Ana Sayfa / İLİM - KÜLTÜR – SANAT – FİKRİYAT / Makaleler / Kütüb-i Sitte Muhtasarı / Hazreti Muhammed’in Sözleri ve Halleri – III

Kütüb-i Sitte Muhtasarı / Hazreti Muhammed’in Sözleri ve Halleri – III

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

“Kütüb-i Sitte Muhtasarı / Hazreti Muhammed’in Sözleri ve Halleri” Kitabı – 3

Yazar: Ömer SEVİNÇGÜL

BÖLÜM 006-010
006. TEBLİĞ, NEŞİR…

‘Tebliğ, ulaştırma, bildirme, iman hakikatlerini insanlara güzel bir dil ve üslûpla anlatma demektir. Peygamberlerin temel görevi kendilerine verilen ilahî ilmi yaymaktır. Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem bu görevi layıkıyla yapmış ve ümmetine örnek olmuştur. Tebliğ sadece bildirmekten ibaret değildir, yaşayarak göstermek de gerekir. Tebliğ yapacak kişi iman ilmini iyi bilmeli, güzel bir dil ve üslûba sahip olmalı. Ayrıca, muhatabını tanımalı, ne zaman, nerede, nasıl konuşacağını bilmeli. Her hususta olduğu gibi bu hususta da yegâne örnek Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellemdir.’

129. “Sen ilkin en yakın hısımlarını uyar” ayeti inince, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Safa tepesine çıkarak, “Ey Fihroğulları! Ey Adiyyoğulları!” diye haykırdı.
Bunlar Kureyş kabilesinin boylarındandı. Çağrıyı işitip toplandılar. Resûlullah onlara, “Ben size, “Şu vadide atlılar var, sizlere saldırmak istiyorlar” desem, bana inanır mısınız?” diye sordu.
Hepsi de, “Evet, inanırız, şimdiye kadar hiç yalanına rastlamadık, hep doğru söyledin!” diye cevap verdiler.
“Öyleyse dinleyin! Önünüzde bekleyen şiddetli bir azabı size haber veriyorum” buyurdu.
Ebû Leheb, “Ey Muhammed. Ey kuruyasıca! Bizi bunun için mi çağırdın?” dedi.
Bunun üzerine: “Elleri kurusun Ebû Lehebin! Kurudu da!” diye başlayan Tebbet suresi nazil oldu.
İbni Abbas radıyallahu anh. Buharî

130. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:
“Din nasihatten ibarettir!”
Yanındakiler, “Kimin için Ya Resûlullah?” diye sordular.
“Allah için, Kitabı için, Resûlü için, Müslümanların imamları ve hepsi için! Müslüman Müslümanın kardeşidir. Ona olan yardımını kesmez, ona yalan söylemez, ona zulmetmez. Her biriniz kardeşinin aynasıdır, onda bir rahatsızlık görürse bunu ondan gidersin.”
Ebû Hureyre radıyallahu anh. Tirmizî
‘Bu hadiste nasihat kelimesi, “hakkında iyi olanı istemek” anlamındadır. Allah için nasihat, onun emirlerini yapmaktır. Kitap için nasihat, Kur’an’ı okuyup uygulamaktır. Resûle nasihat, izince yürümektir. İmamlara, yani önderlere, liderlere nasihat, onlara hakkı hatırlatmaktır. Müslümanlara nasihat, onlara iyiyi anlatmak ve iyi davranmaktır.’

131. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Kolaylaştırın, zorlaştırmayın ve müjdeleyin, ısındırın, tiksindirmeyin.”
Enes radıyallahu anh. Buharî
‘İslâmı anlatan kimselerin titizlikle uymaları gereken bir ilkedir bu. Aksi hâlde insanlar imandan mahrum kalır, dinden soğur, vebali de sebep olanın omuzuna biner.’

132. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:
“Hayra delalet eden onu yapan gibidir.”
Enes radıyallahu anh Tirmizî
‘Hayra delalet eden, yani iyi şeylere vesile olan, hayırlı işlerde önderlik eden.’

133. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:
“Kim bir hidayete ‘doğru olana’ davet ederse, buna uyanların sevaplarının bir misli ona gelir ve bu durum, onların ücretlerinden hiçbir şey eksiltmez. Kim bir dalalete ‘sapkınlığa’ davet ederse, buna uyanların günahlarından bir misli de ona gelir ve bu onların günahlarından hiçbir eksiltme yapmaz.”
Ebû Hureyre radıyallahu anh. Müslim

134. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:
“Allah adına yemin ederim ki, senin yol göstermenle bir tek kişinin doğru yola girmesi, senin için, değerli develerden oluşan sürülerden daha iyidir.
Sehl radıyallahu anh. Buharî
‘Bu sözün o zamanki muhataplarının en kıymetli malı deve olduğu için deve sürüleri buyurulmuştur.’

135. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:
“Bir ayet bile olsa benden işittiklerinizi başkalarına iletin. İsrailoğullarının başlarına gelenleri de anlatın, bunda bir sakınca yok. Ancak, kim benim adıma bilerek yalan söylerse cehennemdeki yerini hazırlasın!”
İbni Amr radıyallahu anh. Buharî
‘Bu hadiste şiddetli bir tehdit vardır. Bu sebeple, gerek sahabeler, gerekse onlardan sonra gelen kimseler hadis naklinde büyük bir titizlik göstermişler, hadis âlimleri de onların yolunda yürümüşlerdir.’

136. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:
“Allah, bizden bir söz işitip de başkalarına aynen bildiren kişinin yüzünü ak etsin! Kendisine bildirilen niceleri vardır ki, işitenden daha kavrayıcıdır.”
İbni Mesûd radıyallahu anh. Tirmizî

137. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:
“İnsanlara anlayacakları şeyleri anlatın. Allah ve Resûlünün yalanlamalarını ister misiniz?”
Hazreti Ali radıyallahu anh. Buharî
‘Belâgat, söylenen sözün muhataba uygun olmasıdır. Herkese seviyesine göre söz söylemek tebliğin önemli bir düsturudur. Aksi hâlde inkâra giderler. Muhatabın seviyesini nazara almadan konuşan ve yazan kişilerden bunun hesabı sorulur.’   

138. İbni Abbas radıyallahu anh bana dedi ki:
“İnsanlara haftada bir kere hadis anlat. Buna uymazsan iki kere olsun. Daha çok yapmak istersen üç olsun. Sakın halkı Kur’an’dan usandırma! Halk kendi meselelerini konuşurken, onların sözlerini keserek bir şeyler anlatıp onları bıktırdığını görmeyeyim! Onlar konuşurken sus ve dinle. Onlar sana gelip, “Konuş!” derlerse, istiyorlar demektir, o zaman konuşursun. Dua ederken kâfiyeli söz söylemekten kaçın! Ben, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ve onun güzide sahabeleri devrinde yaşadım, onlar bunu yapmıyorlardı.”
İkrime rahimehullah. Buharî

139. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:
“Zalim sultanın yanında gerçeği söylemek en büyük cihattandır.”
Ebû Said radıyallahu anh. Tirmizî
‘Cihad sadece kılıçla, topla, tüfekle olmaz. İlimle, hikmetle, malla da olur. Hakkı söylemek de cihaddır. Muhatabın konumu ne kadar yüksek olursa hakkı söyleme sevabı da o nisbette çok olur. Ancak, kişinin her hakkı söylemeye hakkı yoktur. Söyleyecek kişinin nitelikleri önemlidir. Keza, ne zaman, nerede, hangi üslûpla söylenecek meselesi de göz ardı edilmemelidir.’

140. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:
“İsrailoğulları bir kısım günahlar işlemeye başlayınca, âlimleri onları vazgeçirmeye çalıştılar. Ancak onlar bunları dinlemediler. Bir zaman sonra âlimler de onlarla düşüp kalkmaya, dayanışma içine girmeye ve beraberce içmeye başladılar. Allah, birinin sapmasını öbürününkine katarak küfürlerini artırdı. Hayır! Nefsimi kudret elinde tutan Allah’a yemin ederim ki, onları hak adına kötülüklerden alıkoymazsanız siz de aynı duruma düşersiniz!
İbni Mesûd radıyallahu anh. Tirmizî
‘Bu hadisten anlıyoruz ki, insanları kötü olandan men edip iyi olana yönlendirme meselesinde âlimlere önemli bir görev düşmektedir.’ 

141. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:
“Bünyesinde kötülükler işlenen bir toplum, bu kötülükleri yok edecek güçte olduğu hâlde vurdumduymaz davranır da seyirci kalırsa, Allah’ın, hepsini saran genel bir belâ göndermesi yakındır!
Kays radıyallahu anh. Tirmizî
‘Umumi musibetler ekseriyetin hatasından dolayı gönderilir. Az sayıda kimse kötülükler yapıyor da öbürleri vurdumduymaz davranıyorlarsa hata genelleşir. Bu sebeple, başlarına arzî ve semavî felaketler gelir. Zira, kimi hoş görerek, kimi taraftar olarak, kimi vurdumduymaz davranarak kötülüklere ortak olmuşlardır.’

142. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:
“Nefsimi kudret elinde tutan Allah’a yemin ederim ki, ya iyiyi emreder, kötüden men edersiniz ya da Allah size yakında hepinizi etkileyecek bir belâ gönderir. O zaman yalvarır durursunuz, ama duanız kabul edilmez.”
Huzeyfe radıyallahu anh. Tirmizî
‘Bir toplumda kötülükler sel gibi akıyor da bireyler vurdumduymaz davranıyorlarsa, şer umumiyet kazanmış demektir. İşte o zaman duaları da kabul edilmemeye başlar.’

143. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:
“Sizler yardım görecek, ganimetler elde edecek ve birçok memleketler fethedeceksiniz. Sizden bu vakte erişen olursa, Allah’tan sakınsın, iyiyi emretsin, kötüden alıkoysun.”
İbni Mesûd radıyallahu anh. Tirmizî

144. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:
“Yeryüzünde bir kötülük yapılırken olaya tanık olan kişi bunu kötülerse, o kötülüğü görmemiş gibi olur, zararından kurtulur. O kötülüğe tanık olmadığı hâlde, olup biteni işitince memnun kalan kimse, sanki tanık olmuş gibi manen zarar görür.”
Urs İbni Amire radıyallahu anh. Ebû Dâvud

145. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Allah benden önce de peygamberler gönderdi. Her peygamberin, ümmetinden yardımcıları ve arkadaşları oldu. Bunlar, peygamberlerinin bıraktıklarıyla amel eder, emirlerini yerine getirirlerdi. Sonra, bu peygamberlerin ardından öyle kötülükler ortaya çıktı ki, kendilerine emredilmeyeni yaptılar da yapmadıklarını söylediler! Bunlara karşı eliyle cihad eden mümindir, diliyle cihad eden mümindir, kalbiyle cihad eden mümindir. Bunların dışında kalanlarda zerre kadar iman yoktur!
İbni Mesûd radıyallahu anh. Müslim

146. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Sizden, dinin reddettiği bir şeyi gören olursa, onu eliyle düzeltsin, buna gücü yetmezse diliyle, buna da gücü yetmezse kalbiyle, ki bu ‘sonuncusu’ imanın en zayıfıdır.”
Ebû Said radıyallahu anh. Müslim
‘Allah kişiye takati oranında yük yükler. Hadisteki el yetki sahiplerinin eli, yani gücüdür, dil âlimlerin, sözü dinlenenlerin dilidir, kalben muhalefet etmekse ne elini, ne de dilini kullanacak durumda olmayanların hâlidir.’

147. Ben, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin terkisindeydim. Bana şu nasihatte bulundu:
“Yavrum! Allah’a karşı edebini koru ki Allah da seni korusun! Allah’ın haklarını gözet ki o da seni gözetsin. Bollukta Allah’ı tanı ki darlıkta da o seni tanısın. Ner istersen Allah’tan iste. Yardım dileyeceksen Allah’tan dile. Çünkü, Allah yazmamışsa, sana faydalı olmak için kulların hepsi bir araya gelseler, buna güçleri yetmez. Allah yazmamışsa, sana bir zarar vermek üzere hepsi bir araya gelseler, buna da güçleri yetmez. Kalemlerin mürekkebi kurudu ve sayfalar dürüldü. Sen, kesinkes inanarak ve razı olarak Allah için çalışmaya güç yetirebilirsen çalış. Buna güç yetiremezsen bil ki, hoşuna gitmeyen bir mesele için sabırlı davranmakta nice hayırlar vardır. Allah’ın yardımı sabırla gelir. Kurtuluş da sıkıntıyla gelir. Zorlukta da kolaylık vardır. Bir zorluk iki kolaylığı asla alt edemez.”
İbni Abbas radıyallahu anh. Tirmizî

148. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, Yüce Rabbinin şu sözlerini anlattı:
“Ey kullarım! Ben nefsime zulmü haram ettim, onu sizin aranızda da haram kıldım. Öyleyse birbirinize zulmetmeyin.
Ey kullarım! Hidayete ‘doğru yola’ eriştirdiklerim dışında hepiniz yanlış yollardasınız. Öyleyse benden hidayet isteyin de size hidayet edeyim!
Ey kullarım! Benim yedirdiklerim hariç, hepiniz açsınız. Öyleyse benden yiyecek isteyin de size yiyecek vereyim!
Ey kullarım! Benim giydirdiklerimden hariç hepiniz çıplaksınız! Öyleyse benden giyim isteyin de sizleri giydireyim!
Ey kullarım! Sizler gece gündüz hata yapıyorsunuz. Ben ise bütün günahları affederim. Öyleyse benden bağışlanma isteyin ki sizleri bağışlayayım.
Ey kullarım! Bana zarar verme makamına ulaşamazsınız ki bana zarar veresiniz! Bana fayda verme mertebesine de ulaşamazsınız ki bana menfaat veresiniz.
Ey kullarım! Eğer sizin öncekileriniz, sonrakileriniz, insanların, cinlerin hepsi içinizden en takvalı olanınızın kalbi üzere olsaydınız, bu durum benim mülkümde hiç bir şeyi zerre kadar bile artırmazdı.
Ey kullarım! Eğer sizin öncekileriniz, sonrakileriniz, insanların, cinlerin hepsi içinizden en günahkâr kimsenin kalbi üzere olsaydınız, bu durum benim mülkümden zerre kadar bir eksiklik meydana getirmezdi.
Ey kullarım! Eğer sizin öncekileriniz, sonrakileriniz, insanların, cinlerin hepsi bir düzlükte toplanıp benden isteklerde bulunsaydınız, ben de her insana istediğini verseydim, bu durum, benim katımda olandan, denize batırılan iğne denizden neyi eksiltirse ancak o kadar bir noksanlık meydana getirirdi.
Ey kullarım! Sizin yapıp ettiklerinizi sizin için hesaba katıyorum. Sonra bunların karşılığını size ödeyeceğim. Öyleyse sizden kim bir hayırla karşılaşırsa Allah’a hamd etsin. Kim de hayır değil de başka bir şey bulursa, kendinden başka bir şeyi kınamasın.”
Ebû Zerr radıyallahu anh. Müslim

007. TEMSİLLER, KISSALAR…

‘Kıssa, ibretli hikaye, dillerde dolaşan ünlü öykü demektir. Temsil ise, misal vermek, soyut manayı iyice anlatabilmek için somut örnek sunmak, karşılaştırmak, örneklemek diye tarif edilir. Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem, ince ve uzak manaları zihne kabul ettirmek için güzel temsiller vermiş, ibretlik kıssalar anlatmış, muhataplarını bunlarla ikna etmiştir. Esasen temsillerle ve öykülerle anlatmak Kur’an üslûbunun özelliklerindendir. Her hususta Kur’an’ı rehber edinen Efendimiz, üslûpta da yine onu örnek almıştır.’

149. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bize bazı geceler sabaha kadar İsrailoğullarıyla ilgili kıssalar  anlatır, namaz vakti girince son verirdi.
İbni Amr radıyallahu anh. Ebû Dâvud

150. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem anlattı:
İsrailoğullarından üç kişi vardı: Biri ala tenli, biri kel, biri de kör idi. Allah bunları sınamak istedi. Her birine insan suretinde bir melek gönderdi.
Melek önce ala tenliye geldi. Ona, “En çok neyi seversin?” dedi.
Adam, “Güzel bir renk, güzel bir ten ve insanların benden tiksinmesine sebep olan hâlin gitmesini!” dedi.
Melek onu sıvazladı. Adamın çirkinliği hemen gitti. Rengi ve teni güzelleşti.
Melek ona, “Hangi mala kavuşmayı seversin?” diye sordu.
Ala tenli, “Deveye!” dedi.
Ona hemen on aylık hamile bir deve verildi.
Melek, “Allah bunları sana mübarek kılsın!” dedi.
Sonra kel adamın yanına vardı. “En çok istediğin şey nedir?” dedi.
Adam, “Güzel bir saç ve insanların benden tiksinmesine sebep olan şu hâlin gitmesini!” dedi.
Melek, keli elleriyle sıvazladı, adamın keli yok oldu. Kendisine güzel bir saç verildi.
Melek, “En çok hangi malı seversin?” diye sordu.
Adam, “Sığırı!” dedi. Ona hemen gebe bir inek verildi.
Melek, “Allah bu sığırı sana mübarek kılsın!” diye dua etti.
Sonra kör adamın yanına vardı. “En çok neyi seversin?” diye sordu.
Adam, “Allah’ın bana gözümü vermesini ve insanları görmeyi!” dedi.
Melek onu sıvazladı. Allah ona görme nimetini verdi.
Melek ona, “En çok hangi malı seversin?” diye sordu.
Adam, “Koyunu” dedi.
Derhal doğurgan bir koyun verildi.
Gel zaman git zaman sığır ve deve yavruladılar, koyun da kuzuladı. Çok geçmeden birinin bir vadi dolusu develeri, diğerinin bir vadi dolusu sığırları, öbürünün de bir vadi dolusu koyunları oldu.
Melek, ala tenlinin yanına, onun eski hâli gibi ala tenli bir adam suretinde geldi. “Ben fakir bir kimseyim. Yola devam etme imkânım kalmadı. Şu anda Allah’tan ve senden başka yardım edecek kimse yok! Sana şu güzel rengi, şu güzel cildi ve malı veren Allah aşkına bana bir deve vermeni istiyorum! Onunla yoluma devam edebilirim!” dedi.
Adam, “Haklar söz konusu!” dedi ve yardım etmedi.
Melek de, “Seni tanıyor gibiyim! Sen ala tenli, herkesin tiksindiği fakir bir adam değil miydin? Allah sana lütfetti” dedi.
Adam ona kızdı, “Bu mallar bana atalarımdan kaldı!” dedi.
Melek de, “Eğer yalan söylüyorsan Allah seni eski hâline çevirsin!” deyip gitti.
Ve kel adamın yanına geldi. Buna da onun eski hâline benzer biçimde kel bir adam olarak göründü. Öbürüne söylediklerini söyleyerek yardım istedi. Bu da önceki gibi yardım talebini reddetti.
Melek buna da, “Eğer yalancıysan Allah seni eski hâline çevirsin!” dedi.
Ve ama adamın yanına gitti. Buna da onun eski hâli gibi kör bir adam suretinde göründü. “Ben fakir bir adamım, yolcuyum, yola devam etme imkânım kalmadı. Bana önce Allah sonra senden başka yardım edecek kimse yok! Sana gözünü lütfeden Allah için bana bir koyun ver ki yoluma gidebileyim!” dedi.
Kör adam, “Ben de bir zamanlar kördüm. Allah bana göz verdi, fakirdim zengin etti. İstediğini al, istediğini bırak! Vallahi, bugün Allah adına her ne alırsan al, sana zorluk çıkarmam!” dedi.
Melek de, “Malın senin olsun! Sizler sınandınız. Senden memnun kalındı. Öbür iki arkadaşına gazap edildi” dedi.
Ebû Hureyre radıyallahu anh. Buharî

151. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem anlattı:
“Sizden önce yaşamış bir kavimden üç kişi yolculuk ediyorlardı. Gün akşam oldu, geceyi geçirmek üzere bir mağaraya girdiler. Dağdan bir kaya yuvarlanıp mağaranın ağzını kapattı. İçeride mahpus kaldılar.
Aralarında konuşurlarken, “Bizi bu kayadan ancak dualarımız kurtarabilir, güzel amellerimizi vesile ederek Allah’a yalvaralım!” dediler.
Bunun üzerine birinci adam şöyle dedi: “Annem ve babam ihtiyardı. Ben onları her zaman kollar, saygıda ve hizmette kusur etmemeye çalışırdım. Onlardan önce ne ailemden birini ne de hayvanlarımı doyururdum. Bir gün ağaç aramak için uzaklara gitmiştim. Eve döndüğümde ikisi de uyumuştu. Onlara içirmek üzere süt sağdım. Hâlâ uyuyorlardı. Onlardan önce aileme ve hayvanlarıma yiyecek vermeyi uygun bulmadım, onları uyandırmaya da kıyamadım. Çocuklarım ayaklarımın arasında açlıktan kıvranıyorlardı. Ben ise süt kapları elimde, uyanmalarını bekliyordum. Derken şafak söktü… Allahım! Biliyorsun ki bunu senin rızan için yaptım. Yolumuzu kapatan şu taştan bizi kurtar!”
Kaya bir miktar açıldı. Ama çıkacakları kadar değildi.
İkinci adam şöyle dedi: “Allahım! Benim bir kuzenim vardı. Onu herkesten çok seviyordum. Ondan kâm almak istedim. Ama o bana yüz vermedi. Fakat gün geldi fakir düştü, bana başvurmak zorunda kaldı. Ona, kendisini bana vermesine karşılık yüz yirmi dinar verdim, kabul etti.
Arzumu yerine getireceğim sırada, “Allah’ın mührünü meşru olmayan biçimde bozmak sana haramdır!” dedi.
Bunun üzerine ben de ondan uzaklaştım, insanlar arasında en çok sevdiğim kimse olduğu hâlde onu bıraktım, verdiğim altınları da geri almadım. Allahım! Bunları senin rızan için yapmışsam, bizi bu sıkıntıdan kurtar.”
Kaya biraz daha açıldı. Ancak onlar çıkabilecekleri kadar açılmadı.
Üçüncü adam dedi ki: “Allahım! Ben işçiler çalıştırıyordum. Ücretlerini de derhal veriyordum. Fakat onlardan biri ücretini almadan gitti. Ben de onun parasını onun adına işlettim. Öyle ki çok malı oldu.
Epeyce bir zaman sonra çıkageldi. “Ey Allah’ın kulu! Bana olan borcunu öde!” dedi.
Ben de, “Bütün şu gördüğün sığır, davar, deve ve köleler senindir, hepsini al götür!” dedim.
Adam, “Ey Allah’ın kulu! Benimle alay etme!” dedi.
Ben de ona, “Kesinlikle alay etmiyorum. Hepsi senin, al götür!” dedim.
Adam aldı götürdü… Allahım, bunu senin rızan için yapmışsam, bizi şu hâlden kurtar!” dedi.
Kaya tamamen açıldı, adamlar kurtuldular ve yollarına devam ettiler.”
İbni Ömer radıyallahu anh. Buharî

152. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:
“Benden önceki peygamberlerle ben şuna benzeriz: Bir adam göz kamaştırıcı güzel bir bina yapmıştır. Ancak duvarların bir köşesinde bir tuğlalık gedik bırakmıştır. İnsanlar, evin etrafını dolaşıp evi beğenmiş, “Şu tuğla da gedik olan yere konsa çok iyi olur” demişlerdir. İşte ben o tuğlayım. Peygamberlerin sonuncusuyum.”
Ebû Hureyre radıyallahu anh. Buharî

153. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Allah’ın benimle gönderdiği ilim ve hidayet araziye yağan bir yağmura benzer. Bazı araziler vardır, tabiatı güzeldir, suyu kabul eder, bol bitki yetiştirir. Bir kısım arazi vardır, verimli değildir, ot bitirmez, ama suyu tutar. Onun tuttuğu su ile Allah insanları yararlandırır. Bu sudan kendileri içer, hayvanlarını sular ve tarım yaparlar. Yağmur bir araziye daha düşer ki, bu ne su tutar, ne de ot bitirir.”
Ebû Musa radıyallahu anh. Buharî

154. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, elindeki çubukla yere kare biçiminde bir şekil çizdi. Sonra, biri ortasına, öbürü dışına olmak üzere iki çizgi çizdi. Sonra bu çizginin ortasından ortadaki çizgiye dayanan bazı küçük çizgiler çizdi.
Sonra da, çizdiklerini şöyle açıkladı: “Şu çizgi insandır. Şu onu saran kare çizgisi eceldir. Şu dışarı uzanan çizgi onun emelidir. Şu küçük çizgilerse musibetlerdir. İnsana, şu musibet oklarından biri yolunu şaşırarak değmese bile öbürü değer. Bu da değmezse ecel oku değer.”
İbni Mesûd radıyallahu anh. Buharî

155. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:
“Benimle, Allah tarafından bana verilen hidayetin misali şudur:
Bir adam kavmine gelip, “Düşman ordusunu gördüm, size tehlikeyi haber veriyorum, tedbir alın!” der.
Kavminden bir kısmı onun tavsiyesine uyar, geceleyin, telaşa düşmeden oradan uzaklaşır. Bir kısmı da haberciyi yalanlar, yerinden ayrılmaz. Sabah olunca düşman ordusu onları yakalayıp mahveder.
İşte, beni dinleyip getirdiklerime uyanlarla beni dinlemeyip Allah’tan getirdiklerimi yalanlayanlar da böyledir.”
Ebû Musa radıyallahu anh. Buharî

156. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:
“Ben ve insanlar şuna benzeriz: Bir adam vardır, ateş yakar, iyice parlayınca, kelebekler ve öbür yaratıklar gelip o ateşe düşerler. Adam da durmaksızın onları ateşten kurtarmaya çalışır.
İşte, ben de belinizden tutup sizi kurtarmaya çalışıyorum, siz ise o ateşe girmeğe yelteniyorsunuz!”
Ebû Hureyre radıyallahu anh. Buharî

157. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Cemaatimizden bir karış da olsa uzaklaşan adam İslâm bağını boynundan çıkarıp atmış olur.”
Ebû Zerr radıyallahu anh. Tirmizî

158. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, “Mümin, yaprağını hiç dökmeyen yeşil bir ağaca benzer” buyurmuştu.
İnsanlar, şu ağaçtır, bu ağaçtır diye tahminler yürüttüler. Ben, “Bu, hurma ağacıdır” demek istedim, ancak utandım ‘çünkü yaşım küçüktü’.
Sonra Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, “Bu hurma ağacıdır” diyerek açıklama yaptı.
İbni Ömer radıyallahu anh. Buharî

008. VAHİY, İLHAM, CEBRAİL ALEYHİSSELAM…

‘Vahiy, Allah tarafından peygambere bildirilen kesin bilgidir. Umumiyetle Cebrail aleyhisselâm vasıta olur. “Bilgi vermeye” vahiy dendiği gibi verilen “bilgiye” de vahiy denir. Bir de ilham vardır ki, onda genellikle melek vasıta olmaz. İlham sadece peygambere gelmez, velilere de gelir. Hatta her canlıya türlü türlü ilhamlar gelebilir. Nitekim Allah, “Biz arıya vahyettik” buyuruyor ki, buradaki vahiy ilham manasındadır. Kur’an, hem manası, hem de lafzıyla saf vahiydir. Hadisler ise, manası vahye dayanan, fakat lafzı Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem tarafından tayin edilen sözlerdir.’

159. Resûlullah sallallahu aleyhi ve selleme vahiy olarak ilk başlayan şey uykuda gördüğü salih rüyalardı. Rüyada her ne görürse, sabah aydınlığı gibi aynen çıkıyordu.
Ona yalnızlık sevdirilmişti. Hira mağarasına çekilir, ailesine dönmeksizin orada birkaç gece yalnız kalır, ibadet ederdi. Oraya giderken yanına azık alır, azık tükenince Hatice radıyallahu anhanın yanına döner, azık alıp tekrar giderdi.
Bu hâl, kendisine Hira mağarasında vahiy gelene kadar sürdü. Bir gün ona melek gelip, “Oku!” dedi. Resûlullah, “Ben okuma bilmiyorum!” cevabını verdi.
Resûlullah, hadisenin devamını şöyle anlattı: “Ben okuma bilmiyorum deyince, melek beni tutup kucakladı, takatim kesilinceye kadar sıktı, sonra bıraktı. Tekrar, “Oku!” dedi. Ben yine, “Okuma bilmiyorum!” dedim. Beni ikinci defa kucaklayıp takatim kesilene kadar sıktı. Bıraktıktan sonra, “Oku!” dedi. Ben yine, “Okuma bilmiyorum!” dedim. Beni tekrar alıp, üçüncü kez takatim kesilene kadar sıktı. Sonra bıraktı, “Yaratan Rabbinin adıyla oku! O, insanı bir kan pıhtısından yarattı. Oku! Rabbin en büyük kerem sahibidir ki kalemle ilim belletti, insana bilmediklerini öğretti” dedi.”
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bu vahiyleri öğrenmiş olarak döndü. Kalbinde bir titreme vardı. Hatice radıyallahu anhanın yanına geldi, “Beni örtün! Beni örtün!” buyurdu. Onu örttüler. Korkusu gidinceye kadar öyle kaldı.
Sonra, Hatice radıyallahu anhaya başından geçenleri anlattı. “Kendim için korktum!” dedi.
Hazreti Hatice de, “Asla korkma! Vallahi Allah seni sonsuza kadar rüsva etmeyecektir. Zira sen, yakınlarına merhametli davranırsın, doğru konuşursun, işini göremeyenlerin yükünü taşırsın. Fakire kazandırır, misafire ikramda bulunursun. Hak yolunda ortaya çıkan olaylar karşısında halka yardım edersin!” dedi.
Sonra Hatice, Resûlullahı Varaka İbni Nevfel’e götürdü. Bu zât, Hazreti Hatice radıyallahu anhanın kuzeniydi. Cahiliye devrinde Hıristiyan olmuştu. İbranice yazmayı bilirdi. İncil’den Allah’ın dilediği kadarını İbranice olarak yazmıştı. Gözleri görmez olmuş bir ihtiyardı.
Hatice ona, “Ey amcamın oğlu! Kardeşinin oğlunu bir dinle, bak ne söylüyor!” dedi.
Varaka, Resûlullah sallallahu aleyhi ve selleme, “Ey kardeşimin oğlu! Neler görüyorsun?” diye sordu.
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, gördüklerini anlattı.
Varaka, “Bu gördüğün melektir. O, Musa aleyhisselâma da inmiştir. Keşke genç olsaydım! Keşke, kavmin seni sürgün edince hayatta olsaydım!” dedi.
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, “Onlar beni sürecekler mi?” diye sordu.
Varaka, “Senin getirdiğin gibi bir din getiren hiç kimse yoktur ki, ona karşı çıkılmamış olsun! O gününü görürsem sana etkili bir yardımda bulunurum!” dedi.
Ancak, çok geçmeden Varaka vefat etti. Bu arada vahiy bir süre için kesildi.
Aişe radıyallahu anha. Buharî
‘Resûlullah sallallahu aleyhi ve selleme vahiy gelmeye başladığı zamanlarda, bu hadisi rivayet eden Aişe radıyallahu anha validemiz henüz dünyaya gelmemişti. Efendimizun ilk hanımı Hatice radıyallahu anhadan dinlemesine de imkân yoktur. Zira onun ahir ömründe Aişe validemiz henüz küçük bir çocuktu. Şu hâlde, bu hâdiseleri Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem kendisine anlatmış, o da başkalarına nakletmiştir.’

160. Vahye ara verildi, epey zaman âyet gelmedi. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem bu duruma pek üzüldü. Kendini atmak için defalarca dağların doruklarına tırmandı. Fakat her seferinde Cebrail aleyhisselâm ona görünüyor, “Ey Muhammed! Sen gerçek bir peygambersin!” diyerek onu uyarıyordu.
Ondan sonra içi biraz yatışıp rahatlardı. Yine vahye böyle ara verilince, aynı maksatla dağın zirvesine çıkardı, fakat Cebrail aleyhisselâm yine görünür, aynı uyarıda bulunurdu.
Aişe radıyallahu anha. Buharî.

161. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:
“Bir ay kadar Hira mağarasında yalnız kaldım. Orada kalma süremi tamamlayınca dağdan indim. Derken, bana bir seslenen oldu. Sağıma baktım, hiçbir şey görmedim. Soluma baktım, yine bir şey görmedim. Arkama baktım bir şey görmedim. Derken başımı kaldırdım, bir şey gördüm, ama ona bakmaya dayanamadım. Hemen Hatice’nin yanına geldim, “Beni örtün!” dedim. Ardından şu ayetler indi:
“Ey bürünen! Kalk ve uyar! Ve Rabbini tekbir et. Ve giysini tertemiz yap.”
Bu vahyin gelişi namazın farz kılınmasından önceydi.”
Câbir radıyallahu anh. Buharî

162. Resûlullah sallallahu aleyhi ve selleme vahiy indiği zaman, yüzünün yakınlarında arı uğultusu gibi bir ses işitilirdi. Yine bir gün ona vahiy geldi. Bir süre öylece kaldı. Sonra o hâl açıldı. Müminun suresinden ilk on ayeti okudu:
“İnananlar gerçekten kurtuluşa erdiler. Onlar namazlarında huşu duyarlar. Onlar yararsız sözlerden yüz çevirirler. Onlar zekâtlarını verirler. Onlar namuslarını korurlar, eşleri ya da ellerinin altında bulunanlar dışında, çünkü bundan dolayı kınanmazlar. Bundan ötesini arayanlar ilahî sınırları aşanlardır. Onlar emanetleri ve ahitleri gözetirler. Onlar namazlarını korurlar. İşte onlardır mirasa konacaklar, Firdevs cenneti kendilerinin olacak, orada temelli kalacaklar.”
Sonra, “Kim bu on ayeti uygularsa cennete girer” buyurdu.
Ardından, kıbleye yöneldi, ellerini kaldırıp, “Allahım! İyiliklerimizi artır, noksanlaştırma. Bize ikram et, zillete düşürme. Bize ihsanda bulun, mahrum etme. Bizi tercih et, hasımlarımızı bize tercih etme. Allahım, bizi razı kıl, bizden de razı ol!” diye dua etti.
Hazreti Ömer radıyallahu anh. Tirmizî

163. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem vahiy alırken meşakkat çekerdi ve benzi kül gibi olurdu.
Ubâde radıyallahu anh. Müslim.

164. Bir gün, “Ya Resûlullah! Erkekler cihada çıkıyorlar, fakat kadınlar cihad yapamıyorlar. Biz kadınlara mirastan yarım pay veriliyor” dedim.
Bunun üzerine Allah şu ayeti indirdi:
“Allah’ın, kiminize kiminizden fazla verdiklerine göz dikmeyin. Erkeklere kazandıklarından bir pay vardır, kadınlara da kazandıklarından bir pay vardır. Allah’ın sınırsız lütfunu isteyin. Doğrusu, Allah her şeyi bilir.”
Ümmü Seleme radıyallahu anha. Tirmizî
‘Kadınlar da, erkekler de Allah’ın kullarıdır. İnsan olmak bakımından bir farkları yoktur. Üstünlük takva iledir, yani imandan gelen bir hassasiyet sebebiyle kötülüklerden sakınmakladır. Allah, hikmetine uygun bir biçimde kadınlara da, erkeklere de görevler yüklemiştir. Bu iki cinsi birbirinden farklı yaratmış, her birine uygun bazı farklı yükümlülükler de vermiştir. Dünya bir imtihan meydanıdır. Nimete şükür, musibete sabır gerekir. Herkes kendi vazifesinden sorumludur. Erkeklere niçin şu verildi de bize verilmedi demek Allah’ın hikmetini ve rahmetini tenkittir. Hikmetine itimat etmek, rahmetine rıza göstermek de kulluğun gereklerindendir. Rahmete itiraz eden rahmetten mahrum kalır. O Allahtır, kulları hakkında tercihler yapar. Kula düşen onun iradesine tabi olmak, payına düşeni şükürle karşılamak, rızasına uygun ameller ederek ebedî hayatı kazanmaktır.’ 

165. Resûlullah sallallahu aleyhi ve selleme, “Ya Resûlullah! Görüyorum ki her şey erkekler için, kadınlar hiçbir şekilde anılmıyor” dedim. Bunun üzerine şu ayet indi:
“Allah, Müslüman erkeklerle Müslüman kadınlara, inanan erkeklerle inanan kadınlara, itaate devam eden erkeklerle itaate devam eden kadınlara, doğru erkeklerle doğru kadınlara, sabreden erkeklerle sabreden kadınlara, saygılı erkeklerle saygılı kadınlara, yardımlık veren erkeklerle yardımlık veren kadınlara, oruç tutan erkeklerle oruç tutan kadınlara, iffetlerini koruyan erkeklerle iffetlerini koruyan kadınlara, Allah’ı çokça anan erkeklerle çokça anan kadınlara günahlarından arınma nimeti vermiş ve büyük bir ödül hazırlamıştır.”
Ümmü Umare radıyallahu anha. Tirmizî

166. Abdurrahman İbni Avf radıyallahu anhın yemek davetine gitmiştik. Yemekten sonra şarap ikram etti, içtik. Bu ziyafet şarabın haram edilmesinden önce idi. Şarap beni sarhoş etmişti. Namaz vakti gelince imam olmamı istediler. Namazda Kâfirun suresini okudum. Ancak, “Sizin taptığınıza ben tapmam” diyecek yerde, “Biz sizin taptığınıza taparız” dedim.
Bunun üzerine, “Ey inananlar! Sarhoşken, ne dediğinizi bilene kadar, cünüpken, yolcu olmanız dışında, gusül yapana kadar, namaza yaklaşmayın” ayeti nazil oldu.
Hazreti Ali radıyallahu anh. Tirmizî

167. Bazı Müslümanlar, Resûlullah sallallahu aleyhi ve selleme, “İslâmdan önce biz aziz ‘saygın, üstün, güçlü’ kimselerdik, Müslüman olduktan sonra zelil duruma düştük” dediler.
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, “Ben affetme emri aldım. Sakın müşriklerle mücadeleye kalkışmayın!” dedi.
Ancak, hicretten sonra Allah cihadı emretti. Bu sefer de onlar durakladılar. Bunun üzerine şu ayet indi:
“Kendilerine, “Savaştan el çekin, namazı özenle kılın, zekâtı verin” denilen kimseleri görmedin mi? Kesin bir yükümlülük olarak üzerlerine savaş yazılınca, onların bir bölümü, Allah’tan korkar gibi, hatta daha şiddetli bir korkuyla insanlardan korkuyorlar. Bunlar, “Rabbimiz! Bize niye savaş yazdın, bizi yakın bir zamana erteleseydin olmaz mıydı!” dediler. Sen de onlara “Dünyanın zevki azdır, kötülüklerden sakınanlar için ahiret daha iyidir, size kıl kadar haksızlık edilmez” de.”
İbni Abbas radıyallahu anh. Nesaî

168. Bir adam, Resûlullah sallallahu aleyhi ve selleme, “Et yediğim zaman kadınlara karşı arzum artıyor, şehvetim galebe çalıyor. Bu sebeple et yemeyi nefsime haram ettim” dedi. Bunun üzerine şu ayet indi:
“Ey inananlar! Allah’ın size helâl kıldıklarının temizlerini kendinize haram yapmayın. İlahî sınırları aşmayın. Allah ilahî sınırları aşanları sevmez. Allah’ın size rızık olarak verdiklerini helâl ve temiz yollarla elde edip yeyin. Allah’tan sakının! Unutmayın ki siz ona inandınız!”
İbni Abbas radıyallahu anh. Tirmizî

169. Bir sefer esnasında Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellemle beraberdik. Bir ara bütün askerler sıkıntıya düştüler. Münafıklardan biri olan Übey İbni Selül,  “Resûlullahın yanındakilere yardımlık vermeyin de etrafından dağılsınlar” dedi. Ayrıca, sözlerine şunu da ekledi: “Hele Medine’ye bir dönelim, saygın olanlar düşkün olanları oradan sürüp çıkaracaklardır.”
Ben bu konuşmayı Resûlullaha bildirdim. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Übey İbni Selül’e adam göndererek yanına çağırtıp, “Böyle mi söyledin?” diye sordu.
İbni Selül söylediklerini inkâr etti.
Bunun üzerine bazı kimseler, “Zeyd, Resûlullah sallallahu aleyhi ve selleme yalan söyledi” dediler.
Bu sözlerine çok üzüldüm. Ardından, beni tasdik etmek üzere Allah şu vahyi indirdi:
“O münafıklar sana, “Senin Allah’ın peygamberi olduğuna tanıklık ederiz” dediler. Allah biliyor, sen elbette onun peygamberisin. Allah, hiç şüphesiz o münafıkların yalancı olduklarına şahitlik eder!”
Zeyd İbni Erkam radıyallahu anh. Buharî

170. Biz, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellemle birlikte namaz kılarken, yiyecek maddesi taşıyan bir kervan geldi. Cemaatte bulunanlar kervanı karşılamaya koştular. Camide on iki kişi kaldı. Ebû Bekir radıyallahu anh ve Ömer radıyallahu anh kalanlar arasındaydılar. Bu durum üzerine şu ayet indi:
“Oysa, bir alım satım fırsatı ya da eğlence imkânı görünce, hemen ona fırlarlar da seni ayakta bırakıverirler. “Allah katında olan, eğlenceden de, alım satımdan da iyidir, çünkü Allah rızık verenlerin en iyisidir” de.”
Câbir radıyallahu anh. Buharî

171. Medineli Müslümanlar, hac yapıp da döndükleri zaman, evlerine kapılarından girmezlerdi. Onlardan biri hac dönüşü kapıdan evine girdi. Fakat hemşehrileri onu bu davranışı sebebiyle kınadılar. Bunun üzerine şu ayet nazil oldu:
“Evlere arkalarından girmeniz erdem sayılmaz. Erdemli kimse, kötülüklerden sakınan kimsedir. Evlere kapılarından girin.”
Bera radıyallahu anh. Buharî

172. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin vefatından sonra, Ömer radıyallahu anh, Ebubekir radıyallahu anha, “Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Ümmü Eymen radıyallahu anhayı ziyaret ederdi, gel biz de ziyaret edelim” dedi.
Gittiler.
Ümmü Eymen onları görünce ağladı.
“Niye ağlıyorsun? Resûlullah için Allah katında bulunanın daha hayırlı olduğunu bilmiyor musun?” dediler.
Ümmü Eymen, “Bilmez olur muyum! Allah katında olan Resûlullah için elbette daha hayırlıdır. Beni ağlatan, semadan gelen vahyin kesilmiş olmasıdır!” dedi.
Bu söz onları da hüzünlendirdi, Ümmü Eymen radıyallahu anha ile birlikte onlar da ağladılar.
Enes radıyallahu anh. Müslim

173. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:
“Ben size kendi irademle ne bir şey emrediyor ne de sizi bir şeyden men ediyorum. Ben sadece bana emredileni yapıyorum.”
Ebû Hureyre radıyallahu anh. Buharî

174. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:
“Bilin ki, ben bir beşerim. Size dininizle ilgili bir emirde bulunursam onu derhal alın. Eğer kendi görüşüme dayanan bir şey emredersem, bilin ki ben bir insanım!”
Rafi İbni Hadîc radıyallahu anh. Müslim

175. Resûlullah sallallahu aleyhi ve selleme inen en son ayet faizle ilgili ayettir.
İbni Abbas radıyallahu anh. Buharî

009. BAZI AYETLERİN NÜZUL SEBEPLERİ…

‘Kur’an’ı teşkil eden sureler ve ayetler genellikle bir hadise üzerine inmiştir. Yaşanan bir olay, bir soru ya da söylenen bir söz ayetlerin inmesine sebep olmuştur. Bunlara esbab-ı nüzul, yani nüzul sebepleri denir. Kur’an’ın anlaşılmasında bunları bilmenin önemli rolü vardır. Müfessirler, tefsir kitaplarında nüzul sebepleriyle ilgili hadislerden bolca faydalanmışlardır. Bunların örneklerinden bir kısmı daha önceki bölümde geçmişti. Bu bölümde de bazı ayetlerin iniş sebepleri anlatılmaktadır.’

176. Ebû Talib hastalanınca, Kureyş kabilesi ve Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem onu görmeye gittiler. Ebû Talib’in yanında bir kişilik boş yer vardı. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin oturmasını önlemek için, Ebû Cehil hemen oraya oturdu. Kureyş kabilesinin ileri gelenleri, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellemi Ebû Talib’e şikayet ettiler.
Ebû Talib, “Ey kardeşimin oğlu! Kavminden ne istiyorsun?” dedi.
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, “Kendilerinden bir kelimeyi söylemelerini istiyorum. Eğer söylerlerse, bütün Araplar o kelime sayesinde kendilerine uyacak ve Arap olmayanlar vergi ödeyecekler” dedi.
Ebû Talib, “Yani tek bir kelime mi?” diye sordu.
Resûllullah sallallahu aleyhi ve sellem, “Evet amcacığım, bir tek kelime! Lâilahe İllallah diyecekler.”
Bunun üzerine Kureyş müşrikleri, “Tek Allah mı! Biz son dinde bunu işitmedik, bu bir uydurmadır!” dediler.
Bunun üzerine şu ayetler indi:
“Sad. Ve andolsun öğütlerle dolu olan Kur’an’a! İnkâr edenler boş bir gurura kapılmış ve doğru yoldan ayrılarak aykırı yollara sapmışlardır. Onlardan önce nice nesilleri yerle bir ettik, çığlıklar kopardılar, çünkü kurtuluş zamanı geçip gitmişti. Gerçeği inkâr edenler, kendi içlerinden bir uyarıcının gelmesine şaştılar da dediler: “Bu yalan uyduran bir büyücüdür.” “Onca ilahı bir tek ilâh mı yaptı? Ne tuhaf!” “Onların bir takım seçkinleri, “Yürüyün de ilahlarınız konusunda direnin, sizden beklenen de budur!” deyip gittiler. “Biz bunu son dinde de işitmedik, bu kesinlikle uydurmadır.” “Kurán aramızda ona mı indirildi!” dediler.”
İbni Abbas radıyallahu anh. Tirmizî

177. Abese suresi âmâ olan ‘iki gözü de görmeyen’ İbni Ümm-i Mektum hakkında inmiştir.
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem müşriklerin ileri gelenlerinden biriyle konuşuyordu.
O sırada İbni Ümmi Mektum geldi, “Ya Resûlullah beni irşad et!” dedi.
Resûlullah, müşrikle konuştuğu için ona cevap vermedi. O ısrar edince, ondan yüzünü çevirdi. Öbürüne anlatıyor, soru soruyor, o da “Hayır!” diyordu. İşte, sure bunun üzerine indi.
Aişe radıyallahu anh. Tirmizî

178. Havle radıyallahu anha, Resûlullah sallallahu aleyhi ve selleme evlenme teklifi yapan kadınlardan biriydi. Ben, “Kadın kısmı bir erkeğe evlenme teklifi yapmaktan sıkılmaz mı!” diyerek böyle yapanları kınardım.
“Onlardan dilediğini bırakır, dilediğini yanına alabilirsin. Bıraktıklarından da, hangisini dilersen onu yanına almanda sana bir vebal yoktur” ayeti inince, “Ya Resûlullah! Görüyorum ki, Rabbin seni memnun etmekte gecikmiyor!” dedim.
Aişe radıyallahu anha. Buharî
‘Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem, her hususta olduğu gibi evlilikleri hususunda da vahye göre davranmıştır. Peygamberimizi fevkalade kıskanan Aişe validemiz, arzusu hilâfına inen bu ayet üzerine yukarıdaki tarizli sözü söylemiştir.’

179. İki Yahudi konuşuyorlardı. Biri öbürüne, “Gel, seninle şu Peygambere gidelim de bir şeyler soralım” dedi.
Öbürü, “Ona peygamber deme! Kendisinden Peygamber diye söz ettiğini duyarsa pek sevinir” dedi.
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin yanına vardılar, sınamak maksadıyla dokuz ayet hakkında sorular sordular. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, “Allah’ın yanı sıra başka ilâh edinmeyin, hırsızlık yapmayın, zina etmeyin. Allah’ın haram kıldığı cana kıymayın, masum birini öldürtmek için sultana gammazlamayın, büyü yapmayın, faiz yemeyin, günahsız kadına zina iftirası atmayın, savaş sırasında cepheyi koyup kaçmayın. Ey Yahudiler! Bilhassa sizin için söylüyorum ki septi ‘cumartesi yasağını’ çiğnemeyin!” buyurdu.
Bunun üzerine Yahudiler, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin ellerini, ayaklarını öptüler, “Şahadet ederiz ki sen peygambersin!” dediler.
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem onlara, “Öyleyse niye bana uymuyorsunuz?” diye sordu.
“Sana uyduğumuz takdirde Yahudilerin bizi öldürmesinden korkuyoruz” diye cevap verdiler.
Saffan radıyallahu anh. Tirmizî

180. Müşrikler, Resûlullah sallallahu aleyhi ve selleme, “Rabbini bize tanıt!” dediler.
Bunun üzerine İhlas suresi indi.
Übey İbni Ka’b radıyallahu anh. Tirmizî
‘İhlas suresinin kısacık bir meali şöyledir: De ki: Allah birdir. Bütün varlıkların ona ihtiyacı vardır, ama onun hiçbir şeye ihtiyacı yoktur. Doğurmamıştır, doğurulmamıştır. Onun eşi, benzeri, dengi yoktur, olmamıştır, olamaz. O, her bakımdan birdir, tektir, yegane ilahtır.’

181. Müslümanlardan bir grup, sürüsünü otlatan bir adama rastladılar. Adam, onlara “selâmünaleyküm” diye selâm verdi. Buna rağmen adamı yakalayıp öldürdüler ve sürüsüne el koydular. Bunun üzerine şu ayet indi:
“Ey inananlar! Allah yolunda yürürken her şeyin iç yüzünü iyice anlayın. Size İslâma uygun bir selâm vererek inancını dile getirene, dünya hayatının geçici malına göz dikerek, “Sen mümin değilsin” demeyin. Allah katında nice değerli mallar vardır. Önceleri siz de onlar gibiydiniz. Allah size lütfetti de inanca eriştirdi. Öyleyse iyice araştırıp anlayın. Allah yapıp ettiklerinizin hepsinden haberlidir.”
İbni Abbas radıyallahu anh. Buharî
‘İslâma göre selam vermenin imana alamet sayılması dikkate şayandır.’

182. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem namaz kılarken Ebû Cehil gelip, hiddetle, “Ben seni bundan men etmedim mi!” dedi.
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem namazdan çıkıp Ebû Cehil’i iyice azarladı.
Bunun üzerine Ebû Cehil, “Biliyorsun ki Mekke’de adamı en çok olan benim!” dedi.
Onun bu sözüne karşılık Allah şu ayeti indirdi:
“O zaman çağırsın bakalım meclisini! Biz de çağırırız azap meleklerini!”
İbni Abbas radıyallahu anh. Tirmizî

183. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Uhud gazasına giderken, onunla birlikte yola çıkanlardan bir kısmı geri döndüler. Bunun üzerine, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin sahabeleri ikiye ayrıldılar. Bir kısmı, “Bunları öldürelim” diyor, öbürleri ise, “Hayır, onları öldürmeyelim” diyorlardı. Bu ihtilafla ilgili olarak şu ayet indi:
“Münafıklar ‘inanmayıp da inanır görünen ikiyüzlüler’ konusunda niye ikiye ayrıldınız! Allah onları yapıp ettikleri yüzünden tepetaklak etmiştir. Allah’ın saptırdığını siz mi yola getireceksiniz?! Allah birini saptırırsa, artık sen ona yol bulamazsın!”
Resûlullah da şöyle buyurdu: “Burası Medine şehridir. Deccalı sürüp çıkarır, tıpkı körüğün demirdeki pası çıkarması gibi.”
Zeyd İbni Sabit radıyallahu anh. Buharî

184. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, bir kısım Yahudi’nin yanına uğramıştı. İçlerinden kimi, “Muhammed’e ruh hakkında soru sorun” dedi. Kimi de, “Sakın sormayın, hoşunuza gitmeyecek şeyler işitirsiniz!” dedi.
Sonunda, “Ey Muhammed! Bize ruh hakkında bilgi ver” dediler. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bir süre sessizce bekledi. Anladım ki kendisine vahiy iniyor. Sonra okudu:
“Sana ruhtan soruyorlar. “Ruh, Rabbimin emrindendir ve size ilimden ancak pek az verilmiştir” de.”
İbni Mesûd radıyallahu anh. Buharî
‘Rabbimin emrindendir, yani insanın kavrayış alanına girmeyen eserlerinden biridir. Bedenin sultanı olan ruh, nurani, şuurlu, diri ve harici vücut sahibi bir varlıktır. Ruh hâdistir, sonradan yaratılmıştır, ama ebedîdir. Birdir, bölünmez, parçalara ayrılmaz. Tesirleriyle bedenin her yerinde bulunur, fakat mekânı yoktur. Bedenin içinde olmadığı gibi dışında da değildir. Ona ne uzaktır ne de yakın. Bütün işleri aynı anda idare eder, bir iş diğerine engel olmaz. O, tabiattaki kanunlara benzer. Eğer kanun şuurlu olsaydı ruh gibi olurdu. Ruh, kendisinin ve diğer varlıkların farkındadır…’

185. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin arkasında çok güzel bir kadın namaz kılıyordu. Cemaatten bazıları onu görmemek için ön safa kaçıyor, bazıları da en arka safa geliyor, eğildiği zaman koltuk altından ona bakıyorlardı. Bu durum üzerine Allah şu ayeti indirdi:
“Andolsun ki, sizden önde olanları da, geride kalanları da Biz biliriz!”
İbni Abbas radıyallahu anh. Tirmizî
‘Efendimiz zamanında münafıklar da mescide gelir, güya namaz kılarlardı. Fakat onların iç yüzleri bu gibi davranışlarından belli olurdu.’

186. Rabbim, üç konuda arzuma uygun ayetler indirdi:
“Ya Resûlullah! İbrahim aleyhisselâmın makamında bir namaz yeri edinsen!” dedim, “İbrahim’in makamını namaz yeri edinin!” ayeti indi.
“Ya Resûlullah! Huzurunuza iyiler de geliyor, azgınlar da. Hanımlarınız örtünseler!” dedim. Bunun üzerine örtünme ayeti indi.
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin hanımları kıskançlıkta birleşmişlerdi. Ben de onlara, “O sizi boşarsa Allah ona sizden daha hayırlısını verir” demiştim. Bunun üzerine şu ayet indi: “O sizi boşarsa, Rabbi ona sizden daha hayırlı olan, inanan, teslim olan, uyumlu davranan, tevbe eden, ibadet eden, oruç tutan dul ve bakire eşler verebilir.”
Hazreti Ömer radıyallahu anh. Buharî

187. Yahudiler, “Kadına ‘kadınlık organına’ arka yönden temas edilirse çocuk şaşı doğar” derlerdi. Bunun üzerine şu ayet indi:
“Kadınlarınız sizin ekim yerlerinizdir, o hâlde ekim yerinize, yasal sınırlar içerisinde, nasıl dilerseniz öyle varın.”
Câbir radıyallahu anh. Buharî

188. Übey İbni Selül adlı münafık ölmüştü. Samimi bir Müslüman olan oğlu Abdullah radıyallahu anh, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin huzuruna çıktı, mübarek gömleklerini babasına kefen olarak vermesini istedi. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem gömleğini verdi. Bunun üzerine, babasının cenaze namazını kıldırmasını rica etti. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem kabul etti ve namaz kıldırmak üzere kalktı.
Ancak, Hazreti Ömer radıyallahu anh, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin elbisesinden tuttu, “Ya Resûlullah! Rabbin seni onun namazını kılmaktan men etmedi mi, niçin kılıyorsun?” dedi.
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, “Allah bu konuda kararı bana bıraktı. “Onlar için ister bağışlanma dile, ister dileme, hepsi bir. Yetmiş kere de bağışlanma dilesen Allah onları bağışlamaz! Çünkü onlar Allah’ı ve Resûl’ünü inkâr ettiler. Allah haktan ayrılan azgınları doğru yola iletmez!” buyurmaktadır. Ben yetmişten de fazla bağışlanma dileyeceğim” dedi.
Hazreti Ömer radıyallahu anh, “O bir münafık!” dedi.
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem buna rağmen onun namazını kıldırdı. Bunun üzerine şu ayet indi: “Onlardan olup da ölen kimsenin ‘cenaze’ namazını asla kılma, mezarı başında durma. Çünkü onlar, Allah ve Resûl’ünü inkâr ettiler, haktan ayrılan azgınlar olarak öldüler.”
İbni Ömer radıyallahu anh. Buharî

010. KUR’AN’IN MAHİYETİ, FAZİLETİ VE KIRAATİ…

‘Kur’an, “çok çok okunan” manasında ilahî  kitabımızın en meşhur ismidir. Allah’ın, Cebrail aleyhisselâm vasıtasıyla Hazreti Muhammed sallallahu aleyhi ve selleme yirmi üç senede Arapça olarak indirdiği, bize kadar ilk nazil olduğu şekilde tevatürle, yani yalan söylemeleri mümkün olmayan üstün nitelikli insanların bildirmeleri ile gelen ve mushaflarda yazılı olup, okunması ile ibadet edilen, hiçbir kimsenin bir benzerini getiremediği ve getiremeyeceği son ilahî kitaptır… Kıraat, okumak demektir. Kendi kulakları işitecek kadar sesli okumağa hafi kıraat, yanındakilerin işiteceği kadar sesli okumağa cehrî kıraat denir. Keza, tilavet de okuma demektir. Kur’an okumak bir ibadettir, her harfine mukabil en az on sevap verilir. Ancak, okumaktaki temel maksadın onun içindeki manaları anlamak ve gereğince uygulamak olduğu da unutulmamalıdır. Bu bölümdeki hadisler, Kur’an okumanın ehemmiyetini, nasıl okunacağını, bazı surelerin sevaplarını bildirmektedir.’

189. Bir adam, “Ya Resûlullah! Allah en çok hangi ameli sever?” diye sordu.
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, “Sona gelip yeniden başlayanın amelini” buyurdu.
Adam, “Sona gelip yeniden başlayan kimdir?” dedi.
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem de, “Kur’an’ı baştan sona okuduktan sonra yine baştan başlayan” buyurdu.
İbni Abbas radıyallahu anh. Tirmizî

190. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:
“Allah, duyulacak biçimde ezgiyle Kur’an okuyan güzel sesli bir peygamberi dinlediği kadar başka hiçbir sesi dinlemez.”
Ebû Hureyre radıyallahu anh. Buharî

191. Ben, evimin damında otururken, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin okumasını işitirdim.
Ümmü Hani radıyallahu anha. İbni Mâce

192. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:
“Allah’ın kitabından bir harf okuyana bir hasene vardır. Her hasene için on misli sevap verilir. “Elif, lam, mim” bir harftir demiyorum, “elif” bir harf, “lam” bir harf, “mim” de ayrı bir harftir.”
İbni Mesûd radıyallahu anh. Tirmizî
‘Hasene, güzel iş, sevaplı amel demektir. Allahın emrini yapmak ve yasaklarından kaçınmakla ilgili her iş bir hasenedir.’

193. Aramızda bedevilerin ve Arap olmayanların da bulunduğu bir toplulukta Kur’an okuyorduk. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem yanımıza geldi.
“Okuyun. Her okuyuş güzeldir. Öyle kimseler gelecek ki, onlar, Kur’an’ın kelime ve lâfızlarını, ok yapılacak çubuğun düzlenmesi gibi düzleyecekler. Ondan elde edilecek ücreti ahirete bırakmayıp dünyada alacaklar” buyurdu.
Câbir radıyallahu anh. Ebû Dâvud
‘Onu budayacaklar. Hükümleriyle amel etmeyecekler. Gösteriş yapacaklar. Dünyaları için dinlerini feda edecekler.’

194. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:
“Geceyi on ayet okuyarak ihya eden kişi gafiller listesine yazılmaz. Gecesini yüz ayetle ihya eden “kanitin” zümresine yazılır. Geceyi bin ayet okuyarak ihya eden “mukantırin” listesine yazılır.”
İbni Amr radıyallahu anh. Ebû Dâvud
‘Kanitin ve mukantirin Kur’an’a özgü terimlerdendir. Rabbimize ileri derecede kulluk etmeyi dile getirir.’

195. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:
“Hafızasında Kur’an’dan bir şey bulunmayan kimse harap bir ev gibidir.”
İbni Abbas radıyallahu anh. Tirmizî

196. Aişe radıyallahu anhaya, “Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin gece okuması nasıldı? Gizli mi okurdu, sesli mi?” diye sordum.
“Her iki şekilde de okurdu, bazen gizli, bazen sesli!” diye cevap verdi.
Ben de, “Bu konuda genişlik veren Allah’a hamdolsun!” dedim.
İbni Ebû Kays radıyallahu anh. Tirmizî

197. Hişam İbni Hakim radıyallahu anhı, Furkan suresini farklı şekillerde okurken dinledim. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bana bu şekillerden hiçbiriyle okumamıştı. Kendimi güçlükle zaptederek namazını bitirmesini bekledim.
Selâm verir vermez elbisesinden tutup, “Sana bu sureyi kim öğretti?” dedim.
Hişam, “Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem öğretti!” dedi.
“Bu nasıl olur! Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bana da öğretti, ama senin okuduğuna hiç benzemiyor!” dedim.
Adamı Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin yanına götürdüm. “Ya Resûlullah! Bu adamı Furkan suresini, bana hiç okumadığın çok farklı şekillerde okuyor gördüm!” dedim.
Resûlullah, sakin bir şekilde, “Adamın yakasını bırak!” diye emretti. Sonra ona dönerek, “ Ey Hişam, oku bakalım!” dedi. O da okudu.
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bana, “Evet, sure bu şekilde indirildi!” buyurdu. Ardından bana, “Sen de oku!” buyurdu. Bana öğrettiği şekilde okudum. Bunun üzerine, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şu açıklamayı yaptı:
“Evet sure bu şekilde de indi. Biliniz ki, Kur’an yedi kıraat üzere indirilmiştir, hangisi kolayınıza gelirse onunla okuyun.”
Hazreti Ömer radıyallahu anh. Buharî

198. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:
“Kim, Kur’an’ı okur, öğrenir, sonra da helâlini helâl, haramını haram bilirse, Allah bu sebeple onu cennete girdirir, ailesinden olup da cehennemi hak eden on kişiye şefaatçi yapar.”
Hazreti Ali radıyallahu anh. Tirmizî
‘Kuşkusuz, en büyük şefaat yetkisi Peygamber Efendimize verilmiştir. Fakat öbür peygamberler ve salih insanlar da derecelerine göre şefaat edeceklerdir. Bu, Rabbimizin bir lütfudur, kimi dilerse ona verir.’

199. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:
“Kur’an’ı ezberleyip iyi bilen kimse melekler katındaki seçkin meleklerin mertebesindedir. Okumakta güçlük çekenlere iki kat sevap verilir.”
Aişe radıyallahu anha. Buharî

200. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:
“Kur’an’ı okuyan mümin, hem kokusu, hem de tadı güzel olan turunç gibidir. Kur’an’ı okumayan mümin ise hurmaya benzer, kokusu yoktur, ama tatlıdır. Kur’an okuyan münafık, kokusu güzel fakat tadı acı olan fesleğene, Kur’an okumayan münafık ise, ebucehil karpuzuna benzer, hem tadı acıdır, hem de hoş kokudan mahrumdur.”
Ebû Musa radıyallahu anh. Buharî

201. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:
“Kur’an’ı seslerinizle süsleyiniz. Kur’an okurken teganni yapmayan  bizden değildir.”
Bera radıyallahu anh. Buharî
‘Teganni, sesi kurallara uygun biçimde dalgalandırarak okumaktır. Ancak, bu okuma şarkı söylemek gibi olmamalıdır… Bizden değildir, yani sünnetimize uymamakta, yolumuzu izlememektedir.’

202. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:
“Kur’an’la meşgul olması sebebiyle benden bir şey isteyemeyen kimseye, isteyenlere verdiğimin en üstününü veririm. Allah kelamının öbür kelamlara olan üstünlüğü, Allah’ın, yaratıklarına olan üstünlüğü gibidir.”
Ebû Said radıyallahu anh. Tirmizî

203. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:
“Kur’an’ın müteşabih ayetlerine tâbi olanları gördüğünüz vakit bilin ki onlar Allah’ın ayette haber verdiği kimselerdir, onlardan sakının.”
Aişe radıyallahu anha. Buharî
‘Müteşabih, benzetmeli, anlamı açık olmayan demektir. Bazı ayetler müteşabihtir. Kalplerinde hastalık bulunanlar, muhkem yani açık anlamlı ayetleri kulak ardı eder, bu ayetlerin peşine düşerler. Efendimiz, ilimde rüsuh sahibi olan, ilmiyle amel eden âlimlerin müteşabih ayetleri anlama çabasını yasak etmemekte, ancak bilhassa bunlarla meşgul olacak bazı kimselerden söz etmektedir.’

204. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:
“Sizin en hayırlınız Kur’an’ı öğrenen ve öğreteninizdir.”
Hazreti Osman radıyallahu anh. Buharî
‘Bu öğrenme ve öğretme, kuşkusuz, sadece lafzını okumayı öğrenme ve öğretme değildir. Lafzının yanı sıra bilhassa manası öğrenilmeli ve öğretilmelidir. Zira Kur’an, lafzı güzel sadalarla okunsun diye indirilmemiştir.’

205. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:
“Gece okuması gereken kısmı okumadan uyuyan kişi, bunu sabah namazıyla öğle namazı arasında tamamlasın. Böyle yaparsa gece okumuş gibi sevap alır.”
Hazreti Ömer radıyallahu anh. Müslim

206. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:
“Kur’an’ı okuyan bir kimse sonradan ‘ihmal ederek, sürekli okumayarak’ unutursa, kıyamet günü Allah’a cüzamlı olarak kavuşur.”
Sa’d İbni Ubâde radıyallahu anh. Ebû Dâvud
‘Cüzam, vücudun parça parça dökülmesini netice veren dehşetli bir hastalıktır.’

207. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:
“Kur’an’ı okumada seda bakımından insanların en güzeli, okumasını dinlerken Allah’tan korktuğu kanaatine vardığınız kimsedir.”
Câbir radıyallahu anh. İbni Mâce

208. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:
“Sizden biri geceleyin kalkınca, Kur’an okurken dili dolaşmaya, ne dediğini anlamamaya başladı mı hemen yatsın.”
Ebû Hureyre radıyallahu anh. Müslim

209. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:
“Sizden, Tîn suresini okuyan kişi, sondaki, “Allah hâkimlerin hâkimi değil mi?” ayetine geldi mi, “Evet, ben buna tanıklık edenlerdenim” desin. Kıyamet suresini okuyan, surenin sonundaki, “Ölüleri tekrar diriltmeye gücü yetmez mi?” ayetini okudu mu, “Rabbimizin izzetine andolsun ki evet!” desin. Mürselat suresini okurken, sonundaki, “Artık bundan sonra hangi söze inanacaklar?” ayetini de tamamladı mı, “Allah’a iman ettik” desin.”
Ebû Hureyre radıyallahu anh. Ebû Dâvud

210. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:
“Kur’an’ı korumak konusunda özen gösterin. Muhammed’in nefsini kudret elinde tutan Allah’a yemin ederim ki Kur’an’ın ‘hafızadan’ yitip gitmesi, develerin bağlarından boşanıp kaçmasından daha kolaydır.”
Ebû Musa radıyallahu anh. Buharî

211. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:
“Kur’an ezberinde olan kimse, bağlı devesi olan kimse gibidir. Bu adam devesini korumak konusunda özen gösterirse onu elinde tutar, salıverirse deve çeker gider.”
İbni Ömer radıyallahu anh. Buharî

212. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ibadet etmek için mescitte kalıyordu. Cemaatin Kur’an’ı yüksek sesle okuduklarını işitti. Perdeyi araladı, “Bilin ki, herkes Rabbine özel olarak yakarıyor. Birbirinizi rahatsız etmeyin. Biriniz okurken öbürünüzün okumasını bastırmasın” buyurdu.
Ebû Said radıyallahu anh. Ebû Dâvud

213. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, “Bana biraz Kur’an oku!” buyurdu.
“Ya Resûlullah, Kur’an sana indirildi, ben sana nasıl okurum!” dedim.
Resûlullah, “Onu benden başka birinin okumasını arzu ediyorum” buyurdu.
Ben de Nisa suresini okudum. “Her topluluktan bir tanık, seni de onlara tanık getirdiğimiz zaman ne olacak hâlleri!” ayetine gelince, “Yeter!” ya da “Dur!” buyurdu. Baktım, gözlerinden yaşlar akıyor.
İbni Mesûd radıyallahu anh. Buharî

214. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, “Şüphesiz, Allah’a yakın olan insanlar vardır” buyurmuştu.
Sahabeleri, “Ya Resûlullah, bunlar kimlerdir?” diye sordular.
“Onlar Kur’an ehli, Allah ehli ve Allah’ın has kullarıdır!” cevabını verdi.
Enes radıyallahu anh. İbni Mâce

215. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, cünüp olmadıkça, her hâlimizde bize Kur’an okutur ve belletirdi.
Hazreti Ali radıyallahu anh. Tirmizî

216. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellemi dinledim, şöyle diyordu:
“Kur’an’ı duyulur bir sesle okuyan, sadakayı açıktan veren gibidir. Kur’an’ı gizlice okuyan, sadakayı gizlice veren gibidir.”
Ukbe İbni Amir radıyallahu anh. Tirmizî

217. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:
“Allah, geceleyin Kur’an okuyan bir kulu dinlediği kadar hiçbir şeyi dinlemez. Allah’ın rahmeti, namazda olduğu sürece kulun başı üstüne saçılır. Kullar, hiçbir zaman namaz kıldıktan sonraki kadar Allah’a yaklaşmış olmazlar.”
Ebû Ümame radıyallahu anh. Tirmizî

218. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu:
“Kur’an okuyan kimse, her ne isteyecekse Allah’tan istesin. İleride bir takım insanlar çıkacak, Kur’an okuyacak, okuduklarına karşılık halktan isteklerde bulunacaklar.”
İmran radıyallahu anh. Tirmizî

219. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, geceleyin yaptığı tilavet secdelerinde şöyle derdi:
“Yüzüm, kendisini yaratan, suret veren, ilahî gücüyle onda işitme ve görme duyguları açan Allah’a secde etti.”
Aişe radıyallahu anha. Ebû Dâvud
‘Kur’an’ı okuyan kişi, bazı ayetlere gelince secde eder. Bu secdeye tilavet secdesi denir.’

220. Ebû Bekir radıyallahu anh, Yemame Savaşı sırasında beni çağırttı. Gittim. Yanında Ömer radıyallahu anh oturuyordu.
Ebû Bekir radıyallahu anh,”Ömer bana gelip, “Kur’an hafızlarının da katıldığı Yemame savaşları şiddetlendi. Hafızların tükenip gitmesinden, onlarla birlikte Kur’an’ın da zayi olmasından korkuyorum. Bu sebeple, Kur’an ayetlerinin ve surelerinin toplanıp bir araya getirilmesi için emir vermeni uygun buluyorum!” dedi. Ben kendisine, “Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin yapmadığı bir şeyi ben nasıl yaparım?” diye cevap verdim. Ancak Ömer, “Bunda hayır var!” diye ısrar etti. Ben her ne kadar bu meseleye yanaşmak istemediysem de Ömer bunu benden istemeyi sürdürdü. Sonunda Allah, Ömer gibi benim de aklımı yatırdı, bu meselenin lüzumuna onun gibi inanmaya başladım. Konunun seni ilgilendiren tarafına gelince, sen genç, akıllı bir kimsesin. Sana her hususta güveniyoruz. Üstelik sen Resûlullah sallallahu aleyhi ve selleme vahiy katipliği yaptın, inen vahiyleri yazdın. Şimdi Kur’an’ın peşine düş ve onu topla!” dedi.
Vallahi, Ebû Bekir radıyallahu anh bana dağlardan birini taşıma görevi verseydi bu işten daha ağır gelmezdi. Kendisine, “Siz, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin yapmadığı bir şeyi nasıl yaparsınız?” dedim.
Ebû Bekir radıyallahu anh, beni ikna için, “Vallahi bu hayırlı bir iştir!” diyerek talebini ısrarla sürdürdü.
Sonunda, Allah, bu meselenin lüzumunu Ebû Bekir gibi benim de aklıma yatırdı. Kur’an’ın peşine düştüm. İnen ayetler, sureler kumaş parçalarına, hurma yapraklarına, düz taşlara yazılmış, hafızlar tarafından da ezberlenmişti. Yazılı belgelerin hepsini topladım, hafızları dinledim, Kur’an’ı oluşturan bütün parçaları bir araya getirdim. Tevbe suresinin son kısmını sadece Huzeyme radıyallahu anhın yanında buldum.
Bir araya getirdiğim sayfalar Ebû Bekir radıyallahu anhın yanındaydı. Onun vefatından sonra Ömer radıyallahu anha intikal etti. Allah, ruhunu alana dek onun yanında kaldı. Sonra da, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin hanımı Hafsa radıyallahu anhaya intikal etti, onun yanında kaldı.
Zeyd İbni Sabit radıyallahu anh. Buharî

221. Huzeyfe radıyallahu anh, Hazreti Osman radıyallahu anhın yanına geldi, “Ey Müminlerin Emiri! Yahudiler ve Hıristiyanlar gibi, bu ümmet de kitapları hakkında ihtilafa düşmeden imdatlarına yetiş!” dedi.
Hazreti Osman radıyallahu anh, Hafsa radıyallahu anhaya “Sendeki sayfaları bize gönder, bir nüsha çıkartıp sana geri vereceğiz” diye haber saldı. Hafsa radıyallahu anha da istenen sayfaları gönderdi.
Osman radıyallahu anh, Kur’an nüshalarının çoğaltma işini Zeyd İbni Sabit radıyallahu anh, Abdullah İbni Zübeyr radıyallahu anh, Said İbni Âs radıyallahu anh ve Abdullah İbni Haris radıyallahu anh isimli sahabelerden oluşan bir kurula verdi. Onlar da bunu çoğalttılar.
Osman radıyallahu anh, kuruldakilere, “Kur’an’ın yazılışı konusunda ihtilafa düşerseniz, onu Kureyş söyleyişine uygun olarak yazın. Çünkü Kur’an onların söyleyişine uygun biçimde indi” dedi. Çalışma sırasında kurul bu minval üzere hareket ettiler.
Sayfaları mushaflar hâline getirme işi bitince, Osman radıyallahu anh, her diyara bir mushaf gönderdi. Bunların dışında kalan mushaf ve sayfaların yakılmasını emretti.
Zeyd radıyallahu anh der ki: “Ahzab suresinden bir ayeti yazılı metinler arasında bulamadım. Oysa, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellemden işitmiştim. Onu iyice araştırdım. Huzeyme radıyallahu anhın elinde varmış. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem onun şahitliğini iki kişinin şahitliğine denk tutmuştu. Bu ayet şu idi:
“İnananlar arasında Allah’a verdiği sözü yerine getirenler de vardır. Bu uğurda kimi canını vermiştir, kimi de kararlarından caymaksızın beklemektedir.”
Enes radıyallahu anh. Buharî

222. Ben Resûlullahtan şunu işittim:
“Dikkat ediniz! Bir fitne ortaya çıkacak!”
Ben, “O fitneden bizi kurtaracak olan nedir?” diye sordum.
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, “Kitabullah kurtaracak. Onda sizden öncekiler ve sonrakiler hakkında bilgiler vardır. Aranızdaki konularla ilgili hükümler bulunmaktadır. O, hidayet ile dalaleti birbirinden ayıran hakemdir. Şakası yoktur, baştan sona ciddiyettir. Onu bir azgın yüzünden bırakanı Allah helak eder. Ondan başka yerde hidayet arayanı Allah saptırır. O, Allah’ın sapasağlam ipidir. O, hikmetli bir zikir, dosdoğru bir yoldur. Ona tâbi olunduğu sürece haktan sapılmaz. Ona başka söz karışamaz ki hak ile bâtıl birbirine karıştırılabilsin. Âlimler ona doyamaz. O, okunmak ve tekrar edilmekle eskimez. Akılları hayrette bırakan harikaları bitmek bilmez. O, cinlerin, okudukları zaman, “Kuşkusuz biz, hayret veren, hakka hidayet eyleyen bir Kur’an işittik” dedikleri kitaptır. Kim onun söylediklerini söylerse doğru söylemiş olur. Kim onunla amel ederse ücretini alır. Kim onunla hükmederse âdil davranmış olur. Kim ona davet ederse doğru yola çağırmış olur” buyurdu.
Hazreti Ali radıyallahu anh. Tirmizî

‘Kütüb-i Sitte Muhtasarı / Hazreti Muhammed’in Sözleri ve Halleri’ – II

Faydalı ise lütfen bağlantıyı paylaşınız, tavsiye ediniz. Kaynaksız kopyalamanıza rızamız yoktur.

İlginizi Çekebilir

Risâle-i Nur’da Ramazan Bayramı Bahisleri

RİSALE-İ NUR’DA RAMAZAN BAYRAMI BAHİSLERİ 28. Lema 10. Nükte Nev-i beşerin ağlanacak gülmelerine, endişe-i istikbal …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Önceki yazıyı okuyun:
Enfiye hakkında yanlış bilinen doğrular

Yazar: Mustafa NUTKU Trabzon’da görevliyken, açmış olduğum bir davanın duruşmasına katılmam için birkaç ayda bir …

Kapat