Ana Sayfa / İLİM - KÜLTÜR – SANAT – FİKRİYAT / Makaleler / Hz. Yusuf ve Hz. Musa Örnekliğinde: Kur’an’da Gençler

Hz. Yusuf ve Hz. Musa Örnekliğinde: Kur’an’da Gençler

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

SUNDUKLARI GENÇLİK DEĞERLERİ İLE YUSUF VE MUSA PEYGAMBERLER
KUR’AN’DA GENÇLER

Prof. Dr. Mehmet Emin AY
Bursa İl Müftüsü

Kur’an’da bahsi geçen peygamberlerin hayat hikâyeleri pek çok yönden incelenmeye değer niteliktedir. Bu yazımızda, sundukları gençlik değerleriyle Hz. Yusuf ve Hz. Musa peygamberlerden bahsedeceğiz. Birisi güzelliği, iffeti ve namusu ile örnek teşkil eden, diğeri ise delikanlılık psikolojisinin tipik bir örneği olarak karşımıza çıkan Yusuf ve Musa peygamberleri, hayatlarından ibretli hadiseleri aktararak konuyu işlemeye çalışacağız.

İffet ve sabrın timsali: Hz. Yusuf (a.s.)
Kur’an’da “kıssaların en güzeli” olarak nitelendirilen Yusuf suresi, delikanlılık çağındaki bir insan için, sınavların en ağırlarından biri olan şehvet duygusu ve bunun getirebileceği sonuçlara karşılık, bir gencin iffet ve sabır timsali oluşundan bahseden ayetlerle örülüdür. Bu surede Allah Teala, peygamberlerinden biri olan Yusuf (a.s.)’ın başından geçen hadiselerin tamamını zikretmiştir.

Görmüş olduğu rüyayı babası Hz. Yakub’a aktaran Yusuf, babası tarafından uyarılarak rüyasını kardeşlerine anlatmaması istenmiş, zira “şeytanın, insanları aldatan apaçık bir düşman olduğundan” bahsedilmiştir. Ne var ki, Hz. Yusuf, bu rüyadan haberdar olan
kardeşlerinin kıskançlık duygularının kurbanı olmuş ve onların bir araya gelerek karar vermesiyle kuyuya atılmıştı. Artık çetin sınavlarla geçecek bir hayat hikayesi bekliyordu Hz. Yusuf ’u…

Önce onu kuyudan çıkaranlar, hür bir insan olduğu halde “ucuz bir fiyata” köle diye sattılar. Bir süre sonra, hizmetçisi olduğu evin hanımı tarafından gayr-i meşru bir teklifle karşı karşıya kaldı. “Rabbinin bürhanı ve merhameti sayesinde” bu sınavdan başarıyla geçti. Ancak bu esnada, söz konusu teklife karşılık, Hz. Yusuf’un dilinden dökülenler, bir peygamberin olduğu kadar, aynı zamanda kendisine iyilik edilen bir gencin duygularını dile getirmesi bakımından da dikkat çekicidir.

“Evinde bulunduğu kadın, onun nefsinden murat almak istedi, kapıları iyice kapattı ve “haydi gel!” dedi. Yusuf ise: “(Böyle bir şey yapmaktan) Allah’a sığınırım. (İyiliğe karşılık kötülük yapmaktan Allah saklasın) Zira kocanız benim efendimdir ve o bana iyi davranmıştır. Gerçek şu ki zalimler felah bulmaz” dedi.1

Bu sözleriyle gençlere örnek teşkil eden iffet ve namusun sahibi Hz. Yusuf için, sınav henüz bitmemişti. Her ne kadar Yusuf’un bu olayda suçsuz olduğu anlaşılmış ve hadise ev sahibi tarafından örtbas edilmişse de olayın şehirde duyulması üzerine ortaya birtakım dedikodular yayılmıştı. Bu kez gayr-i meşru teklifin sahibi olan kadın, şehirdeki diğer kadınları çağırarak kendisini mazur göstermenin yolunu aramaktaydı. Yusuf’u gören kadınlar, onun bir insan olamayacağına hükmederek, güzelliğini gözlerinde büyütmüş ve Mısır Azizi’nin karısını artık bu konuda mazur görmeye başlamışlardı. Gayr-i meşru teklif, bu kez ev sahibi kadın tarafından bir müeyyide ile birlikte yeniden geldi. “Ya istediği yerine getirilecek, ya da zelil ve hakir olarak zindanlarda çürüyecekti!” Bu ikinci çetin sınavda da yine bir peygambere yakışan sözler, Hz. Yusuf’un dilinden dökülerek insanlığa ve özellikle gençlere örnek teşkil ediyordu.

“Rabbim! Zindan benim için bunların istediklerini yapmaktan daha iyidir. Şayet onların tuzaklarını benden uzaklaştırmazsan, onlara meyleder ve cahillerden olurum.”2

Böylece o, bu teklife karşılık zindanı tercih ediyor ve ardından Allah Teala’ya sığınıyordu. Zira O, kurulan tuzakları uzaklaştırmasaydı, bu insanların ellerinden nasıl kurtulabilirdi? O halde kul, her türlü hâl ve şartlar karşısında ancak Allah Teala’ya sığınmalı ve O’ndan yardım dilemeliydi.
“Rabbi onun duasını kabul etti ve o kadınların tuzaklarına engel oldu. Zira O, her şeyi işiten ve en iyi bilendir.”3

Suçsuz olduğu halde, zindana atıldı. Zindan hayatı da onun için ayrı bir sınav olacak, ancak sonunda üstün makamlara ulaşacaktı. Zira takdir-i ilahî, Hz. Yusuf’u Mısır’a sultan yapmayı dilemişti. Çekilen sıkıntılar ve karşılaşılan belalara sabır ise, mutlaka bu dünyada da ahirette de kula mükâfât olarak geri dönecekti. İşte, Yusuf suresinde, gençlik çağı için alınabilecek ibretlerden biri de bu olmalıydı.

Zindan, Hz. Yusuf için aynı zamanda peygamberlik görevini ifa ettiği bir tebliğ mekânıydı. Nitekim kendisine rüya tabiri için gelen iki arkadaşına şöyle demişti:
“Ey zindan arkadaşlarım! Ayrı ayrı bir sürü uydurma rabler mi daha iyidir, yoksa her şeyden üstün ve bir olan Allah mı?…”4

Böylece o, suçsuz yere gönderildiği hapishane hayatında da Allah’a karşı kulluğunu ikrar ediyor, şirke karşı tevhidi, putlara karşı Allah’ı anlatıyordu insanlara… Vaaz ve nasihat ediyor, sohbetlerde bulunuyordu. Yüzünde ise, haksız yere hapsedilmenin, insanda meydana getireceği ruh çöküntüsünden ve ümitsizlikten hiçbir eser görünmeksizin… Bu nedenle, hapistekiler onu çok seviyor ve değer veriyorlardı.5

Böylece Hz. Yusuf ’un bu âdeti, kendinden sonra gelen mümin nesiller üzerinde güzel bir hatıra olarak kalıyor ve zindan, artık müminlerin gözünde bir “eğitim-öğretim mekânı” olarak görülüyordu. Bu faaliyetleriyle Hz. Yusuf, hapishanelerde insanlara Allah’ı, tevhidi ve dini anlatan, onlara moral kaynağı olan ilk şahsiyet ve bu görevi üstlenen bütün din görevlilerinin de önderi kabul edilebilir.

Hz. Yusuf (a.s.), rüyasını yorumlayarak zindandan kurtulacağını bildiği gençten bir istekte bulunmuş ve kralın yanında kendisini hatırlamasını istemişti. Ancak o gencin kendisini unutması üzerine, Yusuf birkaç yıl daha zindan hayatını yaşamak durumunda kalmıştı.

Neden sonra, yine bir rüya tabiri vesilesiyle, zindandan kurtulan kişi Yusuf ’u hatırladı. Zindana gelerek Yusuf’u krala götürmek istediğini ifade ettiğinde, burada yine Hz. Yusuf ’un üstün şahsiyetinden, peygamberlerin sahip oldukları eşsiz güzellikteki karakterlerinden müstesna bir örnekle karşılaşıyoruz:
Kral: “Onu bana getirin!” dedi. Yusuf’a elçi gelince,
Efendine dön ve kadınlar ellerini niçin kesmişlerdi? diye bir sor. Doğrusu Rabbim onların hilesini çok iyi bilir” dedi.Yusuf burada, gerçeğin ortaya çıkmasını ve suçsuz olduğunun herkes tarafından bilinmesini istemiş ve öncelikle bu işin açıklığa kavuşmasını şart koşarak bilahare zindandan çıkacağını ifade etmiştir. Ancak bir centilmenlik örneği sergileyerek… Gerçek suçlu olan kişiyi, yani Aziz’in karısını hiç gündeme getirmeden!… Hz. Yusuf ’un bu alicenaplığı, ikinci kez, babası Yakub’a kavuştuğunda, aralarında geçen sohbet sırasında da görülecekti. Hz. Yakub, başından geçenleri anlatmasını istediğinde, Yusuf ’un, kardeşlerini rencide etmemek için kuyuya atılışından hiç bahsetmediği ve yaşadıklarını, zindandan çıkarıldığı andan itibaren anlattığı ifade edilmektedir.7 Bu tavrı da kardeşlerinin gözünde Yusuf’u bir kat daha büyütmüştü.

Hz. Yusuf’un suçsuzluğunun tüm insanlar tarafından bilinmesine verdiği ehemmiyeti takdir eden Hz. Peygamber, (s.a.v.) onun bu centilmenliğini, sabrını ve yumuşak huyluluğunu şu takdirkâr ifadeleriyle dile getirmişti: “Eğer ben Yusuf’un kaldığı zindanda kalsaydım, çıkarmak için gelen adamın çağrısını hemen kabul ederdim.”8

Acaba Yusuf (a.s.) bu konuda neden ısrarlı davranmıştı? Bu isteğindeki ısrarından maksadının ne olduğu şu sözlerinden anlaşılabilirdi:
“Bundan maksadım şuydu: Kral bilsin ki, ben vezire, gıyabında ihanet etmedim. Hainlerin tuzaklarını da Allah başarıya erdirmez! Bununla beraber, ben nefsimi temize çıkarmam. Çünkü nefis hep kötülüğü emreder. Ancak Rabbimin merhamet edip korudukları müstesna….”9

Bu âyetlerde, Hz. Yusuf ’un, gerçeğin ortaya çıkmasında iki yönden fayda mülahaza ettiğini görmekteyiz. Bunlardan biri, kendisinin, emanete ihanet eden biri olmadığını, diğeri ise, hainlerin tuzaklarını Allah’ın başarıya ulaştırmadığını kralın bilmesini sağlamaktı. Bu, aynı zamanda krala bir tebliğ mahiyeti de taşımaktaydı. Nitekim bazı müfessirler, kralın, Hz. Yusuf sayesinde mümin olduğu kanaatini taşımaktadırlar.10

Detaylarına inmeksizin ele aldığımız kadarıyla, Allah Teala tarafından “kıssaların en güzeli” olarak tanıtılan Hz. Yusuf kıssası, gerçekten, edebi sanatlarla örülü üslubu, pedagojik açıdan ilginç noktaları ve ahlâkî yönden dikkat çekici özellikleriyle Kur’an kıssaları arasında müstesna bir yere sahiptir. Öte yandan bu sûre, aynı zamanda gençlik psikolojisi açısından da dikkate şayan pek çok hakikati ihtiva eden hususlar taşımaktadır.

Delikanlılık psikolojisini anlamamıza
imkân veren şahsiyet: Hz. Musa (a.s.)
Bilindiği üzere, Hz. Musa (a.s.) çocukluk yıllarını Firavun’un sarayında geçirmişti. Ergenlik çağına erip olgunlaşınca, Allah Teala ona ilim ve hikmet verdi.

Âyetlerde onun genç bir delikanlı iken, Mısır’da, kendi kabilesinden birinin onu aldatmasıyla bir başkasının katli olayına karıştığından bahsedilmektedir.11

Bu ayetlerde, gençlerin hayat tecrübelerinin az olması sebebiyle kendilerine söylenen her söze hemen kanıvereceklerine de bir işaret söz konusudur. Ancak âyetlerin devamında Hz. Musa’nın Allah’tan af dilediğini, kazaen gerçekleşen bu katl olayından dolayı da pişman olarak tevbe ettiğini görmekteyiz. Onun bu pişmanlığı ve tevbesi, Allah’ın onu affetmesiyle karşılık bulmuştur. Bu âyetlerden, insanın gençlik çağında, tecrübesizliği ve bilgisizliği sebebiyle işlediği hatalar sonucunda, yine Allah’a yönelerek O’ndan af ve bağışlanma dilemesi gerektiğini, böyle yapması durumunda Allah’ın onu affedeceğini anlayabiliriz. Gerçekten de, insana günah işlemesini telkin edip duran şeytan, bu amacına ulaşarak günah işlettiği kişiye, birinci günahından daha kötü olan bir diğer telkinde bulunur:
Onu günahkârlık ve ümitsizlik psikolojisine sokarak, Allah’tan yüz çevirmeye yöneltir ve Allah’ın, işlenen bu günahı affetmeyeceğini düşündürür. Oysa bunun böyle olmadığını, Allah Teala, ilgili âyette vurgulamaktadır.12

Bu nedenle, gençlere rehberlik yapanlar,
onlara, işlenen günahlar sebebiyle Allah’tan uzaklaşmak yerine, yine O’na yönelmeyi ve O’na sığınmayı ehemmiyetle telkin etmelidirler.

Hz. Musa, Mısır’dan kaçarak Medyen’e geldiğinde, onlara yaptığı bir iyilik sebebiyle Hz. Şuayb’ın ailesi ile tanıştı. Çünkü o, Hz. Şuayb’ın yaşlılığı sebebiyle kızları tarafından getirilen hayvanları sulamış, bu iyiliği ile onların takdirini kazanmıştı. Kızlarından biri, güçlü ve güvenilir olarak gördüğü bu kişiyi ücretle tutmasını babasına teklif etti. Hz. Şuayb, bu yabancı delikanlı hakkındaki intibalarını dinlemek isteyince kızı şöyle anlattı: “O, ancak on kişinin kaldırabileceği kayayı kaldırdı. Yanına gittiğimde ise başını eğdi, bana dönüp bakmadı. Onunla beraber gelirken önüne geçmiştim, bana, ‘arkamdan gel ve bana yolu tarif et’ dedi”. Bunları duyan
Hz. Şuayb, Hz. Musa’nın kişiliği hakkında olumlu kanaate sahip olarak, ona şöyle bir teklifte bulundu:
(Şuayb) dedi ki: Ücretli olarak sekiz sene koyunlarıma çobanlık etmen şartı ile şu iki kızımdan birini seninle evlendirmek istiyorum. Yapman şart olmamakla birlikte bu süreyi on yıla tamamlarsan, bu senin bir lütfun olur. On yıl şartını koşarak seni zora sokmak istemiyorum. İnşaallah benim de, sözünde duran, iyi ve güzel davranışta bulunan biri olduğumu göreceksin.”13

Hz. Musa’nın, -mecburiyeti olmamasına rağmen- bu süreyi on yıla tamamlaması, onun âlicenaplığına örnektir. Süre sonunda ailesini yanına alarak Mısır’a giderken yolculuğu esnasında, Tur dağında Allah Teala onunla konuştu. Ancak bu mükaleme (diyalog) esnasında, pedagojik açıdan dikkatimizi çeken bir hadise yaşandı.
“Allah Teala şöyle buyurdu: “Şu sağ elindeki de nedir, Ya Musa?”… Musa: “O benim asamdır. Yürürken ona dayanır, koyunlarım için ağaç yapraklarını onunla silkelerim. Daha birçok ihtiyacımı onunla gideririm” diye cevap verdi.”14

Allah Teala’nın, Hz. Musa’ya elindeki asayı sorması ve onun da bazı açıklamalarda bulunması, onu bir bakıma rahatlatmış ve karanlık bir gecede, elinde birden bire bulacağı koca bir yılanın korkunç görüntüsünün meydana getireceği ürküntüye bir engel teşkil etmiştir. Böylece Allah Teala, Hz. Musa’yı, göreceği ve sahip olacağı bu mucizeye hazırlamıştır denilebilir. Ardından ona elindeki asayı yere atmasını emredince, Hz. Musa kocaman bir ejderha ile karşı karşıya kalmış ve biraz önce özelliklerini anlata anlata bitiremediği kendi asasının aldığı bu yeni şekilden son derece korkmuş ve ardına bakmadan kaçmıştır. Acaba Allah Teala, Hz. Musa’ya “Şu sağ elindeki de nedir, Ya Musa?” diye sormadan ve elinde taşıdığı nesnenin onun çok iyi bildiği asası olduğunu Hz. Musa’ya ikrar ettirmeden, birden bire bir ejderha haline getirseydi, Hz. Musa’nın durumu nasıl olurdu? İşte bu hadiseden şöyle bir sonuç çıkarılabilir:

İnsanlara herhangi bir telkinde bulunulacağı zaman, önce onları buna hazırlamak ve telkine en uygun psikolojik hâle kavuşturmak gereklidir.

Ardından Hz. Musa’ya, Firavun’a karşı göstereceği diğer mucizeleri göstermiş ve onun bu konu daki endişelerini gidermiştir. Hz. Musa’nın Allah Teala’dan bu meyanda bazı isteklerde bulunduğunu görmekteyiz. Bunlardan biri de kardeşi Harun’u, kendisine yardımcı ve destek kılmasıdır. Tarih içinde hep kardeşler arası kıskançlığa şahit olan bizler için, Hz. Musa’nın bu talebi dikkat çekicidir. Zira o, Allah Teala’dan dilekte bulunduğu bu talebiyle, kardeşine de peygamberlik verilmesine vesile olmuş, bir kardeşin diğer kardeş için yapabileceği en büyük iyiliği yapmıştır. Bu konuda İslam bilginleri şöyle demişlerdir: “Musa (a.s.)’ın Harun’a sağladığı fayda gibi bir faydayı hiçbir kimse kardeşine sağlamış değildir. Zira Hz. Musa, Rabbinden, kardeşini kendisine vezir kılmasını ve ona da peygamberlik vermesini istedi. Allah Teala da onun bu duasını kabul ederek kardeşini de peygamber yaptı.”15

Hz. Musa’nın başından geçen diğer bir hadise de Hızır (a.s.) ile buluşması ve bazı bilmediği sırlara vâkıf olmasıdır. Übey b. Ka’b’in rivayetine göre, Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: “Musa (a.s.) İsrailoğulları arasında bir hutbe okudu. Kendisine “İnsanların en bilgini kimdir?” diye soruldu. Musa (a.s.) “Benim” diye cevap verdi. “Allah bilir” demediği için Allah Teala sitem ederek ona şöyle vahyetti: “İki denizin bitiştiği yerde bir kulum var. O senden daha bilgilidir”. Musa (a.s.) “Ey Rabbim! Onu nasıl bulabilirim?” dedi. Allah Teala: “Bir balık al, onu bir zenbile koy. Balığı nerede yitirirsen, o kul işte oradadır.” dedi.”16

Hz. Peygamberin bu ifadelerinden, sıradan insanlar için “kendini beğenme” ifadesi olan bazı sözlerin bile bir peygamber için Allah tarafından uygun bulunmadığı anlaşılmaktadır.

Dolayısıyla, insan için her halükarda tevazu, alçakgönüllülük ve nimeti, gerçek sahibi olan Allah Teala’dan bilmek lüzumu ortaya çıkmaktadır. Kıssanın devamını Kur’an’dan dinleyelim: “Hani hatırla ki, bir zaman Musa, hizmetçisine “İki denizin birleştiği yere varıncaya kadar dinlenmeyeceğim. Gerekirse uzun bir zaman yürüyeceğim” demişti. Her ikisi de iki denizin birleştiği yere vardıklarında balığı unuttular. Bu esnada balık denizde kendine bir yol bulup gitmişti. O yeri geçip gittiklerinde, Musa hizmetçi gence, “Öğle yemeğini getir bakalım. Doğrusu bu yolculuk bizi epeyce yordu” dedi. Bunun üzerine hizmetçi: “Gördün mü bak?! Kayaya yaslanıp dinlendiğimiz sırada balığı unuttum. Onu bana şeytan unutturdu. Halbuki balık şaşılacak bir şekilde denizde bir yol bulup gidivermişti” dedi. Musa: “İşte aradığımız da buydu!” dedi ve izlerini sürerek gerisin geri döndüler.”17

Bu ayetlerde Hz. Musa’nın yanında ona hizmette bulunan kişi için “feta” kelimesi kullanılmaktadır ki, bilindiği üzere bu, “genç, delikanlı” anlamına gelmektedir.

Bu ayetlerden, gençlerin yolculuklarda veya diğer bazı konularda yetişkinlere veya yaşlılara hizmette bulunmasının uygun olacağı yönünde bir çıkarımda
bulunulabilir. Ancak dikkatimizi çeken bir nokta, tefsirlerden, isminin Yuşa b. Nûn olduğunu öğrendiğimiz bu gencin, gördüğü hadiseyi unutarak haber vermemesi üzerine, fazladan epeyce yol yürümek zorunda kalındığıdır. Bundan dolayı denilebilir ki, gençler bazı hizmetler için istihdam edilmeli, ancak denetimleri de aksatılmamalıdır. Zira görev ve sorumluluk şuuru, erken yaşlarda kazandırıldığı takdirde, kişiye hayatta önemli fayda sağlayacaktır. Bu bağlamda, Hz. Peygamber’in, onbeş yaşlarında iken Hz. Ali’ye kılıç kuşanmasını tavsiye etmesi, Üsame b. Zeyd’i, 18-20 yaşlarında iken ordu komutanlığına ataması gibi davranışları, genç yaşlarda olmalarına rağmen, insanlara sorumluluk verilmesinden kaçınılmamasını bizlere telkin etmesi bakımından önemli örneklerdir. Gençlere sorumluluk verilmeli, ancak denetimleri de aksatılmadan gerçekleştirilmelidir.

Hz. Musa ile Hızır (a.s.) arasındaki kıs-
saya devam edelim:
Musa ve hizmetçisi izlerini sürerek geri
döndüler ve orada kendisine katımızdan bir rahmet ve tarafımızdan bir ilim verdiğimiz bir kul buldular. Musa ona şöyle dedi: “Sana öğretilen ilimden, hayatımda bana yol gösterecek şeyleri almam için, seninle arkadaşlık etmeme izin verir misin?”18

Âyeti yorumlayanlar, bu ifadelerden şu neticeyi çıkarmışlardır: Bu, Allah’ın değerli bir peygamberinin, alçakgönüllülükle yaptığı bir tekliftir. Dolayısıyla, her insanın, kendisinden ilim öğrenmek istediği kimseye karşı bu şekilde davranması gerekir.19

Hızır (a.s.), Hz. Musa’ya, “Sen benimle beraberliğe sabredemezsin” demesine rağmen, Hz. Musa’nın ısrarı üzerine onun arkadaşlık teklifini kabul etmişti. Ancak Hz. Musa, üç olay sonunda, özür beyan edecek herhangi bir mazereti kalmayınca bu arkadaşlık sona erdi ve Hızır (a.s.), itiraz ettiği hususları ona birer birer açıkladı. Hz. Peygamber (s.a.v.) bu konuda şöyle buyurmaktadır: “Allah, kardeşim Musa’nın iyiliğini versin. Keşke sabretseydi de Allah onların işlerini bize anlatsaydı. Arkadaşıyla beraber kalsaydı, elbette daha pek çok garip şeyler görecekti.”20

Anlatılan kıssadan ve bu hadisten anladığımız şudur ki, her şey zahirde göründüğü gibi olmayabilir. Tez canlı olmak, bazı olayların perde arkasını görmemize engel oluşturabilir. Özellikle gençlik çağındaki insan için, sebat ve sabır eksikliği önemli bir handikaptır.

İşte bu konuda da Kur’ân-ı Kerîm’de en güzel örnekler verilerek, insanoğlunun düşünerek ve soğukkanlılığını muhafaza ederek, olayların arka planının da var olabileceğini hesaba katması öğütlenmektedir.

Netice olarak denilebilir ki, Kur’ân-ı Kerîm, peygamberlerin hayat hikâyelerini onların gençlik dönemlerini de kapsayacak şekilde bizlere aktararak gençler için yüce değerler konusunda önemli bilgiler vermektedir. Bu bağlamda Hz. Adem’in Habil ve Kabil isimli oğullarının başından geçenler, Hz. İbrahim ve Hz. İsmail, Hz. Süleyman, Hz. İsa, Hz. Meryem ve Hz. Şuayb’ın kızları ve nihayet Ashab-ı Kehf de konuyla ilgili olarak incelenmesi gereken şahsiyetlerdir.

Dipnotlar

1. Yusuf, 12/23.
2. Yusuf, 12/33.
3. Yusuf, 12/34.
4. Yusuf, 12/39.
5. bkz. Cadu’l-Mevla, Kasasu’l-Kur’an, Mısır, ts., s. 99.
6. Yusuf, 12/50.
7. bkz. Seyyid Hasan Levasanî, Tevarihu’l-Enbiya, Müessesetü’l-Vefa,
Beyrut 1984, s.155.
8. Buharî, Enbiya 28.
9. Yusuf, 12/53.
10. bkz. Elmalılı M. Hamdi Yazır, Hak Dini Kurân Dili, Eser Yay.,İstanbul
1979, 4, 2877.
11. Kasas, 28/14-19. Ayrıca bkz. Osman Cilacı, Kurân Işığında Üç
Peygamber, Konya 1976, s. 17.
12. Kasas, 28/16.
13. Kasas, 28/27.
14. Taha, 20/17-18.
15. bkz. es-Sabunî, Safvetü’t-Tefasir, 4 /24.
16. Buharî, Enbiya 27; Müslim, Fedail 170, âyet için bkz. Kasas, 28/16.
17. Kehf, 18/60-64.
18. Kehf, 18/65-66.
19. es-Sabunî, a.g.e. 3 /455.
20. Buharî, Enbiya 27; Müslim, Fedail 170.

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

İlginizi Çekebilir

Leyle-i Berat Hakkında (Âyet, Hadis, Risale-i Nur)

BERAT: Nişan, rütbe ve imtiyaz için verilen resmî belge, kurtuluş. Sitemizde Berat Gecesi ile İlgili yazılar …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Önceki yazıyı okuyun:
Kıymetli Gençler

Gençler, Bir millet, mektebiyle millet olur. Bir millet, mektebinde yükselir. Mektebin büyüklüğünü görmek mi istiyorsunuz? …

Kapat