Ana Sayfa / İLİM - KÜLTÜR – SANAT – FİKRİYAT / Makaleler / Kur’ân-ı Kerim’de Peygamberimiz Hz. Muhammed (asm)

Kur’ân-ı Kerim’de Peygamberimiz Hz. Muhammed (asm)

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

Yazar: Hatice TURAN

“Biz insanı en güzel şekilde yarattık” (95/4)

Allah, insanı yaratıp başıboş bırakılmıştır. (75/36) En güzel şekilde yaratılan insanı sınamak için ölümü ve hayatı halk topluluğu. (67/2) Hiçbir şey boş yere, (38/27) eğlenmek için, (44/38) oyun olsun diye (23/115) yaratılmıştı.

“Sizi sadece boş yere yarattığımızı ve huzurumuza geri getirilmeyimiziinizi mi sandınız?” (23/115)

Allah’ın, kendisini temsilen yeryüzüne halife olarak gönderdiği insandan istediği tek şey, bu görevini unutmayarak yalnızca O’na ibadet etmesi ; (51/56)  hevasını tanrı edinerek hayvanlardan daha aşağı bir konuma düşmemesidir. (25/43-44) Öyle ki sunulan emaneti taşımaktan kaçınan göklerin, yerin ve dağların aksine insan, onu yüklenmiştir.

“Biz o emaneti göklere, yere ve dağlara arz ettik, onlar, onu yüklenmeye yanaşmadılar, ondan korktular da onu insan yüklendi. O gerçekten çok zalim ve çok cahildir.” (33/72)

Artık ahdine sadakat göstermekten (iman etmekten) başka yol yoktur. “Onlar ki, emanetlerine ve ahitlerine riâyet ederler.” (23/8) Çünkü iman etmek, mutlak teslimiyeti gerektirir. (4/60-65, 9/111) İman etmek sınanma bilincine sahip olmaktır. (29/2-5) Allah’ın koyduğu haddi (sınırı) korumak; (9/112) aşırı davrananlardan olmamak (11/112, 18/ 28) ve dini yalnızca Allah’a has kılmaktır. (39/11-12) Hakk olan sadece Allah’tan gelmedir.(3/60, 10/108) Ve Hakk’tan gayrı her şey batıldır.(10/32) 

“Emrolunduğun gibi doğru ol! Beraberindeki tevbe edenler de (doğru olsunlar). Aşırı gitmeyin! Muhakkak ki O, bütün yaptıklarınızı görüp durmaktadır.” (11/112)

Allah, insanı yeryüzüne indirdiğinde, ona yol gösterecek hidâyeti (Kitab’ı)  (2/2, 185, 3/138, 7/52, 10/57, 12/111) vereceğini vaat etmiştir. 

“Onlara dedik ki: “Hepiniz oradan inin. Size benim tarafımdan bir hidâyet geldiğinde, kim o hidâyetimin izinde giderse, onlar için hiçbir korku yoktur, onlar mahzun da olmayacaklardır.” (2/38)

O Kitap ki, insanın geçmişini, geleceğini, tüm karanlıklarını aydınlatan bir Nur’dur. (4/174,  42/52, 64/8) Aklî, ruhî ve bedenî; kişisel ve toplumsal tüm hastalıklarına Şifâ’dır. (10/57, 17/82, 41/44) Varlığını tümüyle borçlu olduğu, tek hesap vereceği merciyi ve fıtratına yerleştirilen özü hatırlatan Zikir’dir. (20/99, 21/10, 50) Hak ile batılı ayırıp doğruyu önüne seren Furkan’dır. (2/185, 3/4, 16/64, 25/51, 26/2, 27/1, 76/78, 86/11-14, 98/3) Tüm âlemlere özellikle sağduyu sahiplerine Öğüt’tür. (2/231, 3/138, 6/90, 7/2, 10/57, 12/104, 20/2-3, 24/34, 29/51, 36/69, 50/45, 74/54-55, 76/29, 80/11-12, 81/27) Doğruyu yanlışı ayıran Beyân’dır. (2/118, 221-222, 3/138, 6/97, 12/1, 15/1, 16/89, 17/89, 18/54, 22/16, 24/34, 28/2, 38/67-68, 41/2-4, 44/2, 65/11) İnananlar için Rahmet’tir. (7/203, 10/57-58, 12/111, 16/64, 89, 17/82, 27/77, 28/86, 29/51, 31/2-3, 44/6, 45/20) Mübarek’tir. (6/155, 38/29) İman edenlere dünya ve ahiret mutluluğunu müjdeleyen Beşîr’dir. (17/97, 18/2-3, 27/2, 41/4, 46/12) Tüm insanlığı, özellikle iman etmemekte inat edenleri uyaran İnzar’dır. (6/51, 18/2-4, 19/97, 25/1, 36/6,70) Tüm insanlara Belâğ (Tebliğ)’dır.  (14/52) Yerli yerince, isabetli, hikmetli hükümleri ihtiva eden Hakîm’dir. (3/58, 10/1, 13/37, 31/2, 36/2, 43/4) Kerim’dir. (56/77, 80/12-14) İlahi Kanun’dur. (4/105, 5/48, 6/114, 7/3)

“Rabbinin sözü hem doğrulukça, hem de adaletçe tamamlanmıştır. O’nun sözlerini değiştirebilecek hiç kimse yoktur. O, işitendir, bilendir.” (6/115)

Allah, hem doğruluk hem de adalet bakımından tamamlanmış olan Kitab’a uyduğumuz, sımsıkı sarıldığımız takdirde (43/43) bizi en doğru yola iletecek (17/9) ve bize rahmet edecektir. (24/56, 3/132)

1) Resûl’e İtaat

Kitab’a uymak, O’nu getiren, O’ndan beslenen ve Hz.Aişe’nin ifadesiyle “ayaklı Kur’ân” olan Resûl’e itaat ile mümkün. (3/132, 8/20, 24/56, 4/80 ) Allah’ın bizi sevmesi; günahlarımızı bağışlaması; (3/31-32) işlerimizin boşa çıkmaması;(47/33) doğru yolu bulmamız (24/54) ve cennete girmemiz (48/17, 4/13, 33/7) Allah’a ve Resûlü’ne itaate bağlanmış. (8/1, 9/71, 24/51-52)

“De ki, siz gerçekten Allah’ı seviyorsanız bana uyun ki, Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Çünkü Allah çok esirgeyen ve bağışlayandır.” (3/31)

İtaatin sonucu ise:

“Kim Allah’a ve Peygambere itaat ederse işte onlar, Allah’ın kendilerine nimet verdiği peygamberler, sıddıklar, şehidler ve salihlerle birliktedir. Bunlar ne güzel arkadaştır!” (4/69)

“Elçi’ye itaat eden, O’na inanarak O’nu destekleyen, O’na saygı gösteren, yardım eden ve Onunla beraber indirilen Nur’a uyanlar. İşte felaha erenler ancak onlardır.” (7/157)

Resûl’e itaat etmek suretiyle Allah’ın dinine yardım edenlere Allah yardım eder. (47/7)  Salât u selam etmek ile bu âyetlerde bahsedilen yardım etmek, desteklemek, şanını yüceltmek paralel bir anlam taşıyor olsa gerek. Salât edin, yani O’nun takipçisi olun.

 “Allah ve melekleri Peygambere salât ederler. Ey iman edenler! Siz de ona teslimiyetle salât ve selâm edin. Şüphesiz ki Allah’a ve Resûlü’ne eziyet verenlere Allah hem dünyada, hem ahirette lânet etmiştir. Onlara aşağılayıcı bir azab hazırlamıştır.” (33/56-57)

İyi sonuç alınmak isteniyorsa, anlaşmazlığa düşülen hususlarda yapılması gereken çekişmeyip; (8/46) işi Allah ve Resûlü’ne götürmek (4/59)  ve verilen hükme içte bir burukluk duymadan teslim olmak.

“Hayır! Rabbine andolsun ki iş bildikleri gibi değil, onlar aralarında çıkan çekişmeli işlerde seni hakem yapıp sonra da senin verdiğin hükme karşı içlerinde hiçbir sıkıntı duymaksızın, tam bir teslimiyetle boyun eğmedikçe iman etmiş olamazlar.” (4/65)

Allah, Elçi’ye itaat etmeyenleri tepeleyip (58/5), görülmemiş bir biçimde azaba düçar kılarak (4/150-151),  efsaneye çevirir ve sürekli kalacakları ateşe atar. (4/14)  

“Allah’a ve Resûlüne karşı gelenler, kendilerinden öncekilerin tepelendiği gibi tepeleneceklerdir. Biz apaçık âyetler indirmişizdir. Kâfirler için küçük düşürücü bir azap vardır.” (58/5)

İtaat ile ilgili âyetlerin tamamı incelendiğinde görülecektir ki itaat “Muhammed” (sas)’e değil; “elçi”yedir. Hz. Muhammed’in ismi Kur’ân’da defaatle geçtiği halde (33/40, 47/2, 48/29, 61/6) itaat söz konusu olduğunda ismi değil, elçiliği öne çıkarılmış. İsminin zikredildiği âyetlerde de Hz. Muhammed’in elçiliğine vurgu yapılmıştır. Yani “Kur’ân’ın yetiştirdiği Resûl’e uyun. Sizin gibi beşer olabilir; fakat O’nu Resûl olarak seçmekle itaat edilecek konuma yükselttik.”

“Muhammed, sizin adamlarınızdan hiçbirinin babası değildir. Ama Allah’ın Resûlü ve peygamberlerin sonuncusudur. Allah her şeyi hakkiyle bilendir.” (33/40)

2) Beşer Peygamber

Diğer resûller gibi Hz. Muhammed de özellikle kendisinin beşer olduğunu vurgulayarak tebliğe başlamıştır. (41/6)

De ki: Ben de sizin gibi ancak bir beşerim. Ne var ki, bana ilahınızın ancak bir ilah olduğu vahyolunuyor. Onun için her kim Rabbine kavuşmayı arzu ederse iyi amel işlesin ve Rabbine yaptığı ibadete hiç kimseyi ortak etmesin.” (18/110)

Yemek yiyen, çarşılarda gezen,(25/20) ölümün tüm insanları bulduğu gibi,  Onu da bulacağı (39/30, 21/34) bir beşer.

“(Resûlüm!) Biz senden evvel de peygamberleri başka türlü göndermedik. Şüphesiz onlar hem yemek yiyorlar, hem çarşılarda geziyorlardı (sokaklarda yürüyorlardı). Sizin bir kısmınızı bir diğerine fitne (imtihan sebebi) kılmışızdır ki, bakalım sabredecek misiniz? Zira Rabbin her şeyi hakkıyla görmektedir.” (25/20).

Kendisi de beşer olması sebebiyle yanılabilir. Nitekim Kur’ân’da Hz. Muhammed’in, yaptıklarına mukabil uyarıldığı bir dizi âyet bulunmaktadır. Bu âyetler:

*Hz. Muhammed, evlatlığı Hz. Zeyd’in hanımı Zeyneb bint Cahş ile ilgili olarak Allah’ın ne murat ettiğini biliyor ve insanlardan çekinerek bunu içinde gizliyordu.(33/37)

*Zorlu Tebük Seferi’ne katılmamak için mazeret ileri süren münafıklara ve duyarlılıkları zayıf olan müminlere izin veriyordu. (9/43)

*Mekke’nin nüfuzlu kabile reisleriyle yaptığı sohbete dalan Allah Resûlü, kendisine soru sormaya gelen Abdullah b. Ümmü Mektûm’un, konuşmasını kesmesinden rahatsızlık duyuyordu.

“ 1- (Peygamber) Yüzünü ekşitti ve döndü. 2- Kendisine âmâ geldi, diye. 3- Ne bilirsin, belki o temizlenecek? 4- Veya öğüt belleyecek de öğüt ona fayda verecek. 5- Ama buna ihtiyaç hissetmeyene gelince, 6- Sen ona yöneliyorsun. 7- Onun temizlenmemesinden sana ne? 8- Ama sana can atarak gelen, 9- Allah’tan korkarak gelmişken, 10- Sen onunla ilgilenmiyorsun 11- Hayır hayır, sakın. Çünkü o Kur’ân bir öğüttür.”  (80/1-11)

Allah, Kitab’ında bu yaptıklarına karşılık Resûlü’nü uyararak, âdeta kullarına “Kur’ân Muhammed’in değil benim sözümdür. Tüm bunlar O’nun beşer olduğunun kanıtıdır. Diğer taraftan O’nun hayatı âyetlerle muhafaza edilmektedir. Sizin gibi beşer olması sebebiyle hayatını örnek alabilirsiniz.” mesajını veriyor.

Kendilerine vahiy indirilen toplumlarda itiraz, gönderilen peygamberin kişiliğine değil de onun beşer oluşuna, soy-sopça güçlü olmayışına, olağanüstü özelliklerle donatılmamasına veya ekonomik yetersizliğine olmuştur.

Hayatlarına müdahale eden bir din istemedikleri için, beşerin değil de meleğin peygamber olarak gönderilmesi gerektiğini iddia etmişlerdir. (17/94, 23/24, 25/21, 26/154, 41/14, 43/53)

“Bununla beraber, bize kavuşmayı ummayanlar “Bize ya melekler indirilmeliydi, ya da Rabbimizi görmeliydik” dediler. Andolsun ki, nefislerinde kendilerini büyük gördüler ve büyük azgınlık ettiler.” (25/21)

Yemek yiyen, çarşıda gezen peygambere tahammülleri yok. (25/7)Melek, peygamber olarak gönderildiğinde yaratılışı, gücü ve sorumluluğu farklı olduğu için onu örnek alamayacaklardır. Bu durum onların mevcut düşüncelerinin sonucudur. Çünkü Allah’ı, sadece yaratan, rızık veren, yağmur yağdıran olarak kabul ediyor; O’nun rabliğini görmezden geliyor ve bu özelliği başka varlıklara vermek suretiyle şirk koşuyorlardı.

“De ki: Size gökten ve yerden kim rızık veriyor? O, kulaklara ve gözlere hükmeden kim? Ölüden diriyi, diriden ölüyü çıkaran kim? İşleri idare eden kim? Hemen ‘Allah’tır’ diyecekler. De ki: O halde Allah’a karşı gelmekten sakınmaz mısınız?” (10/31)

Allah, Resûlü’ne indirdiği ilk âyetiyle “Oku! Yaratan Rabbin adıyla” 96/1), âdeta “Yaratıcı olarak bildiğiniz Allah, aynı zamanda Rabbiniz’dir.” mesajını veriyor. Yani O Allah ki yukarılarda oturmaz; hayatın içindedir. Yaşamımızın öncesinde ve sonrasında, her yerde ve her zaman, vardır. (1/1, 2/255) Hayatımızı tanzim eder ve bu düzene uymamızı ister.

“Allah ve Resûlü bir işe hükmettiği zaman, artık mümin bir erkek ve kadın için, o işlerinde başka tercih hakkı yoktur. Her kim de Allah ve Resûlü’ne âsi olursa açık bir sapıklığa düşmüş olur.” (33/36)

Bu düzeni de melek değil; ancak “beşer” olan bir elçi, örnek gösterilmek suretiyle getirebilir. Çünkü 

“Eğer yeryüzünde salına salına dolaşan melekler olsaydı, elbette onlara gökten elçi olarak bir melek indirirdik.” (17/95)

“Eğer Peygamberi, biz bir melek yapsaydık, yine de onu bir adam şeklinde yapardık ve onları yine düştükleri kuşkuya düşürürdük.” (6/9)

Meleklerin gönderilmesi de işlerinin bitirilmesi demektir. 

“O’na bir melek indirilmeli değil miydi? dediler. Eğer bir melek indirseydik, iş bitirilmiş olurdu, sonra kendilerine hiç göz açtırılmazdı.” (6/8)

Diğer mucize isteklerinde olduğu gibi, amaç gerçeği bulmak değil bahane üretmek. 

“Eğer biz onlara melekleri indirseydik, ölüler de kendileriyle konuşsaydı ve her şeyi toplayıp karşılarına getirseydik, Allah’ın diledikleri hariç, yine de inanacak değillerdi, fakat çokları bunu bilmezler.” (6/111)

Rabbimiz, Kitabı’nda resûllerinin “beşer” olduğunu ortaya koymak suretiyle biz insanlara manevi güç veriyor; bizi motive ediyor: “Sizin gibi beşer olan peygamber, İslâm’ı yeryüzüne hâkim kılmayı başardı; siz de başarabilirsiniz.”

Fakat ümmeti de daha sonra Peygamberini melekleştirmek suretiyle pratik yaşantılarının dışına iterek aynı hatayı yinelemişlerdir. Allah, Âdem (as) kıssasında, meleklere insana secde etmelerini emrederek, (2/34) insanın meleklerden üstün olduğunu ima etmiş; fakat ümmeti de Resûlü’nü yüceltmek adına melekleştirmek suretiyle, insandan yani kendisinden daha aşağı bir konuma indirmiştir.                 

3) Ümmî Peygamber                   

Allah, Hz. Muhammed’in ümmi oluşunu âyetlerdeki ifade tarzından anladığımız kadarıyla olumsuz bir özellik olarak zikretmez.

“Onlar ki, o ümmî peygambere uyarlar. Yanlarındaki Tevrat ve İncil’de yazılmış bulacakları o peygambere uyup, onun izinden giderler. O, onlara iyiyi emreder ve onları kötülüklerden alıkoyar. Temiz ve hoş şeyleri kendilerine helâl kılar, murdar ve kötü şeyleri de üzerlerine haram kılar, sırtlarından ağır yükleri indirir, üzerlerindeki bağları ve zincirleri kırar atar. İşte o vakit O’na iman eden, O’na kuvvetle saygı gösteren, O’na yardımcı olan ve O’nun peygamberliği ile birlikte indirilen nuru izleyen kimseler var ya, işte asıl murada eren kurtulmuşlar onlardır. De ki: Ey insanlar! Ben sizin hepinize Allah’ın Resûlü’yüm. O Allah ki, göklerin ve yerin bütün mülkü O’nundur. O’ndan başka hiçbir ilah yoktur. Öldüren de, dirilten de O’dur. Bundan dolayı gelin, Allah’a ve Resûlü’ne iman edin. Allah’a ve Allah’ın bütün kelâmlarına iman etmiş bulunan o ümmî peygambere, evet ona uyun ki, hidayete erebilesiniz.” (7/157-158)

Cuma sûresinde, gönderildiği toplumun da ümmi olduğu vurgulanır. 

“O’dur ki ümmiler içinde, kendilerinden olan ve onlara Allah’ın âyetlerini okuyan, onları temizleyen, onlara kitap ve hikmeti öğreten bir Peygamber gönderdi. Oysa onlar, önceden apaçık bir sapıklık içinde idiler.” (62/2)

Yani ne yazabilen ne de okuyabilen. Başka kaynaktan beslenmemiş, fıtratındaki özü korumuş, kirlenmemiş. Bu durum, muhatapları açısından bakıldığında, daha fazla güven duymalarına sebep olmuş.

“Sen bundan önce, ne bir yazı okur, ne de elinle onu yazardın. Öyle olsaydı, batıla uyanlar kuşku duyarlardı.” (29/48)

“Ve işte sana böyle emrimizden biz ruh vahyettik. Sen kitap nedir, iman nedir bilmezdin Fakat biz onu bir nur kıldık, onunla kullarımızdan dilediğimize hidayet vereceğiz ve emin ol sen her halde doğru bir yola çağırıyorsun.” (42/52)

Meşhur rivayete göre, Cebrail, Peygamberimizle ilk muhatap olduğunda “Oku”masını istemişti. Hz. Muhammed okuma bilmediğini söylediğinde iki defa daha aynı ifadeyle karşılaşmıştı. Ve Cebrail kendisini sıkarak bırakmıştı. Yani “Ey Muhammed! Eteğindeki taşları ortaya koy. Yıllardır insanların arasında yaşadın; birçok insanla tanıştın, görüştün. Birçok diyar gördün. Kendinle baş başa kaldın; inzivaya çekildin. Hayata dair; onun ilkelerine dair, nereden, kimden ne öğrendin? Ne biliyorsun? Söyle!” demiş ve rüyada olmadığını hissettirmek için de sıkmıştı. Fakat cevap “Ben okuma bilmem. Hayatı, insanı, geçmişi, geleceği, ölümü ve sonrasını öğrenebileceğim bir kaynağım yok. Yanlışı biliyorum; fakat doğruyu aradığım halde bulamıyorum.” olmuştur.

“Seni şaşırmış bulup yola iletmedi mi?” (93/7)

Alâk sûresinin ardından da” “Ey örtüsüne bürünen!” (73/1), kendi halinde olan, tefekküre dalan, içine kapanık olan! Kalk ve insanların arasına karış! Ve gündemi belirleyen sen ol. Çünkü artık Resûl’sün.” hitabına muhatap olmuş.

4) Resûl Oluşu

a) Vahye Uyan Resûl:     

“O, hevâdan (arzularına göre) konuşmaz.” (53/3)

“De ki: Size Allah’ın hazineleri benim yanımdadır, demiyorum. Gaybı da bilmiyorum. Ve size, ben bir meleğim de demiyorum. Ben sadece bana vahyolunana uyuyorum. De ki: Kör ile gören bir olur mu? Hiç düşünmez misiniz?”(6/50)

Kur’ân’da defaatle “O gönderilmiş elçilerdendir.” ifadesini zikrederek (2/252, 3/144, 4/49,  28/45-46, 36/3, 67/158) Allah, Resûlü’nden vahye sımsıkı sarılmasını istemiştir.

“Öyleyse Sen, Sana vahyedilen Kur’ân’a sarıl. Şüphesiz ki Sen doğru bir yol üzerindesin.” (43/43)

“Rabbinden Sana ne vahyediliyorsa onun ardınca git. Muhakkak ki Allah ne yaparsanız haberdardır.” (33/2)

Resûlü’nü hak din ile gönderen Allah, (48/28) müşrikler istemese de bu dinin bütün dinlere üstün geleceğini (61/8) müjdelemiştir.

b) Üstün Kılınmış Resûl:

Hz. Muhammed, gönderilen ilk Resûl değildir. (46/9) Aynı yükümlülük daha önce başka insanlara da verilmiştir. Hatta Hz. Musa ve İsa’ya verilen kitapta Hz. Muhammed’in geleceği müjdelenmiştir. (61/6, 7/157-158, 2/146). Hz. İbrahim ve İsmail O’nun için dua etmiştir (2/129)

“Ey Rabbimiz, onlara içlerinden öyle bir peygamber gönder ki, onlara senin âyetlerini okusun. Kendilerine kitabı ve hikmeti öğretsin ve onları temizlesin. Hiç şüphesiz Azîz ve hikmet sahibi Sensin.” (2/129)

Allah, Hz. Muhammed’i elçilerin arasının kesildiği bir sırada göndermiştir. (5/19)  O da önceki peygamberleri tasdik ederek bu aileye dâhil olmuştur. (3/3-4, 35/3, 46/12, 30)Allah bu ailedeki bazı peygamberlerinden daha ağır yemin aldığı için , (yükümlülükleri fazla ve imtihanları zor olduğu için) onları ayrıca zikreder.  

“Unutma o peygamberlerden misaklarını (kesin sözlerini) aldığımız vakti! Hele Senden, Nuh, İbrahim, Mûsa ve Meryemoğlu İsa’dan ki onlardan ağır bir misak (sağlam bir söz) aldık” (33/7).

Elçilerinden kimi kimine böylece üstün kılınmıştır. (2/253) Allah özellikle Hz Muhammed’e, büyük âyetlerinden bir kısmını göstermiştir. (53/18)  Tüm bunlara mukabil de Kevser’i vermiş (108/1) ve Makam-ı Mahmud’a ulaştırmıştır.  Allah, Hz. Muhammed’e peygamberliği faziletlerin hepsine sahip olması sebebiyle vermiştir.

“Allah elçiliği nereye vereceğini bilir.” (6/124),

“Peygamber” olmasaydı bile erdemiyle, üstün bir kişiliğe ve şahsiyete sahiptir.

Ve sen büyük bir ahlak üzerindesin.” (68/4) 

c) Müjdeci ve Uyarıcı Resûl:

Rahmeti kendisine ilke edinen Allah (6/12, 54), Rahmetinin tecellisi olarak, âlemlere Rahmet ve lütuf olan Resûlü’nü (21/107, 28/46,  9/61, 3/164), Rahmet olan kitabıyla (7/203, 10/57-58), müjdeci ve uyarıcı olsun diye göndermiştir. (2/119, 5/19, 7/184, 188, 17/105, 25/1, 56, 26/192-194)

“Şüphe yok ki, Biz seni hak ile rahmetimizin müjdecisi ve azabımızın habercisi olarak gönderdik. Sen, o cehennemliklerden sorumlu değilsin.” (2/119)

Resûl, onlara Allah’tan kendilerine büyük bir lütuf bulunduğu (33/47); cennete girecekleri (3/15) ve günahlarının bağışlanacağı  (39/53, 6/54) müjdesini veriyor.

“Müminleri müjdele! Onlara Allah’tan bir mükâfat vardır…” (33/47)

Müjdenin ise özellikle muttakilere, tağuta kulluk etmekten kaçınanlara, Allah’a yönelenlere (39/17) ve güzel davrananlara (46/12) olduğu belirtilir.

Uyarı ise ulaştığı herkese, (6/19) özellikle de inatçı kavme.

“Biz Kur’ân’ı senin dilin üzere kolaylaştırdık ki, onunla Allah’tan korkup sakınanları müjdeleyesin, inat edenleri de korkutasın.” (19/97)

Her toplumun bir uyarıcısı vardır. (13/7, 35/22-24) Allah, Resûllerini kavimlerinin diliyle göndermiştir ki ümmetleri vahyi anlasın ve uyarılabilsinler. (14/4, 46/12)

“Biz, her peygamberi, ancak bulunduğu kavminin diliyle gönderdik ki, onlara apaçık anlatsın. Bu itibarla Allah dilediğini sapıklıkta bırakır, dilediğini de hidâyete erdirir. O her şeye galiptir, hükmünde hikmet sahibidir.” (14/4)

Yani vahiyde asıl olan anlamadan okumak değil; vahyi idrak edip hayata aktarmaktır.  Hz. Muhammed de daha önce uyarıcı gelmemiş olan kavmi (34/44, 36/6) doğru yola gelirler umuduyla, uyarmak için gönderilmiştir. (32/3)Uyarı hesap gününe (42/7) ve çetin azaba (34/46) karşı.  Diri olanları uyarmış ki “söz” hak olsun.

“Diri olanları uyarmak ve kâfirlere de azab sözünün hak olması içindir.” (36/70)

Kabirlerde olana ise işittirmek mümkün değil. (35/22-24)

Hz. Muhammed’e düşen sadece uyarmaktır. (5/99, 13/40, 38/65, 64/12, 67/26) Eğer dönerlerse, yapması gereken, özünü kendisine uyanlarla beraber Allah’a teslim etmektir. (3/20, 5/92)

“Buna karşı seninle münakaşaya kalkışırlarsa de ki: ‘Ben, bana uyanlarla birlikte kendi özümü Allah’a teslim etmişimdir.’ Kendilerine kitap verilenlere ve (kitap verilmeyen) ümmîlere de ki: ‘Siz de İslâm’ı kabul ettiniz mi?’ Eğer İslâm’a girerlerse hidâyete ermiş olurlar. Eğer yüz çevirirlerse, sana düşen şey ancak tebliğ etmektir. Allah kulları görendir.” (3/20)

Yapacak başka bir şey yok. (3/128) Resûl sadece kendinden sorumlu. (4/84) Çünkü:

1) “Biz, seni onlar üzerine bekçi yapmadık, sen onlara vekil de değilsin!” (6/107)

2) “Eğer aldırmazlarsa onlara de ki: Bana Allah yeter. O’ndan başka ilah yoktur. Ben O’na dayanmaktayım ve O, o büyük Arş’ın Rabbidir.” (9/129)

3) “Bil ki Sen, ölülere işittiremezsin, arkasını dönüp kaçmakta olan sağırlara da daveti duyuramazsın. Sen körleri sapıklıklarından çevirip doğru yola getirecek değilsin. Ancak (gönülden) teslim olarak âyetlerimize iman edenlere duyurabilirsin.” (27/80-81)

“İçlerinden Seni dinlemeye gelenler de var. Sen, sağırlara, üstelik akılsız da olanlara dinletebilir misin? İçlerinden Sana bakanlar da var. Fakat Sen, körlere, üstelik basiretleri de yoksa hidâyet edip yol gösterebilecek misin?” (10/42-43)          

Allah Resûlü, risâlet yükümlülüğünün altında o kadar ezildi ki: 

“Demek onlar, bu söze (kitaba) inanmazlarsa, onların peşinde üzüle üzüle kendini helak edeceksin!” (18/6) “(Resulüm!) Onlar iman etmiyorlar diye adeta kendine kıyacaksın!” (26/3)

Allah, Resûlü’nü “Senden önce de elçilerimiz yalanlandı. Onlar sabrettiler; onlara yardımımız yetişti. Allah’ın kelimesini değiştirecek kimse yoktur. (6/34-35) Çünkü insanların yüreklerine sadece Allah hükmedebilir.” (43/40) diyerek sükûnete davet ediyor.

“(Resulüm!) Sen sevdiğini hidâyete eriştiremezsin; bilakis, Allah dilediğine hidâyet verir ve hidâyete girecek olanları en iyi O bilir.” (28/56)

Allah Resûlü de, görevini ifa edememenin hesabını nasıl vereceğini düşünerek, (7/6)  kendisini dünyada iken hesaba çekmiştir. Ümmetine sürekli “Tebliğ ettim mi?” diye sorarak, bu hesabı pratiğe dökmek suretiyle onları şahit tuttu.

“Kendilerine elçi gönderilmiş olanlara da soracağız, gönderilen elçilere de soracağız.” (7/6)

Yine aynı endişeyle, vahiy alırken unutma korkusuyla âyetleri tekrar ederek acele eden Resûlü’nü Rabbi uyarmıştır.

“Hükmü her yerde geçerli gerçek hükümdar olan Allah yücedir. (Ey Muhammed!) Kur’ân Sana vahyedilirken, vahiy tamamlanmadan önce Kur’ân’ı okumada acele etme; ‘Rabbim! Benim ilmimi artır’ de.” (20/114)

d) Şâhit Resûl:

Peygamberlerin gönderiliş sebeplerinden birisi de şahit olmaları. (33/45, 48/8) Bu şehâdet, “Hakk” olana tanıklık ederek “Hakk” olanı ümmetine tebliğ ettiğine ve onların ahvâlinedir. Zira hesap gününde Resûlullah ümmetinin durumu için şahitliğe çağırılacak. (16/89)

“Her ümmetten bir şahit getirdiğimiz ve seni de onların üzerine bir şahit yaptığımız zaman bakalım kâfirlerin hali ne olacak!” (4/41)

Peygamberlerin şahit olması, ümmetinin yardımcısı olduğu anlamına da gelebilir.

“Eğer kulumuz (Muhammed)a indirdiğimiz (Kur’ân)den şüphe içinde iseniz, haydi onun gibi bir sûre getirin, Allah’tan başka şahitlerinizi de çağırın; eğer doğru iseniz.” (2/23) 

âyetinde “şâhit” kelimesinin, “yardımcı” anlamında kullanılması muhtemel.

e) Karşılık Beklemeksizin Tebliğ Eden Resûl:

Hz. Muhammed aldığı vahyi okumak (96/1-5), ona uymak (75/16-19, 20/114), insanların tepkilerine aldırmaksızın mesajı eksiksiz iletmek (16/82, 24/54, 16/82) mesajın maksat ve hikmetini açıklamak (16/44, 64, 3/138), müminleri arındırmak, pastan, kirden temizlemek (2/151, 3/164, 62/2), müminler için mağfiret dileyip (3/159, 5/118), dua etmek (9/103) ile görevlendirilmiştir.

Bu görevini, insanlardan karşılık beklemeksizin (6/90) bir ücret istemeden ifa eder. (12/104, 25/57, 34/47, 38/86) Çünkü O’nun ücreti, kesintisiz olarak (68/3, 110/1-3) Allah tarafından verilecek.

“De ki: Ben sizden herhangi bir ücret istemem, O sizin içindir. Benim ecrim ancak Allah’a aittir. O, her şeye şahittir.” (34/47)

Daha azına razı olmak, dünyalığa göz dikmek ise Resûl’e yakışmaz.

“Sakın o kâfirlerden birtakımlarına verip de kendilerini zevklendirdiğimiz şeye (mal ve servete) heveslenip göz dikeyim deme. Onlardan dolayı üzülme. Müminlere merhamet kanatlarını indir.” (15/98)

Ücret istemek insanları ağır yük altında bırakır.

“Yoksa Sen kendilerinden bir ücret istiyorsun da, bu yüzden onlar ağır bir borç altında mı kalıyorlar?” (52/40)

Tüm samimiyetine, karşılık beklememesine, oğullarını tanıdıkları gibi O’nu tanımalarına rağmen; 

“O kendilerine kitap verdiğimiz ümmetlerin âlimleri onu o peygamberi oğullarını tanır gibi tanırlar, böyle iken içlerinden bir takımı gerçeği bile bile gizlerler.”(2/146)

Yine de Hz Muhammed’i deli, (34/46) cinli,  (81/22) büyücü (51/52) olarak nitelendirmek suretiyle hayatın dışına atmak için bildikleri gerçeğin üzerini örtmeye çalışmışlar

“De ki: ‘Size sadece bir tek nasihat edeceğim. Şöyle ki: Allah için ikişer, üçer ve teker teker kalkarsınız, sonra da iyi düşünürsünüz.’ Arkadaşınızda (peygamberde) delilikten eser yoktur. O, yalnız şiddetli bir azabın önünde, sizi sakındıracak bir peygamberdir.” (34/46)

SONSÖZ

Hz. Muhammed’i Kur’ân-ı Kerim’de araştırmak isteyenlerin, bir kısım âyetlere bakarak O’nu tanımayı hedeflemesi eksik bir çalışma olacaktır. Kur’ân’ın her bir âyeti, Hz. Muhammed’i model olarak inşa etmek suretiyle, O’nu örnek göstermiştir.

“Şanım hakkı için muhakkak ki Resûlullah’da, sizin için Allah’a ve ahiret gününe ümit besler olup da Allah’ı çok zikreden kimseler için pek güzel bir örnek vardır.” (33/21)

Yani “Hayatınızı, Kur’ân’ın, beşere yansıması, aynası olan Resûl’e bakarak tanzim ediniz.” mesajı verilmek istenmiştir. Çünkü Resûlullah’ın sünneti, “Lâ ilâhe illallah” ilkesinin hayata hâkim kılınmasından başka bir şey değildir.

Şu an, Müslümanların içinde bulunduğu durum, Resûlullah’ın örnek alınmadığının, yanlış anlaşıldığının en büyük ispatıdır. Peygamberin yanlış anlaşılması da Kitab’ın (Kur’ân’ın, Hayat Kitabının, İnsan Kitabının) yanlış algılanmasıdır.

Yapılması gereken ise, Kur’ân ve sünnetin hayat damarımız olduğu bilinciyle yaşamaktır. Nitekim Kur’ân ve sünnetin hayatımızdan çıkması, bu damarın kesilmesi demektir.

“Ey imanlarınız! Peygamber sizi, boyut hayatınızı kutlayabiliyorsanız, zamanınızı, Allah’a ve Resûl’e icabet edin. Ve bilin ki ki Allah, kişi ile kalbi arasına girer. Ve siz, O’nun huzurunda toplanacaksınız. ”(8/24)

siyerinebi.com

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

İlginizi Çekebilir

Risâle-i Nur’da Ramazan Bayramı Bahisleri

RİSALE-İ NUR’DA RAMAZAN BAYRAMI BAHİSLERİ 28. Lema 10. Nükte Nev-i beşerin ağlanacak gülmelerine, endişe-i istikbal …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Önceki yazıyı okuyun:
Hatıralarla Bediüzzaman Hazretlerinin Kastamonu Hayatı

KASTAMONU HATIRALARI (1936-1943) Yıl: 1936 Nasrullah Şadırvanına, ilk defa gördüğü yaşlı bir insan gelmişti. Bir …

Kapat