Ana Sayfa / İLİM - KÜLTÜR – SANAT – FİKRİYAT / Makaleler / Kur’an, Sünnet ve Risale-i Nur’da Tedbir ve İhtiyat

Kur’an, Sünnet ve Risale-i Nur’da Tedbir ve İhtiyat

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

” Sonra şunu söyledi: ‘Oğullarım! (Şehre) hepiniz bir kapıdan girmeyin, ayrı ayrı kapılardan girin. Ama Allah’tan gelecek hiçbir şeyi sizden savamam. Hüküm Allah’tan başkasının değildir. Ben yalnız O’na güvenip dayandım. Güvenecek olanlar yalnız O’na güvenip dayansınlar.'” (Yusuf Sûresi, 67. Âyet) 

Yazan: Yunus İpek

İHTİYAT NEDİR?

İhtiyat; Arapça ﺣﻭﻁ kökünden gelir. Yaklaşık 10 adet Osmanlıca lügat taramasında, ihtiyat için, özetle; “İleride lüzumu görülür ihtimal ve mülahazasıyla, tedbirli davranmak”, “Gafletin aksine olarak, basiret ve tefekkür üzere mülahaza-i dûrendişane ile davranmak”, “Hâlihazırda zâid gibi görünüp ancak ileride lüzumu ihtimaline binaen saklanan (yedek) şey” (ihtiyat akçesi, ihtiyat askeri, ihtiyat zahiresi/erzakı gibi) ve “sakınmak” gibi anlamlar verilmiştir.

Peki, ihtiyatın kâinattaki tezahürleri var mıdır? Risale-i Nur Külliyatı çerçevesinde, “Sünnetullah’da İhtiyat” başlığıyla bir-iki örnekle açıklayalım:

SÜNNETULLAH’DA (KİTAB-I KÂİNAT) İHTİYAT

1)Bediüzzaman Hazretleri, On İkinci Lem’a risalesinde, “Rızıksızlıktan ölmenin olmadığı”na dair tespitleri içinde, şöyle bir izahını görmekteyiz:

“Hakîm-i Zülcelâl, zîhayatın bedenine gönderdiği rızkın bir kısmını, ihtiyat için şahm ve içyağı suretinde iddihar eder. Hatta bedenin her hüceyresine gönderdiği rızkın bir kısmını, yine o hüceyrenin bir köşesinde iddihar eder. İstikbalde hariçten rızık gelmediği zaman, sarfedilmek üzere bir ihtiyat zahiresi hükmünde bulundurur.1

2)ihtiyat’ın “Sünnetullah” boyutlarından birisi de, “sakınmak”, “korunmak” şeklindeki cereyanıdır ki, onun kâinattaki tezahürlerinden birisi, mikro âlemdeki uygulamalardır. En güzel örneklerinden birisi, Üstad’ın Otuz İkinci Söz’de dile getirdiği şu izahattır:

“Kan ise, içinde iki kısım küreyvat halkedilmiş. Bir kısmı küreyvat-ı hamra tâbir edilir ki, bedenin hüceyrelerine erzak dağıtıyor ve bir kanun-u İlahî ile hüceyrelere erzak yetiştiriyor(tüccar ve erzak memurları gibi). Diğer kısmı küreyvat-ı beyzadırlar ki, ötekilere nisbeten ekalliyettedirler. Vazifeleri, hastalık gibi düşmanlara karşı asker gibi müdafaadır ki, ne vakit müdafaaya girseler, Mevlevî gibi iki hareket-i devriye ile süratli bir vaziyet-i acibe alırlar.”2

Evet, “ihtiyat”ın, korunmak, sakınmak, savunmak şeklindeki cereyanı, mikro âlemlerden, makro âlemlere kadar geçerli bir fıtrî kanundur; bir sünnetullahdır. Mesela, atomdaki zıt kutupları (elektron-proton) birleştirmekten alıkoyan sünnetullah, aynı anda, Güneş ile dünyanın bileşmesini de engellemiştir.

Şimdi de “Kitabullah’da ihtiyatın yeri”ni inceleyelim:

KİTABULLAH’DA (KUR’AN’DA) İHTİYAT

Kur’an’da, “ihtiyat” formuyla herhangi bir kelime geçmemektedir. Ancak, mana itibariyle ihtiyatın müradifi olanﺣﺫﺭ (Hızr) ifadesine sıkça rastlamaktayız. Hızr, “sakınmak”, “çekinmek”, “uzak durmak” manalarına gelir. Ayrıca, Kur’an’da geçen, “takva” kavramı ve onun türevleri de aynı anlama yakın olup fazlasıyla anılan sözcüklerdendir. Bir kaç örnekle müşahhaslaştıralım:

1) Nisa Suresi, ayet 102’de, ﺣﺫﺭﻫﻡ (hızrehum) ve ﺣﺫﺭﻛﻡ (hızrekûm) şeklinde “Hızr”ın iki kullanımı vardır. Anlamları ise, “(onların) korunma tedbirleri” ve “korunma tedbirleriniz” şeklindedir. Bu ifadeler, meallerde, “ihtiyat” şeklinde tercüme edilmişlerdir.

2) Yine Nisa Suresi, ayet 72’deﺣﺫﺭﻛﻡ ifadesi ﺧﺫﻭﺍﺣﺫﺭﻛﻡ kalıbıyla verilmiştir ki, bu da meallere, “ihtiyatınızı (tedbirinizi) alınız” şeklinde geçmiştir. Bundan maksadın, “savaş techizatı/donanım” olduğu açıktır. Mesela Enfal Suresi, ayet 80’de geçen ﺭﺒﺎﻁﺍﻟﺧﻳﻝ “savaş atları” bu cümleden ihtiyatlardandır.

3) Keza, İsra Suresi, ayet 57’de geçen ﻣﺣﺫﻭﺭﺍ (Mehzûra), yani “Hazer edilen, sakınılan, korkulan” ve Hucurat Suresi, ayet 12’deﺍﺟﺘﻨﺒﻮﺍ (İctenibî) ileﻭﺍﺗﻘﻮﺍ (Wettaku) ifadeleri de, aynı şekilde, ihtiyatın “çekinme” ve “sakınma” boyutunu ifade ederler.

İhtiyat’ın Kur’an’daki yerini gösterme babında, zikrettiğimiz bu üç örnekten sonra, onun birinci el tefsiri olan hadislerdeki yerini inceleyelim:

SÜNNET’TE (SÜNNET-İ RESULULLAH) İHTİYAT

İhtiyat; Kur’an’da olduğu gibi, hadislerde de, maddi-manevi tehlikelerden “korunmak” ve “sakınmak” şeklinde zikredilmektedir. Kelamcılardan Seyyid Şerif Cürcanî de, Kur’an ve Sünnet’e muvafık olarak, ihtiyatı, “Nefsi günaha düşmekten koruma” şeklinde tanımlamıştır. Hadislerden bir kaç örnek vererek, mevzuyu pekiştirmeye çalışalım:

1)“Seni şüpheye düşüreni bırak, şüpheye düşürmeyeni al!”3

2)“Kul, kendisinde mahzur bulunanlardan sakınmak amacıyla mahzur bulunmayanları terk etmedikçe, muttakiler mertebesine erişemez.”4

3) “Şurası muhakkak ki, haramlar apaçık bellidir, helaller de apaçık bellidir. Bu ikisi arasında (haram veya helal olduğu) şüpheli olanlar vardır. İnsanlardan çoğu bunları bilmez. Bu durumda, kim şüpheli şeylerden kaçınırsa, dinini de, ırzını da tebrie etmiş olur…”5

Hadislerde, haram ve şüphelilerden “sakınma”, “çekinme” anlamında kullanılan ihtiyat, İslâm fıkhına da aynen geçmiştir. Fıkıhta, şüpheli konularda hata ve günaha düşmemek için “en güvenli yol” olarak zikredilen “vera‘” kavramı, esas olarak “ihtiyat”la eş anlamlıdır.

Efendimiz (asm)’den aktardığımız bu üç örnekten sonra, Risale-i Nur Külliyatı’daki ihtiyata amir ifade ve izahatlara geçebiliriz:

RİSALE-İ NUR’DA İHTİYAT

Üstad Hazretleri, İhlas Risalesi’nde; yaşanılan zaman için “müthiş”, düşmanları “dehşetli”, tazyikatları “şiddetli”, bid’a ve dalaletleri “savletli” olarak zikrettikten sonra, “Bizler gayet az ve fakir ve kuvvetsiz(iz)” demektedir. Bununla birlikte, “Gayet ağır ve büyük ve umumi ve kudsi bir vazife-i imaniye ve hizmet-i Kur’aniye omuzumuza ihsan-ı İlahî tarafından konulmuşturdiyerek, Nur Talebeleri’nin misyonuna dikkat çekmektedir.

Evet, kendisinin “fıkh-ı ekber” olarak tavsif ettiği “easat-ı imaniye7mevzuları –ki Risale-i Nur’un ana gayesidir– bu zamanda ciddi saldırı ve sarsıntılarla karşı karşıyadır. Bu temelde, Nur Talebeleri’ne talimat niteliğinde söylediği, “Çok emârelerle anlamışız ki, bu ulûm-u îmâniyedeki fetva vazifesiyle tavzif edilmişiz8 sözü, bu misyona ayrı ehemmiyet katmaktadır. Bu bağlamda, “Ey kardeşlerim! Mühim ve büyük bir umur-u hayriyenin çok muzır mânileri olur. Şeytanlar, o hizmetin hâdimleriyle çok uğraşır.”9 uyarısıyla da, bu hizmetin ve hizmetkârlarının rahat bırakılmayacağının altını çizmektedir.

İşte böyle ulvî ve kudsî bir davanın muarızlarına mukabil, onun takipçilerine gerekli korunmasakınma ve savunmaya dair ilke, ölçü ve düsturları serdetmek, davanın ve dava sahiplerinin “selamet”i açısından farz derecesinde ehemmiyet arzetmektedir. “Risale-i Nur’da ihtiyat”a dair düsturları düstur ve prensiplere geçmeden önce, Bediüzzaman’ın, Risale-i Nur ve Talebeleri’ne atfettiği azim ehemmiyete bazı tespitler ışığında değinmekte fayda vardır:

RİSALE-İ NUR’UN EHEMMİYETİ

1) “Yazılan Sözler (Risale-i Nur), tasavvur değil, tasdiktir. Teslim değil, imandır. Marifet değil, şehadettir, şuhuddur. Taklit değil, tahkiktir. İltizam değil, iz’andır. Tasavvuf değil, hakikattirDâvâ değil, dâvâ içinde bürhandır.”10

2) “Risale-i Nur, yalnız bir cüz’i tahribatı ve bir küçük haneyi tamir etmiyor; belki küllî bir tahribatı ve İslâmiyet’i içine alan ve dağlar büyüklüğünde taşları bulunan bir muhit kaleyi tamir ediyor.”11

3) “Ey kardeşlerim! Dikkat ediniz. Vazifeniz kudsiyedir, hizmetiniz ulvîdir. Her bir saatiniz, bir gün ibadet hükmüne geçebilecek bir kıymettedir. Biliniz ki, elinizden kaçmasın.”12

4) “Hakkalyakin derecesinde yakinî bir kat’î kanaatimiz var ki, biz öyle bir hakikate hayatımızı vakfetmişiz ki, güneşten daha parlak ve cennet gibi güzel ve saadet-i ebediye gibi şirindir; elbette biz bu sıkıntılı hâller ile müftehirâne, müteşekkirâne bir mücahede-i maneviye yapıyoruz, diye şekva etmemek lâzımdır.”13

5) “Hakaik-i imaniye ve hizmet-i Nuriye-i kudsiye, kâinatta hiç bir şeye alet olamaz. Rıza-i İlahîden başka bir gayesi olamaz.”14

6) “Her tarafta, hattâ Hint ve Çin’de ehl-i iman, bu zamanın çok dehşetli dalaletinin galebesinden, ‘Acaba İslâmiyet’te bir hakikatsizlik mi var ki, sarsılmış?’ diye şüpheye ve vesveseye düştüğü vakit birden işitir ki, bir risale çıkmış, imanın bütün hakikatlerini kat’î ispat eder, felsefeyi mağlûp edip zındıkayı susturuyor, diye anlar. Birden o şüphe ve vesvese zâil olup imanı kurtulur ve kuvvet bulur.”15

Birkaç maddeyle iktifa ettiğimiz bu takdirkâr ifadeler, dikkatinizi çektiyse, Nurlara, “müstakil” bir “tasnifat” ve “dava” olarak değil, aksine, iman ve Kur’an’a “ayine” olması ve “hizmet”i noktasındaki değerlendirmelerdir. Dolayısıyla, Nur Talabeleri’nin Nurları nazara verirken, onu Kur’an ve Sünnet’e “emsal” ve “perde” değil, ayine ve vesile konumunda tutması, ayrıca “ihtiyat”ın bir başka boyutudur. Yoksa Nurlara iyilik yerine, ciddi kötülükler dokundurabiliriz. Bu itibarla, Üstad’ın önümüze koyduğu şu iki ölçüyü da derhatır etmekte fayda var:

a) “Kitablar ve içtihadlar Kur’an’a dürbün olmalı, ayine olmalı; gölge ve vekil olmamalı.”16 “Meselâ: Bir adam İbn-i Hacer’e nazar ettiği vakit, Kur’an’ı anlamak ve Kur’an’ın ne dediğini örenmek maksadıyla nazar etmeli. Yoksa İbn-i Hacer’in ne dediğini anlamak maksadıyla değil.”17

b) “Bu kâinatta ve her asırda en büyük makam Kur’an’ındır. Ve her harfinde, ondan tâ binler sevap bulunan Kur’an’ın hıfzı ve kıraati her hizmete mukaddem ve müreccahtır.

Fakat Risale-i Nur dahi, o Kur’an-ı Azimüşşan’ın hakaik-i imaniyesinin bürhanları, hüccetleri olduğundan ve Kur’an’ın hıfz ve kıraatine vasıta ve vesile ve hakaikini tefsir ve izah olduğu cihetle, Kur’an hıfzıyla beraber ona çalışmak elzemdir.”18

NUR TALABELERİNİN EHEMMİYETİ

1) “Ey Risale-i Nur Şakirtleri ve Kur’ân’ın hizmetkârları! Sizler ve bizler öyle bir insan-ı kâmil ismine lâyık bir şahs-ı mânevînin âzâlarıyız. Ve hayat-ı ebediye içindeki saadet-i ebediyeyi netice veren bir fabrikanın çarkları hükmündeyiz. Ve sahil-i selâmet olan Dârüsselâma ümmet-i Muhammediyeyi (asm) çıkaran bir sefine-i Rabbâniyede çalışan hademeleriz.”19

2) “Nur Şakirtleri gibi, pek az zahmetle pek çok kıymettar hizmet ve pek çok manevî kazanç elde edenler tarihlerde görülmüyor. Ağır şerait altında bazan bir saat nöbet bir sene ibadet hükmüne geçtiği misillü, inşaallah Nurcuların hizmet-i imaniye ve Kur’âniyedeki saatleri yüzer saat hükmünde hayırlar kazandırır.”20

3) “Risale-i Nur’un şakirtleri böyle bir hâdisede(ahlâkta ve hayatta zulmetli bir anarşîlik ve zulümlü bir dinsizlik) manevî mücahedeleri, inşaallah, zaman-ı sahabedeki gibi, az amel ile pek büyük sevap ve a’mal-i salihaya medar olur.”21

4) “İttihad-ı İslam’n, Anadolu’da Nurcular –ki eski İttihad-ı Muhammedî’nin halefleri hükmünde– ve Arabistan’da İhvan-ı Müslimîn ile beraber hakiki kardeş olan Hizbü’l-Kur’anî ve İttihad-ı İslam cemiyet-i kudsiyesi dairesinde çok saflardan iki mütevafık ve muterafık saf teşkil etme(ktedirler).”22

5) “Risale-i Nur’un şahs-ı manevîsi ve o şahs-ı manevîyi temsil eden has şakirdlerinin şahs-ı manevîsi ‘ferid’ makamına mazhar oldukları için, değil hususî bir memleketin kutbu, belki ekseriyet-i mutlaka ile Hicaz’da bulunan kutb-u âzamın tasarrufundan hariç olduğunu ve onun hükmü altına girmeye mecbur değil.”23

6) “İmam-ı Şâfiî’den (ra) rivayet var ki: ‘Halis talebe-i ulûmun rızkına ben kefalet edebilirim’ demiş. ‘Çünkü rızıklarında vüs’at ve bereket olur.’… Halis talebe-i ulûm unvanına Risale-i Nur şakirdleri bu zamanda tam liyakat göstermişler.”24 Evet, “Bir sene bu risaleleri ve bu dersleri anlayarak ve kabul ederek okuyan, bu zamanın mühim, hakikatli bir âlimi olabilir… “Risale-i Nur şakirdlerinin bir şahs-ı manevîsi var; şüphesiz o şahs-ımanevî bu zamanın mühim, büyük bir âlimidir.”25

Netice itibariyle: Nur Talebeleri, Kur’an-ı Azimüşşan’ın, “Sizden, hayra çağıran, iyiliği emreden ve kötülükten men eden bir topluluk bulunsun. İşte kurtuluşa erenler onlardır.”26 ayetinin ve Peygamber(asm)’in, “Ümmetimden bir taife kıyamet saatine kadar hak üzere zahir olmaya devam edecektir.”27 hadisinin hakikatine mazhar ve masaddak olmak; yalnızca onların rıza-i Hakkı tahsil adına baş koydukları “imanve “Kur’an” hizmeti, onların kıymetini tayin eden kriterlerdir. Üstad’ın övgüleri de o doğrultudadır.

Evet, “İnsanın kıymetini tayin eden, mahiyetidir. Mahiyetin değeri ise himmeti nisbetindedir. Himmeti ise, hedef ittihaz ettiği maksadın derece-i ehemmiyetine bakar.”28 hakikati, bu hususta unutulmaması gereken bir ölçüdür.

Yukarıdaki izahlardan anlaşıldı ki, ihtiyat, hem fıtratta cari bir kanun-u İlahî, hem de ayet ve hadislerin önümüze koydukları hayatî bir düsturdurdur. O halde, “Niçin ihtiyat”, “Neden ihtiyat” mevzusuna geçebiliriz. Yazımızın başlığını esas alırsak, Risale-i Nur Külliyatı çerçevesinde, davet ve tebliğe mükellef Nur Talebelerine ve onların şahsında bütün Müslümanlara ihtiyatı ders veren ve emreden hususlara geçebiliriz. O halde:

NEDEN İHTİYAT?

Öncelikle, ihtiyata dair genel bir mantık verdiği için, “Lem’alar”da geçen iki sual ve cevabı nakletmekte fayda görüyorum. Akabinde, mücahede-i maneviyede birer düstur mesabesinde olan ihtiyata dair çarpıcı cümleleri, maddeler halinde serdedeceğiz:

1)“Diyorlar ki: Madem sizin elinizdeki nurdurtopuz değildir; nura karşı muaraza edilmez ve nurdan kaçılmaz ve nurun izharından zarar gelmez. Neden arkadaşlarınıza ihtiyatı tavsiye ediyorsunuz? Çok nurlu Risaleleri halklara gösterilmesini men’ediyorsunuz?

Bu suale karşı cevabın muhtasar meâli şudur ki: Başlardaki başların çoğu sarhoş, okumaz. Okusa da anlamaz. Yanlış mânâ verip ilişir. İlişmemesi için, aklı başına gelinceye kadar göstermemek lâzım geliyor. Hem çok vicdansız insanlar var ki, garaz veya tama’ veyahut havf cihetiylenuru inkâr eder veya gözünü kapar. Onun için kardeşlerime de tavsiye ediyorum kiİhtiyat etsinler, nâehillerin eline hakikatleri vermesinler. Hem ehl-i dünyanın evhamını tahrik edecek işlerde bulunmasınlar.”29

2) “Eğer denilirse: Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm madem Habib-i Rabb-ül -Âlemîn’dir. Hem elindeki hak ve lisanındaki hakikattir. Ve ordusundaki askerlerin bir kısmı melâikedir. Ve bir avuç su ile bir orduyu sular. Ve dört avuç buğday ve bir oğlağın etiyle bin adamı doyuracak bir ziyafet verir. Ve küffar ordusunun gözlerine bir avuç toprak atmakla o bir avuç topraktan her küffârın gözüne bir avuç toprak girmesiyle onları kaçırır. Ve daha bunun gibi bin mu’cizat sahibi olan bir Kumandan-ı Rabbânî, nasıl oluyor Uhud’un nihayetinde ve Huneyn’in bidayetinde mağlup oluyor?

Elcevap: Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, nev-i beşere mukteda ve imam ve rehber olarak gönderilmiştir. Tâ ki, o nev-i insanî, hayat-ı içtimaiye ve şahsiyedeki düsturları ondan öğrensin ve Hakîm-i Zülkemâl’in kavânin-i meşîetine itaate alışsınlar ve desâtir-i hikmetine tevfik-i hareket etsinler. Eğer Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, hayat-ı içtimaiye ve şahsiyesinde daima hârikulâdelere ve mu’cizelere istinad etseydi, o vakit İmam-ı Mutlak ve Rehber-i Ekber olamazdı.

İşte bu sır içindir ki, yalnız dâvâsını tasdik ettirmek için arasıra indelhace, münkirlerin inkârını kırmak için mu’cizeler gösterirdi. Sair vakitlerde nasıl ki herkesten ziyade evâmir-i İlâhiyeye itaat etmiştir. Öyle de: Hikmet-i Rabbaniye ile ve meşîet-i Sübhaniye ile te’sis edilen âdetullah kavâninine herkesten ziyade mürâat ve itaat ederdi. Düşmânâ karşı zırh giyerdi, sipere giriniz!” emrederdi. Yara alırdı, zahmet çekerdi. Tâ tamamiyle hikmet-i İlâhiyye kanununa ve kâinattaki şeriat-ı fıtriye-i kübrâya müraat ve itaati göstersin.”29

Bu izahattan anlaşılıyor ki, ihtiyat, Şeriat-ı Muhammediye ve Tekviniyeye (Sünnetullah) muvafık bir fıtrat kanunudur. Fıtrat Peygamberi (asm), korktuğundan değil, Sünnetullah’ı, yani Şeriat-ı Tekviniyeyi imtisal maksadıyla zırhını giymiş, “sipere giriniz!” demiştir. Keza, onun sünnetini hayatına mihver edinen Üstad da bu çizgide, “Kardeşlerime tavsiye ediyorum kiİhtiyat etsinler, nâehillerin eline hakikatleri vermesinler. Hem ehl-i dünyanın evhamını tahrik edecek işlerde bulunmasınlar.” demiştir. Zira onun, “Bütün sergüzeşt-i hayatım şahittir ki, hak gördüğüm meslekte gitmeye karşı korku elimi tutup men edememiş ve edemiyor.30 dediğini çok iyi biliyoruz.

Demek ihtiyat, cahilane cesaretle ödlekliğin “vasat” mertebesidir. Ne ifrat, ne tefrit! Bize lazım olan hadd-i vasattır; sırat-ı müstakimdir.

NURLARDA, İHTİYATA DAİR DÜSTURLAR

1) “Senin üzerine haktır ki, her söylediğin hak olsun. Fakat her hakkı söylemeye senin hakkın yoktur. Her dediğin doğru olmalı; fakat her doğruyu demek doğru değildir. Zira senin gibi niyeti halis olmayan bir adam, nasihati bazen damara dokundurur, aksülamel yapar.”31

2) “Her gün hatırımda bulunan Rüştü, Re’fet, Süleyman, B.M. ve H.K. ve Abdullah ve sair isimlerini beyan etmediğim kıymettar kardeşlerim ile hususî konuşmadığımdan gücenmesinler. Çünkü hizmetinizin azameti ve ehemmiyeti ve muarızların kuvveti ve şeytaneti nispetinde ihtiyata ve dikkate mecburuz.”32

3) “Meselemiz çok naziktir… Saatimizin zembereğine ve gözümüzün hadekasına gelen bir saç, bir zerrecik dahi incitir.”33 Zira “Baş bir batman taşı kaldırdığı halde, göz bir saçı kaldırama(z).”34

4) “Gizli düşmanlarımız hükûmetin ehemmiyetli ve bir kaç vazifedarlarını elde edip beni tazyikatla Menemen ve Şeyh Said hadisesi gibi bir hadise çıkarmak için bütün kuvvetiyle, en hassas damarlarıma dokunduracak tarzda, her desiseyi istimal ettiler. Gördüler ki, Eski Said yok; yenisi ise her şeye tahammül ediyor. O plânı sair suikastlere, ezcümle zehir vermeye tebdil ettiler.”35

5) “Kardeşlerim! Çok ihtiyat ediniz; münafıklar çoktur. Mümkün oldukça risalelerin buradan irsal edildiğini söylemeyiniz; tâ Risale-i Nur hizmetine zarar gelmesin.”36

6) “Zaman, zemin, Risale-i Nur’un müsbet mesleği, ehl-i bid’ayla, değil fiilen belki fikren ve zihnen dahi meşgul olmaya müsaade etmez. İhtiyat her vakit lâzım.”37

7) “Bir adam kendi başına cesareti güzel de olsa, bir cemaat-i mütesanideye girdikten sonra, onların istirahatini ve sarsılmamalarını muhafaza etmek için, o şahsî cesareti istimal edemez. “Sîrû alâ seyri ed’afikum” hadis-i şerifinin sırrıyla hareket etmek (lazımdır).”38

8) “Şimdilik bu müşevveş vaziyetlerde çok zararlı, hem hocaları, hem ehl-i siyaseti Risale-i Nur’a karşı cephe almaya ve tecavüz etmeye sebebiyet veren şapka ve ezan meseleleri ve deccal ve süfyan unvanları, Risale-i Nur Şakirtleri, yabanîlere karşı lüzumsuz medar-ı bahis ve münazaa edilmemek lâzımdır. Ve ihtiyat etmek elzemdir ve itidal-i demmi muhafaza etmek vaciptir. Hatta sizde cüz’î bir ihtiyatsızlık, buraya kadar bize tesir ediyor.”39

9) “Risale-i Nur Şakirtleri, tam ihtiyatla beraber, bir taarruz olduğu vakitte münakaşa etmesinler, aldırmasınlar; aldanan, ehl-i ilim ve imansa, dost olsunlar, ‘Biz size ilişmiyoruz, siz de bize ilişmeyiniz. Biz ehl-i imanla kardeşiz!’ deyip yatıştırsınlar.”40

10) “Gerçi Risale-i Nur, parlak ve kuvvetli hakikatleriyle serbestiyetini kazanmış ve düşmanlarını bir cihette mağlûp etmiş; fakat eskiden ziyade ihtiyata ihtiyacımız var. Çünkü münafık düşmanlar durmuyorlar, bahaneler arıyorlar, hükûmeti iğfale çalışıyorlar.”41

11) “Nurcular, çok ihtiyat ve dikkat ve temkinde bulunmaları lâzımdır. Çünkü manevî fırtınalar var; bazı dessas münafıklar her tarafa sokulurİstibdad-ı mutlaka dinsizcesine taraftarken, hürriyet fırkasına girer, tâ onları bozsun ve esrarlarını bilsin, ifşa etsin.”42

12) “Gerçi Nurlar girdikleri her yerde galebe eder; fakat mütemerrid ve muannit zındıklar, maddiyunlar, ellerinden geldiği kadar fütuhatına fütur vermek için desiselere ve ehl-i siyasete evham vermeye çabalıyorlar. İnşaallah bir halt edemezler. Fakat ihtiyat her vakit iyidir. ‘Sırren tenevveret’ düsturu devam ediyor. Tâ bunun gibi birkaç mecmua çıkıncaya kadar temkinli ve ihtiyatlı bulunmak lüzumu var. Hatta bu defa ‘Sırr-ı İnna A’tayna’nın remizli risalesini on üç seneden beri görmediğim hâlde buraya göndermek bir derece ihtiyat kaidesine muhalif olduğu gibi, herkes anlamaz, hem tevil ve tefsir lâzımdır.”43

13) “Burada (Afyon) bir günde çektiğim sıkıntı ve azabı, Eskişehir’de bir ayda çekmezdim. Dehşetli masonlarinsafsız bir masonu bana musallat eylemişler; tâ hiddetimden ve işkencelerine karşı ‘Artık yeter!’ dememden bir bahane bulup, zalimâne tecavüzlerine bir sebep göstererek yalanlarını gizlesinler. Ben, harika bir ihsan-ı İlâhî eseri olarak şakirâne sabrediyorum ve etmeye de karar verdim.”44

14) Her vakit ihtiyat, ihlâs, tesanüd, sebat, sarsılmamak ve vazifemizi yapmak ve vazife-i İlâhiyeye karışmamak, ‘Sırran tenevveret’ düsturuna göre hareket etmek ve telâş ve meyus olmamak lâzım ve elzemdir.”45

15) “Aziz Kardeşlerim! Evvel ahir tavsiyemiz, tesanüdünüzü muhafaza; enaniyet, benlik, rekabetten tahaffuz ve itidal-i dem ve ihtiyattır.”46

16) “Buna dikkat ediniz ki: Canavar bir hayvana karfşı zaaf göstermek, onu hücuma teşci ettiği gibi; canavar bir vicdanı taşıyanlara karşı dalkavukluk etmekle zaaf gösterilmiş olur, onları tecavüze sevk eder. Müteyakkız davranmalı. Dostların lakaydlıklarından veya gafletlerinden gizli zındıka taraftarları istifade etmesinler.”47

17) “Acaba dünyada hiçbir zîakıl, elinde gayet keskin elmas bir kılınç bulunsa, müdhiş bir arslanın veya bir ejderhanın kuyruğuna hafifçe iliştirip, kendine musallat eder mi? Eğer maksadı tahaffuz veya döğüşmek ise, kılıncı başka yere havale eder.”48

18) “Kardeşlerim, ata et, arslana ot atmayınız! Yani, her risaleyi herkese vermeyiniz, tâ bize taarruz edilmesin.”49

Elbette, yazılacak çok şey var; ancak maksadın hâsıl olması için serdettiğimiz bu örneklerin, kâfi ve vafi olacağı mülahazasıyla, mevzuya son veriyorum. Sair izah ve tafsilatları müdakkik kardeşlerimin çalışmalarına bırakıyorum.

Allah, ins ve cin şeytanlarının şerrinden korusun!

KAYNAKÇA:

1(Lem’alar, s. 100)

2(Sözler, s. 744)

3(Buharî, Büyu’, 3; Tirmizî, Kıyamet, 60)

4(İbn-i Mace, Zühd, 24; Tirmizi, Kıyamet, 19)

5(Buharî, İman 39, Büyû 2; Müslim, Müsakat 107, vb.)

6(Lem’alar, s. )

7(Barla Lahikası, s. 105)

8(Mektubat, s. 575)

9(Lem’alar, s. 234)

10(Barla Lahikası, s. 22)

11(Kastamonu Lahikası, s. 21)

12(Mektubat, s. 576)

13(Şualar, s. 383)

14(Emirdağ Lahikası, s. 21)

15(Emirdağ Lahikası, s. 67)

16“(İçtimaî Reçeteler, s. 215, 255, 256)

17(İçtimaî Dersler, s. 256)

18(Kastamonu Lahikası, s. 22)

19(Lem’alar, s. 235)

20(Emirdağ Lahikası, s. 308)

21(Kastamonu Lahikası, s. 207)

22(Emirdağ Lahikası, s. 316)

23(Kastamonu Lahikası, s. 148)

24(Kastamonu Lahikası, s. 146)

25(Lem’alar, s. 243)

26(Âl-i İmrân, 104)

27(Hâkim 8389, Tayalisi 38, Darimi 2/213)

28(İşaratü’l-İ’caz, s. 86)

29(Ondördüncü Lem’a, s. 158)

29(Lem’alar, s. 125-126 )

30(Mektubat, s. 67)

31(Mektubat, s. 358)

32(Kastamonu Lahikası, s. 114)

33(Şualar, s. 528)

34(Lem’alar, s. 203)

35(Emirdağ Lahikası, s. 99)

36(Kastamonu Lahikası, s. 87)

37(Kastamonu Lahikası, s. 156

38( Kastamonu Lahikası, s. 106)

39( Kastamonu Lahikası, s. 106)

40(Emirdağ Lahikası, s. 73)

41(Emirdağ Lahikası, s. 58)

42(Emirdağ Lahikası, s. 108)

43(Emirdağ Lahikası, s. 157)

44(Şualar, s. 383)

45(Emirdağ Lahikası, s. 157)

46(Şualar, s. 383)

47(Müdafaalar, s. 401)

48(Müdafaalar, s. 105)

49(Lem’alar, s. 372)

zehra.com.tr

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

İlginizi Çekebilir

Dâru’s-Siyâdeler (Seyyidlik Evleri)

Dâru’s-Siyâdeler (Seyyidlik Evleri) Doç. Dr. Murat Sarıcık   “Dâru’s-Siyade”, “Nakîbu’l-Eşrâflar”(1) ve Seyyidler için, ilk kez …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Önceki yazıyı okuyun:
İbnü’l Cevzî Sözlerinden

Tefsir, hadis ve tarih âlimi vâiz, müderris.. Ebü’l-Ferec İbnü’l Cevzî'nin vasiyetine uygun olarak mezar taşına …

Kapat