Kur’an Kelâmullahtır

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

Kur’an’ın Allah Kelamı Olduğunun Bazı Delilleri

Yusuf Sıddık

Sizce 600 sayfalık bir kitabın kelime kelime, harf harf ezberlenmesi mümkün müdür? 

Hem de bu kitap lisanını hiç bilmediğiniz bir dilde yazılmış olsa? 

Hem de her sayfasında karışıklığa sebep olacak birbirine benzeyen çok cümle ve kelime bulunsa?

 Herhalde böyle bir kitabı ezberlemek için dâhi olmak gerekirdi. 

Acaba böyle bir kitabın küçücük çocuklar tarafından kolayca ezberlendiğini görseydiniz ne düşünürdünüz? 

Herhalde derdiniz ki “Ya bu çocuklarda bir şey var, bu çocuklar dâhidir” Ya da “Bu kitap da bir tılsım var ki, sıradan bir kitap değildir.” Ve sonra görseniz ki, o çocuklar kendi lisanlarında yazılmış kısacık bir şiiri bile ezberleyemiyorlar. Acaba hiç şüpheniz kalır mıydı ki, bu kitap harikulade olmasın?

Yeryüzünde hiçbir kitap yoktur ki, milyonlarca kişi tarafından kelime, kelime ezberlenip, her vakit milyonlarca dilde okunur olsun. Kur’an müstesna!

Evet, 7-8 yaşlarındaki küçücük bir çocuk, kendi lisanında olan bir şiiri bile ezberleyemez iken; Arapça bilmemesine, manasını anlayamamasına, ayetlerin birbirine benzemesinden dolayı karıştırma ihtimali olmasına ve Arapça harflerin mahreçlerinin birbirine benzemesine rağmen 600 sayfalık Kur’an’ı kolayca ezberleyebiliyor. Hiçbir ayeti başkasıyla karıştırmıyor.

İşte Kur’an’ın bir çocuğun bile hafızasına girmesi ve ona ağır gelmemesi ve milyonlarca hafızalarda gezmesi ve her vakit milyonlarca dilde okunması ispat eder ki, Kur’an; Allah’ın kelamıdır ve onun sözüdür.

Kur’an’ın tercümanı olan zatın herkesten ziyade ona itikadı ve hürmeti ispat eder ki, Kur’an Allah’ın kitabıdır.

Kur’an-ı Kerim, ortaya koyduğu hikmetli kanunların şehadetiyle Allah’ın kelamı olduğu gibi, Kur’an’ın tercümanı olan zatın herkesten ziyade ona itikadı, inancı ve hürmet etmesi de ispat eder ki, Kur’an Allah’ın kelamıdır.

Zira tarihte birçok kanun koyucular gelmiştir ki, koydukları kanunları ilk önce kendileri çiğnemişler, yasakları ilk önce kendileri ihlal etmişlerdir. Demek mesele sadece kanun yapmak değil, aynı zamanda o kanuna boyun eğmek ve itaat etmektir. 

Peygamber Efendimiz (S.a.v.) Kur’an’ın her bir hükmüne öyle itaat etmiş, öyle iman etmiş ve öyle hürmet etmiştir ki, tarih-lerde emsali yoktur. Hatta “Hud Suresi”ndeki “Emrolunduğun gibi dosdoğru ol” ayeti nazil olduğunda, “Bu sure beni ihtiyarlattı” buyurmuştur. 

Evet, o Allah’ın peygamberinin Kur’an’a karşı öyle bir itikadı ve imanı vardır ki, o zamanın hükümranı olan bütün fikirler ve inançlar ve bilginlerin hikmetleri ve ruhanî reislerin ilimleri ona karşı ve ona muhalif oldukları halde; onun ne imanına, ne itikadına, ne inancına ve ne de itimadına, hiçbir şüphe, hiçbir tereddüt, hiçbir zaaf, hiçbir vesvese verememişler. 

Bu da ispat eder ki, Hazreti Muhammed (S.a.v.) Allah’ın elçisidir. Kur’an da Allah’ın kelamıdır.

Hz. Muhammed (S.a.v.)’in, Kur’an’ın inmesi sırasında uyku gibi bir vaziyette bulunması ispat eder ki, Kur’an Allah’ın kitabıdır.

Kur’an ayetlerinin birçoğu nazil olurken, Peygamber Efendimiz (s.a.v.) uyku gibi bir halde bulunuyordu. Bu halden uyanır uyanmaz, kendisine vahyedilen ayetleri vahiy kâtiplerine yazdırıyordu. 

Hatta ona karşı olanlar şöyle diyorlardı: “Tek başına bir adam dağa çıkıyor ve döndüğünde dünyanın en güzel şiirleri ile geliyor.”

İşte bu hal ispat eder ki, Kur’an Allah’ın kelamıdır. Zira bir beşerin uykusunda bir şeyler tasarladığını iddia etmek hiçbir akıllının kârı değildir. 

Hele dâhilerin bile taklidini getirmekten aciz kaldığı bir kitabın, okuma yazma bilmeyen bir beşer tarafından, uyku gibi bir vaziyette yazıldığını iddia etmek, herhalde inattan ve iftiradan başka bir şey olamaz. Bu, güneşe karşı gözünü kapayarak, gece olduğunu iddia etmek gibi ahmakçasına bir hezeyandır. Güneşe gözünü kapayan sadece kendine gece yapar. 

Kur’an güneşine gözünü kapayarak kendine gece yapan ey insafsızlar! Kur’an ayetlerinin nâzil olurken, Peygamber Efendimizin (S.a.v.) uyku gibi bir vaziyette bulunmasını ne ile izah edebilirsiniz?

Yoksa uykusunda yazdığını iddia ederek akıldan istifa mı edeceksiniz? 

Gelin ve gözünüzü açın. Kur’an güneşi, sizin hem dünyanızı hem de ahiretinizi aydınlatsın.

Kur’an’ın okunması sırasında meleklerin ve cinlerin pervane gibi etrafında toplanmaları ispat eder ki, Kur’an Allah’ın kitabıdır.

Kur’an’ın okunması sırasında, çok işaretlerin, hadiselerin şahadeti ve Allah dostu olan velilerin haber vermesi ile meleklerin ve cinlerin pervane gibi etrafında toplanmaları, Kur’an’ın Allah’ın kelamı olduğunu ispat eder.

Bu delilin kuvvetini anlamak için iki kaideyi bilmemiz gerekir:

1- “İspata karşı, inkârın hiçbir kuvveti yoktur ve kıymeti pek azdır.”

Mesela, Ramazan-ı şerif başında, ayı görme hususunda iki kişi ittifak etseler ve “biz hilali gördük” deseler, binlerce kişi hilali görmese de ramazan başlar. Yani hilali gören iki kişi, hilali görmeyen binlerce kişinin sözüne tercih edilir. Bunun sebebi şudur: “Gördüm” diyen nefsine bakmaz, harice yani gökyüzüne bakar. Bu yüzden “gördüm” diyenler birbirlerine kuvvet verirler. “Görmedim” diyen ise, harice değil, nefsine bakar. Kimisinin gözü bozuk olduğundan görmedi, kimisi uyuyakaldı görmedi, kimisi başına semaya kaldırmadığından görmedi, kimisi hava bulutlu olduğundan görmedi ve bunlar gibi her birinin farklı görmeme sebepleri var.

Bu yüzden birbirlerine kuvvet veremiyorlar. Bin kişi de olsalar bir kişi gibi kalıyorlar. Hakikate ve harice bakamadıklarından, fikirlerince konuştuklarından birbirlerine dayanamıyorlar.

“Gerçekte hilal yoktu” diyemiyorlar, “Bana göre yok.” diyorlar. Hâlbuki gördüm diyen “Bana göre gördüm” demiyor, hakikate bakıyor, diğeri de aynı yere bakarak, parmak basıyor ve birbirlerine kuvvet veriyorlar. O halde Kur’an’ın okunması esnasında meleklerin ve cinlerin etrafında pervane gibi döndüğünü haber veren evliyalar ve âlimlerin her biri birbirine kuvvet ve destek verirler.

Bunu inkâr edenler ise bin kişi de olsa bir kişi hükmündedir, birbirlerine kuvvet veremezler. Çünkü görmeye engel olan sebepleri farklı farklıdır.

Hem görmemek, yokluğunu ispat etmez. Şu âlemde bizim göremediğimiz nice eşyalar ve hadiseler vardır ki, varlığından şüphe edilemez.

2- “İnkâr, zatında imkânsız olmamak kaydıyla ispat edilemez.”

Mesela, ben “Bu oda da top yoktur” desem, bu inkâr, has bir yere baktığından ve hususi olduğundan ispat edilebilir. Odanın her tarafını göstermekle yokluğunu ispat edebilirim. Ancak “kâinatta top yoktur” desem, o zaman bu iddiamı ispat edemem. Zira ispat edebilmek için bütün kâinatı gezmeli, her taşın altına bakmalı ve herkese gösterebilmeliyim ki, kâinatta topun olmadığını ispat edebileyim.

Hâlbuki ben “kâinatta top var” desem, sadece bir işaretimle iddiamı ispat edebilirim. Bir tek topu göstermek kâfi gelir. Bütün kâinatı gezmeme, gezdirmeme ve her taşın altına bakmama gerek yoktur.

O halde meleklerin ve cinlerin, Kur’an’ın okunması esnasında etrafında pervane gibi dolaştıklarını inkâr edebilmek mümkünse de, bunu ispat etmek mümkün değildir. Zira ispat için Kur’an okunan bütün meclislerde bulunmak, maddî ve manevî eşyayı gözlemleyebilecek bir göze sahip olmak gerekir. Bu ise mümkün değildir. Hâlbuki varlığını ispat etmek çok kolaydır. 

Hele böyle milyonlarca evliyanın ittifakla “gördük” dedikleri ve verdikleri haberlerin birbirine mutabık çıktığı bir vakıa asla inkâr edilemez. İnkâr edilse de bu inkâr ispat edilemediğinden ve hakikate değil, nefse baktığından birbirine kuvvet veremez ve kıymeti olamaz. 

O halde netice: Çok işaretlerin ve hadiselerin şehadetiyle, Kur’an’ın okunması sırasında meleklerin ve cinlerin pervane gibi etrafında toplanmaları ispat eder ki, Kur’an Allah’ın kelamıdır.

En cahilden tutun, en zeki ve en alime kadar herkesin Kur’an’ın dersinden tam hisse almaları ispat eder ki, Kur’an Allah’ın kitabıdır.

Bir kitap düşünün! O kitabı hem en âlim okuyacak, hem en cahil, hem en zeki okuyacak, hem en anlayışsız, hem en dâhi okuyacak, hem bir çoban ve her birisi hissesini tam alacak.

Kur’an’dan başka böyle bir kitap var mıdır?

O Kur’an ki, fıkıhçısından tutun, fizikçisine kadar, siyercisinden tutun, sosyoloğuna kadar, müfessirinden tutun, matematikçisine kadar, kelamcısından tutun, tarihçisine kadar saymakla bitiremeyeceğimiz bütün taifeler o Kur’an’ı okur ve onun dersinden tam istifade eder. Her bir ayeti kendisine hitap eder bulur.

Böyle bir kitabın Allah’ın kelamı olmasından başka bir ihtimal var mıdır?

Kur’an’ın sosyal hayata verdiği terbiye ispat eder ki, Kur’an Allah’ın kitabıdır.

Kur’an’ın toplum hayatına verdiği terbiye ile felsefenin verdiği terbiyeyi kıyas ettiğimizde Kur’an’ın bir beşer kelamı olamayacağı ortaya çıkar.

Zira bir beşerin tek başına bu terbiyeyi vermesi ve bu icraatları yapması mümkün değildir. Şimdi felsefe ile Kur’an’ın terbiyesini ve hayat görüşlerini kıyas edelim:

Felsefe, sosyal hayatta dayanak noktasını “kuvvet” kabul eder.

Hedefi “menfaat” bilir.

Hayat prensibini “savaş” tanır.

Toplumların arasındaki bağı “ırkçılık”tır.

Meyvesi ise “nefsin arzularını tatmin ve insanların ihtiyaçlarını artırmaktır.”

Hâlbuki kuvvetin neticesi başkasına tecavüzdür.

Menfaatin neticesi, her arzuya kâfi gelmediğinden üstünde boğuşmaktır. 

Savaşın neticesi çarpışmaktır. 

Irkçılığın neticesi ise başkasını yutmakla beslenmek olduğundan tecavüzdür. 

İşte bu sebeplerdendir ki, felsefe, insanlığın saadetine sebep olamamıştır.

Hâlbuki  Kur’an  ise, dayanak noktasında kuvvete bedel hakkı kabul eder. 

Gayede menfaate bedel, fazilet ve Allah’ın rızasını kabul eder. 

Hayat prensibinde savaş yerine yardımlaşmayı esas tutar. 

Toplumların arasındaki bağı ırkçılık yerine din ve vatan rabıtasını kabul eder. 

Meyvesi, nefsin ve arzuların hücumuna set çekip, ruhu yüksek manalara teşvik eder ve ulvi hisleri tatmin eder. Ve insanı, insan-ı kâmil olmaya sevk edip insan eder.

Hakkın neticesi ittifaktır, 

Faziletin neticesi dayanışmadır. 

Yardımlaşmanın neticesi birbirinin imdadına koşmaktır.

Dinin neticesi kardeşliktir. 

Nefsi gemlemekle bağlamak, ruhu kemâlâta kamçılamakla serbest bırakmanın neticesi ise dünya ve ahiret saadetidir.

Elbette böyle ulvî neticeleri olan bir kitap ancak ve ancak Allah’ın kitabı olabilir. 

Ümmî olan, okuma yazma bilmeyen bir beşer asla şu neticeleri verecek bir kitabı yazamaz.

Çok farklı ve karışık bilgileri ihtiva etmesine rağmen hata ve tezatların olmaması ispat eder ki, Kur’an Allah’ın kitabıdır.

Kur’an bir lisan mucizesidir.

Onda söze ve üsluba ait bütün güzellikleri, yüksek ifadelerin bütün çeşitleri, ahlaka ait bütün yüce esaslar, kâinata ait bütün kanunlar, müspet ilimlerin özü ve ilahi bilgilerin fihristi geçmişe ve geleceğe ait gaybi haberlerin bulunmasına rağmen hiçbir karışıklık izi görülmez. 

Ve Kur’an’ın ayetlerine insaf ile dikkat edilirse görülür ki diğer kitaplar gibi bir iki fikri takip eden bir fikrin silsilesine benzemez. 

Bu kadar farklı ve teferruatlı türleri bir yerde toplayıp herhangi bir karışıklık, zıtlık göstermemesi ispat eder ki Kur’an asla okuma yazma bilmeyen bir beşerin fikrinin mahsulü değildir.

Hâlbuki hangi seviyede olursa olsun, hiçbir beşeri eser, hata ve yanlıştan salim olamaz.

Edebiyatta ileri olan Arap edipleri ve belagatin âlimleri ve kelamların özelliklerini ortaya çıkarmaya çalışan edebiyat eleştirmenleri altının ayarını anlamak için onu mihenk taşına vuran bir sarraf titizliği ile asırlar boyunca Kur’an’ı incelemişler ve sonuçta onun bütün hata ve tezatlardan uzak olup bir beşerin böyle bir eseri vücuda getirmekten aciz olduğunu kabul etmişlerdir.

Onlar hâlâ Kur’ân’ı gereği gibi düşünüp anlamaya çalışmazlar mı? Eğer o Allah’tan başkası tarafından indirilmiş olsaydı mutlaka onda birçok çelişkiler bulurlardı.” (Nisa:82)

Kur’an üslûbu ile hadis üslubunun birbirinden uzak olması ispat eder ki, Kur’an Allah’ın kitabıdır.

Kur’an-ı Kerim’i Allah’tan bize getiren Hz. Peygamber olduğu gibi onu tebliğ edende bizzat kendisidir. Kur’an ondan zuhur ettiği gibi hadiste ondan zuhur etmiştir.

Fakat dikkat edilirse Peygamber Efendimiz’in (s.a.v.) Kur’an olarak tebliğ ettiği ilahi kelam ile kendisine ait olan hadisler arasında büyük bir fark olduğu görülür.

Hem bu farkı anlamak için de âlim olmaya gerek yoktur. Kur’an ve hadis üslubunu karşılaştıranlar bunların arasında bariz bir fark olduğunu hemen görürler.

Eğer Kur’an kendisini inkâr edenlerin dediği gibi bir beşer sözü olsaydı peygamber efendimizle Kur’an’ın üslubunu aynı olması gerekirdi.

Hâlbuki Kur’an’ın üslubunun hadisi şeriflere benzememesi ve Kur’an’ın beyanının bütün beyanlardan üstün olması gösterir ki bu Kur’an peygamberin sözü değil kendisini peygamber kılan ve ona vahyeden Allah’ın sözüdür.

Allah’ın varlığını ispat eden bütün deliller, aynı zamanda Kur’an’ın da Allah’ın Sözü olduğunu ispat eder.

Allah’ın varlığını ispat eden bütün deliller, aynı zamanda Kur’an’ın da Allah’ın kitabı olduğunu ispat eder.

Zira bu dünyayı mükemmel bir şehir ve muntazam bir saray hükmünde yaratan Allah, hiç mümkün müdür ki, o şehirde ve o sarayda ki, en ehemmiyetli misafirleriyle ve dostlarıyla konuşmasın ve görüşmesin? 

Madem bilerek bu sarayı yapmış ve irade ve dilemesiyle nizama sokmuş ve süslemiş, elbette nasıl ki yapan bilir, öyle de bilen konuşur.

Madem bu sarayı ve bu şehri bize güzel bir misafirhane ve ticaret yeri yapmış; elbette bize karşı münasebetlerini ve bizden arzularını bildirecek ilâhi bir kitabı bulunacaktır.

Hem hiç akıl kabul eder mi ki; bu kâinatı yaratsın da, kâinattaki ilahi maksatları bir ferman ile bildirmesin.

Ve kâinatın tılsımını açacak olan; “mahlûkat nereden geliyorlar? Ve nereye gidiyorlar? Vazifeleri nedir? Ve niçin böyle kafile kafile buraya gelip bir parça durup göçüyorlar?” gibi dehşetli sorulara, hakikî cevabı verecek bir kitabı göndermesin?

Hâşâ! Böyle bir kitap gönderilmemiştir demek; tüm bu soruların cevapsız bırakılması ve insanın bu dünya da başıboş olduğunu kabul etmek, demektir.

Şimdi bütün bu sorulara cevap verecek Kur’an’dan başka bir kitap gösterilebilir mi? Elbette hayır! O halde Kur’an, kâinatın yaratılışındaki sır perdesini aralamakla, kâinatı yaratan zatın emir ve yasaklarını bildirmekle ve kâinatın tılsımını açmakla, bu kâinat sahibinin kitabı olduğunu bizlere göstermektedir. 

O halde şöyle desek: “Kur’an-ı Kerim Allah’ın kitabıdır. Çünkü kâinatta intizam vardır.” Yani kâinattaki intizamı, Kur’an’ın hak kelam olduğuna delil getirsek, bu söz doğrudur. Zira bizler bu söz ile kâinatta ki intizamı, Allah’ın varlığına ve birliğine delil yaptık. Eğer Allah olmasaydı, ya da -hâşâ- ortağı olsaydı, intizam olmazdı. Zira bir memlekette iki padişah, bir ilde iki vali ve bir köyde iki muhtar olamaz. Eğer olursa, karışıklık olur. Zira bir işe çok eller karışsa, karıştırır. Ve madem âlemde karışıklık yoktur, intizam vardır, o halde Allah vardır ve birdir. Ve madem Allah vardır, o halde yukarıda, sadece bir kısmını zikrettiğimiz sebeplerden dolayı bir kitabı ve konuşması olacaktır. Ve madem Kur’an bu maksatlara hizmet etmektedir, o halde Kur’an Allah’ın kitabıdır. 

Dolayısıyla, Kur’an’ın her bir delilini kullanarak, Allah’ın varlığını ispat edebileceğimiz gibi, Allah’ın varlığını ispat eden bütün delilleri de, Kur’an’ın Allah’ın kitabı olmasında kullanabiliriz. 

O halde Kur’an’ın delilleri had ve hesaba gelmez. Zira Allah’ın varlığının delilleri, mahlûkatın nefesleri adedincedir. 

Kur’an’ın meyveleri olan evliyalar ve asfiyalar ispat eder ki, Kur’an Allah’ın kitabıdır.

Kur’an’ı bir ağaca benzetirsek, o ağacın dalları; asırları, o dallardaki meyveler ve çiçekler de, o asırda yetişmiş evliyaları ve yüksek ilim sahibi olan âlimleri ifade eder.

Nasıl ki, ağacın hayat sahibi olması, meyvesi ve çiçeği ile bilinir. Dallarında binlerce meyve ve çiçek olan bir ağacın ölü olduğunu kimse iddia edemez. Zira böyle bir iddiaya karşı her bir meyve ve çiçek; “Bize bakın, bizim hayatımız ağacımızın hayatından geliyor. Bizler ağacımızın kökünden besleniyoruz, o halde ağacımız hayattadır” derler.

Dolayısıyla ağacın hayatını inkâr etmek için, ilk önce dallarındaki meyvelerin hayatını inkâr etmek ve sözlerini çürütmek gerekir. Meyvenin ve çiçeğin hayatını inkâr edemeyen, ağaca ilişemez. 

Aynen bunun gibi Kur’an ağacının meyveleri olan evliya ve âlimleri inkâr edemeyen, o meyvelerin ağacı olan Kur’an’ı da inkâr edemez. 

Dolayısıyla şöyle bir söz söylesek: “Kur’an Allah’ın kelamıdır, çünkü Abdülkâdir-i Geylani hazretleri o kadar kemal sahibidir ki, asrında yaşayan Yahudiler; “İslamı kabul etmiyoruz ama Abdülkadir’i de inkâr edemiyoruz” demişlerdir.” 

Bu söz doğrudur. Yani bizler Geylani hazretlerinin kemalini, Kur’an’ın hak kelam olduğuna delil getirebiliriz. Zira O, Kur’an’ın bir talebesidir. 

Ondaki kemal ve kerametler de, Kur’an’ın kökünden geliyor. Hâşâ, eğer Kur’an Allah’ın kelamı olmasaydı, o zaman bu ağaçta meyveler gözükmeyecekti. Madem gözükmüş, elbette Allah’ın kitabıdır. 

O halde on dört asırda yaşamış bütün evliyalar ve yüksek âlimler, kerametleriyle, ilimleriyle, kemalleriyle, bütün güzel sıfatlarıyla ve hakikati gösteren yaşantılarıyla, Kur’an’ın Allah’ın kitabı olduğuna delildir.

Onları tamamıyla inkâr edemeyen, nuranî ağaçları olan Kur’an’a ilişemez. 

Acaba, bir Geylânî hazretleri bile inkâr edilemezken, nerede kaldı tamamını inkâr etmek!

Asrımızın filozoflarının tasdiki

Bütün temiz vicdanlar ve selim fıtratlar Kur’an’ın Allah’ın kelamı olduğunu tasdik eder. Çünkü kalbin huzuru ve vicdanın tatmin olması ancak Kur’an’ın nuruyla olur. İnsanın yaratılışı hal diliyle Kur’an’a; “Yaratılışımızın kemali sensiz olamaz” der. 

Vicdanı temiz olan insan hakikati görünce ona karşı meyleder ve gerçeği söyler, batıla karşı bağlılık gösteremez. Zaten bu sıfatta ki kişinin maksadı gerçeği bulmaktır. Bu insanlar başka dinlere mensup olsalar da insaf ile gerçeği konuşmaktan kaçınmazlar.

Hem “Kemal odur ki, dost değil, düşman onu takdir etsin.” İşte bu bahiste Kur’an’ın kemalini takdir eden yabancı filozofların ve dünya çapında binlerce ilim adamının Kur’an ve kanunları hakkındaki görüşlerinden bazılarını beyan edeceğiz. Onlar bu sözler ile Kur’an’ın hakkaniyetine canlı şahitler olmuşlardır. 

Prens Bismarc’ın Beyanatı;

 “Sana muasır bir vücut olamadığımdan müteessirim ey Muhammed! (S.a.v)

 Muhtelif devirlerde, beşeriyeti idare etmek için Allah tarafından geldiği iddia olunan bütün indirilmiş semavî kitapları tam ve etrafıyla tetkik ettimse de, tahrif olundukları için hiçbirisinde aradığım hikmet ve tam isabeti göremedim. Bu kanunlar değil bir cemiyet, bir hane halkının saadetini bile temin edecek mahiyetten pek uzaktır. 

 Lâkin Muhammedîlerin (S.a.v) Kur’an’ı, bu kayıttan azadedir. Ben Kur’an’ı her cihetten tetkik ettim, her kelimesinde büyük hikmetler gördüm. Muhammedîlerin (S.a.v) düşmanları, bu kitabın Muhammed’in (S.a.v)) zatının eseri olduğunu iddia ediyorlarsa da, en mükemmel bir dimağdan böyle bir harikanın meydana gelebileceğini iddia etmek, hakikatlere göz kapayarak kin ve garaza âlet olmak manasını ifade eder ki; bu da ilim ve hikmetle izah edilemez. 

 Ben şunu iddia ediyorum ki Muhammed (A.S.M.) mümtaz bir kuvvettir. İlahi kudretin böyle ikinci bir vücudu imkân sahasına getirmesi ihtimalden uzaktır.

 Seninle aynı asırda yaşayamadığımdan dolayı müteessirim ey Muhammed (S.a.v)! Muallimi ve naşiri olduğun bu kitap, senin değildir; o ilâhidir. 

 Bu kitabın ilâhi olduğunu inkâr etmek, mevzu ilimlerin batıllığını ileri sürmek kadar gülünçtür. Bunun için, beşeriyet senin gibi mümtaz bir kudreti bir defa görmüş, bundan sonra göremeyecektir. Ben, heybetli huzurunda kemal-i hürmetle eğilirim.”

Meşhur araştırmacı, müsteşrik, Arap Edebiyatı Mütehassısı Doktor Maurice :

 Bizans Hristiyanlarını, içine düştükleri “bâtıl itikatlar” çıkmaz sokağından, ancak Arabistan’ın Hira Dağı’nda yükselen ses kurtarabilmiştir. İlahî kelimeyi en ulvî makama yükselten ses, bu ses idi. Fakat Rumlar bu sesi dinleyememişlerdi. Bu ses, insanlara en temiz ve en doğru dini talim ediyordu.

 Kur’an nedir? Her tenkidin üstünde bir fesahat ve belâgat mucizesidir. Kur’an’ın, bir milyar Müslüman’ın göğsünü haklı bir gururla kabartan meziyeti, onun her manayı en güzel bir şekilde ifade etmesi itibariyle, indirilmiş kitapların en mükemmeli ve ezelî olmasıdır. Hayır, daha ileri gidebiliriz: Kur’an, ezeli kudretin inayeti ile insana bahşettiği semavi kitapların en güzelidir. Beşeriyetin refahı nokta-i nazarından Kur’an’ın beyanatı, Yunan felsefesinin ifadelerinden pek ziyade ulvîdir. Kur’an, arz ve semanın yaratıcısına hamd ve şükranla doludur. 

Mister John Davenport;

 “Hazret-i Muhammed (S.a.v) ve Kur’an-ı Kerim” ismindeki eserinde Kur’an-ı Kerim’den bahsederken, şu sözleri söylüyor: Kur’an’ın sayısız özellikleri içinde bilhassa ikisi fevkalâde mühimdir:

 1- Allah’ın büyüklüğünü ifade eden ayetlerin ahengindeki ulviyettir. Kur’an-ı Kerim, beşerî zaaflardan herhangi birisini Allah’a isnaddan münezzehtir.

 2- Kur’an başından sonuna kadar beliğ olmayan, ahlaka aykırı yahut terbiyeye muhalif fikirlerden, cümlelerden ve hikâyelerden tamamen münezzehtir.

 Hâlbuki bütün bu noksanlıklar ve kusurlar, Hristiyanların ellerindeki tahrif edilmiş Kitab-ı Mukaddes’te bollukla vardır.

Carlyle şöyle diyor;

 Kur’an’ı bir kere dikkatle okursanız, onun özelliklerini göstermeye başladığını görürsünüz. Kur’an’ın güzelliği, diğer bütün edebî eserlerin güzelliklerinden fark edilir. Kur’an’ın başlıca hususiyetlerinden biri, onun aslıyetidir.

 Benim fikir ve kanaatime göre, Kur’an baştan sona samimiyet ve hakkaniyetle doludur. Hazret-i Muhammed’in (S.a.v.) cihana tebliğ ettiği davet, hak ve hakikattir.

Edward Gibbon;

 İngiltere’nin en meşhur ve en büyük tarihçilerinden Edward Gibbon “Roma İmparatorluğu’nun gerilemesi ve çöküşü” adlı eserinde şöyle diyor:

 Ganj Nehri ile Atlas Okyanusu arasındaki memleketler, Kur’an’ı bir temel kanunlar ve onun hükümlerini de hayatın ruhu olarak tanımışlardır.

 Kur’an’ın nazarında, kuvvetli bir hükümdarla, zavallı bir fakir arasında fark yoktur. Kur’an bu gibi esaslar üzerinde öyle bir sistemi vücuda getirmiştir ki, dünya da bir benzeri yoktur. Müslümanlığın esası; teslisi ve Allah’ın cisim olduğunu ve vahdet-i vücud akidesini reddetmektedir. Kur’an bu gibi karışıklıklardan, belirsizliklerden âzadedir.

 Kur’an, Allah’ın birliğine en kuvvetli delildir. Müslümanlık belki bugünkü fikrîmizin seviyesinden daha yüksek bir dindir.

Marmadüke Picktahall;

 Kur’an’ın telkin ve Hazret-i Muhammed’in tebliğ ettiği esaslardan mükemmel bir ahlâk kitabı vücud bulur. 

 Kur’an hakikatlerinin muhtelif memleketlerde insanlığa ettiği iyiliği ve sonra da Allah’a yaklaşmak isteyen insanları Cenab-ı Hakk’a ulaştırdığını inkâr etmek mümkün değildir.

 Yaratıcının hukuku ile yaratılmışın hukuku, ancak müslümanlık tarafından mükemmel bir surette tarif olunmuştur. Bunu yalnız Müslümanlar değil, Hıristiyanlar da Musevîler de itiraf ediyorlar.

Levazaune;

 Yeni keşiflerin veya ilmin yardımıyla hallolunan yahut halline uğraşılan meseleler arasında hiç bir mesele yoktur ki; İslâmiyet’in esaslarına taarruz etsin. 

 Bizim, Hristiyanlığı, tabiat kanunları ile telif için sarf ettiğimiz mesaiye mukabil, Kur’an-ı Kerim ve Kur’an’ın talimiyle, tabiat kanunları arasında tam bir ahenk görülmektedir. Kur’an, her hürmete layık olan eserdir.

Corsele;

 Kur’an, Arapça’nın en mükemmel ve pek sağlam bir eseridir. Müslümanların itikadı veçhile; bir insan kalemi, bu mucize eseri vücuda getiremez. 

 Kur’an bizâtihî daimî bir mucizedir; hem öyle bir mucize ki, ölüleri diriltmekten daha yüksektir. Bu mukaddes kitabın ta kendisi, menşeinin semavî olduğunu ispata kâfidir.

 Muhammed (Sa.v.) bu mucizeye dayanarak, bir peygamber olarak tanınmasını istemiştir. Arabistan’ın çıplak ve kısır çöllerini aydınlatan, şâir ve hatiplere meydan okuyan Kur’an’ın, bir âyetine bir benzer istemiş; hiçbir kimse bu meydan okumaya karşı gelememişti. 

Rodwel;

 Kur’an âyetlerini indiriliş tarihine göre tercüme ve tertip eden İngiltere’nin en mutaassıp papazlarından Rodwell, şu hakikatleri itiraf ediyor:

 Kur’an Arabistan’ın basit bedevilerini öyle bir değişikliğe uğratmıştır ki, bunların âdeta sihirlendiklerini zannedersiniz.

 Hristiyanların anlayışına göre Kur’an’ın nâzil olmuş bir kitap olduğunu inkâr edecek olsak bile, Kur’an putperestliği imha, Allah’ın birliği inancını tesis, cinlere, perilere, taşlara ibadeti kaldırma, çocukları diri diri gömmek gibi vahşi âdetleri ve bütün hurafeleri izale ile, bütün Araplar için ilahî lütuf ve nimet olmuştur. Kur’an bu Sebeplerden her türlü övgüye layıktır. 

Jochahim;

 İslâm Peygamberinin seciyesini aydınlatan Kur’an ayetleri, son derece mükemmel ve son derece tesirlidir. Bu kısım ayetler, Müslümanlığın ahlâkî kaidelerini ifade eder. 

 Fakat bu kaideler, bir iki sureye münhasır değildir. İnsafsızlık, yalancılık, hırs, israf, fuhuş, hıyanet, gıybet; bunların hepsi Kur’an tarafından en şiddetli surette yasaklanmış ve bunlar, rezaletin ta kendisi bilinmiştir. 

 Diğer taraftan hüsn-ü niyet sahibi olmak, başkalarına iyilik etmek, iffet, hayâ, müsamaha, sabır ve tahammül, iktisat, doğruluk, istikamet, sulhperverlik, hakperestlik, her şeyden fazla Cenab-ı Hakka itimat ve tevekkül, Allah’a itaat Müslümanlık nazarında hakikî iman esasları ve hakikî bir müminin başlıca sıfatları olarak gös-terilmiştir. Resul-i Ekrem idrak ve şuur timsalidir.

 İşte Kur’an hakkında Batılı filozofların görüşlerinden bir kısmını işittin. Bütün filozofların sözlerini toplasak, ciltler dolusu kitap olur. Biz sadece denizden bir damlayı gösterdik.

 Acaba hiç mümkün müdür ki, bu kadar filozof ve bilim adamları yanılsın. Hâşâ, içinde hurafeler olan bir kitabı hak ve hakikat madeni zannetsin. Bu mümkün değildir. O halde geriye sadece tek bir seçenek kalıyor ki, o da Kur’an’ın Allah’ın kitabı olmasıdır.

Hz. Muhammed’in (s.a.v.) peygamberliğini ispat eden bütün deliller, aynı zamanda Kur’an’ın da Allah’ın Sözü olduğunu ispat eder.

Nasıl ki Kur’an, Allah’ın kelamı olduğuna dair bütün mucizeleriyle, Efendimiz Hz. Muhammed (S.a.v)’in peygamberliğine bir delildir. Çünkü Kur’an’ın, Allah’ın kitabı olduğu ispat edilirse, elbette bu kitabı tebliğ eden zatın peygamberliği de kabul edilmiş ve ispat edilmiş olur. 

Zira Allah’ın kitabı, onun peygamberi olan zattan başka kime inebilir? 

O kitabı Allah’ın peygamberinden başka kim tebliğ edebilir? 

Dolayısıyla şöyle bir delil sunsak: “Hz. Muhammed (S.a.v.) Allah’ın peygamberidir. Çünkü Kur’an, o kadar çok okunmasına rağmen usandırmıyor.” Yani, Kur’an’ın, hak olduğuna dair bir delili olan, “çok okunmakla usandırmamasını”, Hz. Muhammed’in (S.a.v) peygamberliğine delil göstersek, bu yanlış olmaz. Zira madem usandırmıyor, o halde Allah’ın sözü olmalı ve madem Allah’ın sözü, o halde o sözü insanlara bildiren insan da onun resulüdür. 

Aynen bunun gibi Peygamber Efendimiz de bütün mucizeleriyle, zatının kemaliyle ve peygamberlik delilleriyle Kur’an’ın bir mucizesi ve Kur’an’ın kelâmullah olduğuna kat’i bir delildir. Zira madem peygamberdir, o halde elbette Allaha yalan isnat etmek gibi bir zulmü işlemeyecektir. Allah’ın söylemediği bir sözü, Allah’ın sözü gibi göstermeyecektir. Ve madem Kur’an’a “Allah’ın sözü” demiştir. Elbette Kur’an Allah’ın sözü olmalıdır. Zira bir peygambere “yalan söyleme” isnadı mümkün değildir.

Dolayısıyla Kur’an’ın Allah’ın kitabı olması hakkında şöyle bir delil sunsak: “Kur’an Allah’ın kitabıdır. Çünkü Hz. Muhammed (S.a.v), bir elinin işareti ile ayı ikiye bölmüştür.” Bu söz son derece yerindedir. Yani Efendimizin ayı ikiye bölmesini, Kur’an’ın kelâmullah olduğuna delil getirebiliriz. Yani madem parmağının bir işaretiyle ayı ikiye bölmüştür, o halde Allah’ın peygamberidir. Ve madem Allah’ın peygamberidir, o halde yalan söylemez ve Allah’a iftira etmez ve madem yalan söylemez ve Allah’a iftira etmez, o halde Kur’an Allah’ın kitabı olmalıdır. Zira o kişi, Kur’an’ın, Allah’ın kitabı olduğunu bildirmiştir.

Evet, bizler Kur’an’ın her bir delilini kullanarak Hz. Muhammed (S.a.v)’in peygamberliğini ispat edebileceğimiz gibi, Efendimiz’in peygamberliğini ispat eden bütün delilleri de, Kur’an’ın Allah’ın kitabı olmasında kullanabiliriz. O halde Kur’an’ın delilleri had ve hesaba gelmez.

Ve diyebiliriz ki: “Hz. Muhammed’in (S.a.v.) peygamberliğini ispat eden bütün mucizeleri, güzel ahlakı, yaptığı inkılâplar, kalplere nüfuzu gibi, ciltlerce kitaba ancak sığabilecek delillerin şehadetiyle Kur’an, Allah’ın kitabıdır.

Kur’an’ın Usandırmaması

Çok sevdiğiniz bir kitabı kaç defa okuyabilirsiniz? 3 defa mı? 5 defa mı? 10 defa mı? Yoksa 100 defa mı?

Ya da sevdiğiniz bir yemeği kaç gün üst üste yiyebilirsiniz? 3 gün? 5 gün? Ya da 10 gün mü?

Evet, en tatlı ve en hoş şeylerde bile tekrar Sebebiyle bir usanç ve bıkkınlık vardır.

Hâlbuki Kur’an öyle hoş bir tatlılık göstermiş ki, en tatlı bir şeyden dahi usandıran çok tekrar, Kur’an’ı okuyanlar için değil usandırmak, belki kalbi çürümemiş ve zevki bozulmamış insanlara tekrar tekrar okunması lezzetini artırmış ve bu hakikat herkes tarafından tasdik edilmiş. Evet, Kur’an ayetleri binler defa tekrar edilse yine usandırmıyor, belki lezzet veriyor. 

Bir Müslüman namazlarında, günde 40 defa Fatiha suresini okur. Bir yılda aynı sureyi 14.600 defa, bir ömürde ise 1.000.000 küsur defa okur ama bıkmaz ve usanmaz. Her okuyuşta, sanki yeni nazil olmuş ve ilk defa okuyormuş gibi heyecanla okur. 

Kur’an’dan başka hiçbir kitapta bu özellik yoktur.

Elbette bu müstesna özelliği kendinde taşıyan ve her an milyonlarca dilde okunan bir kitap, beşerin sözü olamaz. Ve hiçbir beşer sözünde bu tesir bulunmaz. O halde Kur’an Allah’ın kelamıdır.

Belâgatin dâhi âlimleri Kur’an’ın Allah Kelamı olduğuna şahittir.

Eğer bir hastalığa yakalansaydınız, tedavi için kime gider ve kimin sözüne itibar ederdiniz?

Büyük bir mimarın mı?

Yoksa büyük bir elektrik mühendisinin mi?

Yoksa bir fizikçinin mi? 

Ya da küçük bir doktorun mu?

Elbette doktorun sözünü dinler ve onun sözüne itibar ederdiniz. Çünkü bilinen bir kaidedir ki; Bir fende ve bir sanatta, münakaşaya sebep olan bir meselede, o fen ve sanatın dâhilerinin sözü geçer. En büyük bir mimarın sözü, küçük bir hastalığın keşfinde, küçük bir doktor kadar geçmez ve onun sözü kadar kıymeti yoktur.

O halde madem konumuz Kur’an’ın bir beşer sözü olup olamayacağıdır, elbette belagat ve edebiyatın dâhi âlimlerinin sözleri, bu fenden olmayan binlerce insanın sözüne tercih edilir. 

Evet, Kur’an’ın kelimelerindeki kusursuzluğa ve beşerin sözü olamayacağına, belagat ilminin yani söz söyleme sanatının dâhi âlimleri şahittir.

Evet, Kur’an 20 senede hem muhtelif ve birbirinden farklı mevkilerde ve parça parça nazil olduğu halde, kelimeler ve ayetler arasında öyle bir uygunluk vardır ki, sanki bir defada nazil olmuş gibidir.

İşte o âlimlerden Zemahşeri, Sekkâki, Abdülkâhir Cürcâni gibi âlimler Kur’an’ı harf harf tetkik etmişler ve bu kelamın Allah’ın sözü olduğunda ve bir beşer sözü olamayacağında ittifak etmişlerdir. 

Nasıl ki, bir yıldız böceği, bin sene, hakiki bir yıldız gibi gözlem ehline gözükemez ve onları aldatamaz. Gözlem ehli kısa bir süre aldansa da bir zaman sonra onun yıldız olmadığını, bir yıldız böceği olduğunu fark eder. Hem bir sinek, bir sene, tamamen tavus kuşu suretini, sinek olduğunu hissettirmeden seyredenlere gösteremez. Ve bunların yapmacık vaziyetleri en dikkatli gözlerden sakla-namaz. Nasıl bunlar mümkün değildir.

Aynen öyle de İslam âleminin semasında parlayan ve daima hakikati neşreden Kur’an yıldızı, “hâşâ” bir yıldız böceği hükmünde, bir beşerin uydurması olsaydı, onun en yakınında olan ve onu dikkatle inceleyen belagatin dâhi âlimleri ve söz sanatının ustaları elbette bunun farkında olacaktı.

Belagatin bu dâhi âlimlerinin, bir beşerin sözünü, Allah’ın sözü zannetmeleri ve on dört asır bunu fark edememeleri mümkün değildir. Hatta şeytan bile yüz derece şeytanlıkta ileriye gitse buna imkân verdiremez.

Kur’an’ın kulağa hoş gelmesi, Allah’ın kelamı olduğuna delildir.

Kur’an her kulağa hoş geliyor.

Hatta en hastalıklı, az bir sözden rahatsız olan bir kulağa bile nahoş gelmiyor, hoş geliyor. O hasta, Kur’an’ı dinlerken teneffüs ediyor.

Hastalara böyle hoş geldiği gibi ölüm sekeratında olanın damağına da şerbet gibi oluyor, ona da leziz geliyor.

Hatta birçok kişi, Kur’an’ı dinlerken aldığı manevî lezzetten Müslüman olmuş ve bu kelamın dinlenmesindeki lezzete şahit olmuştur.

Bu lezzet, beşerin hiçbir sözünde yoktur. Hatta yüzlerce çalgı aleti ile çalınan şarkıları dinlemek bile kısa bir müddet sonra bıkkınlık veriyor. Kulak artık o sözleri duymaktan hoşlanmıyor. Hâlbuki Kur’an’ın o sadeliği ile birlikte, dinlenmesi, insanı hiç mi hiç bıktırmıyor.

Hâşâ, eğer Kur’an bir beşer sözü olsaydı, beşer sözünün özelliği olan, “çok dinlemenin bıktırması” Kur’an’da da gözükecekti. 

Madem dost ve düşmanın şehadetiyle gözükmemiş ve bık-kınlık yok ve dinlemekteki lezzet devam ediyor o halde Kur’an beşer sözü olamaz; ancak ezel ve ebed sultanı olan Allah’ın sözüdür.

Kur’an, düşmanlarının tasdikiyle dahi Allah’ın kelamıdır.

“Asıl mükemmellik” o dur ki, dostlardan ziyade düşmanlar tasdik edecek. Düşman bile, onun güzelliği karşısında secde edecek.

İşte Kur’an bu yönden de emsalsizdir. Zira Kur’an’ın düşmanları dahi, Kur’an’ın ifadelerindeki güzelliğe hayran olmuşlardır.

Hatta Kureyş’in reislerinden âlim bir zat, müşrikler tarafından, Kur’an’ı dinlemek için gönderilmiş. O da gitmiş ve dinlemiş. Ve döndüğünde demiş ki: “Şu kelamın öyle bir tatlılığı var ki, insan sözüne benzemez. Ben şairleri, kâhinleri biliyorum. Bu, onların sözlerine hiç benzemez. Olsa olsa bize tâbi olanları kandırmak için buna sihir demeliyiz.”

Yine bir edip, “فَاصْدَعْ بِمَا تُؤْمَرُ ” yani “Artık emrolunduğun şeyi açıkla.” (Hicr Sûresi, 15:94.) ayetini işitince secdeye kapandı. Ona soruldu: “sen Müslüman mı oldun?” O cevaben dedi ki: “Hayır, ben bu ayetin belâgatine secde ettim.” 

İslam tarihini anlatan kitapların sayfaları, Kur’an’ı kabul etmediği halde onun üstünlüğünü ve mükemmelliğini inkâr edemeyen ve karşısında secdeye kapanan ediplerin şahadetleriyle doludur.

İşte, Kur’an-ı Kerimin en inatçı düşmanlarının bile ifadesine hayran olması ispat eder ki, Kur’an Allah’ın kelamıdır.

Kur’an kelimeleri arasındaki sayısal uygunluk!

Kur’an-ı Kerim’de geçen bazı kelimeler arasında sayısal uygunluk ve denklik vardır. Buna “Kelimelerin geçiş adetleri arasındaki tevafuk” denir.

Birbirine benzer veya zıt manada ki kelimeler aynı adette zikir edilmiştir.

Bunu, bir beşerin düşünmesi ve yapması mümkün değildir. O halde Kur’an, “Kelimelerinin geçiş adetleri arasındaki tevafukun” şehadeti ile Allah’ın sözüdür. Kur’an’da geçen tevafuklardan bazıları şunlardır;

  • Kur’an’da “Gul” yani “de” emri 332 defa geçer, bu emrin “dedi, dediler” gibi fiil olarak kullanışı yine  332 defadır. Yani Allah “de” diyerek 332 defa emretmiş ve tam bu emre 332 defa icabet edilmiştir. 
  • Yedi gök manasındaki “seb’a semâvat” tabiri gökler adedince; 7 defa geçer. 
  • Ay manasındaki “şehrun”   kelimesi, bir yılın ayları kadar; 12 defa geçer. 
  • Gün manasındaki “yevm”   kelimesi, bir yılın günleri kadar;  365 defa geçer.
  • “Günler manasındaki “eyyam” tabiri ise bir ayın günleri sayısınca;  30 defa geçer.
  • İman 25 defa, zıttı olan küfür 25 defa.
  • Melek 88 defa, şeytan 88 defa.
  • Dünya 115 defa, ahiret 115 defa.
  • İblis 11 defa, istiâze yani “Allah’a sığınmak” 11 defa.
  • Harp 6 defa, esir 6 defa.
  • İnsanın yaratılış maddeleri olan “nutfe” 12 defa, “Tin” yani toprak 12 defa. 
  • Hesap 29 defa, adalet manasındaki Adl 14 ve Kıst 15, toplam; 29 defa; yani hesap adaletin gereğidir.
  • Mağfiret yani affetmek 234 defa ceza ise, Allah’ın affı gazabını geçtiğinden mağfiretin yarısı kadar 117 defa.
  • İslam, Kur’an ve vahiy kelimeleri türevleriyle  70 şer defa.
  • Salat yani “namaz” 67 defa ve zekât 32 defa olmak üzere toplam 99 defa zikir edilmiştir. Bu esma-ül hüsna sayısına denk gelir.
  • Salat türevleriyle 99  defa, esma-ül hüsna adedince zikir edilmiştir.
  • Firavun 74 defa zikir edilmiştir. Buna karşı, sultan 37ibtila yani (imtihan) 37 defa, toplam 74 defa Kur’an’da geçmiştir. Yani firavun, imtihan olmuş sultandı.
  • Sabır 12 defa, sıkıntı 12  defa.
  • Ebrar yani (iyiler) 6 defa eşrar yani (kötüler) 3  defa.
  • Şems yani (güneş) 33  ve nur 33 defa.
  • 27 peygamberin ismi 513 defa tekrar edilmiş, buna karşı “Resul” kelimesi türevleriyle 513 defa zikir edilmiş.
  • Zulüm 15 defa Kıst yani (adalet) 15 defa.
  • Rahmet 79 defa, hidayet 79  defa, yani hidayet rahmetin bir tecellisidir,
  • Hıyanet 16 defa, habis 16  defa.
  • Zekât 32 defa, bereket 32 defa, yani zekât berekete sebeptir.
  • İnsan kelimesi 65 yerde zikredilmiş, buna karşı insanın yaratılış safhaları da 65 ayette anlatılmış.
  • Bitki 26 defa, ağaç 26 defa.
  • Şarap 6 defa, sarhoşluk 6 defa. 
  • Yaz 5sıcak 5kış 5 ve soğuk 5 defa
  • Zengin 26, fakir yarısı kadar 13 defa.
  • “Sizi yarattı”  tabiri 16 defa, “ibadet edin” tabiri 16 defa, yani yaratılmak ibadet etmeyi gerektirir.
  • Rahim 114 defa, Rahman yarısı kadar 57 defa.
  • Fiil 108 defa, Ecir yani (ücret) 108 defa.
  • Hayat 145 defa, ölüm 145  defa.
  • Fayda 50 defa, zarar 50  defa.
  • Musibet 75 defa şükür 75 defa.
  • İnfak 73 defa, rıza 73 defa.
  • Dalalet 17 defa, ölüler 17 defa.
  • Sihir 60 defa, fitne 60 defa.
  • Akıl 49 defa, nur 49 defa.

Şimdi insaf ile düşünelim; bir beşerin, hele hele ümmî olan, okuma yazma bilmeyen bir beşerin bu tevafukları düşünerek yapması mümkün müdür? 

Eğer yapabilseydi, elbette yaşadığı asırda bunlardan bahse-der ve iddiasını ispata çalışırdı. 

Hâlbuki bu benzerlikler onun zamanından asırlar sonra, Kur’an’ı kelime kelime, harf harf inceleyen âlimler tarafından bulunmuştur. Demek bu işe o peygamberimizin iradesi ve ihtiyarı karışmamıştır. 

O halde bu kitap Allah’ın kelamıdır ve onun sözüdür. Ondan başka kimse bu kitaba sahiplik iddiasında bulunamaz. 

Ve gözünü kapatarak bu kitaba haşa bir beşer sözü diyenler, asla Kur’an’ın bu meziyetlerini izah edemezler. Onların hali, güneşe karşı gözünü kapatarak, güneşi inkâr eden ve kendine gece yapan ahmak insanların hali gibidir.

Kur’an hiçbir insanın sözüne benzemez.

Kur’an’ın benzeri bir kitap yazmak ve taklidini yapmak için iki ciddi sebep vardı:

Birisi, düşmanlarının karşı koyma ve tenkit hırsı, diğeri ise dostlarının üsluplarını Kur’an’a benzetmek ve taklit etmek şevki. 

Biri düşmanlıktan diğeri muhabbetten doğan iki sebep. İşte şu iki sebep altında milyonlarca Arapça kitap yazılmış ki, o kitaplar ortada geziyor. Lakin hiçbiri Kur’an’a benzemez. Âlim olsun, cahil olsun, her kim Kur’an’a ve diğer arapça eserlere baksa katiyen diyecek ki “Kur’an bunlara benzemiyor. Ve onların mertebesinde değil.” Şu halde iki ihtimal var:

1-Kur’an, bütün bu yazılan kitapların altındadır, 

2-Ya da o yazılan bütün kitapların üstündedir.

Birinci şık, dost ve düşmanın ittifakıyla batıldır. Hatta şeytan bile bunu iddia edemez. Zira o kitapların altında olsaydı, taklit edilmeye çalışılmazdı. 

O halde geriye ikinci şıkkı kabul etmek kalır ki, Kur’an diğer bütün kitapların üstündedir. Bu üstünlük ise Kur’an’ın Allah’ın kelamı olduğuna delildir.

Kur’an’ın yaptığı inkılâplar ispat eder ki, Kur’an Allah’ın kelamıdır.

Büyük bir hükümdar düşünün, acaba sigara gibi küçük bir alışkanlığı, büyük bir gayretle, küçük bir topluluktan ne kadar bir zamanda kaldırabilir? 

Herhalde bu soruya cevabınız şu olurdu: “Yıllarca değil, asırlarca çalışsa yine de tam başaramaz, herkese sigarayı bıraktıramaz.”

Hâlbuki hükümdar olmamakla ve gayet zayıf olmakla beraber, tek başına bir insan, Hz. Muhammed (S.a.v), elinde ilahî bir ferman: Kur’an-ı Hâkim. 

Ve işte o ilahî kitabın âlemde yaptığı eşsiz inkılâp;

Sigara gibi küçük bir âdeti değil, kan ve damarlara karışan çok büyük adetleri ve inançları, hem de öyle küçük bir topluluk içinde değil, gayet büyük ve kalabalık ve aynı zamanda adetlerine son derece bağlı ve inatçı bir topluluk içinde, cebir ve zorlama olmaksızın, az bir kuvvetle ve gayretle, az bir zamanda tüm bu adetleri kaldırıp, yerlerine en güzel ahlakı tesis etmesi ancak Kur’an güneşinin gönüllerde ki aksindendir.

İşte Kur’an, bu dünya da öyle nuranî, saadetli ve hakikatli inkılâplar yapmış ve beşerin sosyal ve toplum hayatını öyle değiştirmiştir ki, bunun emsali yoktur. 

Bunun ile birlikte insanların hem nefislerinde, hem kalplerinde, hem ruhlarında, hem akıllarında, hem şahsî hayatlarında, hem siyasî hayatlarında öyle değişiklikler yapmış ki, insanı, aşağıların en aşağısı olan esfel-i safilinden kurtarıp, yükseklerin en yükseği olan âlâyı illiyyîne çıkarmış ve onu insan-ı kâmil yapmış.

Bu inkılâplardan sadece kalplerde yaptığı inkılâba bakalım. Ve bu inkılâbın milyonlarca numunesinden sadece Hz. Ömer’i görelim:

İslam ile tanışmadan evvel, kendi kız çocuğunu diri diri toprağa gömen Ömer, İslam ile tanışıp, Müslüman olduktan sonra bir karıncayı bile ezemeyerek Hz. Ömer oluyor. Acaba Hz. Ömer’in kalbi, İslam’dan önce kendi öz kızını, hem de diri diri toprağa gömebilecek kadar katı iken, ona ne oldu ki karıncayı bile ezemeyecek bir hale geldi, kalbi nasıl merhamet ile doldu? Ondaki bu değişikliği kim yaptı?

Elbette Kur’an!

Şimdi Kur’an’ın milyonlarca kalpte yaptığı inkılâbı, Hz. Ömer’in kalbinde yaptığı inkılâba kıyas edelim. Ve daha sonra Kur’an’ın, kalpler ile birlikte nefislerde, ruhlarda, akıllarda, şahsî hayatta, siyasî hayatta ve sosyal hayat da yaptığı değişikleri düşünelim. Ve şu soruyu kendimize soralım; 

Hiç mümkün müdür ki, böyle büyük inkılâplar yapan bir kitap, Allah’ın kelamı değil de, bir beşerin sözü olsun. Hâşâ, olamaz. Zira Kur’an’ın yaptığı bu inkılâpların yüzde birisini bile hiçbir beşer kitabı yapamamıştır.

O halde Kur’an, kalplerde, nefislerde, ruhlarda, akıllarda, şahsî hayatta, siyasî hayatta ve sosyal hayat da yaptığı değişikliklerin ve inkılâpların şehadetiyle Allah’ın kelamıdır.

Kur’an’ın, her an milyonlarca dil tarafından okunması ispat eder ki, Kur’an Allah’ın kitabıdır.

Kur’an ayetleri her an milyonlarca dilde saygı ile okunur.

Hâlbuki hiçbir beşer sözü, asırlarca ve her asırda milyonlarca dil tarafından okunmamıştır.

Eğer hâşâ Kur’an bir beşer sözü olsaydı, o da diğer beşer sözleri gibi, sayılı kişiler tarafından, o da az bir zamanda okunacak ve yok olacaktı. Çünkü beşer sözünün özelliği budur. 

Hâlbuki Kur’an ayetleri, ifade ettiğimiz gibi, her an milyonlarca dilde okunuyor. Ve on dört asır bu, böyle olmuş. O halde Kur’an beşer sözü olamaz. 

Geriye tek bir ihtimal kaldı ki, o da, Kur’an’ın Allah’ın kelamı olmasıdır. 

Evet, Kur’an Allah’ın kitabıdır. Zira her an milyonlarca dilde okunmak, ancak Allah’ın kitabına has bir özelliktir.

Kur’an’ın getirdiği ve âleme ders verdiği kanunlar, ispat eder ki, Kur’an Allah’ın kitabıdır.

Kur’an’dan çıkan kanunlar, bütün hak hükümleriyle, Kur’an’ın Allah’ın kitabı olduğunu ispat eder. 

O hükümler ki, on dört asır boyunca her asırda insanların en az dörtte birini adaletle idare etmiş. Bir beşerin kendi başına bunu yapması mümkün değildir.

Zira yıllarca hukuk okuyarak kendilerini yetiştiren hukukçuların, hem de birbirlerini kuvvet vererek çıkardığı kanunlar, üç beş sene sonra eskiyor ve başka bir kanunla iptal ediliyor.

Hal böyle iken nasıl olurda on dört asır insanları adaletle idare eden bir kitap ve içindeki kanunlar, ümmî olan, okuma yazma bilmeyen bir kişiye mal edilir. 

Bu hiç mümkün müdür?

***

Lütfen bu âyetlere de bakınız. 

İsrâ: 88, Hûd: 13, Bakara: 23, Nisa: 82, Fussilet: 41-42, Hicr: 9, 

Lütfen okuyunuz. 

Mu’cizat-ı Kur’aniye Risalesi; 25. Söz / Sözler

Ayrıca bakınız

Kur’ân’ın Allah’ın Kelamı Olduğuna Dair Bazı Deliller

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

İlginizi Çekebilir

Leyle-i Berat Hakkında (Âyet, Hadis, Risale-i Nur)

BERAT: Nişan, rütbe ve imtiyaz için verilen resmî belge, kurtuluş. Sitemizde Berat Gecesi ile İlgili yazılar …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Önceki yazıyı okuyun:
Fazilet; ilmiyle amel etmektir

Mahmut Şevket Serik İlim, insanı ulvi derecelere yükselten bir araçtır. İlimle amel etmek fazilettir. Peygamberimiz …

Kapat