Kur’an’ın lafzındaki camiyet’e bir kaç misâl;
“İşte onlar, Rablerinden bir hidâyet üzeredirler, kurtuluşa erenler de işte ancak onlardır.” (Bakara, 5)
[Kurtuluşa erenler işte ancak onlardır]’da bir sükût var,
bir ıtlak –belirsizlik- var.
Neye zafer bulacaklarını ta‘yîn etmemiş –belirlememiş.-
Tâ, herkes istediğini içinde bulabilsin.
Sözü az söyler, tâ uzun olsun…
Çünki bir kısım muhâtabın maksadı ateşten kurtulmaktır.
Bir kısmı yalnız Cenneti düşünür.
Bir kısım, saâdet-i ebediyeyi arzu eder.!..
Bir kısım yalnız rızâ-yı İlâhîyi ricâ –ümîd- eder.
Bir kısım, rü’yet-i İlâhiyeyi -Allah’ı görmeyi- gāye-i emel bilir!..
Ve hâkezâ, bunun gibi pek çok yerlerde Kur’ân, sözü mutlak bırakır –sınırlamaz-,
tâ âmm –umûmî- olsun!..
Hazf eder –kısaltır-,
tâ çok ma‘nâları ifâde etsin!..
Kısa keser, tâ herkesin hissesi bulunsun.
İşte اَلْمُفْلِحوُنَ [Felâha erenler] der. Neye felâh bulacaklarını ta‘yîn etmiyor…
Güyâ o sükûtla der:
‘Ey Müslümanlar, müjde size!..
Ey müttakī (günahtan sakınan)!
Sen Cehennemden felâh bulursun.
Ey sâlih! Sen Cennete felâh bulursun.
Ey ârif! Sen rızâ-yı İlâhîye nâil olursun.
Ey âşık! Sen rü’yete mazhar olursun.’ Ve hâkezâ…” (25. Söz)
“Her ayet için bir zahir var, bir batın var; bir had var, bir muttala’ var. Binaenaleyh, muayyen bir ayet her yerde öbür münasip bir vecih için, bir fayda için zikredilebilir. Bu itibarla, zahiren tekrar görünse bile hakikatte tekrar değildir.”(Mesnevi-i Nuriye, 14. Reşha)
“Elbette, evvelki Sözlerde, hem bu Sözde zikrolunan âyetlerden,
şu câmiiyet âşikâre görünüyor.
Evet,
“Her bir âyetin mânâ mertebeleri vardır;
zâhirî, bâtınî, haddi –kapsamı- ve muttala’ı -anlam çerçevesi- vardır.
Bu dört mânâ tabakasından her birinin de fürûatı -detayları-,
işaretleri, dalları ve ayrıntıları vardır.” (Taberânî, el-Mu’cemü’l-evsat 1:236.)
olan hadisin işaret ettiği gibi, elfâz-ı Kur’âniye öyle bir tarzda vaz edilmiş ki,
herbir kelâmın,
hattâ herbir kelimenin,
hattâ herbir harfin,
hattâ bazan bir sükûtun çok vücuhu bulunuyor,
herbir muhatabına ayrı ayrı bir kapıdan hissesini verir.
Meselâ;
“Dağları zemininize kazık ve direk yaptım” bir kelâmdır.
Bir âminin şu kelâmdan hissesi:
Zahiren yere çakılmış kazıklar gibi görünen dağları görür, onlardaki menâfiini ve nimetlerini düşünür, Hâlıkına şükreder.”
“Bir şairin bu kelâmdan hissesi:
Zemin, bir taban; ve kubbe-i semâ, üstünde konulmuş yeşil ve elektrik lâmbalarıyla süslenmiş bir muhteşem çadır;
ufkî bir daire suretinde ve semânın etekleri başında görünen dağları, o çadırın kazıkları misalinde tahayyül eder,
Sâni-i Zülcelâline hayretkârâne perestiş eder!..” (25. Söz)
İbn-i Abbas’tan gelen bir rivayette ise şöyle denir:
“Kur’an’ın dalları, fenleri, zahir ve batını vardır.
Onun acaibi bitmez.
Sonuna ulaşılmaz!..” (Süyûti, el-Itkan, II, 1220.)
- Hayranlıkla Dinlediler ve İtaat Ettiler!.. - 18 Eylül 2024
- ‘Salâvatın Mânâsı Rahmettir!..’ - 14 Eylül 2024
- Eğer Allah Dileseydi Ne (biz) Şirk Koşardık, Ne de Atalarımız!..” - 11 Eylül 2024
- “Canımı Müslüman Olarak Al ve Beni Sâlih Kimseler Arasına Kat !” - 10 Eylül 2024
- Şehadette Niçin Hem Abduhu Hem Rasûluhü Diyoruz? - 2 Eylül 2024
- İttihad-ı İslâm’ı Israrla Önemsememek… - 30 Ağustos 2024
- Allah’ın Lûtfu ve Rahmetiyle, Ferahlasınlar… - 27 Ağustos 2024
- Sırf Allah ve Resûlü, Fazlından Kendilerini Zengin Etti Diye İntikam Almaya Kalktılar - 18 Ağustos 2024
- “Kader Bizi Böyle Bağlamış…” - 9 Ağustos 2024
- “Bir de Takvâ Elbisesi ki…” - 3 Ağustos 2024