Ana Sayfa / RİSALE-İ NUR & BEDİÜZZAMAN / Bediüzzaman'ın Talebeleri / Bediüzzaman'ın Yakın Talebeleri / “Şimdi Hürmet Zamanı Değil, Hizmet Zamanıdır”

“Şimdi Hürmet Zamanı Değil, Hizmet Zamanıdır”

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

NUR TALEBELERİNİN Muhsin Alev Ağabey olarak da bildikleri Abdul-Muhsin Alkonavi 1931 Konya doğumludur. Adını sonradan değiştirmiştir. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümüne yaptırdığı kayıtla başlayan üniversite hayatı Psikoloji ve Sosyoloji eğitimi ile tamamlanır. Daha sonraları Berlin Teknik Üniversitesi’nde Inşaat Mühendisliğini de bitirir. Risale-i Nur’da Bediüzzaman Hazretlerinin kendisine hitaben yazdığı bir mektup ve Tarihçe-i Hayat’ta Abdulmuhsin imzasıyla bir mektubu bulunmaktadır. 1952 İstanbul Gençlik Rehberi Mahkemesi’nin zahiri müsebbibi Muhsin Alev’dir. Çünkü 1951’de Gençlik Rehberi’ni yeni harflerle matbaada tab ettiren Muhsin Alev ve Ahmed Aytimur’dur. Bu şerefli hizmet Bediüzzaman’ın talebi üzerine onlara nasip oluyor. Bediüzzaman, bu mahkeme vesilesiyle otuz sene sonra tekrar İstanbul’a avdet etmiş oldu. 1952 Gençlik Rehberi davasında Said Nursi Hazretleri maznun olarak yargılandı; Muhsin Alev şahid olarak dinlendi. Zannedildiği gibi Muhsin Alev sanık değil, tanıktı. Bunun sebebi var… Mahkeme üç celsede beraatla neticelendi.

Üstad Bediüzzaman, bir yıl sonra 1953 senesinde Samsun’da başlatılan bir mahkeme vesilesiyle bir kez daha Istanbul’a geldi. Hz. Üstad 1952 ve 1953 İstanbul seferlerinin her ikisinde de üçer ay kadar istanbul’da kalmış oldu. Diğer bazı ağabeyler gibi Muhsin Alev de hep yakınındaydı Üstad’ın.
Abdulmuhsin Ağabey, 1954’de maceralı bir yolculuktan sonra Isparta’ya gider ve Bediüzzaman Hazretlerinin kaldığı -şimdi müze olan- evin bir odasında, kendi satın aldığı daktilo ve teksir makinesiyle üç-dört ay içinde, başta El Hüccet-ül Zehra Risalesi olmak üzere eserlerden epeyce çoğaltır.

1954 yılında ani bir kararla Berlin’e hicret eden Muhsin Ağabey halen Berlin’de ikamet etmektedir. Türkiye’ye sadece bir geceliğine gelmiş ve hemen geri dönmüştür. Almanya’da üniversite tarafından kabul edilen, “Bediüzzaman Said Nursi Hazretlerinin Yazılarındaki (Risale-i Nur’larda) Diktatörlük Anarşi veya Kaosa Karşı İslâmî Cemiyet” adlı mastır çalışması var. Bu tez, Almanca kitap olarak basılmıştır.

Muhsin Alev Ağabey Anlatıyor 

“Hayatımın En Yüksek Gayesi Kur’an’a, Îmana Risale-i Nur ile Hizmet Etmektir” Diye Yemin Ettik

1952 Gençlik Rehberi mahkemesi devam ediyor… Üstad Ístanbul’da. Mahkemeye gideceğimiz sırada misafir olarak kardeşler gelmişti; Abdullah Yeğin, Hüsnü Bayram, Ahmet Aytimur, Ziya Arun vardık. Üstad o gece bize yemin ettirdi. Yemin şöyle: “Hayatımın en yüksek gayesi Kur’an’a, imana Risâle-i Nur ile hizmet etmektir. Bunu hayatımın gayesi olarak biliyorum ve o şekilde hareket edeceğim.”

Üstad evvela Ziya Arun’a yöneldi. O felsefe talebesi olduğu için çok titiz olduğundan, her seferinde “İnşâallah, inşâallah” diyordu. Üstad “Yeminde inşallah olmaz, ‘yapacağım’ diyeceksin” dedi. Nikâhta da öyledir.. inşallah bu hanımı alıyorum desen olmaz. ‘Nikåhıma alıyorum” diyeceksin. Ziya Arun, boyna “İnşallah” dedi. Üstad “olmaz” dedi. Yine “Înșallah” dedi. Kur’an da “İnşallah” diyor ama istisna olarak yeminde “inşallah” olmaz, nikâhta da olmuyor. Velhasıl o gece yemin ettik…

Not: “Yemin edildikten sonra hemen peşinden “inşallah” denilirse, bozulması halinde keffaret gerekmez. Çünkü Hz. Peygamber (s.a.v) ‘Yemin edip de istisna eden (inşallah diyen) isterse, döner, isterse yemini bozmadan terk eder buyurmuştur (Ebü Davud, Eyman, 9; Nesâî, Eyman, 18; Ahmed b. Hanbel, II, 6, 49). Ancak bu hükmün geçerliliği yeminle “inşallah” demenin arasında konuşulmamasına veya konuşacak kadar susulmamasına bağlıdır. İbn-i Kudame’nin bildirdiğine göre “inşallah” denildiğinde kefaretin gerekmeyeceğinde dört mezhep müttefiktir:” (http://www.
enfal.de/yemin.htm)

Avukatlar: “Efendim Bunları Okumasanız, Çok Zarar Olur” Dediler. Ama..

Yemin ettiğimizin ertesi günü yine biz aldık Üstad’ı mahkemeye gittik. 1952 Gençlik Rehberi mahkemesinden bahsediyorum. Tüccarlardan, Tâhirî Mutlu’nun akrabası Nazif Celebi ile Avukatımız Abdurrahman Seref Laç falan vardı. Mahkemede bir müdafaa okuyacağını söyledi Üstad. Avukatlar Üstad’a:
“Efendim bunları okumasanız, çok zarar olur filan” dediler. Üstad onları dinler mi… Bana döndü “Bunlara söyle, yaparız!” dedi. Yüzlerine baktım, yüzleri kıpkırmızı oldu… Üstad bize akşam öyle dersler verdi ki, onların söyledikleri Üstad’ın yanında çocuk oyuncağı..

Akşehir Palas’ta Üstad’ın Yemeğine Zehir Attılar

Üstad Istanbul Akşehir Oteli’nde kalırken ayrı bir odada kalıyor, ben de onun karşısındaki bir odada kalıyordum. Bir oda daha vardı, o oda da Üstad’ın yanına bitişikti. Înebolulu ibrahim Fakazlı tutmuş bu odayı. Yalnız bir gün kapıyı kilitlememiş. Baktım birisi odadan çıktı, önümden geçip koridora doğru gidecekti, beni görünce korktu, aşağı indi. Meğer bu adam oraya girmiş Ustadın yemeğine zehir atmış. Ben tabi o zaman Allah öyle şeylere müsaade etmez, diye düşündüğümden pek önemsememiştim. Fakat o aşağıdayken Üstad bunu anlamış, yediği yemekten farkına varmış zehirli olduğunu. Üstad yemeği yiyince hastalandı. Bu mesele risalelerde bir yerde bahsediliyor. Onlar iki-üç kişi Edirne’den gelmişler İstanbul’a. Akşehir Oteli’nde kalıp Üstad’ın yemeğine zehir atmak için gelmişler.

Yemeği Yarı Fiyatına Alınca…

Üstad Akşehir Palas Oteli’nde kalıyordu. Sene 1952. Orada bir cami imamı ve lokanta sahibi Trabzonlu birisi vardı. Ben Üstad’a istediği zaman onun lokantasından yemek getiriyordum. Azıcık ıspanak, 80 kuruş… Yahu bu çok pahalı diyordum. Ticaret haktır, ben onu yarıya indiriyordum. Üstad anladı… Başkaları gittiği zaman fiyatları başka, ben getirdiğim zaman fiyatlar düşük… Üstad: “Bu nasıl oluyor keçeli?” dedi. Dedim: “Ticaret haktır. Siz yazmışsınız, Hazreti Omer İbn-i Abdullah bir bedevi ile münakaşa ediyor, ufak bir ücret için. “Keçeli! Abdullah ibni Ömer benim, bedevi sensin” dedi Hz. Üstad (gülüyor). Hakikaten bedeviliğimi anladım ve kabul ettim. Sonra bana dedi ki: “Niçin kendini avukat gibi müdafaa ediyorsun?” Ben ne düşünsem hemen onu bilir ve bildirirdi.

Yüzüne Bakınca Yemek Yemeyi Bıraktı

Üstad’la beraber Akşehir Oteli’nde kalıyoruz. O katta, balkonlu odada Ziya Arun’la oturuyordum. Üstad da şöyle karyola gibi bir şeyde oturuyordu. Üstad bize yemek vermişti, yiyorduk. Ben, ağzına yemek alırken Üstad’in yüzüne bakınca Üstad sıkıldı; “Ben okuyayım, siz yemek yiyin” dedi, yemeği bıraktı. Yani Üstad’ın yüzüne bakmaya iznimiz yoktu, cesaretimiz de yoktu, rahatsız olur diye. Ben Risale-i Nur Külliyatı elime geçtiğinde hepsini okuduğum için, Üstad’a, mana-yı harfî ile Allah’ın güzel bir mahlûku, maddi-manevi bir emaneti şeklinde bakardım.

Osman Yüksel Serdengeçti Geldiğinde, ‘Oğlum Olsaydı İsmini Osman Koyardım Dedi

Üstad 1952 senesinde İstanbul’a geldiği zaman ilk önce Sirkeci’de bulunan Akşehir Palas Oteli’nde kaldı, sonra Fatih’teki Reşadiye Oteli’ne geçti. Burada da çok ziyaretçiler geliyordu. Bunlardan birisi de Osman Yüksel Serdengeçti’ydi.

Bediüzzaman o ziyaret sırasında Osman Yüksel’e iltifatlarda bulundu. Şöyle demişti: “Seni oğlum gibi kabul ediyorum. Oğlum olsaydı ismini Osman koyardım. Yazılarında şahıslarla, bilhassa menfî şahıslarla uğraşma” dedi.

Sokrat İntihar Etmedi

Bir gün Üstad Bediüzzaman’la beraber bulunduğum bir ders esnasında bahis Sokrat’tan açıldı. Ben, “Sokrat zehir içerek intihar etti” diye bir şey söyledim. Üstad, Sokrat’ın intihar ettiğini kabul etmedi. Şöyle dedi: “Nasıl intihar edebilir? İntihar etmedi, mahkûm edildi… Zehir içmeye mahkûm edildi, zehir içirilerek öldürüldü… İntihar etmek günahtı… İntihar eden büyük kátil olur..”

Kardeşim, Şimdi Hürmet Zamanı Değil, Hizmet Zamanıdır

Sene 1952. Üstad Akşehir Palas Otelinde… Çok çeşitli ziyaretçiler geliyordu. Bir gün Urfa’dan iki kardeş geldi. Bunlar durmadan ağlayıp duruyor, Üstada çok fazla hürmet ediyorlardı. Üstad bunların așırı hürmetlerinden sıkılmıştı. Onları, “Kardeşim! Şimdi hürmet zamanı değil, hizmet zamanıdır” diye ikaz etti.

İstanbul’un Fethinin 500. Yıldönümünde Bediüzzaman İstanbul’da 

1952 Istanbul Gençlik Rehberi mahkemesinden sonra, Üstad Bediüzzaman Hazretleri Samsun’da açılan bir dava yüzünden, bir sene sonra 1953’de tekrar Istanbula geldi. Samsun mahkemesi ısrarla Üstad’ın Samsun’a celbini istivordu. Üstad yolculuk yapmaya sıhhatinin müsaade etmediğine dair rapor aldı, Samsun’a gitmedi, üç ay İstanbul’da kaldı. Otelde, altta bir kadın rahatsız ediyordu. Üstad bundan sıkıldı, bir yerlere gidelim dedik. Mehmed Fırıncı, bizim eve gidelim dedi. Annesini, babasını başka bir yere almış, Üstad Fırıncıların evine geçti, orada kalmaya başladı. Ben de hizmetinde bulunuyordum. Bir gün aşağıda yatıyordum. Üstad yanıma geldi, ben de hamamcı olmuşum, kalkmak istemedim. Üstad anladı, gülümsedi, hafifçe benim kulağımdan çekti, o şekilde kusurumuzu görmedi. Neyse…

O sene (29 Mayıs 1953) İstanbul’un fethinin 500. yıldönümünüydü. Fatih Camii avlusunda bir merasim tertip edilmişti. Bu merasime Üstad’la beraber iştirak ettik. Üstad, merasimi tribünden takip etti; bilhassa mehter takımını sevinçle, memnuniyetle seyretti.

Bediüzzaman: Kürtler İttihad-ı İslâm’a Vesile Olacaklar

Üstâdımız Bediüzzaman Hazretleri İstanbul’da. Ben de yanında hizmet ediyorum. 1953 senesi olabilir. Bir gün Şarklı bir zat geldi ziyarete. Üstad’la Kürtçe konuşmak istiyordu. Üstad, kabul etmedi. Dedi ki: “Kardaşım, Türkçe konuş. Bunlardan saklayacak bir şeyimiz yoktur. Hem ben Kürtçeyi unutmuşum” dedi. Sonra, “Kürtler Türkiye’de, Suriye’de, Irak’ta, İran’da çeşitli memleketlerde dağınık olmalarından dolayı, eğer İslâm 
milliyetini esas alırlarsa İttihâd-ı İslâm’a sebep olacaklar” dedi.

Buraya az bir kısmını aldığımız hatıraların tamamı için Ağabeyler Anlatıyor-7 kitabına havale ediyoruz. 

Yazar : Ömer ÖZCAN

1950 yılında Milas’ta doğdu. Ortaokul ve lise eğitimini İzmir’de tamamladı. 1968 senesinde lise ikinci sınıfta iken Risale-i Nur’u tanıdı. 1969’da ‘Ankara Erkek Teknik Yüksek Öğretmen Okulu’na (Bugünkü adıyla: Teknik Eğitim Fakültesi) kaydoldu… Ankara’da beş seneye yakın Bayram Yüksel Ağabeyin nezaretinde muhtelif Dersane-i Nûriyelerde kaldı. 1973 senesinde öğretmen olarak mezun oldu. 1973’den 1984’e kadar 11 sene Zonguldak’ta lise öğretmenliği yaptı. Sonra İzmir’e, mezun olduğu liseye öğretmen olarak atandı. 2000 senesinde aynı okuldan emekli oldu. Ömer Özcan evli ve iki kız babasıdır. Şimdi İzmir’de ikamet ediyor. Bütün mesaisini iman ve Kur’an hizmetlerine ayırmaya çalışmaktadır.
Ömer Özcan’ın Bediüzzaman Said Nursi ve talebeleri hakkında hatırı sayılır bir arşivi vardır. Kendisinde, Hz. Üstad’la görüşen veya görüşmeyen kadim ağabeylerden fotoğraf, ses, video veya yazılı olarak yaptığı kayıtlar mevcudtur. Ayrıca Risale-i Nur’un teksir veya matbaa olarak ilk baskılarının tamamına yakını Ömer Özcan’ın arşivinde bulunmaktadır. El yazılı orijinaller de vardır.
Ömer Özcan, Üstad Said Nursi Hazretleriyle hatıraları olan Ağabeylerle yaptığı röportajların bir kısmını kitaplaştırmıştır. “Risale-i Nur Hizmetkârları AĞABEYLER ANLATIYOR” adıyla seri olarak yayınlanmış sekiz kitabı bulunmaktadır. Yeni kitap hazırlıkları ve araştırma çalışmaları devam etmektedir.

Tüm Yazıları Göster
Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

İlginizi Çekebilir

‘Salâvatın Mânâsı Rahmettir!..’ 

‘SALAVÂTIN MA‘NÂSI RAHMETTİR!..’  “(Ey resûlüm!)  (biz) seni ancak âlemlere bir rahmet olarak gönderdik!..” (Enbiya,107) “İşte seni …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Önceki yazıyı okuyun:
Kastamonu Şehri Yangın ve Deprem Tarihçesi

Kentin Geçirdiği Yangın ve Depremler 1. Yangınlar  Kastamonu'da yangın kapsamına alınabilecek ilk olay, Celâlî İsyanları …

Kapat