Kuran’da Salâvat

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

Peygamber efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem, Allah’ın sonsuz rahmetinin vesilesi olan hidayet kaynağı kuran ve sünneti bizlere ulaştırmak için çok büyük fedakârlıklar yapmıştır. Ümmetinden her bir ferdin iki dünya saadeti, onun bu eşsiz fedakârlıkları sayesindedir. Bu sebeple her bir Müslüman Allah Resulüne borçludur ve ona karşı minnet hisleriyle doludur.

Allah-u Zülcelâl Kuran-ı Kerim’inde müminlere Peygamberinin yüce derecesini bildiren ayetler nazil ederek ona karşı nasıl bir edebe sahip olmamız gerektiğini bildirmiştir. Bu ayetlerin bazısında, “Peygamber, müminlere kendi canlarından daha yakındır,” ( Ahzab, 6) buyurmuş, bazısında, “Allah ve Resûlü bir iş hakkında hüküm verdikleri zaman, hiçbir mü’min erkek ve hiçbir mü’min kadın için tercih kullanma hakları yoktur. Kim Allah’a ve Resûlüne karşı gelirse, şüphesiz ki o apaçık bir şekilde sapmıştır.” (Ahzab, 36) buyrularak nasıl bir itaat gösterilmesi gerektiği bildirilmiştir.

Yine bazı ayetlerde Peygamber efendimize gösterilmesi gereken edeb öğretilirken, “Peygamberin sesinin üstüne çıkacak şekilde seslerini yükseltmemeleri,” emredilmiş, eğer edebe aykırı hareket ederlerse “amellerinin boşa gideceği” ikazı yapılmıştır. (Hucurat, 2)

Bütün bunlardan anlaşılmaktadır ki, Allah’a kulluğun bir gereği de, bütün varlığını, insanları Allah’ın yoluna davet etmeye adamış Resulüne karşı gereği gibi edeb ve hürmet göstermektir.

Peygamberimizin asr-ı saadetinde yaşayan ashab-ı kiramın O’na nasıl hürmet gösterdiklerini kitaplardan okumaktayız. Peki, bizim gibi ahir zaman Müslümanlarının Allah Resulüne karşı minnetini ifade etmenin bir yolu yok mudur?
Elbette ki vardır. Peygamberimize salâvat okuyarak ona Allah’ın salat ve selamını dilemek, bütün zaman ve mekanlardaki müminlerin Peygambere sesini duyurma vesilesidir. Nitekim Aleyhissalatu vesselam efendimiz buyuruyor: “Yeryüzünde Allah’ın seyyah melekleri vardır. Onlar ümmetimin selâmını (anında) bana ulaştırırlar.” (Nesei, Sehv, 46)

Salât İlgiyle Yöneliştir

“Rasulullah’a salâvat getirmek” Peygamberimiz ile kıyamete kadar bütün çağlarda gelecek müminler arasında kurulan sağlam bir bağdır. O öyle bir bağdır ki, Allah’ın Habibi, ümmetinden çok salâvat getirenleri kıyamet gününde tanıyacak, onlarla yakın olacaktır.

“Kıyamet gününde bana halkın en yakın olanları ve şefaatime hak kazananları, bana en çok salâvat getirenleridir.” (Tirmizî, vitr, 21)

Peygamberimize salâvat getirmek Allah’ın emridir. Allah-u Zülcelâl Kuran-ı Kerim’inde müminlere, Peygamber sallallahu aleyhi ve selleme, salât-ü selam getirmeyi emretmiştir:

“Muhakkak ki, Allah ve melekleri, Peygamber’e salât ederler. Ey müminler! Siz de ona salât ve selam edin.” (Ahzab, 56)

Bu ayet-i kerime ile Rabbimiz bize, bizzat kendisinin ve meleklerinin de Habîbine salâvat getirdiğini haber veriyor. Peki, nedir salâvat getirmek? Peygamber efendimize salât-ü selam getirmek ne anlama gelmektedir?

Salât ve çoğulu olan salâvat kelimesinin Kuran-ı Kerim’de kullanılışına baktığımız zaman, görüyoruz ki, salât, Allah ile ve Allah için sevilen şeylerle kurulan bir bağdır, bir yöneliştir. Mesela Allah için Kabe’ye doğru yönelip namaz kılmanın da adı ‘salat’tır.

Hiç namaz kılan bir kimseyi tanımamış birisi “Namaz nedir?” diye sorsa ne cevap veririz? Hiç kuşkusuz ona namazın rükünlerini, edasını, şartlarını, önemini, gayesini ne kadar detaylıca anlatsak yine de tam olarak anlatmış olmayız. Çünkü namaz kılmanın nasıl bir bağ, nasıl bir yöneliş, nasıl bir ruhaniyete bürünüş olduğunu ancak “namazını dosdoğru kılanlar” bilir.

Bunun gibi, Allah’ın ve meleklerin Peygamber sallallahu aleyhi ve selleme salât etmesi ne demektir, bunu da kimse tam manasıyla bilemez. Allah-u Zülcelâl ancak kendi Zat’ının bildiği bir surette Peygamberine salât etmektedir. Biz ancak salât kelimesinin kullanılışından mana çıkarmaya çalışabiliyoruz.

Kuran-ı Kerim’e baktığımız zaman görüyoruz ki, bir ayet-i celîlede Allah-u Zülcelâl’in, “Başlarına gelen musibetlere sabreden, “Biz Allah’ın kullarıyız ve biz O’na döneceğiz,” diyen kullarına da “salâvat ve rahmet edeceği” bildirilmiştir. (Bakara, 156-157)

Bir başka ayette, Allah’ın “Salâvat ve rahmet etmekle”, müminleri, karanlıklardan aydınlığa çıkardığından bahsedilir: “Sizleri karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için melekleri ile birlikte üzerinize merhamet ve salâvat eden O’dur ve O, müminlere çok Rahimdir.” (Ahzab, 43)

Demek ki Allah’ın salâvat etmesi, iyiliklerle, bağışlarla, yardımlarla yönelmesi, ilgilenmesi şeklinde olmaktadır.

Allah Azimüşşan bir ayet-i celilesinde Resulüne, ashabı veya ümmeti için “salât etmesini” bildirmiş ve şöyle buyurmuştur: “Onların mallarından sadaka al ve onları temizle. Bir de onlara salât et. Çünkü senin salât’ın, onlar için sükûnettir” (Tevbe, 103)

Bu ayetteki salât et, “dua et” diye yorumlanmıştır ancak tek manası bu olsaydı dua et kelimesi de kullanılabilirdi. Herhalde onlara “şefkatle, iyilikle ilgi göster,” manalarını da kapsıyor olmalıdır. Nitekim Kıyamet suresinde “salât” etmenin zıddı olarak seçilen kelimenin manası “tevella” yani yüzünü öte yana çevirmek, ilgiyi kesmek, şeklindedir. (Kıyamet, 31) Bundan da “salat”ın ilgiyle, sevgiyle yönelmek, alaka kurmak mahiyetinde bir manayı ihtiva ettiğini anlayabiliriz.

Salâvat Okumak Duadır

Bizim Peygamberimize salâvat-ı şerife okumamız ise elbette bir duadır. Çünkü biz salâvat okuduğumuz zaman:

“Allahümme sallî ala Seyyidina Muhammed” diyerek;

“Allahım Efendimiz Muhammed’e salâvat et” demiş oluyoruz. Yani Peygamberine her türlü ilgi ve sevgiyle yardım etmesi için Allah’a dua etmiş oluyoruz.

Ayetlerden biliyoruz ki, Allah Resulünün şanı yücedir, O, Rabbinin indinde Kab-ı kavseyn makamına sahiptir. Allah ve melekleri zaten Peygambere salât ediyorlar, O’nun şanını yüceltiyor, O’na rahmet ve iyilikle ilgi kuruyorlar. Biz de salâvat okumakla o rahmetten hissedar olmaya çalışıyoruz.

Ayrıca her salâvat okumakla anlıyoruz ki, Allah Azimüşşan ile Peygamberinin arasında kuvvetli bir bağ mevcuttur. Biz de Peygamber sallallahu aleyhi ve selleme mahsus bu özel rahmetten istifade etmek için, onunla dua yoluyla bağlantı kurmaya gayret ediyoruz.

Ümmetine karşı şefkatle dopdolu olan Peygamberimiz de bizi salavat okumaya teşvik etmekle, bizleri bu İlahi rahmet ve feyzden nasipdâr kılmak istiyor. Nitekim buyuruyor ki:

“Kim bana bir defa salât getirirse, Allah da ona on salât getirir ve on günahını affeder; on derece yükseltir.” (Nesei, Sehv, 55)

Peygamberimiz, Rabbinin ümmetine rahmet etmesini çok istediği için, O rahmete vesile olduğu zaman da çok seviniyor. Sahabe anlatıyor: Bir gün Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem sevinçli olarak ashabının yanına geldi. Kendisine: “Sizi sevinçli görüyoruz!” denilince buyurdu ki: “Bana melek geldi ve şu müjdeyi verdi: “Ey Muhammed! Rabb’in diyor ki:

“Sana salât eden herkese benim on rahmette bulunmam, selâm eden herkese de benim on selâm etmem sana (ikram olarak) yetmez mi?” (Nesei, Sehv, 55)

Salâvat Okumadan Dua Kabul Olmaz

Bilhassa dua edeceğimiz zaman Peygamberimiz’e salâvat okuyarak, önce ona dua etmekle söze başlıyoruz ki, Allah’ın katında duamız makbul olsun. Hem bunu bize Peygamberimiz emrediyor:

Hz. Ömer’den rivayet edildiğine göre, “Duâ, semâ ile arz arasında durur. Rasûlullâh’a salavât getirilmedikçe, Allâh’a yükselmez.” (Tirmizî, Vitr, 21/486)

Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem, mescidinde bir kişinin namazı bitirir bitirmez dua etmeye başladığını görünce:

“Bu adam acele etti.” buyurdu. Sonra o adamı yanına çağırdı ve şöyle buyurdu:

“Biriniz duâ edeceği zaman önce Allâh Teâlâ’ya hamd ü senâ etsin, sonra Peygamber’ine salât ü selâm getirsin. Daha sonra da dilediği şekilde duâ etsin.” (Tirmizî, Deavât, 64/3477)

Bu hadis-i şeriften öğrendiğimiz dersle bizler, dualarımıza;

“El-hamdü lillahi Rabbil alemin, Es-salatü vesselamü ala seyyidina Muhammedin, ve ala âlihî ve sahbihî ecmeıyn,” diyerek başlarız.

Kendisine salât okuduğumuz gibi onun ehline de salât okuyarak dua etmemizi bize bizzat Peygamber Efendimiz öğretmiştir. Namazlarımızda okuduğumuz salâvat-ı şerife, bizzat onun öğrettiği bir duadır.

“Allah’ım! Muhammed’e ve ailesine rahmet kıl, tıpkı İbrahim’e ve ailesine rahmet kıldığın gibi. Sen övülmeye lâyıksın, şerefi yücesin.”

“Muhammed’i ve ailesini mübarek kıl, tıpkı İbrahim’i ve ailesini mübarek kıldığın gibi. Sen övülmeye lâyıksın, şerefi yücesin.” (Müslim, Salât 66-68)

Peygamberimize salâvat getirmenin hiç kuşkusuz, onunla rabıtalı olmak gibi bir manası da vardır. Kişi bir ismi andığı zaman kalbinde ona karşı olan hisler canlanır. Hisleri canlı tutup kuvvetlendirmenin başka bir yolu da yoktur. Birisinin artık adını bile anmıyorsanız veya adı anıldığı zaman güzelce yad edip ona dua etmiyorsanız artık onunla ne ilginiz kalmıştır ki?

Bu sebeple bir müminin hayatında düzenli olarak salâvat getirme adeti olmasa bile hiç değilse ömründe bir kere salavat getirmesi farz, bir mecliste Peygamberimizin adı anılınca salavat getirmesi ise vaciptir, denilmiştir. Peygamberimiz, “Cimri, yanında ismim anıldığı halde bana salâtü selâm getirmeyen kimsedir.” (Tirmizî, Daavât, 101.) buyurarak salâvatın önemine işaret etmiştir.

Kelam Ruhun Gıdasıdır

Bazı kimseler salâvat okumayı, sadece dille bir sözü telaffuz etmekten ibaret zannedip bunu basite indirgemektedirler. Hâlbuki ne dille bir sözü telaffuz etmek basittir, ne de salâvat sadece bundan ibarettir.

Dil, zihnin ve kalbin uyarıcısıdır. İnsan bir şeyi diliyle söyledikçe zihnen hatırlar ve kalben ona yönelir. Nitekim Allah-u Zülcelâl’e ibadet niyetiyle yapılan, namazda veya namaz haricinde okumalar, tesbihler, tehliller, tahmidler ve saire zikirler de hep dille yapılır.

Dille söylenen bu zikirler, gönüllerde Allah’a karşı hürmet ve muhabbeti perçinler. Buna inanan bir kişinin, salâvat okumanın da Peygamber sevgisini perçinleyeceğini kabul etmesi zor olmaz.

Bedenin ve nefsin gıdası nasıl yeme içme ise, ruhun gıdası da kelamdır. Kelam, latif, ince bir şeydir ama insanın kalbine büyük bir tesiri vardır.

Peygamberimiz, bilhassa Cuma günü salâvat getirmeye teşvik ederek bu mübarek günün maneviyatını pekiştirmeyi tavsiye etmiştir. Bir gün Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Günlerinizin en faziletlisi cuma günüdür. Bu sebeple o gün bana çokça salâtü selâm getiriniz; zira sizin salâtü selâmlarınız bana sunulur” buyurmuştur. Ashâb-ı kirâm:

“Yâ Resûlallah! Vefat ettiğin ve senden hiçbir eser kalmadığı zaman salâtü selâmlarımız sana nasıl sunulur?” diye sordular. Bunun üzerine Peygamber aleyhisselâm:

“Allah Teâlâ peygamberlerin bedenlerini çürütmeyi toprağa haram kıldı” buyurdu. (Ebû Dâvûd, Salât 201, Vitir 26. İbni Mâce, İkamet 79, Cenâiz 65)

Elbette salâvat getirmenin sevabından bahseden hiçbir âlim şunu iddia etmemiştir; “Kişi hayat tarzı olarak Peygamberin getirdiği hidayete ne kadar sırt çevirirse çevirsin, sırf dille okuyacağı salâvatlar sayesinde şefaate erecek ve kendini kurtaracak!”

Hayır, kimsenin böyle bir iddiası yoktur!

Peygamberimize salâvat okumak, bir yerde bizim de ona yönelişte olduğumuzun, onun getirdiklerine iman ettiğimizin, Onu hayatımız için rehber olarak kabul ettiğimizin ikrarı manasındadır.

Hem salâvat okumaktan beklediğimiz bir fayda da, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem ile irtibatımızı daha da kuvvetlendirmektir. Bizler ümmeti olarak salâvat okumak suretiyle ruhumuzun Peygamberle bağlantısını güçlendirmeyi ve böylece onu örnek alma hususundaki bütün eksikliklerimizi tamamlamayı umuyoruz.

Nitekim salâvat getirenlere Peygamberimizin şefaat etmesi de, kendisiyle irtibatlı olan müminlerin kaçınamadığı irili ufaklı hatalarının affı için ricacı olmaktan ibarettir. Yoksa Peygamberi rehber olarak tanımayan, getirdiklerine itiraz eden, ona iman ve teslimiyeti söz konusu olmayan kişilere sırf nüfus cüzdanında “Dini: İslam” yazıyor diye şefaat edileceğine dair bir iddia söz konusu değildir.

Yazar: Muhammed Kadiroğlu

İslami Hayat Dergisi

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

İlginizi Çekebilir

Leyle-i Berat Hakkında (Âyet, Hadis, Risale-i Nur)

BERAT: Nişan, rütbe ve imtiyaz için verilen resmî belge, kurtuluş. Sitemizde Berat Gecesi ile İlgili yazılar …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Önceki yazıyı okuyun:
Serbestzâde Ahmed Hamdi Efendi

AHMED HAMDİ, Serbestzâde (1864-1939) Son devir tefsir âlimi ve şair. İskilip Ulaştepe mahallesinde doğdu. Babası Serbestzâde …

Kapat