Kuran’ın Gaybi Haberleri
İçindekiler
Önsöz
Rum’un zaferi
Haman isminin eski Mısır yazıtlarında geçmesi
Firavun’un Boğulması
Firavuna gelen musibetler
Nuh Tufanı
İrem Şehri
Mekke’nin Fethi
Sebe halkı ve arim seli
Ebu Leheb’in küfür üzere ölmesi
Peygamberimizin (s.a.v.) Allah tarafından korunacağı
Kur’an’ın muhafaza edilmesi
ÖNSÖZ
Bir beşerin hem de okuma – yazma bilmeyen bir beşerin gaybdan haber vermesi ve verdiği haberlerin her zaman doğru çıkması asla mümkün değildir. Gaybı, gelecek ve geçmiş olarak ikiye ayırdığımızda; gelecekten haber vermesi hiçbir cihetle mümkün değildir. Geçmişten haber vermesi ise, şayet haber verilen olay meşhur değil ve insanların günlük hayatta konuştuğu bir konu değilse ancak okuma – yazma bilmesi ve geçmişe dair eserleri incelemesi ile mümkündür. Hal böyle iken, bir beşer görseniz ki, hem gelecekten haber veriyor, hem de okuma – yazma bilmemesine ve bir satır bile okuyamamasına rağmen geçmişten haber veriyor ve verdiği bu haberler doğru çıkıyor. Acaba, bu haberleri veren zatın Allah’ın peygamberi olduğundan ve bu haberlerin yazılı bulunduğu kitabın Allah’ın kitabı olduğundan hiç şüphe edilir mi? Hayır, asla… Zira gaybı, Allah-u Teâlâ’dan ve O’nun öğrettiği kişiden başka kimse bilemez.
Kur’an’ın Allah’ın kitabı olduğuna dair eserimizin bu 2. bölümünde, Kur’an’ın gaybdan verdiği haberlerin doğruluğunu gösterecek ve bununla, Kur’an’ın Allah’ın sözü ve kelamı olduğunu ispat edeceğiz. Eserimize, Kur’an’ın, Bizans ordularının galibiyetini haber Rum suresinin ayetleriyle başlıyoruz:
Bir beşerin hem de okuma – yazma bilmeyen bir beşerin gaybdan haber vermesi ve verdiği haberlerin her zaman doğru çıkması asla mümkün değildir. Gaybı, gelecek ve geçmiş olarak ikiye ayırdığımızda; gelecekten haber vermesi hiçbir cihetle mümkün değildir. Geçmişten haber vermesi ise, şayet haber verilen olay meşhur değil ve insanların günlük hayatta konuştuğu bir konu değilse ancak okuma – yazma bilmesi ve geçmişe dair eserleri incelemesi ile mümkündür. Hal böyle iken, bir beşer görseniz ki, hem gelecekten haber veriyor, hem de okuma – yazma bilmemesine ve bir satır bile okuyamamasına rağmen geçmişten haber veriyor ve verdiği bu haberler doğru çıkıyor. Acaba, bu haberleri veren zatın Allah’ın peygamberi olduğundan ve bu haberlerin yazılı bulunduğu kitabın Allah’ın kitabı olduğundan hiç şüphe edilir mi? Hayır, asla… Zira gaybı, Allah-u Teâlâ’dan ve O’nun öğrettiği kişiden başka kimse bilemez. Kur’an’ın Allah’ın kitabı olduğuna dair eserimizin bu 2. bölümünde, Kur’an’ın gaybdan verdiği haberlerin doğruluğunu gösterecek ve bununla, Kur’an’ın Allah’ın sözü ve kelamı olduğunu ispat edeceğiz. Eserimize, Kur’an’ın, Bizans ordularının galibiyetini haber Rum suresinin ayetleriyle başlıyoruz:
Rum’un zaferi
“Elif, Lam, Mim. Rum (orduları) yenilgiye uğradı. Dünyanın en alçak yerinde. Ama onlar, yenilgilerinden sonra yeneceklerdir. Üç ile dokuz yıl içinde. Bundan önce de sonra da emir Allah’ındır. Ve o gün müminler sevineceklerdir. (Rum Suresi, 1-4)
Şimdi, bu ayet-i kerimenin işaret ettiği delilimizi inceleyelim:
613-614 yılları arasında Mecusi olan Pers orduları, Hıristiyan olan Bizans ordularını mağlup etmiş ve çok ağır bir yenilgiye uğratmıştı. Mekke müşrikleri, Ehl-i kitap olan Hıristiyanların mağlubiyetine çok sevinmiş ve Müslümanlara: “Eğer Allah sizin dediğiniz gibi yegâne galip olsaydı, Ehl-i Kitap olan Bizans’ı üstün getirir ve Perslere karşı galip kılardı.” demişlerdi. Bunun üzerine Kur’an- Kerim, bir mucize olarak, o an imkânsız gibi gözüken gelecekteki bir sonucu haber verdi: 3 ilâ 9 yıl arasında Bizans Perslere galip gelecek ve bununla Müslümanlar sevinecekti…
Nitekim Hz. Ebubekir Allah’ın bu vaadine dayanarak, Perslerin galibiyetine sevinen müşriklere: “Allah sizin sevincinizi fazla sürdürmeyecek, çünkü O birkaç sene içinde Rumların tekrar galip geleceğini haber verdi” dedi. Hz. Ebubekir’in bu sözü üzerine müşriklerden Ubey b. Halef iddiaya girmeyi teklif etti. On deve üzerine ve üç yıl içinde Bizans’ın galip gelip gelemeyeceği hususunda iddiaya girdiler.
Hz. Ebubekir olup biteni Peygamber Efendimiz (sav)’e anlatınca, Efendimiz: “Ayette geçen “bid’” (بِضْعِ) sözünün 3 sene değil; 3 sene ile 9 sene arasını ifade ettiğini, bu sebeple, süreyi de deve sayısını da üç katına çıkarmasını Hz. Ebubekir’e söyledi.
Bu sefer, 9 sene içinde Bizans’ın galip gelip gelmeyeceğine dair 100 deve üzerine bahse girdiler. Gerçekten de, Tirmizi’nin Sahih’inde haber verdiğine göre, Bedir savaşına tesadüf eden günlerde Bizanslar Perslere karşı yaptıkları savaşta galip gelmiş ve böylece Kuran’ın gaybdan verdiği haber tahakkuk etmiştir. Hz. Ebubekir, Ubey İbn-i Halef’ın varislerinden, kazandığı develeri alarak Peygamber Efendimizin tavsiyesi üzerine fakirlere dağıtmıştır.
Dilerseniz, şimdi Bizans’ın o dönemdeki durumuna biraz daha yakından bakarak Kur’an’ın verdiği bu haberin nasıl muzicevi olduğunu daha net görelim:
Bizans İmparatorluğu o dönemde öyle bir çöküş yaşıyordu ki, değil Pers ordularını yenmesi, ayakta kalması bile imkânsız görülüyordu. Persler Bizanslıları 613 yılında Antakya’da mağlup etmişler; Şam, Kilikya, Tarsus, Ermenistan ve Kudüs’ü ele geçirmişlerdi. Aynı dönemde yalnız Persler değil, Avarlar, Slavlar ve Lombardlar da Bizans Devleti’ne karşı savaş açmışlardı. Bizans Kralı Heraklius, ordunun masraflarını karşılayabilmek için kiliselerdeki altın ve gümüş süs eşyalarının eritilip paraya çevrilmesini emretmişti. Hatta bunlar da yetmeyince bronzdan heykeller bile para yapımı için eritilmeye başlanmıştı. Pek çok vali, Kral Heraklius’a isyan etmiş, İmparatorluk parçalanma noktasına gelmişti. Bütün Bizans toprakları Perslerin işgali altına girmişti.
Kısacası, herkes Bizans’ın yok olmasını bekliyordu. Ama tam bu dönemde, biraz önce ifade ettiğimiz gibi, Rum Suresi’nin ilk ayetleri vahyedildi ve Bizans’ın 3 ilâ 9 yıl içinde yeniden galip geleceği haber verildi. Bu galibiyet öylesine imkânsız gözüküyordu ki, bu habere Müslümanlar dışında kimse inanmamıştı. Ama Kur’an’ın tüm haberleri gibi bu da hiç kuşkusuz gerçekleşecekti ve gerçekleşti. 622 yılında Heraklius Ermenistan’ı işgal edip Persleri yenerek çeşitli zaferler kazandı. 627 yılının Aralık ayında, Bizans ordusu ile Persler arasında büyük bir savaş daha oldu. Bizans ordusu, Persleri bu savaşta yenilgiye uğrattı. Birkaç ay sonra da Persler işgal ettikleri yerleri Bizans’a geri veren bir anlaşma imzalamak zorunda kaldılar.
Böylece Allah’ın Kur’an’da bildirdiği “Rum’un zaferi”, ayetteki “üç ile dokuz yıl içinde” ifadesiyle dikkat çekilen zaman aralığında, mucizevî bir şekilde gerçekleşmiş oldu.
Bir insan düşünün; tek başına çıkmış, “Ben Allah’ın peygamberiyim ve bu kitap da onun kitabıdır.” diyor. Ve inatçı kavminin içinde ona iman eden çok az insan var. Ve o olması imkânsız gibi çok zor görünen bir mesele hakkında korkusuzca, hiç tereddüt ve telaş göstermeden büyük bir cesaretle hatta vaktini ve yerini dahi tayin ederek haber veriyor.
Etrafındaki insanlar şaşkınlık içinde, hatta bu meselenin olmasını imkânsız görenler müminler ile iddiaya giriyorlar. Eğer bu haber yanlış çıksa, “olacak” dediği hadise olmasa, onun doğruluğuna ve peygamberlik davasına gölge düşecek; ama o kendinden çok emin bir tavırla “Olacak!” diyor.
Peki, bu hadise bir zaman sonra tıpkı onun dediği gibi vuku bulsa, acaba o zatın harikulade bir zat olduğu ve getirdiği kitabın da Allah’ın kitabı olduğu hususunda bir şüpheniz olur muydu? Elbette hayır! Çünkü gaybı ancak Allah ve Allah’ın öğrettiği kişiler bilir. Bir insanın gaybı bilmesi mümkün olmadığı gibi, gelecekten haber vermesi de hiç mümkün değildir.
Bu ayetlerde yer alan bir başka mucize de, o dönemde kimsenin tespit etmesinin mümkün olmadığı coğrafi bir gerçeğin haber verilmesidir.
Rum Suresi’nin 3. ayetinde, Rumlar’ın “Dünyanın en alçak yerinde” yenildikleri belirtilir.
Bu ifadenin Arapçası “edna-l arz(d)” dır. “Edna” kelimesi, Arapça’da “alçak” manasında olan “deni” kelimesinden türemiştir ve “en alçak” anlamına gelir. “Arz(d)” ise yeryüzü demektir. Dolayısıyla “edna-l arz(d)” ifadesi “yeryüzünün en alçak yeri” manasına gelmektedir. Bu ifade, Kur’an’ın indirildiği dönemde bilinmesi asla mümkün olmayan çok önemli bir jeolojik gerçeğe işaret etmektedir. Şöyle ki:
Dünyanın en alçak yerini araştıran bilim adamları, bu noktanın, Bizanslıların, 613-614 yıllarında yenilgiye uğradığı yer olan Lut Gölü havzası olduğunu bulmuşlardır. Bizans İmparatorluğu ile Persler arasındaki savaşın gerçekleştiği söz konusu yer, Suriye, Filistin ve şimdiki Ürdün topraklarının kesiştiği bölgede yer alan Lut Gölü havzasıdır. Lut Gölü çevresi deniz seviyesinden 395 metre aşağıda yeryüzünün “en alçak” bölgesidir.
Yeryüzünün en alçak bölgesini bilimsel bir çalışma olmadan tespit etmek imkânsızdır. Ve bir insanın kendi ilmi ile bunu bilmesi asla mümkün değildir.
O halde sorumuz şu olsun: Çağımızdaki teknik imkânlar ile ancak tespit edilen bir gerçeğin bundan 1400 sene önce Kur’an’da ifade edilmesini ne ile izah edeceğiz? Ona “Allah’ın kitabı” demeyeceğiz de “Bir beşer sözüdür” mü diyeceğiz? Böyle bir kitaba “beşer sözüdür” demek, hakikate göz kapamak ve hakkı inkâr etmek demektir.
Haman isminin eski Mısır yazıtlarında geçmesi
Haman ve eski mısır yazıtları Firavun dedi ki: “Ey önde gelenler, sizin için benden başka İlah olduğunu bilmiyorum. Ey Hâman, çamurun üstünde bir ateş yak da bana yüksekçe bir kule inşa et, belki Musa’nın İlahına çıkarım. Çünkü gerçekten ben onu yalancılardan biri sanıyorum.” (Kasas Suresi:38)
Hâman ismi, bu ayet-i kerime ile birlikte Kur’an’da 6 yerde geçmektedir: Kasas suresi 6. ve 8. ayetlerde; Ankebut suresi 39. ayette; Mümin suresi 24. ve 26. ayetlerde yine Hâman’dan bahsedilmekte ve Hâman’ın Firavun’un veziri olduğu haber verilmektedir.
Acaba Hâman isminde birisi yaşamış mıdır? Ve bu kişinin Firavun ile bir ilgisi var mıdır? Bu konuda tarih kitapları ne diyor?
Eski Mısırlıların kelimeleri yazmak için kullandıkları işaretlere “hiyeroglif” denir. Eski Mısırlılar, Hititler, Maya ve Aztekler hiyeroglif yazısını kullanırlardı. Hiyeroglif yazısı çeşitli yaratık ve eşyalarla ilgili düşünceleri temsil eden ilkel resim ve işaretlerden meydana gelen bir yazıdır. Resimlere uygun manalar verilmeye çalışılmasına rağmen, hiyeroglifi çok karmaşık bir yazıdır.
Mısırın tarihi ve dili Roma İmparatorluğunun işgali esnasında tümüyle değişmiştir. Hıristiyanlığı resmi din olarak kabul eden Roma, putperest olduğunu düşündükleri Eski Mısır dinine karşı yasaklayıcı bir tavır aldı. Mısır tapınaklarını yıkıp, kitabeleri söktüler.
Hiyeroglif yazısının kullanılmasını yasakladılar. M.S 300’lerden sonra Hiyeroglif yazısı unutuldu ve yeryüzünde bu yazıyı okuyabilen kimse kalmadı. 18. yüzyıla kadar bu böyle sürdü. Bu dili bilen olmadığı için Mısır papirüslerinde ve yazıtlarında neler yazdığı hiç kimse tarafından bilinemiyordu. Bu durum 1799’da Mısır’ı işgal eden Fransız ordusundaki bir askerin, kendine siper kazarken bulduğu Rosetta Stone isimli bir yazıtla değişti. Bu yazıtı diğer yazıtlardan ayıran özellik, aynı metnin hem Hiyeroglif, hem demotik hem de Yunanca olarak yazılmış olmasıydı. Yunanca bilinen bir dil olduğu için buna bakılarak Hiyeroglif yazısı Jean Françoise Champollion adlı bir Fransız tarafından çözüldü. Bu şekilde Eski Mısır dolayısıyla Firavun hakkında birçok şey öğrenilebildi. Hiyeroglif yazısının çözümüyle konumuzu ilgilendiren çok önemli bir bilgiye ulaşılmış oldu. “Haman” ismi gerçekten de Mısır yazıtlarında geçiyordu. Viyana’daki Hof Müzesi’nde bulunan bir anıt üzerinde bu isimden söz ediliyordu. Aynı yazıtta Haman’ın Firavun’a olan yakınlığı da vurgulanıyordu.
Antik Mısır kültürü ve tarihini incelemiş ve yazdığı eserler Atlas başyapıtı olarak kabul edilmiş Alman bilim adamı Walter Wreszinski, Hof müzesinde sergilenen bir anıt üzerinde Haman isminin geçtiğinden ve aynı yazıtta Haman’ın Firavun’a olan yakınlığından bahsedildiğini eserinde haber vermektedir. (207. Walter Wreszinski, Aegyptische Inschriften aus dem K.K. Hof Museum in Wien, 1906, J. C. Hinrichs’ sche Buchhandlung.)
Yine bir antik Mısır tarihçisi olan Hermann Ranke tüm bu yazıtlara dayanarak hazırladığı “Yeni Krallıktaki Kişiler” sözlüğünde Haman’dan “Taş ocaklarında çalışanların başı” olarak bahsetmektedir. (Hermann Ranke, Die Ägyptischen Personennamen, Verzeichnis der Namen, Verlag Von J. J. Augustin in Glückstadt, Band I, 1935, Band II, 1952.)
Evet, Hâman, aynen Kur’an’da geçtiği gibi Hz. Musa zamanında Mısır’da yaşayan bir kişiydi. Kur’an’da bahsedildiği gibi, Firavun’a çok yakındı ve inşaat işleriyle ilgileniyordu. Kur’an’da, Firavun’un kule yapma işini Haman’dan istemesini haber veren ayet, bu arkeolojik bilgiyle tam bir uyum içindedir.
Şimdi şu soruyu sormak istiyoruz: Peygamber Efendimiz (s.a.v.) okuma-yazma bilmiyordu ve tek bir satır ne okumuştu ne de yazmıştı. Hal böyle iken, Kur’an’da, Eski Mısır’da yaşamış ve Firavun’un vezirliğini yapmış kişi, hem de ismiyle geçmektedir. Ve bu bahis, 200 yıl önce keşfedilen tarihi bulgular ile aynen uyum içinde gözüküyor. Tarih de bize Hâman isimli bir kişiden, bu kişinin Firavun ile beraber yaşamasından ve Firavun’un veziri olup inşaat işleri ile uğraştığından haber veriyor.
Kur’an’ın indirildiği dönemde erişilmesi mümkün olmayan bu bilgiden mucizevî bir şekilde bahsedilmesi ve aynı bahsin eski Mısır yazıtlarında da bulunması ne ile izah edilebilir? Bunun tek bir izahı vardır, o da şudur: Kur’an, gaybı en iyi bilen Allah tarafından nazil olmuştur, O’nun kitabıdır ve O’nun sözüdür.
Firavun’un Boğulması
Firavun’un Boğulması “Hani bir zaman sizin için denizi yarmıştık. Sizi kurtarıp, Firavun’u ve adamlarını suda boğmuştuk. Siz de bakıp duruyordunuz.” (Bakara 50)
“Biz de ayetlerimizi inkâr ettikleri ve onlara kulak vermedikleri için kendilerinden intikam aldık ve hepsini denizde boğduk.” (Araf 136)
“Rablerinin ayetlerini yalanladılar. Biz de günahları yüzünden onları helâk ettik. Firavun ile arkasından gidenleri suda boğduk. Hepsi de zalim idiler. (Enfal 54)
“Derken Firavun, Musa’yı ve İsrailoğullarını Mısır’dan sürmek istedi. Biz de onu ve beraberindekilerin hepsini suda boğduk. (İsra 103)
“İki topluluk birbirini görünce, Musa’nın adamları “Eyvah, yakalandık!” dediler. Musa: “Hayır, asla! Rabbim şüphesiz benimledir, bana yolu gösterecektir.” dedi. Bunun üzerine Musa’ya: “Vur asan ile denize!” diye vahyettik; vurunca deniz hemen yarılıverdi ve her parçası kocaman bir dağ gibi oldu. Ötekilerini de buraya yaklaştırdık. Musa ve beraberindekilerin hepsini kurtardık, sonra da ötekileri suda boğduk. (Şuara 61-66)
Kur’an-ı Kerim, zikrettiğimiz ayet-i kerimeler ile Firavun’un akıbetini haber vermekte; Firavun ile ordusunun denizde boğulduklarını bildirmektedir. Şimdi, Kur’an’ın şu ayet-i kerimesine dikkat edelim. Ankebut suresi 48. ayet-i kerimede şöyle buyrulmuştur: “Resulüm! Sen bundan önce ne bir yazı okur, ne de elinle onu yazardın. Öyle olsaydı, batıla uyanlar kuşku duyarlardı.”
Bu ayet-i kerimenin açıkça beyanına göre, Peygamber Efendimiz (s.a.v.) okuma-yazma bilmiyordu. Ne bir harf yazmış, ne de bir harf okumuştu. Peki hal böyle iken, nasıl oluyor da kendisinden asırlar önce yaşamış Firavun’dan ve onun denizde boğulma akıbetinden haber veriyor?
Nasıl haber verdiği sorusunun cevabını sonraya bırakalım ve şimdi şu sorunun cevabını arayalım: Acaba gerçekten de Firavun suda boğularak mı ölmüştür? Firavun’un akıbetine dair Kur’an’ın verdiği haberi tarih tasdik ediyor mu?
Şimdi, bu konuyla ilgili olarak İngiltere’de British müzesindeki Firavun zamanından kalma 6 no lu Mısır papirüsündeki yazıyı okumak istiyoruz: “Sarayın beyaz odasının muhafızı, kitaplarının reisi Amenamoni’den kâtip Penterhor’a: Bu mektup elinize ulaştığı vakitte ve noktası noktasına okunduğu zaman, kalbini müteessir edecek bir halde olan acıklı felaketi, dalgalarda boğulma felaketlerini öğrenerek kalbini kasırga önündeki yaprak gibi en şiddetli ıstıraba teslim et. Musibet şiddetli, zaruret birden bire onu zabdetti. Sular içinde uyku, canlıyı acınacak bir şey yaptı. Reislerin ölümünü, kavimlerin efendisini, şarkların ve garpların kralının mahvolmasını tasvir et. Sana gönderdiğim haber hangi habere kıyas edilebilir?”
İşte bu yazıtta Mısır Firavun’unun denizde boğulduğu açıkça anlatılmaktadır. Yani 6 no lu Mısır papirüsü Kur’an’ın verdiği haberi tasdik etmektedir. Kur’an’ın verdiği haber, tarihi yazıtlarla da doğrulanmıştır.
O halde şimdi ilk sorumuza dönüyoruz: Bir harf yazmamış ve bir harf okumamış bir insan, kendinden asırlar önce yaşamış bir kişinin feci akıbetini nereden biliyor ve nasıl öğrenmiş? Eğer Kur’an’ı Allah’ın kitabı olarak kabul etmezsek, bu soruya nasıl cevap veririz? Yoksa sadece “tesadüf” deyip geçecek miyiz? Hayır, tesadüf olamaz. Bu sorunun bir cevabı olmalı…
Bu sorunun tek bir cevabı vardır ki o da şudur; Bu kitap, ezelden ebede kadar bütün zamanları bilen Allah-u Teâlâ tarafından nazil olmuş bir kitaptır. Allah-u Teâlâ, Kur’an’ın bir mucizesi olarak, geçmiş zamanda olmuş ve gelecek zamanda olacak haberleri Kur’an ile bildirmiş ve bu haberleri Kur’an’ın bir mucizesi yapmıştır…”
Evet Kur’an’ın Allah’ın kitabı olduğunu inkâr edenler Kur’an’ın mucizevi bir şekilde vermiş olduğu Firavun’un denizde boğulması haberini ve Kur’an’ın diğer gaybi haberlerini ne ile izah ediyorlar? Bu kitabın Allah’ın kitabı olduğunu kabul etmemek, hakikate göz kapatmak ve hakkı inkar etmek demektir. Kur’an gaybdan verdiği haberlerin doğruluğu ile Allah’ın kitabıdır ve onun kelamıdır.
Firavuna gelen musibetler
“Andolsun ki biz, Firavun ve çevresini belki öğüt alıp düşünürler diye yıllar yılı kuraklığa ve ürün kıtlığına uğrattık.” (Araf Suresi: 130)
“Bunun üzerine, ayrı ayrı mucizeler olarak üzerlerine tufan, çekirge, haşerat, kurbağa ve kan gönderdik. Yine büyüklük tasladılar ve günahkâr bir kavim oldular. (Araf Suresi: 133)
Kur’an’ın bu ve benzeri ayet-i kerimeleri, Firavun ve çevresine gelen musibetlerden haber vermekte; onlara gönderilen kıtlık, tufan, çekirge, kurbağa ve kan musibetlerinden bahsetmektedir. Şöyle ki: Cenab-ı Hak, inkârda ısrar eden Firavun’un kavmine ilk önce şiddetli bir yağmur göndermiştir. Bu yağmur 8 gün 8 gece devam etmiş, kimse dışarı çıkamamış ve Nil nehrinin taşmasıyla seller meydana gelip evleri, ekinleri ve hayvanları telef etmiştir. Bu musibet karşısında Firavun’un adamları Hz. Musa’ya gelerek: “Rabbine dua et. Bu belayı başımızdan kaldırsın da sana iman edelim.” demişlerdir. Hz. Musa da dua etmiş ve duasının bereketiyle tufan sona ermiştir.
Ancak onlar yine iman etmediler ve inkârlarında ısrar ettiler. Bunun üzerine Cenab-ı Hak, bir ayet ve mucize olarak onlara çekirge musibetini gönderdi. Ekin ve meyve bahçelerini yiyen çekirge sürüleri evlerin tavanına ve elbiselerin içlerine kadar ulaştı. Bu durum karşısında onlar yine Hz. Musa’ya gelerek dua etmesini ve bu musibeti kaldırmasını istediler ve bunu yaparsa O’na iman edeceklerini söylediler. Hz. Musa bunun üzerine tekrar dua etti ve duasının bereketiyle bir rüzgâr gelip çekirgeleri nehre döktü. Ancak kalpleri körelmiş Firavun ve çevresi bu mucizeye karşı da iman etmediler ve sözlerinde durmadılar.
Bunun üzerine Allah-u Teâlâ onların üzerine haşerat musibetini gönderdi. Gönderilen haşerat, çekirgelerden arta kalan ekinleri yediler ve elbiselerine girerek kanlarını emdiler. Buna karşı onlar üçüncü kez Hz. Musa’ya gelerek yine dua etmesini ve bu musibeti kaldırmasını istediler ve bunu yaparsa iman edeceklerini söylediler. Hz. Musa yine dua etti ve Allah-u Teâlâ duasını kabul ederek haşeratı yok etti. Ancak Firavun ve çevresi yine iman etmediler ve Hz. Musa’ya: “Sen bir sihirbazsın. Sihrinle bunları yapıyorsun.” dediler.
Bunun üzerine Allah-u Teâlâ onların üzerine kurbağaları yağdırdı. Kurbağalar o kadar çoktu ki, yerleri yurtları kurbağalar ile dolmuştu. Kurbağalardan bir türlü kurtulamayan Firavun ve çevresi yine kurtuluş çaresini Hz. Musa’ya gelmekte buldular ve ona gelerek dua etmesini ve bu kurbağaların yok olmasını istediler. Buna karşı, “Bu sefer muhakkak iman edeceğiz.” diye söz verdiler.
Hz. Musa yine dua etti ve duasının bereketiyle bir yağmur yağarak bütün kurbağalar denize döküldü. Lakin onlar yine iman etmediler ve azgınlıklarına devam ettiler. Bunun üzerine de Allah-u Teâlâ onların üzerine kan yağdırmış ve içecekleri dahi her şey kan olmuştur.
İşte Kuran’ın mezkûr ayetleri, Firavun ve çevresinin başına gelen bu musibetleri haber vermekte ve bizlere bir ibret dersi yapmaktadır.
Acaba Kur’an’ın haber verdiği bu hadiseler hakkında tarih kitapları ne demektedir? Şimdi, tarihi yazıtların bu konudaki sözlerini dinleyelim:
Orta Krallık devrinden kalan Ipuwer papirüsü 19. yüzyılın başında Mısır’da bulunmuştur. Bu papirüs bulunduktan sonra, 1909 yılında Leiden Hollanda Müzesi’ne götürülüp Gardiner tarafından çevrilmiştir. Papirüste Mısır’daki kıtlık, kuraklık gibi felaketler ve Mısır’dan kölelerin kaçışı anlatılmaktadır. Ayrıca söz konusu papirüsün yazarı İpuwer’in de bu olayların tanığı olduğu anlaşılmaktadır. Kur’an’da da bildirilen bu felaketlerden Ipuwer papirüslerinde şöyle bahsedilmektedir:
“Felaketler tüm memleketi sarmıştı. Her yerde kan vardı. Nehir kan oldu.
Böyle dün gördüğüm her şey helak oldu. Biçilmiş gibi her toprak çırılçıplak…
Mısır’ın aşağısı mahvoldu. Tüm saray ıssız kaldı. Sahip olunan her şey: buğday ve arpa, kazlar ve balıklar… Gerçekten ekin her yerde mahvoldu. Topraklar tüm kargaşaya ve gürültüye rağmen…
Dokuz gün boyunca saraydan hiçbir çıkış yoktu ve kimse o şahsın yüzünü göremedi.
Şehirler kuvvetli akıntılar tarafından yerle bir oldu. Yukarı Mısır harap olmuştu. Her yerde kan vardı. Ülkede salgın hastalıklar baş gösterdi.
Bugün gerçekten kimse kuzeye Byblos’a gidemiyor. Mumyalarımız için ne yapacağız? Altın azalıyor…
İnsanlar sudan korkar oldu. Su içtikten sonra bile susadılar. İşte suyumuz! Mutluluğumuz! Yapabileceğimiz ne var? Her şey talan…
Şehirler yıkıldı. Yukarı Mısır kurudu. Yerleşim alanları bir dakika içinde altüst oldu.“
20. yüzyılda bilgi sahibi olduğumuz bu papirüste yazılan yazıyı dinlerken sanki ayet-i kerimeleri dinliyormuş gibi oldunuz değil mi? Bunun sebebi, papirüsteki yazıların Kur’an ayetleriyle neredeyse aynı olması Kur’an’ın verdiği haberleri birebir doğrulamasıdır.
O halde şimdi şu soruyu soruyoruz: Firavun ve kavmine gönderilen felaketleri haber veren bu papirüsteki yazıların Kur’an’la büyük bir paralellik içinde olması, Kur’an’ın Allah’ın kitabı olmasından başka ne ile izah edilebilir?
Bir beşerin hem de okuma yazma bilmeyen bir beşerin kendi başına bunları bilmesi ve haber vermesi hiç mümkün müdür?
Hayır, asla mümkün değildir! Bir beşer kendi aklıyla bu bilgileri keşfedemez. O halde Kur’an asla bir beşer sözü olamaz, ancak ve ancak ezel ve ebed sultanı olan, geçmişi ve geleceği tek bir sayfa gibi gören Allah’ın sözü olabilir.
Nuh Tufanı
İrem Şehri
- Mehmet Nuri BİNGÖL”ün Edebî Yolculuğu - 30 Ağustos 2024
- Risale-i Nur’da ve Hatıralarda Kurban Bayramı - 15 Haziran 2024
- Ramazan’dan Sonra - 24 Nisan 2024
- Ramazan Bayramı ve Peygamber Efendimizin Bayramı - 9 Nisan 2024
- Kadir Gecesi ile İlgili Yazılar - 5 Nisan 2024
- Saatler ve Manzaralar / Yahya Kemal BEYATLI - 30 Mart 2024
- Peygamberimizin (asm) İtikâfı - 29 Mart 2024
- Aydınların Dilinden Bediüzzaman Said Nursî / Vefatının 64. Sene-i Devriyesi Hatırasına (video).. - 25 Mart 2024
- Sükûtun Zarâfeti / İmam Süyutî - 23 Mart 2024
- “Oruç, Bıçağa Gerek Duyulmayan Bir Ameliyattır.” - 20 Mart 2024