Ana Sayfa / İLİM - KÜLTÜR – SANAT – FİKRİYAT / Makaleler / Kur’an-ı Kerim’de Tevâfuk

Kur’an-ı Kerim’de Tevâfuk

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

Makale yazarı: Yrd. Doç. Dr. Yusuf BİLEN

Atatürk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi
İslâm Tarihi ve Sanatları Bölümü, Türk-İslâm Sanatları Tarihi Anabilim Dalı
ybilen@atauni.edu.tr

Özet
İki şeyin birbirine uygun ve denk gelmesi demek olan tevâfuk, bilim sahasına yeni girmiş bir kavramdır. Kur’an-ı Kerim’in kendinden alınan ölçülerle sayfa ve satır sistemi oluşturulan âyetberkenar Mushaf, ezberleme, okuma ve yazmada büyük kolaylıklara vesile olmuştur.

XX. yüzyılın ortalarına doğru yazılmaya başlanan tevâfuklu Kur’ân-ı Kerim’in yazılma gayesi; Kur’ân’ın gözlere hitap eden yönünü, “gözlü tabaka” denilen manayı anlamayan avam tabakasının dahi görebilecekleri, harika bir görsel ziyafeti herkese göstermek Kur’ân yazısına tekrar dikkatleri çekmektir. Tevâfuklu kelimeler tam bir i‘câz nüktesi olmayıp i‘câzın görevini yapan, i‘câza destek veren bir durum olduğundan ve harika denk gelmelerin tesadüf işi olamayacağından Kur’ân-ı Kerim’e ait bir mucizedir. Tevâfuklu Kur’ân-ı Kerim ilk defa Ahmed Hüsrev Altınbaşak tarafından yazılmıştır. (“İlk defa” olarak değil diye biliyorum, aslında başka yazanlar da vardı… Belki de ilk defa tam gözükmesine dikkat çekilerek ifade edilebilir.)

Kâinatta var olan hiçbir şeyde tesadüf olmadığı gibi fizikten kimyaya, insan anatomisinden astronomiye bütün bilim dallarının ele aldığı konularda bilinçli bir tercihin olduğu âşikâr olarak gözükmektedir. Kâinatı yaratan Allah, Kelâmullah’ında da ilâhî bir kasıtla görsel bir mucize ortaya koymuştur. Materyalist felsefenin insanları derinden etkilediği, akılları gözlerine inmiş ve görmediğine inanmayan veya inanmakta zorlanan insanların yaşadığı, Kur’ân harflerinin yasaklandığı bir asırda Kur’an-ı Kerim’in gözlere hitap eden tevâfuk mucizesinin ortaya çıkması gayet manidardır.

Kur’an-ı Kerim’in yazısında olan bu mucize Bediüzzaman Said Nursi (1877-1960)1 tarafından sistematik ve harika bir şekilde Kur’ân’a hizmet programına dönüştürülmüştür. Risale-i Nur Külliyatı’nda hem Kur’ân-ı Kerim’de bulunan tevâfuklardan hem de Risale-i Nur Külliyatı’ndaki tevâfuklardan bahsetmiştir. Kur’ân-ı Kerim bitmez tükenmez bir hazinedir. Biz burada sadece hattındaki harikalardan bahsedeceğiz.

Asrısaadetten itibaren ibadet aşk ve şevkiyle yazılan Kelâmullah’ın hattı binlerce hattatın gayretleriyle tekâmül ederek ilâhî mesajın gönüllere iletilmesine vâsıta olmuşlardır. Allah’ın Kelâmı’nı en güzel şekilde yazmak aşk ve arzusu, altın gibi kıymetli şeylerle tezyîn edilmesiyle tezhip sanatını doğurmuştur. Yazılan ve tezhiplenen Mushaf, her biri birer şâheser olan, gönülleri okşayan ciltlerle evleri, cami, müze ve kütüphaneleri donatmıştır. İlk önceleri ciltlerin yan kâğıdı olarak kullanılan ebrulu kâğıtlar zamanla su üstünde hüner satmak mahiyeti kazanmıştır. Yine ilahî vahyi tertil ve tecvidle okuma yüksek seviyede ulvi bir musikiyi netice vermiştir. Bu sayıyı daha çoğaltabiliriz ki ortaya çıkan harikulâde eserler Kur’ân medeniyetinin mahsulleridir.

1100/1680’li yıllarda yaşamış Hindistanlı Hattat Muhammed Ruhullah b. Muhammed Huseyn el-Lâhorî otuz varak halinde yazdığı Mushaf’ın her varakına bir cüz yerleştirmiş ve her satırı “elif” harfiyle başlatmıştır (Çögenli: 14).

Şumnu donağı denilen ve muhtemelen ilk defa Şumnu’da yazılmış olan Mushaflarda karşılıklı sayfalarda tevâfuklar ortaya çıkmıştır. Hüsrev Efendi’nin yazdığı Mushaf’ta ise bir sayfa içindeki Allah, Rab lafızları, aynı kökten türemiş veya tamamen benzer kelimeler, karşılıklı sayfalarda, bir önceki veya sonraki sayfalarda ya da sayfalar sonra birbirine tevâfuk etmiştir.

Tevâfuklu Kur’ân’ı Kerim’in Yazılması Nursi’nin tevâfuklu Kur’ân’ı yazdırmadaki gayesi, Kur’ân’ın gözlere hitap eden yönünü, “gözlü tabaka” dediği manayı anlamayan avam tabakasının dahi görebilecekleri harika bir görsel ziyafeti herkese göstermek ve Kur’ân yazısına dikkatleri çekmekti. Bunu: “(Bu Kur’ân’ı yazdırmaktaki maksadım) Hutut-ı Kur’âniye’nin (Kur’ân yazısının) muhafazasına hizmettir” (Nursi, Rumûzât-ı Semâniye Osmanlıca el yazma: 13) sözleriyle ifade etmektedir.

Bediüzzaman Said Nursi, karşılıklı sayfalarda tevâfukların olduğu bir Kur’ân-ı Kerim’i önceden gördüğünü ve o anda Kur’ân-ı Kerim’in hattında da i‘câzın bir numunesinin olabileceğini fark ettiğini söylemektedir.
“Kur’ân’ın birbirine bakan iki sahifesinde birbirine bakan cümleleri kırmızı kalemle yazılan bir Kur’ân’ı ben gördüm. Şu vaziyet dahi bir nev‘ mu‘cizenin emâresidir, o vakit dedim. Daha sonra baktım ki Kur’ân’ın müteaddid yapraklar arkasında birbirine bakar çok cümleleri var

1 Geniş bilgi için bkz. Hayrat Vakfı İlmî Araştırma Heyeti, Bediüzzaman Said Nursi ve Hayru’l-Halefi Ahmed Hüsrev Altınbaşak (I,II,III), Isparta, 2013.

ki ma’nidâr bir surette birbirine bakar. İşte tertîb-i Kur’ân irşâd-ı Nebevî ile münteşir ve matbû‘ Kur’ân’larda ilhâm-ı ilâhî ile olduğundan Kur’ân-ı Hakîm’in nakşında ve o hattında bir nev‘ alâmet-i i‘câz işareti var. Çünkü o vaziyet ne tesâdüfün işi ne de fikr-i beşerin düşünüşüdür”(Nursi, 2010: 308).

Burada bahsedilen Kur’ân’ın birbirine bakan iki sahifesinde birbirine bakan cümleleri kırmızı kalemle yazılan bir Kur’ân’ı ben gördüm dediği Kur’ân-ı Kerim muhtemelen bu nüshalardan birisidir. Çünkü bahsi geçen Kur’ân-ı Kerim’den şu anda iki adet tespit edilebilmiştir. Birincisi Erzurum’un asil ailelerinden Hoca Tayyar Efendi’den oğlu Hoca Lütfü Efendi’ye ondan da oğlu Vasfi Kumbasar beyefendi’ye intikal etmiştir (Müsennâ Tevafuklu Kur’ân-ı Kerim, 2014: 2). Bu Mushaf’ın ketebe kaydı olmadığından hattatının kim olduğu bilinmemektedir.
İkincisi ise Süleymaniye Kütüphanesi, Yazma Bağışlar, no: 6330 bulunan Ali İlmî Efendi’ye2 ait olan Mushaf’tır. Bu Mushaf Süleymaniye Kütüphanesi’ne sonradan alınmıştır. İki Mushaf mukayese edildiğinde hangisinin önceden yazıldığı tam bilinememektedir. Şumnu donağı diye önceden bilindiğinden bu tasarım oradan alınmış olabilir.

2 Ali İlmî Efendi, ketebe kaydında belirttiği hocası Haşim el-Keşfî’nin aynı zamanda kardeşidir. Ali İlmi Efendi hakkında bilgi bulunmamakla beraber hocası ve ağabeyi Mehmed Haşim el-Keşfî, Tuhfe-i Hattatîn’de kayıtlıdır. Seyyid Mehmed Hâşim Efendi, Mehmed Efendi isminde bir zatın oğludur ve Rusçukludurlar. Sülüs ve nesih hatlarını Mirahor (İmrahor) Camii imamı Emir Efendi’den (Yedikuleli Seyyid Abdullah Efendi ö. 1731) meşk etmiştir. Aynı zamanda Hoca Mehmed Rasim Efendi’den de yazının usul ve kaideleri üzerine öğrenim görmüştür.1139/1756 tarihinde vefat etmiştir. “Saat-i hicret” ibaresi ile vefatına tarih düşürülmüştür. Atik Ali Paşa Camii haziresine defnedilmiştir. Kız kardeşinin oğlu İsmail Şeref Efendi de hattattır. (Müstakîmzâde, Süleyman Sadeddîn, Tuhfe-i Hattatîn, İstanbul 1928, s. 446.

Ali İlmî Efendi’nin ketebe kaydında şu ifadeler yer almaktadır: “Ketebehu el-hakîr el-fakîr ilâ rahmeti’llâhi Aliyyu’l-İlmî min telâmîzi Hâşîm el-Keşfî ğaferellâhu lehu velivâlideyhimâ velimen nezara fihimâ ve duau biduai’l-hayri likâtibihi”
Diğer sayfasında ise “Kalem aldım elime, başladım Kelâm-ı Kadîm’e, onbeşinci Kelâm-ı Kadîm, Hak müyesser etti bi’t-temâm (Allah tamamlanmasına muvaffak etti)” ifadeleri yer almaktadır ki Süleymaniye Kütüphanesi’ndeki Mushaf’ın hattatın yazmış olduğu 15. Kur’ân-ı Kerim olduğu anlaşılmaktadır.

Donak, süs, bezek, ziynet (Çağbayır, 2007: 2/1275) anlamlarına gelmektedir. Muhtemelen karşılıklı sayfalar adeta siyah ve kırmızı renkle süslenmiş gibi olduğundan bu isim verilmiştir. Bu da gösteriyor ki bu Kur’ân-ı Kerimler ilk defa Şumnu’da yazılmıştır3

Hoca Tayyar Efendi de 1290/1873 tarihinde aldığı Kur’ân-ı Kerim’in sonunda sayfanın alt kısmına “Şumnu donağı denilen bu Kur’ân-ı Kerim 1290 tarihinde alınmıştır. İmza Tayyar” notunu düşmüştür.

3 Şumnu, önceleri Osmanlı Devleti sınırları içerisinde olup, günümüzde Bulgaristan’da bir şehirdir.

Said Nursi, I. Dünya Savaşı’nda Erzurum Pasinler cephesinde avcı hattında yazdığı “İşârâtu’l-İ‘câz fî Mezânni’l-İ‘câz” isimli tefsirinde ve daha başka eserlerinde Kur’ân-ı Kerim’den çok dakik i‘câz numuneleri tespit etmiştir. Kur’ân-ı Kerim’deki tevâfuklu kelimelerin ilahi bir kasıtla olduğunu, tam bir i‘câz olmayıp ancak i‘câzın görevini yapan, i‘câza destek veren bir durum olduğundan ve harika dizaynın tesadüf işi olamayacağından bahisle Kur’ân-ı Kerim’e ait bir mucize olduğunu şöyle anlatmaktadır:
“Bu tevâfukât-ı gaybiye tabir ettiğimiz san‘at-ı bedîa (harika sanat), i‘câzın eczâ-yı
hakîkiyesinden (mucizelerin hakiki kısımlarından) değil belki bir nev‘ i‘câzın vazifesini gördüğü için i‘câzın eczası içine dâhil olmuştur. Çünkü i‘câz gösteriyor ki Kur’ân Kelâmullahtır (Allah kelâmıdır). Beşerin kelâmı (insan sözü) değildir. Şu tevâfukât-ı gaybiye dahi madem tesâdüf işi olamıyor ve fikr-i beşerin düşünüşü değildir. O da delâlet eder ki o kelâm gaybdandır, beşerin sözü değildir. (Nursi, R. Semâniye, 12)

Yine tevâfukta ittifak, ittihada ve vahdet nükteleri tevhide işaret etmekle Kur’ân’ın dört esasından biri olan tevhide delalet ettiği için nazarında kıymetli olduğuna dikkat çeker:
Kudsî bir şeyin zarfı ve kılıfı ârızî (sonradan olma) bir kudsiyet aldığına binâen ve
tevâfukta bir işaret-i kudsiye gördüğümüzden tevâfuk nazarımızda mübarek olmuştur. Hem tevâfuk (denk gelme) ittifaka (uyuşma) işâret, ittifak ise ittihada (birleşmeye) emâre, ittihad ise vahdete (birliğe) alâmet, vahdet ise tevhîde (Allah’ın birliğine) delâlet, tevhîd ise Kur’ân’ın dört esasından en mühim esası olduğundan tevâfuk nazarımızda yüksek bir meymenet (bereket) almıştır. Hem tevâfuk, şevki tezyîd (arıtırıp) ve kelâmını tezyîn ettiğinden (süslediğinden) nazarımızda
güzelleşmiştir (Nursi, R. Semâniye, 64).

18. yüzyılın sonlarından itibaren bazı hattatlar bütün sayfalarının âyetle başlayıp âyetle bittiği şekilde Mushaflar yazmışlardır ki bu tarz Mushaflara âyetberkenar denir. Âyetberkenar, Kur’ân-ı Kerim’in yazısındaki harikulâde bir özelliğidir. Kur’ân’daki âyetlerin uzunlukları farklı farklıdır. Tek kelimelik, birkaç kelimelik âyetler olduğu gibi, yarım sayfalık hatta bir sayfalık âyetlere kadar pek çok uzunlukları vardır. Buna rağmen hiçbir sayfanın sonunda bir âyet bölünerek diğer sayfaya geçmez. 18. yüzyıldan önce de âyetle başlayıp âyetle biten Mushaflar yazılmakla beraber, âyet berkenar Mushaflar Hasan Rıza (ö. 1920) ve Kayışzâde Hafız Osman (ö. 1894) gibi hattatlar elinde kıvam bulmuş ve böylece Mushaf yazımında hem kolaylık hem de bir nevi standart ortaya çıkmıştır. Bu ölçü, Kur’ân-ı Kerim’in kendinde mevcut olan mikyaslar esas alınarak oluşturulmuştur. Sayfa yapısı, 15 satır olmak üzere Bakara suresi 282. âyet (Müdâyene / borçlanma âyeti), satır düzeninde İhlâs ve Kevser sureleri esas alınmıştır. Günümüzde Mushaflar tamamen bu ölçü ile yazılmaktadır.

Kur’ân-ı Kerim’de görülen tevâfuklara bu açıdan bakıldığında da şöyle bir orijinalitesi görülüyor ki Kur’ân’ın sayfa ve satır yapısı bozulmadan görsel bir harikâsı ortaya çıkmaktadır. Bediüzzaman bu gerçeği “Sahife ve satırlarını değiştirmedik. Yalnız biz tanzim ettik (düzenledik). O tanzimden hârika bir tevafuk göründü.” (Nursi, 29. Mektub: , 3. Risale) şeklinde ifade etmektedir.

Rumûzât-ı Semâniye isimli eserinde ise şöyle demektedir: “Hafız Osman hattıyla matbû‘ Kur’ânda ne gibi meziyetler görünse, kâtiblerin ve müstensihlerin (çoğaltanların) hüneri olamaz. Doğrudan doğruya Kur’ân’ın meziyetleridir. Çünkü en büyük âyet olan âyet-i müdâyene, o Mushaf’ın sahifelerinde ölçü alınıp ona göre sahifeler belirlenmiş ve onlarda çok meziyetler görünmüş. Meselâ, bütün sahifelerin sonunda güzel bir şekilde âyet tamam oluyor. Hem o Mushaf’ın satırları için ölçü, en kısa sûre olan Sûre-i Kevser ile Sure-i İhlâs esas tutulmuştur.
Madem Kur’ân’ın âyet ve sûresinin mikyasıyla olmuştur. O hatta (yazıda) ne kadar meziyetler varsa doğrudan doğruya Kur’ân’a aittir. (Nursi, R. Semâniye, 15).

Nursî, 1351/1932 yılında talebelerine tevâfuklu bir Kur’ân yazdırmak istediğini bir mektupla aşağıdaki şekilde bildirmiştir: Kur’ân-ı Mu‘cizu’l-Beyân’ın iki yüz aksâm-ı i‘câziyesinden nakşî bir kısmını gösterecek bir tarzda, Kur’ân-ı Azîmüşşân’ı, Hâfız Osman hattıyla tayin eden ve âyet-i müdâyene mikyas tutulan sahifeleri ve sûre-i İhlâs vâhid-i kıyâs tutulan satırları muhafaza etmekle beraber o nakş-ı i‘câzı gösterecek tarzında bir Kur’ân yazmaya dair mühim bir niyetimi; hizmet-i Kur’ân’daki arkadaşlarımın nazarlarına arzedip meşveret etmek ve onların fikirlerini istimzâc etmek ve beni îkaz etmek etmek için şu kısmı yazdım, onlara müracaat ediyorum (Nursi, R. Semâniye, 13).
Bu teklife Kur’ân-ı Kerim yazabilecek nesih hattını bilen Şamlı Hâfız Tevfik, Hoca Sabri, Hâfız Ali, Hâfız Hâlid, Muallim Galip, Hâfız Zühdü, Hakkı Efendi ve Ahmed Hüsrev Efendi gibi talebeleri Tevâfuklu Kur’ân’ın yazılmasına namzet oldular. Çoğu hattat, hafız veya hoca olan on talebesine Kur’ân’daki tevâfukları gösterir tarzda yazmaları için üçer cüz verdi. Bediüzzaman, ön çalışma sonucunda talebelerinden Ahmed Hüsrev Altınbaşak’ın (1899- 1977)4 nesih hattı zayıf olmasına rağmen tevâfukun tertibinde muvaffak olduğunu, istenilen şekilde yazdığını belirtilerek bu işle vazifelendirildiğini ve yazarken dikkat edeceği noktaları aşağıdaki mektupla kendisine bildirdi:

Mübârek, sıddık, kıymetdâr kardeşim!
Yazdığın Kur’ân-ı Hakîm’in iki cüz’ü bana ispat etti ki bu hizmet-i kudsiyede baş kitâbet senin hakkındır. Arkadaşımızdan Arabî hattı çok mükemmel burada iki zatın yazdıkları iki cüz senin yazdıklarınla mukâyese edildi. Çok geri kalmışlar. Gittikçe senin hattının güzelliği daha ziyâde oluyor. İnşaallah bu hayr-ı azîme ve bu hizmet-i kudsiyeye tamamıyla muvaffak olacaksın. Yalnız başta tevâfukatta az inhiraf var. Gittikçe intizama girmiş (Hayrat Vakfı İlmî Araştırma Heyeti, 2013: 1429).
Onun hattında bir müstesnalık var. Onun hatt-ı Arabîsi ne kadar noksan olursa olsun en yüksek hat onun hattını görüyorum. Bu hizmet-i mukaddesede baş kitâbetlik onundur. Onun için başta herkesten evvel ona gönderdim ki çabuk başlasın (H.V.İ.A. Heyeti, 2013: 1430).

Talebelerinden Ahmed Hüsrev Altınbaşak’ın yazdığı cüzlerde tevâfuk istenilen şekilde ortaya konulmuş ve bu şekilde uzun bir emek mahsulü olarak toplam dokuz defa yazılarak son

4 Ahmed Hüsrev Altınbaşak; rumî 1315 /miladi 1899 senesinde Isparta’nın Senirce Köyü’nde dünyaya geldi.
Osmanlı Devleti’nin son dönem Isparta valilerinden Hacı Edhem Bey’in oğlu Ali Efendi’nin torunudur. Babası Mehmet Bey (d.1280 – ö.1340), annesi ise Ayşe Hanım (d.1284 – ö.14.3.1943)’dır. Isparta’da Rüştiyeyi okuyan Hüsrev Efendi idadi eğitimine devam etmekte iken Birinci Dünya Savaşı başladı. Mezun olduktan sonra askere çağrılarak vatan hizmeti için 17 yaşında 1916’da İstanbul’a geldi. Yaşının küçüklüğünden dolayı tekrar Isparta’ya gönderildi. Ancak 1919 yılında İstiklal Savaşı başladı ve teğmen olarak batı cephesine sevk edildi. Yunanlılarla savaşta Manisa civarında esir düştü. Esâret dönüşü İzmir’de muayene olduğu hastanede gayr-ı Müslim bir doktor tarafından zehirlendi. Tedavisinden sonra saçları beyazladı ve dişleri döküldü. 1927 yılında üç yıl sürecek memuriyet hayatına başladı. Isparta, Şarkîkaraağaç ve Keçiborlu’da üç sene tapu memurluğu yapan Hüsrev Efendi 1930 yılında kendiişleriyle meşgul olmak için memuriyeti bıraktı. Hüsrev Efendi, 1931 senesinde Bedîüzzaman Said Nursî ile Barla’da yaşadığı dönemde tanıştı ve risalelerini yazmada yardımcı oldu. Bedîüzzaman Said Nursî’nin varisi olarak bilinmektedir.
Bediüzzamanın keşfetmesiyle ortaya çıkan tevâfuklu Kur’ân’ı 9 defa yazdı. (…) 1974 yılında Hayrat Vakfınının temellerini attı ve kurmuş olduğu matbaa ile dünyanın dört bir yanına tevâfuklu Kur’ân’ı neşretti. Günümüzde Türkiye’nin en büyük Kur’ân-ı Kerim matbaası olarak yayın faaliyetine devam etmektedir. Geniş bilgi için bkz. Hayrat Vakfı İlmî Araştırma Heyeti, Bediüzzaman Said Nursi ve Hayru’l-Halefi Ahmed Hüsrev Altınbaşak (I,II,III), Isparta, 2013.

şekli verilmiştir. Bunlardan 6 tanesi 1960’tan önce yani Bediüzzaman Said Nursi hayatta iken diğer üçü ise sonraları yazılmıştır. Tevâfukların tamamen ortaya çıkmasından sonra Hüsrev Efendi bir vakıf kurarak tevâfuklu Kur’ân-ı Kerim’in basılmasına çalışmış ancak Mushafın basımı 1984 yılında vefatından 7 yıl sonra gerçekleştirilmiştir. Allah hattat olmayan bir zatın eliyle Kur’ân-ı Kerim’in gözleri ve gönülleri ferahlatan, yazısında görülen bir çeşit i‘câzını bu asrın insanlarına ikram etmiştir. Dikkat edilmesi gereken husus, tevâfukların bir hattatın veya şahsın mahareti, tasarımı, tasarrufu olmayıp bilakis doğrudan doğruya Kur’ân’a ait bir güzellik olduğudur. Hüsrev Efendi’nin yazdığı tevâfuklu Kur’ân-ı Kerim’in üçüncü nüshasını esas alarak Hattat Hamid Aytaç Bey ve bilahare Hattat Mehmed Özçay Bey ve birkaç hattat daha tevâfuklu Kur’ân-ı Kerim yazmışlardır.

Tevâfuklu Kur’ân-ı Kerim’den örnekler
Tevâfuklu Kur’ân-ı Kerim dikkatle incelendiğinde Allah lafızları başta olmak üzere, Kur’ân, Resul kelimeleri ve aynı fiil kökünden türeyen manidar ve hikmetli bir çok kelimenin de sayfa yapısı bozulmadan harika bir şekilde tevâfuk ettikleri görülecektir. Kolayca fark edilebilmeleri için lafz-ı Celâller kırmızı ve diğer tevâfuklar ise pembe renkte basılmışlardır.

Birkaç numune ile göstermeye çalışalım. Hüsrev Efendi’nin yazdığı tevâfuklu nüshada, Kur’ân-ı Kerim’deki 2806 adet “Allah” lafzının hepsi ya bir sayfa içinde alt alta veya karşılıklı sayfalarda yüz yüze ya da başka sayfalardakilerle sırt sırta gelerek harika bir şekilde tevâfuk etmektedirler. Meselâ Resim 5’te görülen Kur’ân-ı Kerim 422. sayfa, “Allah” lafzının en çok geçtiği sayfadır ve 16 tanedir.


Yine bu sayfada 11 lafza-i Celâl, latif bir tenasüple beşli ve altılı olarak birbiriyle aynı hizaya gelirken en altta kelimesi “he” harfinin beş ve “vâv” harfinin altı rakam değeriyle âdetâ üstündekilerin toplam adedine işaretle bu letâfete renk katmaktadır.

Sonuç
Kur’an-ı Kerim’in yazısında görülen tevâfuk, ilk olarak sistematik bir şekilde 1932 yılında Bediüzzaman Said Nursi (1877-1960) tarafından keşfedilmiş ve talebelerinden Ahmed Hüsrev Efendi tarafından yazılmıştır.
Kur’ân’da bulunan 2806 adet “Allah” lafzının çok azı müstesna alt alta, karşı karşıya veya sırt sırta, 846 adet “Rab” ve 69 adet “Kur’ân” kelimelerinin tamamı ile her sayfada bulunan ve aynı kökten türeyen kelimeler de birbiriyle tevâfuk etmektedir. Uzun bir emek mahsulü olarak A. Hüsrev Altınbaşak tarafından toplam dokuz defa yazılarak son şekli verilen tevâfuklu Kur’ân-ı Kerim esas alınarak Hamid Aytaç, Mehmed Özçay gibi birçok hattat tarafından tevâfuklu Kur’ân-ı Kerim yazılmıştır. Burada özellikle dikkat edilmesi gereken husus, tevâfukların bir hattatın veya şahısların mahareti, tasarımı, tasarrufu olmadığı bilakis doğrudan doğruya Kur’ân’a ait bir güzellik olduğudur. Hüsrev Efendi kırk yıl samimi bir şekilde Kur’ân-ı Kerim’in yazılmasına gayret etmiş ve kurduğu vakıf matbaa yoluyla vefatından sonra basılmıştır. Aynı zamanda bin yıllık tarih ve medeniyetimizin kayıtlı olduğu Osmanlı Türkçesi’nin bütün vatan sathında yayılması için de büyük gayretler sarf etmiştir.
Tevâfuklu bir Kur’ân-ı Kerim yazılmıştır ve meydandadır. “Kur’ân Hicaz’da nazil oldu, Mısır’da okundu, İstanbul’da yazıldı” sözü tevâfuklu Kur’ân-ı Kerim’le tekrar tahakkuk etmiştir. İlâhî yardımlarla, ilhamlarla geçen asırlarda Şeyh Hamdullah (Ö: 1520), Hafız Osman (ö:1887) v.b. büyük sanatkârlar elinde tekâmül etmiş olan Kur’ân yazısı günümüzde de tevâfukla görsel bir zirveye ulaşmıştır.

Kaynakça
Altıkulaç, T. (1428/2007). Hz. Osman’a İzâfe Edilen Mushaf-ı Şerîf, (Topkapı Sarayı Müzesi Nüshası), İstanbul. Antik A.Ş. Kültür Yayınları. (1400/2010). Yılında Kur’ân-ı Kerim, İstanbul.
Derman, M. Uğur. (2010). Doksan Dokuz İstanbul Mushafı, İstanbul.
Hayrat Neşriyat, Kur’ân ve Tevâfuk. (1996). İstanbul.
Hayrat Vakfı İlmî Araştırma Heyeti. (2013). Bediüzzaman Said Nursi ve Hayru’l-Halefi Ahmed Hüsrev Altınbaşak (I,II,III), Isparta.
Çağbayır, Y. (2007). Ötüken Büyük Sözlük (I-V), İstanbul.
Çöğenli, M. S., Bakırcı, S. (2014). Müsennâ Tevâfuklu Kur’ân-ı Kerim, Atatürk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Yayınları no: 14, Erzurum.
Müstakîmzâde, Süleyman Sa‘deddîn (1928). Tuhfe-i Hattatîn, İstanbul
.Bediüzzaman Said Nursi
.(1934). Rumuzât-ı Semâniye (Osmanlıca el yazma),
—– İşârâtü’l-İ‘câz fî Mezânni’l-İ‘câz, Altınbaşak Neşriyat, İstanbul, 2014
—– Mektûbât Mecmuası, Altınbaşak Neşriyat, İstanbul, 2011
—– Zülfikar Mecmuası, Altınbaşak Neşriyat, İstanbul, 2011
Rado, Şevket, Türk Hattatları, İstanbul, tarihsiz.

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

İlginizi Çekebilir

Dâru’s-Siyâdeler (Seyyidlik Evleri)

Dâru’s-Siyâdeler (Seyyidlik Evleri) Doç. Dr. Murat Sarıcık   “Dâru’s-Siyade”, “Nakîbu’l-Eşrâflar”(1) ve Seyyidler için, ilk kez …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Önceki yazıyı okuyun:
Kuzey Sahra’nın Alman Tilkisi: Erwin Rommel

Yazar: Arif Emre Alptekin Nazilerin propaganda için kullandığı Rommel afişi İkinci Dünya Savaşı tarihin en …

Kapat