyle ve zindana atmakla tehdit ediyor. Kur’an bu durumu şöyle dile getirir: “(Firavun) “Bak” dedi. Eğer benden başka bir tanrı benimsersen, seni mutlaka hapse attırırım.”xviiHakim dini sistemin ister kurallarını koyan kimse olsun, isterse İslam karşıtı bir dünya görüşünün uygulayıcısı olsun; böyle kimselere mutlak bir boyun eğme onlara ibadettir.

3. Oligarşik bir zümreye ibadet etmeyin. Kulluğun yalnızca kendisine yapılmasını isteyen Allah Teâla, insan hayatının vahiy karşıtı bütün düzenlemelerini reddetmiş ve insanlığı uyarmıştır. Tarihten örnekler vermiş ve bu örneklerden yola çıkarak her insanın özelde de mü’minlerin kendilerini sık sık kontrol etmelerini tavsiye etmiştir. Konuyla ilgili vermiş olduğu en ilginç örnek, Hz. Musa ve Hz. Harun’a karşı çıkan Firavun’un etrafındaki insanların kullandıkları ifadelerdir. Kur’an bu durumu şöyle anlatır: “(Firavun’un ileri gelen adamları) şöyle dediler: “Soydaşları bize ibadet eden ve kendileri de bizim gibi iki adam olan bunlara mı iman edeceğiz yanixviii Ayetteki “Abidûn” sözcüğünü birçok meal, ‘köle olan, kölelik yapan’ diye çevirse de böyle bir çeviriye şahsen katılmadığımızı ifade etmek isteriz. Kölelik, savaş hukukunun ortaya çıkarmış olduğu bir durumdur. Harp tutsaklığının adıdır. İsrailoğulları Mısırlılarla yapılan bir savaş sonucu tutsak olmamışlar, fakat, hakları sömürülmek suretiyle köle muamelesine tabi tutulmuşlardır. Bu bakımdan bunlara köle dememek gerekir.

Ayetteki esas vurgu, Firavun ve çevresindeki kişiler; yönetici elit, İsrailoğulları başta olmak üzere tüm halkın, kraliyetin çıkarmış olduğu kurallar çerçevesinde hareket etmelerini istiyor ve karşı çıkanları şiddetle cezalandırıyorlardı. Kendilerine karşı çıkmayı ve statükoya mutlak bağlılığı isteyen bu tavrı, Kur’an bizlere “abd” köklü bir sözcükle hikaye etmiştir. Amaç; “sizler de, Allah’ın dışındaki varlıklara mutlak bir itaatte bulunursanız, bu davranışınızın onlara bir ibadet olduğunu bilin” demektir. Ayette, iğneleme şeklinde gizli bir uyarı vardır.

4. Din adamlarına ve önderlik konumundaki kişilere ibadet etmeyin: İslam, din bilginlerine ibadet eden Hıristiyan ve Yahudileri kınamıştır. Onların bu durumunu Kur’an bize şu şekilde aktarır: “Hahamlarını, rahiplerini, bir de Meryem oğlu Mesih’i, Allah’la beraber rabler olarak gördüler. Oysa, tek ilaha ibadet etmekle emrolunmuşlardı…”xix Kendisi de Hıristiyanlık dinine girip tanıyan bir kimse olarak Adiy b. Hatem (ö: 60/679) bu ayeti dinlediğinde itiraz etmiştir: “Ey Muhammed, onlar rahiplerine tapmıyorlar, onları rab edinmiyorlar…” diye. Hz. Peygamber böyle bir itiraza şu tarihi cevabı vermiştir: “Onların din adamları haramı helal, helali de haram yapıyorlar, halk da itaat ediyor. Onların bu (kayıtsız şartsız) bağlılıkları onları rab edinme, onlara ibadettir.”xx

Din büyüğü de olsa onlara bağlılık ve itaat Allah’ın koyduğu sınırlarla kayıtlıdır. Mutlak bir itaat olmamalıdır. Mutlak bir itaatin varacağı kötü sonucu büyük müfessir Hamdi Yazır (ö: 1942) şöyle izah etmektedir: “Şeytanlara, tağutlara, nemrutlara, firavunlara, putlara ve haçlara tapmak nasıl bir şirk ve Allah’a küfür ise, alimlere kulluk, haddinden fazla kıymet vermek; mesela hatayı, doğruyu, hakkı, hak olmayanı ayırmayarak hak ilminin icabı olmayan fikirlerini, sözlerini hakkın emrinden çıkarılmayan şahsi görüşlerini, heva ve nefislerine uymanın mahsulü olan keyfi fetvalarını ve iradelerini revaçlandırmak bir şirktir. Aynı şekilde; güya onlarda Allah’ın haram kıldığını helal, helal kıldığını haram yapabilecek, hakkın hükmünü değiştirecek bir hak ve yetki bulunabilirmiş gibi kastî sapıklıklar şöyle dursun, Allah’ın emrine aykırı olduğu açık olan hatalarına bile itaati uygun görmek, kısacası Allah ne diyor diye düşünmeden Allah’ın emrine uymayı hesaba almadan tabi olmak dahi öyle bir şirk ve küfür demektir. Allah’ı bırakıp başkalarına tapmaktır…”xxi

5. Heva’ya ibadet etmeyiniz: Heva, dinin çağrısının; Allah’ın meşru kılmış olduğu şeylerin dışında kişinin zevk duyduğu şehvetli şeylere meyletmesidir.xxiiTanımdan da anlaşılacağı üzere nefsin herhangi bir kayıt tanımadan, dini ve dini değerleri ciddiye almadan kendisine bir hayat alanı bulması hevadır. Sınırsız bir İbahiyecilik söz konusudur. Her şeyi mübah gören ve ilahi olanı hesaba katmayan bu anlayışın, fikrî, ahlakî, siyasî, ticarî, sosyal ve dinsel bir boyutu vardır. Tüm bu alanlarda ve hayatın tüm genişliğinde Allah dışta tutularak bir hayat kurgulanır ve pratik hale getirilirse bu durum hevayı tanrılaştırıp, ona ibadet etmektir. Kur’an, hevalarına tapınan insanları şu şekilde kınamaktadır: “Sen hiç kendi heva ve heveslerini tanrılaştıran (birini) düşündün mü? İmdi, böyle birinden de sen mi sorumlu olacaksın. Yoksa sen onlardan çoğunun (senin ulaştırdığın mesajı) dinlediklerini ve akıllarını kullandıklarını mı sanıyorsun? Hayır hayır, koyun sürüsü gibidir onlar; doğru yoldan hiç mi hiç haberleri yokxxiii

6. Tağutlara ibadet etmeyin: Allah’a karşı haddi aşan ve kendisine kulluk edilen her şey tağuttur. İster bu kulluk kişinin kendi iradesi ile olsun ister zorla, fark etmez. Kendisine ibadet edilen mabudun insan, şeytan veya put olmasının da farkı yoktur.xxiv

Bir kişi Allah’a isyan eder ve O’nun kullarını kendisine itaat etmeye zorlarsa, o zaman tağutlaşır. Böyle bir kimse şeytan, rahip, dini ve politik lider, kral veya bir devlet olabilir. Bundan dolayı bir kimse tağutu reddetmedikçe iman etmiş sayılmaz.

Tağuta iman, insanın küfür ve batıl çizgisine bağlı bulunduğunu ve neticede Allah’ı inkar edeceğini ifade eder. Halbuki Allah’a iman, insanın bütün sorumluluklarıyla, bütün boyutları ve kapsamıyla hayattaki uygulamasında hak noktasından hareket etmesi anlamına gelir. Bu iman en derin anlamı ile, Allah’ın dışındaki her şeyi reddetmeyi, Allah’ın belirlediğinin dışında bütün planlamaları, programları ve güçleri ezip geçmeyi ifade eder. İman eden bir insanın kalbinde Allah sevgisi ile tağut sevgisi asla bir arada bulunmaz.xxv

Tağutu inkar edip hiçbir zaman ona ibadet etmemek akidenin bir rüknüdür. İman iddiasında olup da tağuta ibadet edenleri Yüce Allah şu ayetle kınamış ve onlardaki inanç iddiasıyla eylemleri arasındaki uyumsuzluğu gözler önüne sermiştir: “Sana indirilene ve senden önce indirilene gerçekten inandıklarını öne sürenleri görmedin mi? Bunlar, tağutun önünde muhakeme olmayı istemektedirler; oysa onlar onu reddetmekle emrolunmuşlardır. Şeytan da onları uzak bir sapıklıkla sapıtmak isterxxvi Bu ayetteki kınanan kimse Medineli bir münafıktır. Bir Yahudi ile aralarında anlaşmazlık çıkınca Allah’ın ve Hz. Peygamberin sunacağı bir çözüm yerine bu münafık, Yahudi bilgini olan Kab b. Eşref’in ortaya koyacağı çözümü benimsemiştir.xxvii Bu kişinin vahiy yerine bir Yahudinin İslam dışı önerilerini kabul etmesi; önerinin sahibini kutsaması ve ona ibadet etmesidir. Kur’an’a göre bu davranış bir çeşit kulluktur.

7. Meleklere, cinlerexxviii ve putlara daxxix ibadet etmeyin: Çünkü bunların hiçbirisi tapınılıp ibadet edilmeye layık varlıklar değildir. Hepsi de Allah’ın yaratıklarıdır. Onlardan mutlak bir fayda veya zarar beklemek onların varlık nedenlerini veya konumlarını bilmemekten kaynaklanan bir cehalettir. Fıtratı kirletmektir.

8. İbadeti yalnızca Allah’a yapın: Sorumluluk anından ölene kadarxxx, hayatın tüm alanlarındaxxxi ihlaslı bir şekildexxxii ibadet sadece Allah’a yapılır. Çünkü Kur’an’ın dünya görüşü ‘theocentric’tir; yani varlık merkezinde Allah vardır.xxxiii Hiçbir şey O’nun takdirini aşamaz. O’nun müdahale etmediği hiçbir alan yoktur. İnsanın evlenmesinden boşanmasına, siyasi faaliyetlerinden ahlaki eylemlerine, namaz, oruç, cihad, zekat ve hac gibi ibadetlerinden ticari işlerine kadar Allah kurallar koymuştur. İnsan, bu kurallara imanı ve hayata aktarması; inancı ile ibadeti arasındaki uyuma göre mü’min/müslim kimliğini kazanabilir. Sadece inandım deyip sonra da Allah’ı ciddiye almamak; iman uğruna bir bedel ödememek, inanç-amel uyumsuzluğudur. Hayatını Allah’la anlamlandıran hiçbir Müslüman bu çelişkiye düşmemelidir. Hz. İbrahim’in yapmış olduğu şu dua, çelişkisiz bir imanı tanıtması ve hayatı kuşatıcılığı bakımından oldukça anlamlıdır. Her Müslümanın hayatında bu duanın bir yeri olması için Kur’an bu duayı örnek olarak sunmuştur: “De ki: ‘Bakın benim namazım, (bütün) ibadetlerim, hayatım ve ölümüm (yalnızca) bütün alemlerin Rabbi olan Allah içindir.”xxxiv

i Â’raf 7/54.

ii Bkz: Bakara 2/285, Nisa 4/59, 64, 65, 69, 80, 136, 150-152.

iii Nisa 4/150-152.

iv Âl-i İmran 3/19

v Âl-i İmran 3/85

vi Taberî, Câmiu’l-Beyan, c. I, s. 609. Ayrıca Bkz: Ebu’l-Fidâ İsmail b. Kesir, Tefsiru’l-Kur’ani’l-Azim, Daru’l-Velid, Cidde, 1993, c. I, s. 176.

vii Âl-i İmran 3/67

viii Âlûsî, Şihabuddin Seyyid Mahmud, Ruhu’l-Meânî, Beyrut, 1994, c.I, s. 385.

ix Hadid 57/4

x Kâf 50/16

xi İnfitar 82/11-12

xii Bakara 2/284

xiii Cürcani, Tarifât, s. 146.

xiv İbni Kayyim, Medâricu’s-Sâlikîn, Beyrut, 1998, c. I, s. 96-7.

xv Yasin 36/60. Ayrıca bak: Meryem 19/44

xvi Naziat 79/24

xvii Şuarâ 26/29

xviii Mü’minûn 23/47

xix Tevbe 9/31

xx Taberî, Câmiu’l-Beyan, c. VI, s. 354; Zemahşerî, Keşşaf, c. II, s. 256; Ferra, Meâni’l-Kur’an, c. II, s. 433; İbni Kesir, Tefsiru’l-Kur’an, c. II, s. 333; Âlûsî, Ruhu’l-Meâni, c. V, s. 276; Hazin, Lübâbu’t-Te’vil, c. II, s. 259; Yazır, Hak Dini, c. IV, s. 214.

xxi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, c. IV, s. 216.

xxii Cürcani, Tarifat, s. 257; Isfahânî, Müfredat, s. 849.

xxiii Furkan 25/43-44.

xxiv Taberî, Câmiu’l-Beyan, c. III, s. 21, Isfahanî, Müfredat, s. 521, Kahtanî, el-Vela ve’l-Bera, s. 23.

xxv Fadlullah, Min Vahyi’l-Kur’an, c. V, s. 33.

xxvi Nisa 4/60

xxvii İbni Kesir, Tefsiru’l-Kur’an, c. I, s. 492; Âlûsî, Ruhu’l-Meâni, c. III, s. 65-6.

xxviii Sebe’ 34/40-41

xxix İbrahim 14/35

xxx Hicr 15/99

xxxi Bakara 2/208

xxxii Beyyine 98/5

xxxiii İzitsu, Kur’an’da Ahlaki Kavramlar, s. 38.

xxxiv Enâm 6/162

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

İlginizi Çekebilir

Leyle-i Berat Hakkında (Âyet, Hadis, Risale-i Nur)

BERAT: Nişan, rütbe ve imtiyaz için verilen resmî belge, kurtuluş. Sitemizde Berat Gecesi ile İlgili yazılar …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Önceki yazıyı okuyun:
Dini Hayatımızın En Önemli Azığı Heyecan

Muhammed Emin Yıldırım hoca, ‘Dini Hayatımızın En Önemli Azığı Heyecan’ serlevhasının altında, heyecanın gerekliliğini, nasıl …

Kapat