Ana Sayfa / Uncategorized / Son Gazi “Kuru Dede” / Orhan SALCI

Son Gazi “Kuru Dede” / Orhan SALCI

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

A R A L I K

Orhan SALCI

Kastamonu’da “Kurtuluş Savaşı”nın Son Gazisi; “Kuru Dede”

Adı Salih, soyadı Kuru. Kendisi de öyle, bir deri bir kemik adeta. Eski toprak; hormon görmemiş, kazma kürekle işlenmiş, sabanla sürülmüş, tabanla düzlenmiş adeta.. Gün görmüş bir dede, hem de ne günler görmüş.. Şu memleketin tüm tarihini görmüş, yaşamış bir dede Osmanlı’dan bize miras bırakılmış bir dede..

İnsanlık son yüzyılı çok hızlı yaşadı. Öyle geliyor ki, birkaç yüzyılı bir yüzyıla, belki elli altmış yıla sığdırarak yaşadı. Bir zamanlar köy odalarında güngörmüş ihtiyarlar,”evin içinde ateş yanacak ama ev yanmayacak, insanlar onunla ısınacak” diye duyduklarını, belki gördüklerini anlatırlarmış da, insanlar hayretle dinler bir türlü inanasıları gelmezmiş. Aynı ihtiyarlar sobaları gördüler, oğulları kömür sobalarını, kaloriferleri, hatta doğalgazlı ısıtma sistemlerini gördüler. Kara sabanla çift süren, kağnıyla, atarabasıyla yük taşıyan dedem, traktörü gördü, biçerdöveri gördü. Çarıkla belki onu da bulamayıp çıplak ayakla davar otlatan çoban amca topuklu ayakkabılar gördü belki giydi. At üstünde telli duvaklı gelin olan anamın kızları- gelinleri en lüks otomobillerle taşıdılar umutlarını, hayallerini yeni yuvalarına. Askerden sılaya, mecnundan leylasına gönderilen, hasretle ucu yakılmış mektup yolu bekleyenler, yazanlar, okuyanlar, cep telefonu gördüler torunlarının ellerinde. Süleyman Aleyhisselam’ın; Belkıs’ın Tahtını yanına getirmesi mucizesini torunlarına masal gibi anlatan hacı dedeler, televizyonda dünyanın öbür ucunu, hatta uzaya giden hemcinslerini gördüler. 3G’li görüntülü telefonlar gördüler. “Silah icad oldu mertlik bozuldu” türküsünü yiğitlik destanlarına katık yapan aşıklar; bir düğmeyle dünyanın öbür ucunda öldürülen binlerce masum kadının, çocuğun ağıdını yaktılar.. Bu yüzden yaşı kırkın üzerinde olan neslimizi çok şanslı sayarım. Zira, adeta birkaç yüzyıllık hayatı bir ömre sığdırmak ihsan edilmiş bu nesle, bize..

Bizim milletimiz, bu değişimin çok daha başka yönlerini de yaşadı .Altıyüz yıllık bir imparatorluğun, cihan imparatorluğunun haşmetini, izzet ve şerefini de yaşadı, dağılmanın, yıkılmanın hüznünü, ezikliğini de. Ve yeniden var olma mücadelesinin azmini, kararlılığını, çilesini de yaşadı bu millet.

Kuru Dede’mizi farklı bir değer yapan da bu, benim gönlümde. 1910 yılında sıradan insanların, sıradan bir hayatın yaşandığı Küre ilçesi Avşar köyü Kösreli (Aliefendi) mahallesi’nde dünyaya gelir Salih dedemiz. Sıradan bir hayat… Kısa bir zaman sonra sıradan hayat değişmeye başlar Salih dedemiz için. Önce, babası hapse düşer. Çanakkale savaşı başlayınca da tüm mahkumlarla birlikte cepheye, Çanakkale’ye gönderilir ve hiç göremediği babası geri dönmez, şehid olur. Baba sevgisini hiç tadamayan Salih dedemizin annesi de başkasıyla evlenmek zorunda kalır. Küçük Salih’i yanında götüremez, babasına bırakır ve anne şefkatinden de mahrum kalır. Dede, torununu yanına alır, sahiplenir sahiplenmesine ancak bu sefer de teyzeler tarafından dışlanır, hor görülür. “neden?”… “miras yüzünden olsa gerek” diyor Salih dede. Yüzünde, sözünde sitem yok, kin yok, keşke yok, kadere şekva yok…

Acı da olsa hayat bir düzene girmek üzereyken Kurtuluş Savaşımız başlar. Savaş için asker lazım, askere silah, cephane lazım, giyecek, yiyecek lazım. Her evde ne varsa adeta yarısı toplanır mecburiyetten. Herkesin iki çorabından biri askere esvap; iki öküzünden birisi ve dirisi vatan için cephane taşıyan MEKKÂREye koşu hayvanı yazılır. Köyde kalan diğer öküz, komşunun öküzüyle köydeki işleri yürütmek için bir boyunduruğa, koşulur.

Uzun yıllar süren savaşlar nedeniyle köylerde genç kalmamıştır adeta. Kalanlarsa son bir umut için Kurtuluş Savaşı’na; Kuvay-ı Milliye saflarına gönderilir.

Milli mücadeleye destek verenler tarafından, İstanbul’dan, Rusya’dan gönderilmek istenen cephanenin ulaştırılabileceği en selametli ve tek yol; İnebolu limanı olduğundan incecik biryol kurulur İnebolu- Kastamonu- Çankırı-Ankara hattında. Cephane taşıma işi kadınlara, ihtiyarlara düşer. Korkmazlar, kaçmazlar, evdeki bebek, tarladaki iş, yağmur- çamur, kar-kış demez, yollara revan olurlar.

İnebolu limanından kağnılara, hatta eşeklere yüklenen cephane, Kastamonu’ya, oradan, tâ Çankırı’ya kadar dura kalka, belki aç, bî- ilaç götürülür, oradan trenlere yüklenir, cepheye ulaştırılır. Dedesi, küçük Salih’i teyzelere emanet etmez, edemez. Kağnı arabasının bir köşesine kurduğu -saman balyalarından- “taht” ta götürür-getirirmiş; üç kez gidip gelmiş İnebolu’dan ta Çankırı ya kadar. Şerife Bacıları, Kara Fatmaları; erkek asker kılığında; başında Çerkez kalpağı, belinde fişeklik, elinde silah, bu yollarda görmüş. Şerife Bacı’nın aynı yolda, aynı uğurda -Kastamonu kışlası yakınlarında- soğuktan önce çocuğunu, daha sonra kendi canını vatan için feda ediş hikayesini o yaşlarda dinler binlerce acı hatırayla beraber.

Onbeş-onaltı yaşlarında dört arkadaş İstanbul’a çalışmaya gitmek isterler. Köyde ekmek yoktur çünki, çoğu günler aç yatarlar. Vapur bileti alacakları yerden nüfus cüzdanları istenir, diğer arkadaşları verirler cüzdanlarını, Salih dede veremez çünki yoktur, çünki henüz kayıt olmamıştır, nüfusa kayıt olması gerektiğinden de haberi yoktur zaten. Çaresiz döner geri, bir muhtar bulur, epeyce uğraştıktan sonra 1910 doğumlu Salih dede yi, babasının Çanakkale savaşına gittikten bir yıl sonrasında yani 1916 yılında doğmuş sayıp nüfusa öylece kaydederler. Bu arada köylerindeki sahipsiz, gariban bir kadınla evlenir. 1939 da askere gider. İhtiyatla beraber dört yıl askerlik yapar. İkinci cihan harbi yıllarının sıkıntılarını asker olarak yaşar. Savaş için milletin elinde avucundaki, çoluk çocuğunun rızkının devlet eliyle toplanmak zorunda kalındığı yılları görür, yaşar. “Askerde karnımız doyardı” diyor dedemiz. Ama askerlikten önce ve sonra aç kalmamak için karın tokluğuna ağalara çoban durar. 1944 yılında asker dönüşü gelip Kastamonu’ya yerleşir ve bir daha köyüne gitmez. “Ne iş buldumsa yaptım, afedersiniz her işi yaptım” diyor. Askerdeyken eşinin ihanet haberleri gelir kulğına, boşar aynı kadının kız kardeşiyle ikinci evliliğini yapar. Mutlu ve çok uzun süren bir evlilik olmuştur bu. “1985 yılının yılbaşı gecesi eşim hakkın rahmetine kavuştu” diyor yüreği mahzun. Hiç çocukları olmamış. Ana- baba sevgi ve şefkatinden mahrum yaşamış, evlat sevgisini tadamamış ama hiç şekva yok, ne dilinde ne yüreğinde. Allah’(c.c.)tan gelene öylesine bir rıza var ki özünde ve sözünde, insanın imanını yeniden tazeliyor adeta.

Çok sevdiği bir dostunun, yakınının vefatından sonra emanet kabul ettiği yetimleri sahiplenir, büyütür, okutur, evlendirir. Çocuklarını  okutamadığını, özellikle küçüğünü çok başarılı olduğu halde imkanı yetmediği için okutamadığını gözleri yaşararak, sesi titreyerek anlatmıştı bir keresinde. Sahiplenip büyütüp ama oktamadığı o çocuğu evlendirebilmek için başka bir dostunun kızını evlatlık alır, biraz büyütür ve ikisini evlendirir. “Yok hocam, elde birşey yok, mecbur kaldım” diyor. Anlı şanlı düğün edemeyişinin ızdırabını utanç gibi içinde büyüterek…

Kastamonu ya yerleştiği yıllar tek parti dönemi yılları. Ezanların Türkçe okutulduğu, Kur’an öğretiminin çok sıkı denetimlere tabi tutulduğu yıllar. İnsanların namaz kılmaktan, camiye gitmekten çekindiği yıllar. “Nasrullah Kadı Camii (ki Kastamonu’nun en büyük camii, salâtin camii, ilk iki safı alimlerden oluşan cami.)’n de üç kişi ile Cuma Namazı kılındığını gördüm” diyor. “İsmail Bey Camiinin buğday deposu, Ferhatpaşa Camiinin Kızılay’ın pamuk deposu, Yılanlı Camiinin hayvan ahırı….. olarak kullanıldığını gördüm” diyor.” İsmail Bey camiine kendi ellerimle buğday koydum” diyor.

Burada bir parantez açmak gerekiyor. Bahsi geçen yıllar İkinci Cihan Harbi’nin yaşandığı, Türkiye’nin savaşa girmek üzere olduğu, savaş için her türlü hazırlığı yaptığı yıllar,

seferberlik ilan ettiği yıllar. Seferberlik ilanı, olağanüstü bir hal olduğu için devlet, ihtiyacı olan her şeyi, her yeri, eline alır, ihtiyacı olduğu konuda kullanabilir. Bu konuda Salih dedemiz gibi pek çok kişinin anlattığı, aktardığı bu elim olayların asıl sebebi bu olmalı. Ancak, yaşananlar, milletimizin bilinç altına yerleşen pek çok olumsuz uygulamayla yani evveliyatıyla beraber düşünülüp değerlendirildiği için sürecin bir parçası olarak algılamasına, yani devletin dine, dindara, camiye düşman olduğu hükmüne varmasına sebep olmuştur kanaatindeyim.

Çok uzattığımın farkındayım. Ne kadar anlatılsa yetmeyeceğinin de farkındayım. Bunları anlatmayı bir vefa borcu olarak taşıdım yıllardır içimde. Bu dedemizin farkına varılsın, tarihe bir not düşülsün diye çok çaba sarfettim. Önüme gelene bahsettim, gazetelere haber yaptırdım, yetkililere ulaşmaya çalıştım, sahiplenilsin istedim. Olmadı, olmadı.. Tâ ki konuyu Fazıl ÇİFTÇİ ağabeyimize anlatana kadar. Kendisi beni Cebrail KELEŞ Bey’e yönlendirdi. Sağolsunlar beraberce geldiler, konuştular, konuşturdular. Cebrail Bey Salih Dedemizi Kastamonu Gazetesi ve Kastamonu Postasında ki köşesine taşıdı, yetkililerle irtibata geçti, İl Kültür Müdürümüz Ziver Kaplan Bey, kendisini makamında ağırladı, sohbet etti, kayda aldılar. Hem dedemiz hem ben öyle mutlu olduk ki anlatılacak hazlardan değil.

Mutluyum. Zira, “vefanın gönül doyurduğunu gördüm, doydum.”

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

İlginizi Çekebilir

‘Salâvatın Mânâsı Rahmettir!..’ 

‘SALAVÂTIN MA‘NÂSI RAHMETTİR!..’  “(Ey resûlüm!)  (biz) seni ancak âlemlere bir rahmet olarak gönderdik!..” (Enbiya,107) “İşte seni …

Önceki yazıyı okuyun:
MONİLER GİRDABINDA YUNUS MÜREBBİLER OLMAK / Yunus MÜREBBİ

K Ü R S Ü Yunus MÜREBBİ MONİLER GİRDABINDA YUNUS MÜREBBİLER OLMAK Nasreddin Hocalar, Keloğlanlar, …

Kapat